21 Mart 2024 Perşembe

Z.T.KOR İLE AKSA TUFANI HAKKINDA RÖPORTAJ

 

ZAHİDE TUBA KOR İLE AKSA TUFANI HAKKINDA RÖPORTAJ

Röportajı yapan: Ala İslam Çelik

Davet Mektebi dergisi, Ocak-Şubat 2024, sayı 105, sf. 24-38

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz. 

 

HAMAS’ı Aksa Tufanı operasyonuna gerçekleştirmeye iten sebepler nelerdir?

Birçok sebebi var. Birincisi, İsrail 1967’de işgal ettiği Gazze’den 2005’te askerlerini ve yerleşimcileri geri çekse de havadan, karadan ve denizden kuşatarak bir açık hava hapishanesine dönüştürdü. 2006 Ocak’ında HAMAS’ın Filistin seçimlerini %60 oyla kazanıp tek başına iktidar olmasının ardından bir cezalandırma aracı olarak başlayan abluka ve ambargo 17 yıldır devam ediyordu. Gazzelilerin hayat şartları yıllar geçtikçe daha da kötüleştiği halde dünyanın umurunda bile değildi. Oyunun kuralları değişmeden abluka ve ambargonun kırılabilme ihtimali yoktu.

İkincisi, 7 Ekim yaşanmasaydı şu an biz İsrail-Suud barışını ve doğmakta olan yeni bölgesel düzeni, yeni yatırımları, boru hatlarını ve ticaret yollarını vs. konuşuyor olacaktık. 2020’den bu yana “İbrahim Anlaşmaları”yla -Filistinliler pahasına- kurulan bölgesel düzenin tesisinde son aşama Suud’la anlaşma olacaktı. Filistin meselesi adeta tarihin çöp sepetine atılmak üzereydi. HAMAS, Aksa Tufanı’yla bizi yok sayarak yeni bir düzen kuramazsınız, yüzyıldır Ortadoğu’nun en temel meselesi Filistin’dir dedi.

Üçüncüsü, İsrail bugün tarihinin en aşırı sağ hükümetiyle yönetiliyor. Öyle ki 1990’larda ABD ve İsrail tarafından Yahudi terör örgütü ilan edilen ekolün siyasi uzantıları hükümette maliye ve iç güvenlik gibi kritik bakanlıkları elinde tutuyor. İktidardaki dinî Siyonist ekol, Suud’la barışa vardıktan sonra Batı Şeria ve Kudüs üzerindeki emellerini hayata geçirmeyi planlıyordu. Yani Batı Şeria’yı ilhak ve MS 70’te Romalılar eliyle Kudüs’te yıkılan tapınaklarını (Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s-Sahra üzerinde) yeniden inşa etmeyi… Son bir yılda Batı Şeria’da Yahudi yerleşimcilerin İsrail ordusuyla el ele verip düzenlediği saldırılar sonucunda Filistinliler yirmiye yakın köyü boşaltmak zorunda kalmıştı. İşte HAMAS, işgale ve Batı Şeria ile Kudüs’ün Yahudileştirilmesi planına da karşı koymak istedi.

Bu arada İsrail hükümeti, 2021 ve önceki tecrübelerine binaen, Gazze’de direnişi bertaraf etmeden Batı Şeria ve Kudüs üzerindeki emellerini gerçekleştirmeyeceğinin farkındaydı. Bu nedenle 2023’ün sonlarına doğru Gazze’ye saldırma planı zaten yapıyordu. Hatta 7 Ekim günü Gazze çevresindeki İsrail kışlalarından elde edilen belgelerde müstakbel savaş planları da bulundu. HAMAS, bir bakıma İsrail’e savaş hazırlıklarını tamamlamadan ön alıcı bir savaş açtı. 7 Ekim günü Gazze konusunda uzman askerî kadroyu ya esir aldı ya da öldürdü ve İsrail’in planlarını altüst etti.

Dördüncüsü, yüzlerce İsrailliyi esir alıp bunları İsrail hapishanelerindeki 5000 Filistinli mahkûmu kurtarmak ve başka kazanımlar elde etmek için kullanmayı hedefliyordu.

Aksa Tufanı operasyonu bölgesel gelişmeler bağlamında önemli bir kırılma noktası oluşturur mu?

Evet, bölge tarihi yazılırken 7 Ekim’in bir kırılma noktası olarak zikredileceği kanaatindeyim. Hem de 1948 ve 1967 Arap-İsrail Savaşları, 1979 İran İslam Devrimi, 11 Eylül saldırıları ölçeğinde bir kırılma noktası…

Bölgede kırılma noktası oluşturan bu operasyon küresel gelişmeleri etkiler mi?

Hâlihazırda etkilemiş durumda. 7 Ekim’in ana kaybedeni ABD’dir. 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan ve Irak maceralarıyla bir bataklığa saplandı ve bu süreçte Çin ile Rusya yükselişe geçti. Daha oğul Bush’un son döneminde başlayan, Obama döneminde hız kazanan ABD’nin Ortadoğu’dan çekilip Rusya’ya karşı NATO sınırlarına ve Çin’e karşı da Asya-Pasifiğe odaklanma hayali, Trump ve Biden döneminde “İbrahim Anlaşmaları” bağlamında gerçekleşmek üzereyken 7 Ekim’de acı bir şekilde sona erdi. ABD, savaş gemilerini Asya Pasifik yerine İsrail’in bekası için Doğu Akdeniz’e demirlemek zorunda kaldı. Envanterinde ne kadar silah ve savaş araç gereci varsa İsrail’e yolladı. Buna mukabil, İsrail’in kendisini bile koruyamadığı görüldü ki ABD’nin bölgeden çekildiği bir ortamda müttefiki Arap rejimlerini nasıl savunabilsin. 7 Ekim, ABD’yi Rusya ve Çin’e odaklanmaktan alıkoydu, Ortadoğu’ya geri dönmeye zorladı. Bunun ilk sonucunu Ukrayna’da görüyoruz. Ukrayna, Rusya’ya karşı Batı cephesini korumanın jeopolitik olarak en kritik noktasıydı. İsrail’in bekasının söz konusu olduğu bir ortamda ABD ve AB’nin Ukrayna’ya odaklanma ve silah yığma imkânı kalmadı. Bu kış Ukrayna’da dengeler Rusya lehine değişebilir.

Bir de 2008’den bu yana iktisadi ve askerî alanda Amerikan hegemonyası zayıflasa da “evrensel” değerler sistemi ve kültürel hegemonyası hala ayaktaydı. Dünyanın gözü önünde Gazze’de yaşanan soykırım ve bunda ABD’nin dahli, Amerikan yumuşak gücünün temeli olan değerler sistemini ve normları Batı’da ve kendi ülkesinde dahi sorgulatıyor. Yani ABD, İsrail’e verdiği kayıtsız şartsız desteğin bedelini, kendi meşruiyet zeminini kaybederek ödeyebilir. Bütün bunlar rakip güçler Çin ve Rusya’ya yarayacaktır.

HAMAS’ın operasyon öncesi hedefleri nelerdi ve gelinen nokta itibariyle hedeflerini gerçekleştirdi mi?

HAMAS’ın ana hedefi, İsrail’i en gafil olduğu anda avlamak ve yenilmezlik mitini yıkmaktı. Bunu, 7 Ekim’de İsrail’e tarihi boyunca hiç tatmadığı büyük bir şok ve kayıp yaşatarak kesin olarak başardı. İsrail’in zannedildiği gibi kadir-i mutlak bir güç olmadığını, zafiyetlerle malul olduğunu dünyaya gösterdi. 1948’den bu yana İsrail’in güvenlik ve dış politikasının temeli, aşırı güç kullanarak düşmanlarını caydırmaktı. Bu şekilde hem Filistinlilere ve Araplara bana bulaşırsanız akıbetiniz feci olur mesajı vererek kendisine yönelik saldırıları asgaride tutuyor hem de aşırı güç kullanımıyla kendi halkına özgüven ve özsaygınlık kazandırıp dünya Yahudileri için en güvenli vatan olduğu hissini perçinliyordu. Ayrıca mesela 1967’de altı günde işgali altındaki toprakları üç kat genişleterek ordusu ve istihbaratıyla kimsenin alt edemeyeceği yenilmez bir güç olduğu kanaatini bölge halklarının ve rejimlerinin zihinlerine yerleştirmişti. İsrail’in Ortadoğu’ya verdiği en büyük zarar, ardı ardına yaşattığı mağlubiyetlerle halkların özgüvenini ve özsaygınlığını yitirtmesi ve bizden adam olmaz fikrini yerleştirmesiydi. İşte 7 Ekim bunu da bozdu.

Yine HAMAS, İsrail’in -tıpkı dünyadaki diğer güçler gibi- ancak içeriden çökertilebileceğinin farkında. Biz savaşın sadece fiziki çatışma boyutuna bakıyoruz; oysa direnişin etkili bir şekilde yürüttüğü bir de psikolojik savaş var. Yayınladığı videolar, yaptığı açıklamalar ve esir takasında izlediği yöntemle hedefi, 7 Ekim’den evvel karpuz gibi ortadan bölünmüş haldeki İsrail toplumunu ve siyasetini daha da parçalayıp birbirine düşürmekti. Bunu da başardı. İsrail siyaseti, toplumu, ordusu ve istihbaratının bu şoktan toparlanabilmesi ve iyice derinleşen iç ihtilafları atlatabilmesi hiç kolay olmayacak.

Diğer bir hedefi de İsrail’in gerçek yüzünü bütün dünyaya göstermek ve bu şekilde halklara kendi yönetimlerine politikalarını değiştirtmek için baskı yaptırmaktı. Bu hedefinde de başarılı sayılır. Biden yönetimi, hem içeriden hem de dışarıdan yükselen tepkiler karşısında artık İsrail’e ilk günlerdeki gibi kayıtsız şartsız destek veremiyor. İmaj İsrail için her şeydir; on yıllar içinde ince ince dokuduğu bir imaj vardır. İşgal politikalarını hem kendi halkının hem de dünya kamuoyunun dikkatini celp etmeyecek şekilde hukuki, siyasi, iktisadi, kültürel vb. kılıflar altında yürütmekteydi. Ama 7 Ekim’den sonra kaba kuvveti soykırıma varacak şekilde kullanmak suretiyle özenle oluşturduğu imajını kendisi yıktı.

Yine HAMAS, İsrail-Suud barışını erteletti ve Ortadoğu’da Filistinliler yok sayılarak yeni bir düzen kurulamayacağını dosta, düşmana göstermiş oldu. Bir müddet sonra İsrail’in Filistin tarafıyla masaya oturmak zorunda kalacağı kanaatindeyim. Son sözde barış masası 2014’te kurulmuştu.

Son olarak kadın, çocuk ve yaşlı esirleri sadece Filistinli mahkûmlarla takas bağlamında serbest bıraktı. Büyük dış baskılara rağmen geri kalanları, özellikle askerleri, tüm Filistinli mahkûmların salınması karşılığında serbest bırakmamaya kararlı. İsrail ordusu tüm çabalarına rağmen şimdiye kadar tek bir esiri dahi kurtaramadı; her esir kurtarma operasyonu bir fiyaskoya dönüştü ve esirlerin ölümüne yol açtı. 

Ama başaramadığı şeyler de var: Birincisi, Arap ve İslam dünyasından -gerek halklar gerekse yönetimler nezdinde- İsrail’e karşı çok daha etkili bir tepki ve -tıpkı 2021’de olduğu gibi- Batı Şeria, Kudüs ve İsrail içindeki Filistinlilerin Gazze’ye destek olmak için topyekûn ayaklanmasını bekliyordu. Ama dış devletler Gazze’nin başına gelen feci akıbete duçar olmak veya kazanımlarını yitirmek istemediği için, işgal altındaki Filistinliler de İsrail güvenlik güçlerinin çok sıkı takibatına uğradığı için direnişe beklediği ölçüde destek ver(e)medi. İkincisi, İsrail’i Batı Şeria ve Kudüs’le ilgili politikalarında -2021’de olduğu gibi- caydırmaya ve geri adım attırmaya niyetlenmişti; ama bunu da başarabilmiş değil. İsrail ordusu 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria ve Kudüs’te hemen her şehre, mahalleye ve mülteci kampına baskınlar düzenleyip 5000 Filistinliyi daha tutukladı, yüzlercesini öldürdü ve yaraladı. Keza yüzlerce evi yıktı veya yıkım için tahliye emrini adreslere yolladı. İçeride ve dışarıda tepki çekmemek için yıllardır planladığı ama hayata geçiremediği projeleri başlatma kararı aldı. Filistinlilerin Mescid-i Aksa’da kalabalık bir cemaatle Cuma namazı kılmasını 7 Ekim’den bu yana engelliyor. İntikam için hapishanelerdeki Filistinli mahkûmların hayatını tam bir kâbusa çevirdi, işkencelerle öldürdüğü mahkûmlar oldu. Yahudi yerleşimcileri kendilerini koruması (ve Filistinlilere saldırması) için daha fazla silahlandırıyor. Üçüncüsü, kimsenin beklemediği ölçüde başarılı bir direniş sergilese de, Gazze’deki akıl almaz yıkımı ve soykırımı engelleyebilmiş değil. İsrail’in karada ilerleyişini sekteye uğratsa ve birçok noktadan geri çekilmeye zorlasa da hava üstünlüğü hala İsrail ordusunda.

Bu operasyonun sonucunda HAMAS’ın istediği gibi bir Filistin devleti kurulur mu?

HAMAS 2017’de iki devletli çözümü kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama bunun gerçekleşebilir bir çözüm olduğunu düşünmüyorum. Çünkü 1990’lardaki barış sürecinde iki devletli çözüm dense de Filistinlilere sunulan şey sadece özerk bir yönetimdi, o kadar. Altına imza konan yazılı metinlerde hiçbir zaman devlet kelimesi geçmedi. İsrail sözde barış süreci yürürken Batı Şeria’nın toprak bütünlüğünü bozup muhtemel bir devlet oluşumunu engelleyecek şekilde Yahudi yerleşimlerini her yere yaydı. Şu an Filistin Devlet Başkanı dediğimiz Mahmud Abbas yönetiminin tam veya kısmi kontrolündeki alanlar Batı Şeria’nın sadece %40’ı, kalanı İsrail’in işgali altında. Gazze ile Batı Şeria coğrafi bakımdan tamamen birbirinden kopuk olmakla kalmayıp Batı Şeria içinde Filistin yönetiminin kontrolündeki alanlar -araları Yahudi yerleşimler, otoyollar ağı, askerî alanlar, atış alanları, duvarlar, kontrol noktaları, doğal rezerv alanlarıyla vs. dolu- irili ufaklı toplamda 220 adacıktan müteşekkil. İsrail’in Filistin devletinin toprak bütünlüğüne, yerin altında ve hava sahasında egemenliğine, kendi su kaynaklarını kullanmasına, ordusunun olmasına, Doğu Kudüs’ü başkent edinmesine, kendi para birimine ve bağımsız bir ekonomiye sahip olmasına vs. kesinlikle karşı çıktığını da hatırlatayım. Sizce böyle bir devlet olabilir mi? Aksa Tufanı’yla aldığı darbeden sonra İsrail’in barış masasına oturmak ve bazı tavizler vermek zorunda kalacağı kesin, tıpkı 1973 Savaşı’ndan birkaç yıl sonra buna mecbur kaldığı gibi. Ama gerçek bir çözüme varmak için İsrail’in on yıllardır benimsediği politikalardan ve ayak oyunlarından vazgeçmesi, bunun için de kendisine zihnî bir format atması gerekir. İşte bunu çok zor görüyorum. Yani barış masası illaki gelecektir, ama çıkacak sonuçtan ümitvar değilim.

Öte yandan savaştan sonraki ilk hedef, barış masasına oturmak ve bir Filistin devleti kurmak değil, Gazze’nin HAMAS’sız nasıl yönetileceği ve savaşta yok edilemeyen direnişin masada nasıl bertaraf edileceği olacak gibi görünüyor. Hem enkaza dönen Gazze’nin yeniden inşa edilebilmesi için dış finansmana ve inşaat malzemelerine ihtiyaç var hem de Gazzelilerin ekmek-su-ilaç gibi en temel ihtiyaçlarına erişebilmesi dış yardımların ulaşması gerekiyor. İşte yaraların sarılma sürecinde dış güçler HAMAS’sız bir Gazze önşartını dayatabilir. Bunda da başarılı olacaklarını zannetmiyorum ama silahlar sustuğunda masada çetin bir siyasi mücadele devam edecektir.

Arap devletlerinin İsrail’in yaptığı soykırımlarla ilgili tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?

Aksa Tufanı, Arap devletleri ya her alanda derin iç krizlerle boğuşurken ya da İsrail’le barışmış veya barışmak üzereyken gerçekleşti. Dolayısıyla ya elleri çok zayıf ya İsrail’le planladıkları yeni projelerin ve bölge vizyonunun baltalanmasının huzursuzluğu içindeler ya da Gazze’de yaşananların kendilerini etkilemesinden korkuyorlar. Fas, Mısır, Ürdün, Yemen gibi ülkelerde kitlesel gösteriler yapıldı, yapılıyor. Ama mesela Suudi Arabistan ve BAE’de Gazze’deki soykırım konusunda bir karartma var. Bahreyn ve Umman İsrail’le normalleşme bağlamında attıkları bazı adımlardan vazgeçip anlaşmaları iptal etti. Şimdiye kadar en cesurca adımı, Yemen’deki Husiler, İsrail ve bağlantılı gemilerin Babu’l-Mendeb Boğazı’ndan geçişini engelleyerek yaptı. Bu, kanaatimce 1973 Savaşı’nda Suudi Kralı Faysal öncülüğünde uygulanan petrol ambargosundan bu yana dünya ticaretini etkileyen en önemli silah oldu.

Kritik olan, komşuların tutumu. İsrail’in Gazzelileri Mısır’a, Batı Şerialıları Ürdün’e gönderme planı 1967’den beri vardı; Aksa Tufanı’ndan sonra para karşılığında bunu hayata geçirmek için rejimlere büyük baskı yaptı. Mısır da, Ürdün de buna direniyor. Tabii ki Filistin topraklarının Yahudileşmesini engelleme gibi bir şuurla değil; Filistinlileri kendi bekalarına yönelik bir tehdit gördükleri için… İsrail’in kuzeyde Lübnan’a (Hizbullah’a ve bu ülkede yerleşik HAMAS unsurlarına) yönelik bir cephe açma ihtimali en baştan beri vardı; bu, Batı tarafından şimdiye kadar engellenmeye çalışıldı. Çünkü Lübnan, yasama-yürütme-yargı erkleri çalışmayan, ekonomisi tamamen çökmüş, parası adeta pul olmuş, eğitim ve sağlık sistemi büyük darbe almış, doğru düzgün elektriği bile olmayan, halkın %70’inin fakirlik sınırı altında yaşadığı bir ülke olup İsrail saldırısına uğradığı takdirde tamamen çökme ihtimali var. Suriye zaten savaştan belini doğrultabilmiş değil, sefalet diz boyu. Savaş uzadıkça komşu Mısır ve Ürdün ekonomisi de çok ağır bir darbe alacak. Lübnan’a savaş ihtimali de ortadan kalkmış değil.

Burada asıl mesele, HAMAS’ın Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olması ve 2013’ten bu yana bölgedeki bazı rejimlerin Müslüman Kardeşleri bir iç tehdit olarak görüp bu hareketle bağlantılı bütün yapılanmaları terör örgütü kapsamına alıp gayrimeşrulaştırması. Bu rejimler, kamuoyu önünde İsrail’in soykırımını kınasa da, kapalı kapılar ardında HAMAS’ı yok etmesi için Netanyahu yönetimini teşvik ediyor. Çünkü Gazze’de Filistin direnişinin başarısı, kendi ülkelerinde rejimden rahatsızlık duyan kitleleri on iki yıl sonra sokağa dökülme noktasında yeniden cesaretlendirebilir.

Bu arada Arap rejimlerinin birçoğu İsrail ve Amerikan desteği sayesinde ayaktalar. Koltuğunu İsrail’e borçlu olanların soykırıma karşı dik ve kararlı bir duruş sergilemesi beklenemez. Geçmişteki dört Arap-İsrail savaşının şahidi eski Arap liderler kuşağı çoktan öldü veya iyice yaşlandı. Özellikle Körfez’deki genç liderler kuşağı, İsrail’in değil, İran’ın baş tehdit olduğu bir dünyaya gözlerini açtılar. Onların tehdit algılamasında baş sırada İran, Türkiye ve kendi halkları var ve Filistin diye bir davaları yok.

İran ve Türkiye’nin Aksa Tufanı operasyonu ile ilgili duruşlarını nasıl değerlendirebiliriz?

İran da, Türkiye de yıllardır Filistin davasını savunan ve kullanan önemli bölge ülkeleri. Özellikle 7 Ekim’den sonra İran’ın Lübnan, Suriye ve Irak’taki müttefiklerini Gazze’ye destek için harekete geçirir mi diye bir endişe duyuldu. ABD’nin Doğu Akdeniz’e derhal donanma yollamasının ana nedeni savaşın başka cephelere yayılmasını caydırmaktı; çünkü İsrail aynı anda birkaç cephede savaşabilecek durumda değildi. Öte yandan İran, geçtiğimiz on yılda Ortadoğu’daki düzeni ABD’yle uzlaşma içinde kurmuş aktördür. Bunca yıllık emekle ve kan dökerek elde ettiği büyük kazanımlarını Gazze için feda etmek istemiyor. Ama bunca yıldır “direniş cephesi” adı altında Filistin’i kullanıp da en zor zamanında Gazzelileri yüzüstü de bırakamazdı. Dolayısıyla Gazze’ye kara harekâtını kırmızı çizgisi ilan etse de İsrail harekâta giriştiğinde vekil güçlerini sahaya sürüp topyekun bir savaşa girmek yerine Suriye ve Irak cephelerinde Amerikan üslerinin vurulması, Lübnan’dan İsrail’e angajman kuralları dahilinde saldırılar düzenlenmesi ve Yemen’de Husilerin Babu’l-Mendeb Boğazı’nı tutması gibi daha az riskli yöntemleri tercih etti. Bu bakımdan Gazze’deki direnişi de hayal kırıklığına uğrattı.

Türkiye en baştan beri savaşın bölgeye yayılmasını engellemek, bir an evvel tarafları ateşkese vardırmak ve insani yardım girişini sağlamak için uğraşıyor. Aslında arabuluculuk adımları çok doğru ve önemli. Ama muhatap İsrail olunca bu çabalar nafile kaçıyor. Perde arkasından önemli adımlar atılıyordur, ama sahada somut adımlara dönüşemediğinden Gazzelileri biz de hayal kırıklığına uğratmış durumdayız. Bu arada yılladır Diriliş Ertuğrul gibi dizilerle Filistinlileri de, Ortadoğu halklarını da çok büyük bir beklenti içine soktuk. Bizi hakikaten bir kurtarıcı olarak görüyorlardı. Zannedersem artık acı bir şekilde bir yanılsamadan uyandılar.

Kaybedeceği çok şey olan devletler ve aktörler, arkasında tam bir Amerikan desteği olan İsrail gibi bir soykırımcı yapıyla savaşa girmeye cesaret edemezler. 

HAMAS’a operasyon öncesi askeri lojistik desteğini sağlayanlar kimler olabilir?

Büyük ölçüde kendi çabasıyla bu silahları ürettiği söyleniyor. Beni en şaşırtan, mesela geçtiğimiz yıllarda Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın batırdığı İngiliz savaş gemisini Gazze sularının derinliklerinde bulan dalgıçlar, batıktaki bombaları tek tek çıkartıp bunlardan roketler üretip 2021’deki savaşta İsrail’e fırlatmışlardı. Soba borusundan bile roket üretecek bir kafa yapısına sahipler. Gazzeliler icatçı bir toplumdur; İsrail’in 17 yıldır uyguladığı ablukalar da bu özelliklerini perçinledi. Tabii yeraltındaki tüneller aracılığıyla İran gibi ülkelerden gelen silahlar veya teknik ekipman vardır, ama bunlar sınırlı. İran’ın mali ve lojistik desteği HAMAS’tan ziyade İslami Cihad örgütüne. Bu arada HAMAS’a destek sağlayan İsrailliler de var olmalı ki 7 Ekim’de İsrail yönetimi ve güvenlik birimleri, şoka uğrayıp kendi içlerindeki “düşmanla işbirliği yapan hainleri” bulabilmek için epey uğraştı. Hatta harekâtın hemen başlamama nedenlerinden biri önce kendi içlerinde temizlik yapmaktı. Sonuç ne oldu bilmiyorum.

HAMAS, operasyonu İran, Katar, Türkiye veya herhangi başka bir devletin istekleri doğrultusunda mı gerçekleştirdi?

Direnişe destek veren bu ülkelerden herhangi biri, 7 Ekim operasyonundan haberdar olsaydı engellemeye çalışırdı. Çünkü Aksa Tufanı, sadece İsrail-Körfez ülkeleri değil, bütün bölge çapında eski düşmanlarla ilişkileri düzeltme, milli menfaat ve iktisadi fayda doğrultusunda yeni bir düzene geçme çabaları iyice ilerlemişken yaşandı. Mesela 7 Ekim olmasaydı Netanyahu Türkiye’yi ziyaret edecekti; Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı ittifak zayıflatılmaktaydı. İran, Suud’la bile barışmıştı, müttefiki Esed yeniden meşru aktöre dönmekteydi. Eğer böyle bir operasyonu isteseydi, sonrasında savaşa müdahil olup Gazze’deki müttefiklerini bu denli hayal kırıklığına uğratmazdı. Katar yıllardır Gazze’nin hamisi ve ana finansörüydü; ekonomisi çok kötü olan bölgede memur maaşlarını ödüyor, inşaat ve yatırımları yapıyordu. Bunca yıldır yaptığı bütün yatırımları İsrail savaşta yerle bir etti. Hatta hava bombardımanına Katar’ın inşa ettiği, Gazze’nin orta ve üst sınıfının yaşadığı lüks Rimel Mahallesini yerle bir ederek başladı. İsrail, savaş sonrası Gazze’nin geleceğinde hami güç olarak -HAMAS’ın güçlenmesinin baş sorumlularından gördüğü- Katar’a bir daha rol vermemeye kararlı; onun baş rakibi BAE ve Suudi Arabistan’ı yeni hami güçler olarak devreye sokma niyetinde. Katar Gazze’deki kazanımlarının ve yatırımlarının bir çırpıda yok olmasını istemezdi herhalde.

HAMAS’ın Gazze içindeki siyasi kanadının operasyondan son anda haberi oldu; Katar gibi ülkelerde yaşayan sürgündeki siyasi liderler ise tıpkı bizler gibi 7 Ekim sabahına şok içinde uyandı. HAMAS’ın siyasi kanadı bile habersizken bölgesel güçlerin parmağı bu işin içinde nasıl olsun? Öte yandan ABD’yle mücadele bağlamında Rusya veya Çin’in dolaylı desteği veya teşviki bana daha mümkün görünüyor.

Operasyon tarihi olarak neden 7 Ekim seçildi?

İsraillilerin en gafil olduğu anı kolladılar. 15 Eylül’de Yahudi bayramları sezonu başlamıştı; ardı ardına bayramlar yaşanıyordu. İsrailliler bir haftadır devam eden Sukkot Bayramı’nın son günü 6 Ekim’i 7 Ekim’e bağlayan gece boyunca içmişlerdi ve sarhoştular. 7 Ekim sabahı, yani Yahudiler açısından kutsal Şabat (Cumartesi) günü operasyon başladı. Bayramlar sezonu olduğu için de askerî-güvenlik birimlerindekilerin bir kısmı izindeydi. Bu arada İsrail, Batı Şeria ve Kudüs’ü kaşıdığı için patlamayı oradan bekliyordu ve ordusunun büyük kısmını o cephelere sevk etmişti. Bir de 6 Ekim, aynı zamanda 50 yıl evvel İsrail’in Mısır-Suriye ortak saldırısıyla şoka uğradığı 1973 Savaşı’nın da başlangıç tarihi. Bir sembolik anlamı ve benzerlikleri de var.

ABD uluslararası kamuoyunda tepki görmesine rağmen neden ısrarla İsrail’i desteklemeye devam ediyor? İsrail bu desteği nasıl elde ediyor?

İsrail’i kuran ve bugüne kadar ayakta kalmasını sağlayan zaten -İngiltere ile birlikte- ABD’dir. Yani Protestan aklı, parası ve gücüyle ayaktadır. İsrail, ABD’nin şımarık çocuğudur, bölgesel hedeflerine ulaşmak için kullandığı bir araçtır. ABD ile İsrail arasında simbiyotik bir ilişki biçimi vardır. İsrail, ABD için sadece bir dış politika değil, aynı zamanda bir iç politika meselesidir. İsrail lobisi, Amerikan iç siyasetinde önemli bir güçtür ve her iki partinin de ana sponsorlarındandır. Dolayısıyla hiçbir Amerikalı siyasetçi kolay kolay onları göz ardı edemez ve hilafına hareket edemez; bunu yapmaya kalkışanlar, aleyhte büyük bir medya kampanyasıyla sindirilir, pişman edilir. Geçmişte New York’ta İsrail’in BM büyükelçiliği görevini yürüten Binyamin Netanyahu şöyle demişti: “ABD hükümeti İsrail siyasetine karşı çıkacak olursa Amerikan kamuoyunu kendi hükümetine karşı nasıl manipüle edeceğimi biliyorum.”

Amerikan kamuoyunda tepki gösterenler daha ziyade Demokrat Parti tabanı; yani Biden’ın seçmen kitlesi sokaklarda. Kahir ekseriyeti Cumhuriyetçileri destekleyen Evanjelik Hristiyanlar ise Yahudilerden daha fazla İsrailci olup kayıtsız şartsız Netanyahu’ya destek veriyorlar… 2021’deki savaşın 11 gün sürmesi ve Netanyahu’nun çok istemesine rağmen kara operasyonuna girişememe nedeni, Amerikan Başkanı Biden’ın yeşil ışık yakmamasıydı. Hem Netanyahu’nun seçim sürecinde Biden’a karşı Trump’a açık ve tam destek vermesinin yol açtığı şahsi husumet hem de Demokrat seçmenin sokaklarda Filistin yanlısı eylemleri bunda etkili olmuştu. Ama Biden yönetimi, 7 Ekim’i İsrail için bir beka, yani varoluş meselesi olarak görüp İsrail ordusuna Gazzelilerin soykırımında tam destek verdi. Bu arada biz ABD’nin İsrail’e Gazze’yi yerle bir etmesinde nasıl bu denli destek çıktığına şaşırıyoruz; oysa Amerikan ordusu aynısını başta Irak olmak üzere işgal ettiği coğrafyalarda yaptı.

Filistin yıllardır büyük bir saldırı altında. Dünya çapında halklar nezdinde kitleler halinde çok büyük tepkiler alan İsrail daha önce böyle bir durumla karşılaşmış mıydı? Bu tepkiler İsrail’i zor durumda bırakacak şekilde çok daha geniş kitlelere yayılır mı?

2021 savaşında dünyanın her yerinde aynısı yaşanmıştı. Amerikan ve İngiliz tarihinin en büyük Filistin’e destek gösterileri yapılmış ve savaş bittikten sonra bile kitleler eylemlerine devam etmişti. O dönem Avrupa yönetimleri bu gösterileri yasaklamaya kalkışmamıştı; çünkü Kudüs’te İsrail’in haftalardır yaptığı kışkırtmalar ve saldırılar sonucunda Gazze devreye girmişti.

Gerek 2021’de gerekse hâlihazırda bu kitleselliğin temel nedeni, sosyal medyanın İsrail’in propaganda tekelini kıracak şekilde geleneksel medyaya alternatif bir mecra olarak yükselişi ve Filistinlilerin bu mecrayı maharetle kullanması. 24 saat canlı yayın yapan el-Cezire etkisi de yaşananları dünya gündemine taşımakta önemli bir faktör. İsrail’in dehşet verici katliam görüntüleri sürdükçe dünya çapında eylemler daha da yayılacaktır. 

Bu arada hem 2021’de hem de bugün İngilizce yayın yapan İsrail medya organlarında en temel tartışma konularından biri, yıllarca özenle kurdukları propaganda tekelinin kırılmasından duydukları rahatsızlık ve bunu nasıl telafi edip dünya kamuoyunu ikna edecekleri. Yine İsrail aleyhtarı diasporadaki Yahudilerle kopan güven bağını nasıl tesis edeceklerini de tartışıyorlar.

İsrail yaklaşık 3 aydır çok yoğun bir saldırı altında. Tarihten gelen çok ağır travması olan bir millet olduklarını biliyoruz. Bu saldırılar sonrası kendi halkı nasıl etkilenmiştir? Bu durumun İsrail iç siyasetinde ne gibi etkileri olacaktır?

Çok derinden etkilendiler. Bu travmayı kısa sürede atlatabilecekleri kanaatinde değilim. İlk kez kendi evlerinde vuruldular; geçmişte İsrail bütün savaşlarını düşmanlarının topraklarında vermişti. Yenilmezlik miti yerle bir oldu; ordularının ve hükümetlerinin kendilerini koruyamadığını gördüler. Dahası, tanıklar konuştukça yalan propagandalar açığa çıkıyor, 7 Ekim’de kendi ordularınca havadan bombalandıkları ve yakıldıkları gerçeğini öğreniyorlar. İsrail toplumunda güven problemi başladı. Ayrıca hem hükümet içinde hem de askerî ve sivil kurumlar arasında güvensizlik had safhada. Güven, güvenliğin önşartıdır; güven olmadan güvenlik sağlanamaz. Gerek Gazze çevresindeki gerekse kuzeydeki İsrailliler çoktan evlerini terk edip Tel Aviv’de vs. otellere sığındılar; ilk kez yerinden oluşu tadıyorlar. Keza Gazze’de çok fazla İsrail askeri öldü, yaralandı veya sakat kaldı; bunların sayısını resmen açıklayamıyorlar bile. İsrail işgücünün önemli bir kısmı yedek asker olarak silahaltına alındı; bu da İsrail ekonomisini, üretim çarklarını olumsuz etkiliyor. Bütün bunların İsrail siyasetine yansımaları olacaktır. Netanyahu’nun sürekli yalan söylediğini, adeta bir yalan makinesi olduğunu artık fark ediyorlar. 7 Ekim’de siyasi hayatı biten ve savaşı uzatarak uzatmalara oynayan Netanyahu ateş kesildikten sonra hapse girecek. Hatta kendisine yönelik bir suikast da olabilir. Ama Netanyahu sonrası da İsrail siyasetinin kısa sürede rayına girebileceği kanaatinde değilim. Çünkü 2018’den beri siyasi kriz içindeler ve 3,5 yılda 5 genel seçim yapmalarının nedeni, sadece Netanyahu yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden keskin kutuplaşma değil, aynı zamanda yapısal problemler ve demografik değişimdi. Bu arada 7 Ekim’den sonra beka kaygısı iç ihtilafların üzerini kısa süreliğine örtse de, toplumda laikler ile aşırı sağcılar arasındaki kutuplaşma daha da derinleşiyor. İsrail’in artık güvenli bir vatan olmadığını düşünen ve “canının kıymetini bilen” İsrailliler ülkeyi terke çoktan başladı. Savaş sürdükçe bu eğilim devam edecektir.

Son olarak şunu da eklemek isterim: İsrail hükümetinin 7 Ekim’den sonraki ana hedefi, tıpkı 2006’dan bu yana olduğu gibi, HAMAS’ı ve altyapısını yok etmekti. Ama Gazze’nin önemli bir kısmını yerle bir ettiği halde direniş hala ayakta. Üstelik İsrail ordusunun tam kontrolümüze aldık dediği bölgelerden İsrail’in içine roket atışları devam ediyor. HAMAS’ın önemli komutanlarından hiçbirini öldürebilmiş değil. Asıl önemlisi, her askerî operasyonun bir siyasi planı ve çıkış senaryosu olmalıdır. Ama Netanyahu hükümetinin üzerinde uzlaşılmış böyle bir planı ve senaryosu hala yok. Gazze ile ilgili seçeneklerin tamamı kötü. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte İsrail hükümeti kötünün iyisi bir senaryoya razı gelirken hem iç kamuoyunun öfkesini çekecek hem de koalisyon hükümetinin dağılmasıyla iç siyasi krizler derinleşecektir. Çünkü 7 Ekim’le birlikte İsrail, hem Filistin içinde hem de bölgede oyun kurma veya dayatma gücünü yitirdi.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder