31 Aralık 2017 Pazar

D.HEARST: 2017’DEN 2018’E ZAFER SARHOŞLUĞUNUN MAHMURLUĞU




David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; İngiliz Guardian gazetesi eski dış politika başyazarı)

Middle East Eye, 28.12.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız

Üç gelişme 2017 yılında Ortadoğu’yu tanımladı. Her biri askerî bir zafer veya cesurca reform adımları olarak ilan edildi. Başarı, saf alkol gibi muzafferlerin başına vurdu ama coşkuları kısa süre sürdü. Her biri bölgesel ittifaklarda benzeri görülmemiş değişimleri tetikledi.
2018’e girerken bu yeni Arap dünyasının gidişatını belirleyenler için ertesi sabah, önceki geceye kıyasla daha çekici görünmüyor.

Bir tercih savaşı
Yılın ilk zaferi, 2016’nın son günlerinde Halep’i geri alan Ruslara gitti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Lazkiye’de bulunan Hmeymim Askeri Üssü’ndeki zafer yürüyüşünde, imdadına yetiştiği Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in önünde arzı endam ederek Suriye’nin yeni emperyal yöneticiliği görevine başlama törenini yapmış oldu. Putin bu manzarayı belki de bilinçsiz bir şekilde Roma genel valisinden kopyalamış olabilir.
Putin için Suriye bir tercih savaşıydı. Rusya’nın bu Arap ülkesiyle paylaştığı herhangi bir sınırı yoktu ve Şam’ın Rusya’ya hiç zararı dokunmadan düşüşüne izin verebilirdi. Putin’in askeri bir kuvvetle Suriye’ye girişi NATO tarafından amacıyla örtüşmeyen bir adım olarak değerlendirildi.
Moskova’nın sadece kendi hava kuvvetleriyle değil, aynı zamanda yeni dünya düzeniyle de alakalı olarak ispat edeceği bir husus vardı: ABD, artık askeri harekât tekeline de başka herhangi birine karşı veto tekeline de sahip değildir. Ve bunu bilfiil ispat da etti.
Ancak bu müdahalenin stratejik sonuçları, bir zamanların küresel askeri kuvveti SSCB’nin şu an bir gölgesi niteliğindeki küçülen Rusya’nın kendi başına baş edebileceği kadar basit değildi. Putin de sonunda müttefiklere ihtiyacı olduğunu anladı.
Esed’in şimdilerde iki efendisi var: Rusya ve İran. Bunların çıkarları da birbiriyle farklılaşıyor, özellikle Suriye liderinin kaderi meselesinde... Bu noktada Esed, babasının ayak izini güç bela takip etmeye çalışıyor.
Hafız Esed, 1991 Birinci Körfez Savaşı’nda Baasçı baş rakibi Saddam Hüseyin’e karşı George H. Bush’a yardım etmek suretiyle aynı anda hem ABD’yle hem de İran’la güçlü ilişkiler kurmuştu [Z.T.K. Bu sayede hem kendisine Batılı kaynaklardan borç verilecek hem de 15 yıldır iç savaşın yaşandığı Lübnan’ın hegemonu olmasına göz yumulacaktı]. Baba Esed ülkesinin bağımsızlığını korurken oğlu ise teslim etti. Hafız Esed bu süreçten güçlü bir yönetici olarak çıkmıştı, oğlu ise topallamakta.
Putin, Akdeniz sahilinde iki kalıcı üsse sahip; ama artık Suriye denilen harabeye eli kelepçelenmiş halde. Bir zamanlar SSCB Ortadoğu’da para harcamak için vardı, bugünün Rusya Federasyonu ise para kazanmak için bölgede.  
Bu nedenle Putin’in bombardıman uçaklarının ona bir faydası yok. İhtiyacı olan şey istikrar. Ancak istikrarı şu an ne Rusya ne de İran, -Esed hanedanını sona erdirmeye çalışmış ve bu savaşta sahip olduğu her şeyini yitirmiş- milyonlarca Suriyeliye getirebilir durumda.
İşte tam da bu yüzden Moskova ile Tahran Türkiye’ye muhtaç. İran’ın Rusya’yı dengelemek ve Sünni dünyaya erişebilmek için Türkiye’ye ihtiyacı var. Aynı zamanda İran, Suriye’deki mevcudiyetiyle gördüğü zararlardan sonra Hamas’la ve Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’le arayı düzelmeye çalışıyor.
Eğer ki Suriye yatırımının karşılığını silah satışları ve nükleer reaktörler şeklinde alacaksa Rusya da mezhepçi bölünmeyi idare etmek zorunda.

Rakip cenah
Öte yandan Türkiye de Amerika’dan en azından psikolojik olarak kendisini koparmışken hem Rusya’ya hem de İran’a muhtaç. Önümüzdeki süreçte her üçü arasında birbirini kandırma yarışı devam edecek. Her üçü de Suriye’de farklı gündemlerin peşinde; ama şu an için kaderleri ortak düşmanlarla birbirlerine bağlı.
Putin, ABD ile Suudileri Suriye’den def etmenin işin bir boyutu olduğunu, ama böylelikle dolaylı iç savaşın sahibi haline geldiğini artık öğreniyor. Rus hava kuvveti kullanılarak isyancılara boyun eğdirildi ama savaşın közleri küllerin altında için için hala yanıyor.
İkinci zafer ise rakip cenah tarafından kazanıldı: Suudi Arabistan-BAE-İsrail-ABD. Bu, Donald Trump’ın Riyad’da aldığı alkış yağmuru olarak tezahür etti. İran’a, siyasal İslam’a ve tiranlıklarına meydan okuyan içteki herhangi bir muhalife veya rakip prense karşı yeni bir “ılımlı” Sünni Arap devletleri ittifakının müjdecisi zannedildi.
Kâğıt üzerinde bu ittifak tüm kozları elinde tutuyordu: en büyük ulusal varlık fonları, en büyük ordular, Batılı korumalar ve bilgisayar korsanları ve tabii ki İsrail desteği. Gerçekte ise yeni çağın tiranları ittifakı, kendi kendini kandırarak gözlerini kör etmişti.

Neler yanlış gidebilir?
Servetleri gibi planları da büyük ölçekliydi. Sadece gerileyerek içe çekilmekte olan ABD’yi 21. yüzyılın bölgesel hegemonu olarak geri getirmek değildi planları; aynı zamanda Umman Körfezi’nden batıya doğru Süveyş Kanalı ve güneye doğru Afrika’ya uzanan limanlar, adalar ve ticaret güzergâhları üzerinden Sünni Arap dünyasındaki haberleşme ağına ve ticarete hâkim olmaktı… Yani 16. yüzyıl tarzı bir deniz imparatorluğunu tam anlamıyla yeniden yaratmak…
Trump’ın ziyareti kanlarının beyinlerine sıçramasını tetikledi: önce Katar’a abluka, ardından Muhammed bin Selman’ın büyük kuzeni Muhammed bin Nayif’i devirmek; daha sonra Lübnan Başbakanı Saad Hariri’ye istifa emri, ardından Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’a yağdırılan Doğu Kudüs’ten ve mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçmesi veyahut bunu yapacak bir başkasının başa geçmesi için görevinden çekilmesi talimatları…
Her hamle, bölgeyi tahakkümü altına almak isteyen adamların totaliter zihniyetlerini ifşa etti. Kamuoyu, hesap verebilirlik, tarih, kültür, kimlik onlar için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu adamlar orada her daim yönetmek, sahip olmak ve emretmek için vardı. Diğer herkes sadece ve sadece onlara itaat etmek zorundaydı.

Trump Deklarasyonu
Ve böylece üçüncü ve son gelişmeye geldik. Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıldönümünde Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kendi deklarasyonuyla hızla devreye girdi. Eğer ki ilk iki gelişme bölgede sarsıntılara yol açtıysa üçüncüsü depremi tetikledi.
Washington’ın en uzun süreli müttefiklerinden ikisi olan Ürdün’ün Abdullah’ı ve Filistin’in Abbas’ı gemiyi resmen terk etti. Ürdün Türkiye’ye, Suriye’ye ve İran’a elini uzatırken Abbas da ABD’nin arabuluculuk için uygun aktör olmadığını ilan etti. Türkiye ile BAE arasındaki sessiz savaş, yüksek sesli bir savaşa dönüştü.
Ağız dalaşı bir retweet üzerinden patlak verdi. BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid en-Nahyan, İngilizlere karşı Medine’yi müdafaa eden Fahreddin Paşa’yı halkın mallarını ve Hz. Muhammed’in kutsal emanetlerini çalmakla suçlayan bir tweeti paylaştı.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cevabı ise şu oldu: “Benim ecdadım Medine’yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi?” 
Erdoğan pazartesi günü ziyaret ettiği Sudan’da söyleminin çıtasını yükseltti. Orada Türkiye bir dizi geniş kapsamlı stratejik, askeri ve iktisadi anlaşmayı ilan etti.
Sudan Mısır için hayati. Afrika’ya açılan bir kapı olan büyük bir ülke. Son iki yıldır Suudi Arabistan’la ilişkilerini düzeltmeye çalışıyordu. Bu süreçte Türkiye ve Katar’la işbirliğini kesmiş ve bunun sonuçları Libya’nın her yerinde İslamcı milisler tarafından hissedilmişti. Bugün ise Sudan bir kez daha cenah değiştiriyor.

Bir Sudan mesajı
Daha evvel de yazdığım gibi Sudan, Yemen’deki Suudi öncülüğündeki koalisyona en büyük sayıda kara birliğini sağlama rolünden bıkıp usanmış durumda [Z.T.K. Sözkonusu yazının tercümesini okumak için TIKLAYINIZ]. Gayriresmi haberlere göre Sudanlıların Yemen’den askerlerini çekme süreci çoktan başladı bile.
Erdoğan’ın ziyaretinden birkaç gün evvel Sudan, Mısır’ın Kızıldeniz’de kimsenin yaşamadığı Tiran ve Sanafir adalarını Riyad’a devretmeyi kabul ettiği Suud-Mısır deniz sınır anlaşmasına itirazını BM’yi bildirdi. Bu anlaşma Sudan’ın da nasırına bastı. Zira sözkonusu anlaşmayla Suudiler, Sudan ile Mısır arasındaki Halayib üçgeni denilen ihtilaflı sınır bölgesini Mısır’ın bir parçası olarak tanıdılar.
Erdoğan’ın ziyareti, Sudan’ın Riyad’a ve Kahire’ye bir mesaj yollaması için iyi bir fırsattı. Türkiye Cumhurbaşkanı, doğudaki Kızıldeniz’de bulunan Sevakin adasını geliştirmek üzere kendilerine tahsis edildiğini duyurdu. Burası, günümüz modern donanması için hiçbir stratejik değeri olmayan harap haldeki bir Osmanlı donanma limanı.
Ancak aynı ziyarette Türkiye, Katar ve Sudan genelkurmay başkanları arasındaki askeri anlaşma önemliydi.
Sudan’ın mesajı Suudiler tarafından fark edildi. Ukaz gazetesi, Türkiye’nin adayı yeniden inşa etmesine izin verıimesi kararını “Arap milli güvenliğine yönelik açık bir tehdit” olarak niteledi. Gazete şöyle dedi: “Türkiye, askeri yardım sunarak ve Afrika ülkelerinde kendisine üsler kurarak Afrika Boynuzu’nda hegemonyasını dayatmaya çalışıyor. Kahire-Ankara ilişkileri gerginken ve Mısır-Sudan arasında Halayib ve Şalatin ihtilafları tırmanırken Sudan’da askeri üsler kurmak Mısır devletine karşı apaçık bir tehdittir.”

Gecenin zafer sarhoşluğunun ardından ertesi sabahın sendromu
Peki, bir yıllık nefes kesici dramanın ardından Arap dünyasının yeni şekli neye benziyor? Suudi Arabistan’ın nüfuz alanı daraldı. 2017’ye altı Körfez ülkesinin başı olarak girmiş ve [mayıs ayında] nüfusu Müslüman çoğunluklu 55 ülkenin liderini Trump’ın radikal İslam dersini dinlemesi için ülkesine davet etmişti.
2017’yi bu destekte bir kan kaybıyla bitiriyor. Zira Suudiler Lübnan’ı tamamen kaybettiler.
Bir Sünni siyasetçinin deyimiyle, eğer ki İran, Lübnan’daki kamuoyunu Suudi Arabistan aleyhine çevirmek için milyarlarca dolar harcamış olsaydı, Suudilerin Hariri’yi istifaya zorlamaya çalışmakla kendi kendilerine verdikleri kadar büyük bir zarara yol açamazlardı.
Muhammed bin Selman Trump’ı ve İsrail’i kendi yanında tuttuğu sürece bunu bir mesele olarak görmüyor. Ama bu hesapta da üç hata var.
Birincisi, Trump’ın ABD başkanı olarak görevini sürdüreceği varsayımı. [Z.T.K. Trump’ın eski baş stratejisti] Steve Bannon bile bundan şüpheli. Vanity Fair dergisine verdiği mülakatta Bannon, Trump’ın azledilmeden ya da Anayasa’nın 25. ek maddesine dayanarak kabine tarafından görevinden alınmadan dört yıllık başkanlık süresini tamamlama şansını sadece %30 olarak görüyor [Z.T.K. Sözkonusu yazıyı okumak için TIKLAYINIZ].
Trump’sız bin Selman’ın büyük planı paramparça olur. Zira her kim olursa olsun bir sonraki Amerikan başkanı aynı felaket yolu izlemeyecektir.
İkincisi, yeniyetme Suudilere kıyasla Washington siyasetini daha kurnazca okuyan İsrail. Bu yüzden sahada daha fazla fiilî gerçeklikler yaratmak ve Kudüs çevresinde inşa ettiği yerleşimlerin duvarına son tuğlayı yerleştirmek için acele ediyor.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu aceleci biri. Büyük Kudüs’ün ilhakını tamamlamakla kalmayıp henüz iktidardayken Trump’a bunu imzalatmak da istiyor.
Üçüncü hata, bin Selman’ın Kudüs kararında. Trump’ın deklarasyonu, sadece bir gece içinde, 2011 Arap Baharı’yla ve ardından karşı-devrimlerle gündemden düşen Filistin çatışmasını bir kez daha Ortadoğu’nun temel meselesi haline getirdi. Artık Suriye temel mesele değil.
Sonuç olarak Filistinlilerin Üçüncü İntifada’yı başlatmaktan başka bir seçeneği olmayacak. İsrailli güvenlik şefleri çoktandır siyasi amirlerini sahadaki ruh hali konusunda uyarıyorlar. Gazze’deki gerilimin 2014 Gazze çatışmasının arifesindeki gerilimi hatırlattığını söylediler. [Z.T.K. The Times of Israel’de yayınlanan ilgili haberi okumak için TIKLAYINIZ]
2018’i bekleyen şey işte tam da bu. Yeni Suudi tiranı Muhammed bin Selman’ın bölgesel hegemon olma hırslarıyla yükselişi, şu an Türkiye ve Sudan’ın askeri ve İran’ın da lojistik desteğini alan Katar cenahını yeniden harekete geçirdi.
Filistin davası, yeniden ilgi odağına ve iki cenah arasındaki ihtilafların merkezine dönüştü. Siyasal İslam güçlü bir oyuncu olarak geri dönüyor. Yemen’de bütün kartları tüketmiş olan hem Suud’un Muhammed bin Selman’ı hem de BAE’nin Muhammed bin Zayid’i şimdilerde Islah Partisi liderlerine kur yapıyorlar. Siyasal İslamcılar, Kudüs meselesi üzerinden Ürdün’deki ve Arap dünyasındaki gösterilerde güçlerini gösterdiler.
Yıl, kendi hayallerine göre ve kendi kazançlarına olacak şekilde Ortadoğu’yu yeniden düzenleyebileceklerini düşünenler için kesin sonuç [aldıkları zannı] ile başladı. [Zafer sarhoşluğuyla] Kendi kendilerine verdikleri baş ağrısından henüz daha yeni uyanıyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder