13 Aralık 2017 Çarşamba

R.S.STOIL: CUMHURİYETÇİ PARTİ NASIL ‘İSRAİL YANLISI’ BİR PARTİYE DÖNÜŞTÜ?



Rebecca Shimoni Stoil (Amerikan siyasi tarihinde öğretim görevlisi; daha evvel the Jerusalem Post ve Times of Israel gazeteleri muhabiriydi)
FiveThirtyEight, 8.12.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız


(…) Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasına ilişkin tartışmalı kararın bir Cumhuriyetçi başkan tarafından hayata geçirilmesi olgusu, İsrail kurulduğundan bu yana Cumhuriyetçilerin bu ülkeye ilişkin pozisyonunda dramatik bir değişimin göstergesi.
Birçok Amerikalı Yahudi’nin nazarında Cumhuriyetçi Parti, bir zamanlar İsrail’i yeterince desteklemezken şimdilerde birçok Yahudi seçmenin pozisyonunun da ötesine geçen –ve Evanjelik seçmenlerin görüşleriyle uyumlu– politikalara arka çıkan bir partiye dönüştü. İsrail’e her iki partiden birden destek akması hali aşınırken bu tartışmalı hamlenin mevcut parti bölünmesine ivme katma riski var.  
Amerikalı Yahudilerin kahir ekseriyeti, Hitler’i mağlup eden ve [Z.T.K. ABD’yi Büyük Buhran’dan kurtarma amaçlı tedbirleri içeren] Yeni Düzen politikaları nedeniyle sevip sayılan Franklin D. Roosevelt’in partisine [Z.T.K. yani Demokratlara] on yıllarca oy verdiler. Demokrat Başkan Harry Truman, 1948’de kurulur kurulmaz İsrail’e destek verdi. İsrail ile Cumhuriyetçi Parti’nin ilişkisi ise ilk zamanlarda çalkantılıydı. 1950’lerde Cumhuriyetçi Parti ve muhafazakâr hareket içinden İsrail’e destek oldukça sınırlıydı. Yahudilerin kahir ekseriyeti Demokrat olduğundan Cumhuriyetçiler içinden yeni doğan devlete destek çıkmak için pek de bir itici güç yoktu.
O dönem Cumhuriyetçilerin iç ve dış politika yönelimi de İsrail’e desteği güçlendirir türden değildi: Ortadoğu ülkelerinin sosyalist eğilimleri Cumhuriyetçi Parti içindeki komünizm karşıtlarını ürküttü, ama partinin dış politika pragmatistleri, İsrail’e desteğin ABD’nin Ortadoğu’nun giderek önemi artan petrol üreten devletleriyle bağlarına zarar vermesinden endişeliydi.
O dönemde Cumhuriyetçi hissiyatın tipik bir örneği the National Review’de yayınlanan İsrail eleştirileriydi. Siyaset felsefecisi Leo Strauss, 1956’da bir şikâyet mektubu kaleme alacak kadar ileri gitti. Derginin editörü Willmoore Kendall, meslektaşları arasında ve daha genelde Sağcı çevrelerde İsrail karşıtı bir önyargı olduğunu kabul etti.
Kendall bu önyargının ardında Antisemitizmin olduğuna inanmadığını vurgulasa da birçok İsrail yanlısı Yahudi, Baba Bush yönetimine kadar müteakip Cumhuriyetçi başkanlara temkinli bir gözle baktı. 1973 Arap-İsrail Savaşı’na destek vermesine rağmen Richard Nixon’un azgın bir Yahudi aleyhtarı olduğuna inanıldı (onlarca yıl sonra konuşmalarının tapeleri yayınlandığında bu inancın doğruluğu kanıtlanmış oldu). Hatta Başkan Ronald Reagan’ın İsrail’e desteği bile [1981’de] Irak’ın nükleer reaktörlerini bombalaması üzerine Yahudi devletini cezalandırdığında tartışmaya açıldı.
Ancak 1990’ların sonunda, büyük ölçüde dünyadaki gelişmeler, Cumhuriyetçi Parti’nin seçmen kitlesindeki değişimler ve Yahudi cemaatindeki farklılıklar nedeniyle tavırlar değişmeye başladı. İsrail politikası da tabii ki bunda bir rol oynadı.
Cumhuriyetçi seçmenlerin İsrail’e desteğinde en önemli dönüm noktası, 11 Eylül saldırılarının akabinde yaşanan gelişmelerdi; Ortadoğu’da artan Amerikan askeri müdahilliği, Cumhuriyetçi gündemin içine İsrail yanlısı politikaların çok daha fazla sızmasıyla neticelendi. İsrail kendi topraklarında terör saldırılarında artışla mücadele ederken birçok etkili Amerikalı muhafazakâr da İsrail ile ABD’nin “Batı”nın mensupları olarak diğer kültürlere –bu örnekte İslam’a– karşı aynı hizaya gelmesini Samuel Huntington’ın medeniyetler savaşı modeli üzerinden okudular.
Ayrıca Yahudi toplumunun büyük kısmının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde doğanlardan oluştuğu bu dönemde artık yeni nesil, ebeveynlerinin Demokrat Parti’ye olan bağlarını reddederek Amerikan gücünü ve değerlerini yansıtmaya çalışan Cumhuriyetçi yönetimlerde kendilerini daha emin hissettiler. Partinin seçim kampanyalarında gerek bağışçı gerekse danışman olarak kilit roller üstlendiler; bu da onların temel meselelerine daha fazla dikkat çekilmesini sağladı.



Mesela kumarhaneler kralı Sheldon Adelson, 2004’ten itibaren servetini –kendi değerlerini ve özellikle de İsrail’e olan desteğini daha iyi temsil ettiğini söylediği– Cumhuriyetçi adaylara akıtmaya başladı. 2012’de the Wall Street Journal’a, artık değiştiği ve “Demokrat taban içgüdüsel olarak İsrail karşıtı hareket”in bir ocağına dönüştüğü için Demokrat Parti’yi terk ettiğini yazdı.
Adelson’ın değerlendirmesi haklı mı haksız mı tartışılabilir; ama son on yıldır kamuoyu anketleri, Demokratların İsrail’e desteğinin söndüğü ve Cumhuriyetçi seçmenler arasındaki desteğin ise arttığını gösteriyor.
Bazı bakımlardan İsrail politikasının bizzat kendisi Cumhuriyetçi Parti görüşlerindeki değişime katkı sağladı. 1990’ların ortalarından itibaren İsrail Sağına (…) Benyamin Netanyahu hâkim oldu. Netanyahu, geleneksel devletçi İsrail Sağı’ndan koparak Amerikan iktisadi neoliberallerinin izinden giden iktisadi politikaları desteklemeye başladı. Onunla Cumhuriyetçi birçok üst düzeye büyük destek çıkan Adelson gibi isimler olduğu gibi Netanyahu da Amerikalı Cumhuriyetçi liderlerle şahsi ilişkiler kurdu.
Şimdilerde yüzlerini İsrail’e dönen Cumhuriyetçiler, Netanyahu’ya baktıklarında kendi temsilcileriyle benzeri ideolojik kumaştan bir lider görüyorlar – sadece dış politika kanaatleri değil, iktisadi tutumlar bağlamında da. Her ikisi de refah devletine kuşkuyla bakıp serbest piyasayı benimsiyor. 2015’teki bir anket sonucuna göre, Cumhuriyetçilerin “en fazla hayran oldukları milli lider veya dünya lideri” sıralamasında Ronald Reagan’ın yanında Netanyahu yer alıyordu. Netanyahu’nun dönemin Amerikan Başkanı Barack Obama’yla manşetleri süsleyen kapışmaları, birçok Demokrat Yahudi’yi yabancılaştırmakla kalmadı, Cumhuriyetçiler arasında itibarının artmasına hizmet etti.
Ama belki de en önemlisi şu: 1990’lardan bu yana Evanjelik Hristiyanlar, Cumhuriyetçi Parti içinde en güçlü ve İsrail yanlısı en şahin kesimi oluşturmaya başladılar. 1970’lere kadar Evanjelikler siyasi aktivizme doğrudan katılmaktan imtina etmekteydi. 1970’lerin sonunda Jerry Falwell’in din ile siyaseti kaynaştıran Ahlaki Çoğunluk hareketi ortaya çıktığında İsrail temel konu değildi. Ancak Falwell, o dönemde Yahudilere ve İsrail’e karşı karmaşık duygular içindeki Evanjeliklere, teolojilerinin İsrail’in güçlü bir şekilde desteklenmesini öngördüğünü vurguladı. (İsrail yanlısı birçok Evanjelik, İsa Mesih’in yeryüzüne ikinci gelişi için İsrail’in hayati önemde olduğuna veya Kitab-ı Mukaddes’teki “Tanrı İsrail’i kutsayanları kutsayacak, ona lanet edenlere lanet edecek” uyarısının lafzi yorumunu takip ettiklerine inanıyorlar.) 1980’lerin başında İsrail’e destek, güçlü bir komünizm karşıtlığıyla iç içe geçmişti; Evanjelikler Yahudi ve Siyonist faaliyetleri sınırlayan katı politikaları sürdürdüğü için SSCB’yi ağır bir şekilde eleştiriyorlardı.
Bugün artık İsrail, birçok Evanjelik için oy verecekleri partiyi şekillendiren bir öncelik. 2015’teki bir ankete göre, Evanjelik Hristiyan Cumhuriyetçilerin %64’ü başkan adayının İsrail’e ilişkin duruşunun “çok” önemli olduğunu belirtirken Evanjelik olmayan Cumhuriyetçilerde bu oran %33 ve tüm Amerikalılar içindeyse %26 idi.
Yahudilerin aksine, Evanjelik Hristiyanlar Cumhuriyetçi seçmenin önemli bir kısmını oluşturuyorlar. 2016 seçimlerinde oy kullanan seçmenlerin yaklaşık %26’sı dinî bir yeniden-doğuş yaşamış Hristiyan veya Evanjelik olarak kendini tanımladı ve bunların %81’i Trump’a oy verdi. Cumhuriyetçi adaylar için Evanjeliklerin desteğini almak oldukça önemli; zira 2014’e gelindiğinde dinî bir yeniden-doğuş yaşamış Hristiyan veya Evanjelikler, Cumhuriyetçi veya Cumhuriyetçiliğe meyyal seçmenlerin (%45 gibi) çoğunluğunu temsil ediyorlardı.
Evanjeliklerin dürtüklemesiyle Cumhuriyetçi Parti, birçok bakımdan Amerikan Yahudilerinin ekseriyetinden çok daha şahin hale geldi. Cumhuriyetçi Parti ABD’nin iki devletli çözüme olan geleneksel desteğinden çark ederken (ki 2017’deki bir ankete göre Evanjeliklerin sadece %23’ü İsrail’in bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmesi gerektiği görüşünde), Amerikan Yahudilerinin çoğunluğu bağımsız bir Filistin devletinin İsrail ile barışçıl bir şekilde yan yana yaşayabileceğine inanıyor. Trump yönetiminin mensupları, özellikle de Ortadoğu müzakerecisi ve Trump’ın damandı Jared Kushner, ihtilaflı Batı Şeria’da İsrail’in yerleşim inşasını desteklerken Amerikan Yahudilerinin sadece %17’si bu bölgedeki Yahudi yerleşimlerinin İsrail güvenliğine yaradığı kanaatinde. Barış yanlısı J Street’in 2016 başkanlık seçimlerinde oy kullanan Yahudi seçmelere ilişkin yaptırdığı sandık çıkış anketine göre, birçok Yahudi’nin oy tercihlerinde İsrail temel konu bile değilmiş. Oy verme davranışını etkileyen en önemli iki önceliği arasında İsrail’in yer aldığı seçmen oranı sadece ve sadece %9.
Aslında Kudüs konusunda Amerikan politikasında bir değişim için bastıran İsrail yanlısı şahin Yahudilerin yanısıra bu konuda harekete geçenler, İsrail yanlısı Evanjelik cemaat ve bilhassa Papaz John Hagee’in 3 milyondan fazla üyesi bulunan İsrail İçin Birleşen Hristiyanlar hareketiydi. (…)
Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınmasını destekte Evanjelik cemaat sıradışı. Kasım ayında yapılan bir ankete göre, Amerikalıların %63’ü buna karşı çıksa da Evanjelik seçmenin %53’ü destek veriyor.
(…)

Ancak Başkan Trump bir bütün olarak Yahudilerce benimsenmiyor (Ortodoks Yahudilerin yarısı Trump’a oy vermişken Amerikan Yahudiliğinin daha büyük iki akımını teşkil eden Reformistler ve Muhafazakârlar Trump’a karşı çıkıyorlar). Dolayısıyla Kudüs’ü tanımak, Cumhuriyetçi Parti’nin Yahudilerle bağını artıracak mı artırmayacak mı bekleyip göreceğiz. Bu sonuç da bir sonraki adımda olan bitenden hiç şüphesiz etkilenecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder