SUUDİLER,
İRAN’N KOLUNU KANADINI KIRMAK İÇİN BAKIN NASIL KÜRTLERİ KULLANMAYA ÇALIŞTI
David
Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü;
İngiliz Guardian gazetesi eski dış politika başyazarı)
Middle
East Eye, 21.10.2017
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi (IKBY) lideri Mesud Barzani’nin
referandum çağrısı yaptığı andan itibaren hangi ülkeler grubunun bağımsız bir
Kürdistan’ın daha başlangıçta başını ezmek üzere bir koalisyon kuracağı aşikârdı.
30 milyonluk Kürt’ün dört ülkeye dağılmış halde yaşadığı bölgede Türkiye,
İran ve Irak yeni filizlenen devleti daha doğarken boğmak gibi bir ortak
menfaati paylaştı; her ne kadar Ankara için bu, ülke içinde PKK’ya ve Suriye’de
PYD’ye karşı savaşında bel bağladığı bir Kürt müttefikini terk etmek anlamına
gelse de.
Buna karşın hangi grup ülkelerin Barzani’ye sözlü olur verip göz kırptığı
çok da net sayılmazdı. İsrail bölgede bunu açıkça yapan tek oyuncuydu. İsrail
Başbakanı Benyamin Netanyahu, İsrail “Kürt halkının meşru kendi devletini kurma
çabasını destekliyor” dedi.
İsrail ordusunun eski genelkurmay başkan yardımcısı Yair Golan,
Washington’daki bir konferansta her ne kadar İsrail PKK’yı bir terör örgütü
olarak görse de kendisinin şahsen böyle düşünmediğini belirtti: “Doğuda İran’a
baktığınızda, bölgedeki istikrarsızlığa odaklandığınızda bu bataklığın
ortasında istikrarlı ve birleşik bir Kürt oluşumu fena bir fikir sayılmaz.”
Golan’ın bu tarz akıl yürütmesi, Türkiye, İran ve Irak’ın kolunu kanadını
kırmak için Kürtleri kullanmayı çıkarına gören bir başka bölgesel güce, yani
Suudi Arabistan’a tamamen yabancı değildi. Kamuoyu karşısında Suudi Kralı
Selman Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını açık açık belirtti. Ama sahne
arkasında Kraliyet, Irak devletini bölme ve Türkiye ile İran’ın toprak
bütünlüğünü sorgulatma projesinde Barzani’yi cesaretlendirmek için bir dizi
temsilci yolladı.
Bunlardan biri, şu an Cidde merkezli bir düşünce kuruluşu Ortadoğu
Stratejik ve Hukuki Araştırmalar Merkezi başkanı olan Suudi silahlı
kuvvetlerinden emekli tümgeneral Enver Eşki idi. Eşki, Kraliyet’in zihniyetini
açıkça ortaya koydu. Dış İlişkiler Konseyi (CFR)’nde dedi ki barışçıl
metotlarla Büyük Kürdistan’ın oluşumu için çalışmak “İran, Türkiye ve Irak’ın
ihtiraslarına gem vuracaktır. Bu, her ülkenin üçte birini Kürdistan lehine
koparacaktır.”
Eşki, Rus devletinin kontrolündeki Sputnik haber ajansına kısa bir
süre evvel verdiği mülakatta bağımsız bir Kürt devletine desteğini yineledi.
Dedi ki Kraliyet, halkların iradesi önünde durmuyor. “Kürtlerin kendi
devletlerini kurma hakkı olduğu”na inanıyorum. Eşki şöyle devam etti: “Irak,
Kürtleri marjinalleştirmekte ileri gitti. Ve Barzani’nin de dediği gibi, Bağdat
yönetimi Irak’ı ırklara ve mezheplere bölerken Anayasa’ya bağlı kalmadı. Eğer ki
Bağdat yönetimi aynı yolda ilerlemeyi sürdürürse bu, Irak’ın ikiden daha fazla
parçaya bölünmesiyle sonuçlanabilir.”
Diğer bir sinyal de bu yılın mart ayında Suudi Kraliyet müsteşarlarından
Dr. Abdullah es-Rabia’nın Suudi gazetesi Ukaz’a yaptığı açıklamalarla verildi.
Rabia dedi ki, Irak Kürdistan’ı İran’ın ve Türkiye’nin baltalayamayacağı kadar
yüksek bir iktisadi, kültürel, siyasi ve askeri potansiyele sahip. Barzani’yle
bir araya geldikten sonra gazeteye konuşan Rabia, Kürdistan “bağımsızlık için
gerekli temellere ve varlığını koruma imkanına sahip” dedi.
Suudi ittifakının diğer bir kilit mensubu BAE de aynısını yaptı.
Güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgilere göre, Barzani’nin oğlu olan
Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Mesrur Barzani, 25 Eylül referandumundan sadece
bir ay evvel gizlice Abu Dabi’ye gitmiş.
Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in izniyle hareket eden BAE’li
akademisyenler, desteklerini açıklamanın çok daha ötesine geçtiler. Mesela Abdullah
Abdulhalık, birkaç sene içinde kurulacak ve 30 milyonluk bir nüfusa
ulaşabilecek Kürdistan Devleti’ni gösteren bir harita yayınladı. Türkiye
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, “demokratik bir ölçü” olarak nitelediği
referandum yüzünden Kürdistan’ı cezalandırmama çağrısı da yaptı.
Bu, Bağdat’ta gözlerden kaçmadı. The New Arab web sitesi, Erbil’in
referandumun organizasyonunda yardımcı olması için BAE Politikalar Merkezi Başkanı
İbtisam el-Kutbî ile bir “mutabakat muhtırası” imzaladığına dair Iraklı bir
yetkilinin iddialarına yer verdi. BAE, Erbil’deki konsolosunun referanduma
katılıp bazı oy kullanma merkezlerini ziyaret ettiğine dair haberleri ise yalanladı.
Suudiler niyetlerinin işaretini veriyor
Suudi Arabistan, bölge politikasının değiştiğine dair başka sinyaller de
verdi. Körfez İşleri Bakanı Thamer es-Sabhan, Suriye’nin Rakka kentine
gerçekleştirdiği gizli ziyaret tepki çekti. El-Kuds el-Arabi’ye göre
es-Sabhan, ABD’nin İslam Devleti (İD)’yle mücadele özel temsilcisi Brett
McGurk’le ve ona eşlik eden Amerikan destekli Suriye Demokratik Güçleri askeri
komutanlarıyla birlikte fotoğraflandı – ki bu SDG komutanları, İD’den yeni
kurtarılmış Rakka’nın enkazları üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan’ın resmini
dikenlerin ta kendileriydi.
Bu apaçık Türkiye’ye yönelik bir mesajdı.
Kerkük’te Kürt peşmerge direnişi ezildiğinde Riyad derhal gemiden atladı.
Kral Selman, Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’yi Kraliyet’in Irak’ın birliğine
olan desteğini vurgulamak için telefonla aradı ve gelecek hafta Riyad’ı ziyaret
için kendisini davet etti. Irak genelkurmay başkanı bu hafta Suudi Arabistan’ı
ziyaret etti.
Kerkük fiyaskosu, Ortadoğu’daki dağılan Amerikan imparatorluğunun merkezindeki
mevcut istikrarsızlığın son örneği. Türkiye, IKBY, Irak ve Suudi Arabistan hep
ABD’nin büyük yatırımlar yaptığı müttefikler.
Ama bu göstermelik Amerikan askeri müttefiklerinin birbirlerine bakışı
itibarıyla artık bu pek de bir anlam ifade etmiyor; [zira bu ilişki biçimi,]
20. yüzyılda alışageldiğimize kıyasla, daha ziyade 18. yüzyıl Avrupa’sındaki
devletçiklerin veya prensliklerin davranış şeklini hatırlatıyor.
ABD’nin eğittiği ve finanse ettiği Irak ordusu, yine ABD’nin teçhiz
ettiği –ve Irak’ın kuzeyinde İD’le savaşta hayati bir rol oynayan- Kürt
peşmerge birliklerini kovmak için İran destekli Şii milislerle el ele çalıştı.
Geçtiğimiz hafta Kerkük çevresinde etnik temizlik yeterince gerçekti.
Yaklaşık 100.000 Kürt evlerinden kaçmak zorunda kaldı, birçoğunun iş yerleri
kundaklandı ve çok sayıda peşmerge savaşçısı da öldürüldü.
Bütün bu süreçte Washington kenarda kaldı. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü
dedi ki: “Federal [yani merkezi] yönetimin ihtilaflı bölgeleri yeniden
kontrolü altına alması hiçbir şekilde bu toprakların statülerini değiştirmez;
statü sorunu Irak Anayasası’na uygun bir zeminde çözülünceye kadar bu bölgeler
ihtilaflı olarak kalmaya devam edecektir.”
Amerikan askeri şemsiyesinin lime lime olması
Aslında Kerkük üzerinden yürütülen bu savaş, Saddam rejiminin düşmesinin
ardından oluşan yeni Irak’ta Bağdat’ın Kürtlere karşı askeri güç
kullanmayacağına dair varılan anlaşmanın ilk büyük ihlali. Irak Başbakanı İbadi
otoritesini artırdı. Kerkük’ün geri alınması, 2018 genel seçimlerinde İbadi’nin,
rakibi eski Başbakan Nuri el-Maliki’yle mücadelesine de yarayacak ve bütün
bunlarda Irak Anayasası’nın ne deyip ne demediğinin pek de bir kıymeti
harbiyesi olmayacak.
Dolayısıyla bir Amerikan müttefiki olmak, bırakın Amerikan askeri
kalkanının, diplomatik şemsiyesinin dahi bir garantisi değil.
ABD’nin geri çekilmesiyle bırakılan boşluk (ki ben Trump’ın Amerika
Öncelik milliyetçiliğini, Obama’nın Bush dönemi müdahalelerinden geri
çekilmesinin bir devamı olarak görüyorum), Beyaz Saray’ı bir reality şova
dönüştüren bir başkandan [Z.T.K. Trump’ı kastediyor] çok daha
istikrarsızlaştırıcı.
Barzani, içeride [Z.T.K. rakibi Talebani’nin milis gücü] KYB’ye
bağlı peşmergelerden artık ne tür bir destek almayı umduysa bunu elde edemediği
gibi, Riyad ve Abu Dabi’den de yanlış
işaretler aldı.
O halde post-Batı dünyasına hoş geldiniz. Geçmişte İngiltere de Rusya da
o sancılı imparatorluklarını kaybetme sürecinden geçtiler. Şimdi sıra
Washington’da.
Geri çekilmekte olan ABD, arkasında güçlü bölgesel aktörlerin denetiminde
yeni bir güçler dengesi bırakmıyor. Batı’nın silahlarıyla donatılmış,
vurdumduymaz ve savaşla yoğrulmuş orduların devriye gezdiği devasa bir çekişmeli
alan bırakıyor. Eski müttefikler bir kenara atılıyor ve politikalar bir gecede
bozulup dağılıyor.
Kazanan yine İran
Şüphesiz bu süreçte kazananlar da var ve bunlardan biri İran.
Güçlü ve muteber bir uluslararası arabulucunun yokluğunda İran Devrim Muhafızları’na
bağlı Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani, yaklaşmakta olan Haşd-i Şa’bi
birlikleriyle bir anlaşmaya varması için KYB içindeki Talebani ailesi kanadını
iknada çok daha etkili bir rol oynamışa benziyor; her ne kadar Şii milisler
kısa sürede geri çekilip kontrolü Irak ordusu ve federal polise bıraksalar da.
Donald Trump’ın nükleer anlaşmayı “bozması”ndan [Z.T.K. yani desteğini
çekip topu Kongre’ye atmasından] sadece iki gün evvel İran, kendisine bağlı
Şii vekil güçler üzerinden Irak’a ait yeni bir dizi stratejik gayrimenkullerin
ve petrol kuyularının kontrolünü etkili bir şekilde ele geçirmiş oldu.
Türkiye böylelikle İran’ın kollarına daha fazla itilmiş durumda. Şimdi
artık Türkiye’nin Irak’taki sembolik kuvveti, Kerkük’e saldırının öncüsü olarak
kullanılan İran destekli milis gücü Haşd-i Şa’bi ile dört bir tarafından çevrili.
Suudi Arabistan eskiye kıyasla bölgesel olarak daha da zayıf. Game of
Thrones’u oynayıp her defasında kaybederken acaba aklını başına alıp
bunlardan ibret alacak mı? Bu rekabetlerin mirası, enkaza dönmüş Sünni şehirler
listesinin giderek kabarması ve milyonlarca mülteci. Enkazlar ve mülteciler,
Suud’un Sünni Arap dünyasında oynadığı sözde liderlik rolünün bir neticesi.