“KUZEY
SURİYE’DE ANNE VE ÇOCUKLARIN %5-6’SI YETERSİZ BESLENME NEDENİYLE TAKİBİMİZ
ALTINDA”
Dr.
Mustafa Mahlul (Çocuk doktoru ve Halep’in kuzey kırsalında
tıbbi projeler koordinatörü)
Azez/Suriye,
29.2.2024
NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Suriye’nin
kuzeyinde sağlık şartları ve tıbbi imkanlar ne durumda?
Suriye’nin
genelinde, özellikle de kuzeyde gerek toplumsal şartlar gerekse tıbbi imkanlar
vasatın altında. 12 yıldır devam eden savaş şartları, sınır kapılarının
kapanması, yolların kesilmesi, defalarca yerinden olma ve özellikle Türkiye’nin
güneyi ile Suriye’nin kuzeyini yıkıp her iki tarafta da çok fazla ölüme yol
açan 6 Şubat depremleri gibi felaketler genel sağlık şartlarını kötüleştirdi. Tıbbi
kadronun önemli bir kısmı ya yurtdışına göç etti ya hapishanelerde kaybedildi
ya da bombardımanlarda hayatını kaybetti. Nitelikli eğitim kurumlarının yokluğu
yüzünden uzun süredir yeterli miktarda yeni kadrolar da yetiştirilebilmiş değil.
Toplumun önemli bir kısmının iktisadi seviyesinin gerilemesi, temel sağlık
hizmetlerine periyodik erişimlerini azalttı. Eskiden sağlık masraflarını
kendisi ödeyerek doktora giden hastalar, artık bunu yapamıyor, ücretsiz sağlık merkezlerine
başvurmak zorunda kalıyor ki bu merkezler zaten yetersiz.
Mevcut
sağlık merkezlerinin sayısı, kuzeydeki kalabalık nüfusun tedavi ihtiyacını
karşılayamıyor. Tıbbi projelerin çoğu on küsur yıl evvel STK’larca başlatıldı
ve bunların çoğu, stratejik değil, yerel ihtiyaçlara cevap veren projelerdi.
Yani stratejik düşünce, uzun vadeli planlama ya da sürdürülebilirlik içermiyor,
sadece paraya bağlı yürüyordu. Bağış yapıldıkça yürüyor, kesildiğinde proje de,
sunulan sağlık hizmeti de duruyordu. Tabii ki bazı gönüllü hizmetler mevcut.
Ancak sağlık hizmeti verenler bu işi sürekli gönüllü yapamazlar. İhtiyaçlar çok
büyük olduğundan buna -kendi maddi imkanlarıyla- yetişebilmeleri mümkün değil. Geçmişte
Şam Kırsalı’nda, Humus’ta ve Deraa’da görev yapmış tıbbi kadroların büyük bir kısmı
Suriye’nin kuzeyine göç ederken kendileri de her şeylerini geride bırakıp birer
muhacire dönüştüler. Bazıları ise Suriye’yi tamamen terk ederek Türkiye’ye veya
Avrupa’ya yerleştiler.
Hastaların
en temel ihtiyaçları neler?
Birinci
basamak sağlık hizmetlerinin sağlanması en temel ihtiyaç. Yani sağlık
durumlarına bakılmaksızın tüm hastalara eşit olarak sağlanması gereken bakım
hizmetini kastediyorum. İkincisi, belli alanlarda uzmanlaşmış bakım hizmetleri ihtiyacı
var. Bunun için özel bakım merkezleri gerekiyor; kalp cerrahisi merkezi,
bulaşıcı hastalıkların tedavisi için merkezler, cilt hastalıkları, kronik
hastalıklar, hamile kadınların ve yeni doğanların bakımı için gelişmiş doğum
merkezleri gibi. Bölgemizde bu hastalara ileri tedavi imkânı bulunmadığından Türkiye’ye
gitmek zorunda kalıyorlar. Mesela kanser hastalarının çoğu periyodik ilaç alımı
ve tedavi için artık Türkiye’ye yönlendiriliyor. Burada tedavi edilmeye
çalışılanlar az da olsa var; ama düzenli ilaç alamadıklarından sonuç
Türkiye’deki gibi olmuyor. Burada teşhisi, takibi, hatta tedavisi dahi mümkün olmayan
bazı hastalıklar var. Mesela bazı genetik ve metabolik hastalıklar. Bunlar da
Türkiye’ye sevk ediliyor. Ama sevk mekanizması ve Türkiye içindeki merkezlerin
yoğunluğu nedeniyle bu sürecin tamamlanması sıkıntı olabiliyor; bazılarının
hastalıkları ilerliyor, hatta Türkiye’ye gidemeden ölebiliyor.
En yaygın
hastalıklar neler?
Hastaları
yaş gruplarına göre sınıflandırabiliriz. Yaşlılarda yüksek tansiyon ve diyabet,
kalp hastalıkları, astım ve pulmoner amfizem gibi solunum yolu hastalıkları var.
Bunlar kronik hastalıklar olup hastaların sürekli pahalı ilaçlara ve entegre
bir tedavi programına ihtiyacı oluyor. Bir de dönemsel hastalıklar veya
salgınlar var. Dört yıl önceki koronavirüs pandemisini hatırlarsınız.
Elimizdeki imkanlar dahilinde pandemiyle baş etmeye çalıştık; ama mevcut sağlık
sektörü bu kadar ağır bir yükü kaldıramadı. Büyük ülkeler bile pandemide acziyete
düşmüşken altyapının yetersiz olduğu bölgemizde biz nasıl baş edelim? Gerekli
altyapımız, yani yoğun bakım ünitelerimiz olmadığından hayatını kaybeden koronavirüs
hastalarımız oldu. Yine kalp yetmezliği çeken hastaları tedavi için de ücretsiz
merkezler yok. Bir de büyük ameliyatlar olması gerekenler var; ama kuzeydeki
cerrah kadrosu özellikle beyin, kalp-damar ve çocuk cerrahisi gibi belirli
ihtisas dallarında yetersiz. Çocuk cerrahı sayısı sadece iki-üç tane ki bu en
önemli eksiklik. Bu da sağlık sektörü üzerinde ciddi bir yük.
Yetersiz
beslenme konusunda uzman doktor olduğunuzu öğrendim. Bu meseleyi de sizden
dinlemek isterim.
Çocuk
doktoru olarak 2016’dan itibaren yetersiz beslenenleri tedaviye odaklandım. Tabii
ki bu, savaştan sonra gelişen yeni bir alan. Gıda güvenliğindeki düşüş, bütün
toplum kesimlerinin sosyoekonomik ve sağlık şartlarındaki gerileme, bombardıman
ve yerinden olma gibi ani faktörler, gelişmiş sağlık merkezlerinin bulunmaması
ile birleşince böyle bir mesele ortaya çıktı. Mevcut şartlar altında çocuklar
da, hamile ve emziren anneler de yeterli bakımı alamıyor. Yetersiz beslenme,
beş yaş altındaki çocukları ve altı aya kadar hamile ve emziren kadınları
ilgilendiriyor. Bu konuda Azez’de çeşitli STK’larla birlikte çalışıyorum. Hızlı
müdahale ekipleri diye anılan mobil ekiplerimizle yetersiz beslenenlere evlerinde
ulaşmaya odaklanıyoruz.
Mesela çalıştığım
bölgedeki kamp sayısı yaklaşık 40 olup her kamp 1000 ile 5000 arasında bir nüfusu
barındırıyor, yani 200 ila 800 kadar aile. Bu kamplarda kadınların ve
çocukların oranı %50’den fazla. Hamile veya emziren oranı kadınların %10’unu aşıyor.
Bizim hedef kitlemiz olan beş yaş altı çocuklar da bütün çocukların %25’i.
Yetersiz
beslenmenin de orta ve şiddetli dereceleri var. En önemlisi şiddetli yetersiz
beslenme olup bu hastalara tedavi edici ilaçlar ve maddeler, orta derecede
yetersiz beslenenlere ise takviye gıdalar veriyoruz. Bu hastaları şifa bulana
kadar takip ediyoruz. Ayrıca toplumsal davranış, genel hijyen, doğru beslenme
alışkanlığı ve beslenme çeşitliliği konusunda bilinçlendirerek toplumsal
farkındalığı sağlamaya çalışıyoruz ki sadece hasta değil, bütün aile ve hatta toplum
tedavinin bir parçası olabilsin.
Yetersiz
beslenme zihinsel, fizyolojik ve psikolojik olarak ne gibi sorunlara yol açar?
En
önemli yönü, vücudun gücü ve hastalıklara karşı bağışıklığıdır. İyi beslenen
bünyeler hastalıklara çok daha iyi karşı koyar ve daha az hastalanır. Yetersiz
beslenen vücudun ise bağışıklığı düşer, daha fazla hastalığa yakalanır ve
üretkenliği azalır. Bu yüzden çocuk okulda veya iş hayatında kaybolur gider.
Evinde veya evi dışında görevlerini yerine getiremeyebilir. Yakalanacağı akut
veya kronik hastalıkların oranı artar ki bu da tedavi masrafını artırır. Biz
yetersiz beslenmeyi tedavi ederek veya baştan keşfedip tedbirini alarak
müstakbel hastalıkların ortaya çıkma oranını azaltıyoruz.
Yetersiz beslenmenin ana etkisi kilo kaybıdır ki bu da çocuğun bedeninde ihtiyaç duyduğu temel elementlerin eksikliği demektir. Yani makro besinler dediğimiz proteinler, şekerler ve yağların ve mikro besinler olan mineraller, tuzlar ve vitaminlerin eksikliği... Bunlar çocukların gelişimini doğrudan etkiler. Yetersiz beslenen çocukların zihinsel melekeleri ve psikolojik gelişimleri eksik kalır. Bu yüzden daha hamileliğin başında besin takviyeleri, demir hapları, vitaminler veriyoruz ki fetüste deformasyonlar veya erken doğum veya düşük riski ve doğumdan önce veya sonra çeşitli hastalıklar olmasın. Anne iyi beslenebilmeli ki bebek bedensel olarak sağlıklı doğsun ve doğumdan sonra bebeğini doyurabilsin. Yani hamile ve emziren anneleri takip etmek yetersiz beslenmeyi tedavide en önemli adımdır. Çocuklara gelirsek onların zihinsel ve bedensel gelişiminin gerçekleştiği ilk üç yıl en kritik aşamadır. Bu aşamada yetersiz beslenen çocuk bir ömür bunun neticelerini çeker. Gelişim eksikliği, yaralanma, sakatlık ve bazı kronik hastalıklara duçar olur.
Yani bu
çocuklar büyüdüğünde vücutlarını şifaya kavuşturmak mümkün olmaz diyebilir
miyiz?
Yetersiz
beslenmenin bazı sonuçlarını ilk beş yılda tedavi etmek mümkün, ama bazılarını
değil. Bazı değişiklikler geriye döndürülemez. Bedensel bozuklukları düzeltmek
pek mümkün değil veya mümkün olsa da birçok ameliyat gerektirdiği için çok
pahalı.
Bedensel
bozukluklar dediniz. Mesela neler?
Fetüslerde
veya doğumdan sonra bebeklerde gördüğümüz en önemli deformiteler nörolojik
deformitelerdir. Mesela hamilelikte fetüsün sinir sisteminin gelişmemesi çocukları
olumsuz etkileyebilir. Serebral atrofi [nöron adı verilen beyin hücrelerinin
kaybı ve bu duruma bağlı küçülmesidir], bazı motor fonksiyonlarının
gelişememesi, motor yaralanmaları gibi. Ayrıca kalpte çeşitli bozukluklara ve
hastalıklara yol açabilir. Keza doğum sırasında bulaşıcı hastalıkları tetikleyebilir.
Suriye’nin
kuzeyinde yetersiz beslenme yaygın mı?
Kuzey
Suriye’de yetersiz beslenme programına dahil edilenler, toplam anne ve çocukların
yaklaşık %5-6’sı. Bu oran yüksek tabii. Düşürmek için elimizden geleni
yapıyoruz. Yetersiz beslenme kaynaklı hastalıkların görülme sıklığı da biraz
yüksek.
Peki, yetersiz
beslenme yüzünden ölümler oluyor mu?
Yetersiz
beslenmenin tetiklediği hastalıklar uzun vadede, yavaş yavaş belirir ve sonunda
ölüme yol açabilir. Ölümler çok yüksek değil ama yine de alarm zilleri çalıyor.
Çünkü ölümle neticelenmese bile engellilik, üretkenliğin azalması,
hastalıkların artışı gibi kötü hayat kalitesine yol açıyor. Bu arada yetersiz
besleneni iyileştirme adımları, eğer ciddi hastalıkları yoksa, bir-iki günde hızla
sonuç veriyor. Asıl problem, kuzeyde genel olarak fiziki ve sıhhi şartların
kötü olması hastalığı keşfetmeyi zorlaştırıyor ve geciktiriyor, bu da tedaviyi
zorlaştırıyor.
Yetersiz
beslenen hastalarınız ne düşünüyor, ne hissediyor?
Yetersiz
beslenmeyle birlikte genel sağlıkları da bozulduğu için kendilerini yorgun ve
bitkin hissediyorlar. Bazılarında depresyon ve tembellik belirtileri oluyor.
Çalışamayacaklarına, okula gidemeyeceklerine inanıyorlar. Tedaviye
başladığımızda kendilerini daha iyi hissettikçe ruh halleri de iyileşiyor.
Bazıları hemen işe gidebilir veya işlerine devam edebilir hale geliyor.
Sayıları az bir kısmın ise hastanelerde uzun süre tedavi edilmesi gerekiyor.
İntihar
vakaları yaygın mı?
Ruh
sağlığı konusu toplumsal boyutla alakalı. Göç, evsiz kalma, işsizlik ve iktisadi
şartlar bunda etkili. Genellikle gençler ve ergenlik çağındakiler intiharı düşünüyor
veya tevessül ediyor. Özellikle eğitimdeki başarısızlık ruh sağlığını etkiliyor.
Depresyonla ilgili danışacağı yetkin kimseye erişememe problemi var. Toplumsal
hayatın tabiatı ve muhafazakâr ortam psikologlardan veya psikolojik
danışmanlardan destek almayı azaltıyor.
Savaş ve
göç kadınların hayatını nasıl etkiledi?
Kadınlar
iki tür baskıya maruz kalıyor: Geçmişten beri kadın üzerinde zaten bir
toplumsal baskı vardı ve bu devam ediyor. Buna bir de bu bölgede yaşayan
kadın-erkek, büyük-küçük herkesin maruz kaldığı baskılar eklendi; yani güvenlik
baskısı, ekonomik baskılar, göç ve yersiz yurtsuz kalmanın yol açtığı baskı.
Erkekler güvenlik ve ekonomik bakımdan baskıya maruz kalırken kadınlar bunlara
ilaveten toplumsal baskı yaşıyorlar.
Devrimin başından itibaren birçok kadın sivil toplum hareketlerine katıldılar ve STK'larda etkin roller oynadılar. Artık birçok STK’nın kadrolarında ve yönetiminde kadınlar var. Projelerin yürütülmesinde, kontrolünde ve değerlendirilmesinde rol alıyorlar. Birçok kadın doktor, eczacı ve sağlık çalışanı var. Toplumumuz muhafazakâr olduğundan evlere hizmet götüren mobil ekiplerimiz hep kadın. Beslenme ve sosyal hizmet uzmanları veya toplum sağlığı çalışanları genellikle kadın olup ailelere hayatla ilgili konularda, şahsi temizlik, kadınların desteklenmesi, tacizin ve sömürünün önlenmesi konularında bilinçlendirici faaliyet yürütüyorlar. Ev ev gezip ailelerle daha iyi iletişim kurabilen ve mesajı daha insani şekilde iletebilenler hep kadınlar.
Öte
yandan bütün savaş bölgelerinde kadınların üstünde ilave baskılar söz konusudur.
Çünkü daha savunmasız ve mazlum taraftır… STK’ların çoğu, çalışan kadınların
şartlarını dikkate almıyor. Kadınları desteklemeye odaklı projeler anneleri
içermiyor. Çalışan kadın destekleniyor, ama çalışan anne destek görmüyor. Doğum
izninin süresi en fazla üç-dört ay. Çocuklar için kreş veya bakıcı yok. Bu
yüzden ya işi bırakmak ya da çocuğu için bakıcı bulmak veya kendilerinden uzak
bir yere vermek zorunda kalıyorlar. Bu
da hem iş hem anne hem de çocuk açısından olumsuz.
Peki,
savaş ve göç yüzünden çocukların hayatı nasıl değişti?
Çocukların
çoğu savaş ve göç sırasında doğdu. Benim de bütün çocuklarım göç ettiğimiz
yerlerde dünyaya geldi. Bu çocuklar memleketlerine dair hiçbir şey bilmiyor,
geçmişe dair hatıraları yok. Dünyada bir çocuğun yaşayabileceği en büyük
psikolojik travmaya belki de bizim çocuklarımız maruz kalıyor. Bir garip, bir
yabancı olarak yetişiyorlar. Kuzeyde istikrarlı bir sosyal ortam ve kurumlar
yok. Bazı çocuklar, kurtarılmış bölgelerin tüm sakinleri gibi, defalarca
bombardımana ve yerinden edilmeye maruz kaldı ve bu da çocukların
dayanamayacağı ve anlamlandıramayacağı bir psikolojik şiddet. Ebeveynler olarak
çocuklarımızın psikolojik sağlığını koruma, onlara psikolojik destek sağlama
konusunda hakikaten büyük sıkıntı çekiyoruz. Yaşadığımız şartlar gereği zaten hepimiz
baskı altındayız. Öyle ki savaş yüzünden yerinden olmamışlar da bu duyguyu
geçen sene deprem sırasında tattılar.
Çocukların birçoğu kötü muameleye ve zorlu psikolojik koşullara maruzlar. Maalesef ki çocuklarda psikolojik farklılık yaratabilecek yeterli sayıda ehil kadro ve projeler yok. Yük hep aileler üzerinde. Ayrıca dünyadaki tüm akranları gibi bizim çocuklarımız da “elektronik vahşet”e maruz kalıyor. Yani saatlerce cep telefonunun, ekranın veya internetin karşısında oturuyorlar. Bu da daha evvel bilmediğimiz bir hastalık kategorisi ortaya çıkmaya başladı: sosyal davranışlarla bağlantılı hastalıklar; saldırganlık, yatak ıslatma, otizm, konuşma ve öğrenme güçlüğü vakalarında artış vs. Bunlar sadece bizde artış göstermiyor, aynı gidişat dünyada da mevcut. Ancak şartlarımız gereği biz de daha fazla yayılıyor. Birçok insanın yaşadığı yerin yakınında park, bahçe ve oyun alanı olmadığından çocuklar evlerinde yaşamaya mahkûmlar. Bu da elektronik oyunlara ve internete dalmalarına yol açıyor.
10 sene
sonra nasıl bir Suriye öngörüyorsunuz?
12 sene
geçti ama hâlâ olumlu yönde herhangi bir değişim, bir ilerleme yok; Suriyeliler
olarak hâlâ hayatta kalmaya çabalıyor, mücadele ediyoruz ve görünen o ki bir 10
yıl, belki 20 yıl daha böyle sürüp gidecek. Yükümüz çok ağır. Büyük bir ortak
çabaya, bir stratejiye ihtiyacımız var. Hem yerel hem de uluslararası düzeyde
toplumsal işbirliği gerekli. Uzun vadeli stratejik planlar geliştirmek lazım;
eğitim, sağlık, psikolojik destek bizim için çok önemli konular ve maalesef bu
alanlar hâlâ zayıf. Allah korusun, eğer yerinden olma, bölgelerin paylaşımı ve
bölgeler arası ulaşım zorlukları böyle devam ederse, bu pek de hayra alamet
olmaz. Yine de denemeye, umut etmeye devam edeceğiz. Bir şekilde hayatta
kalacağız.