GAZZELİLERİN
GÜNDELİK HAYATI: YIKIM DA, YAŞAMA ARZUSU DA GAZZE’NİN BİR GERÇEĞİ
Zahide
Tuba Kor
Derin
Tarih, sayı 141, Aralık 2023, sf.75-83
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, röportaj, fotoğraf ve infografikleri kaynak
göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
NOT:
Bu yazıdaki bilgilerin tamamı Gazze’de 7 Ekim 2023’ten evvelki hayatı
anlatmaktadır. Son savaşla birlikte her şey Gazzeliler için ya kötüleşmiştir ya
da tamamen değiştirmiştir.
365
kilometrekarelik yüzölçümüyle Türkiye’nin en küçük şehri Yalova’nın yarısı
kadar olan Gazze Şeridi, 1948 öncesi Filistin topraklarının sadece %1,3’üne
tekabül eder. Akdeniz kıyısındaki bu küçücük şerit, 2 milyonu aşkın nüfusuyla
dünyanın nüfus yoğunluğu en yüksek 5. bölgesidir. Çok genç bir nüfusa sahiptir.
Öyle ki yaş ortalaması 18’dir; 30 yaş ve altı nüfus toplam nüfusun %70’idir.
Çünkü Filistinlilerin İsrail’e karşı en büyük silahı ve direniş yöntemi, çok
çocuk sahibi olmaları ve çocuklarına iyi bir eğitim vermeye çalışmalarıdır. 65
yaş ve üstü nüfusun dünya ortalaması %10 (İsrail’de %12) iken, Gazze’de %3’tür.
17 yıldır devam eden abluka ve yıkıcı savaşlar yüzünden bölgede hayat şartları
ve kalitesi ile sağlık hizmetlerinin giderek kötüleşmesinin de bunda payı
büyüktür.
Gazze’deki
her üç Filistinliden ikisi (1,5 milyon) mülteci statüsündedir. Çünkü dedeleri,
1948’de Siyonist çetelerin etnik temizlik politikasıyla İsrail egemenliğine
geçen topraklardan Mısır kontrolünde güvenli bir bölgeye dönüşen Gazze’ye
sığınmışlardır. (1948-67 arasında Gazze Mısır’ın egemenliği altında kalmıştır.)
İlk başta çadırlarda, daha sonra barakalarda ve derme çatma evlerde sefil bir
hayata mahkûm kalan mültecilerin kampları zaman içinde dar alanda çok katlı
binalara dönüşmüştür. BM’nin Filistinli mültecilerle ilgili teşkilatı UNRWA’ya
bağlı 58 kamptan 8 tanesi Gazze’de olup -7 Ekim’den sonra İsrail
bombardımanıyla birçoğu yerle bir edilene kadar- 600 bin kişiye ev sahipliği yapmaktaydı.
On yıllar içinde maddi durumu iyileşenlerin ayrıldığı kamplarda yaşayanlar, çoğunlukla
Gazze’nin en fakir kesimidir. Mülteci kampları aşırı kalabalık ve dip dibe
evlerden müteşekkil devasa mahallelerdir. Evler oldukça eskidir. Kimi yerinde
iki kişinin yan yana zor yürüdüğü daracık sokakları, pencereden içeri doğru
düzgün güneş girmeyen rutubetli ve küçük evleri ile buralarda hayat zordur. Filistinliler
kamplarda adeta tek bir aile gibi, dayanışma ruhu içinde yaşasalar da özel
hayatın mahremiyetini koruyabilmek neredeyse imkânsızdır. Direnişçi gençlerin çoğunun
mülteci kamplarından çıkması tesadüf değildir. Şunu da belirtelim: 7 Ekim’de
Gazze sınırını aşan direnişçilerin İsrail’e girdiği söylense de aslında bu, 75
yıl sonra dedelerinin topraklarına dönüştü.
İsrail
Gazze Şeridi’ni açık hava hapishanesine çevirdi
1948’de
80 bin olan Gazze nüfusu bugün 2 milyonu aşmıştır ve hızlı nüfus artışı
nedeniyle İsraillilerce “saatli bomba” ve “demografik tehdit” olarak görülmektedir.
Tam da bu nedenle her türlü toprak tavizine karşı çıkan revizyonist Siyonizm
ekolünden Başbakan Ariel Şaron, İsrail’in Yahudi karakterini koruyabilmek adına
2005 Eylül’ünde bu dar şeritten işgalci askerlerini ve 8000 yerleşimciyi çekmiştir.
Bundan sonra Gazzeliler, -Batı Şeria ve Kudüs’teki Filistinlilerin aksine-
günlük hayatlarında İsraillilerle hiç muhatap olmadan yaşama imkânına kavuşsalar
da ve askerî kontrol noktalarıyla içeride dolaşımı kâbusa çeviren engellerden
kurtulsalar da İsrail, Gazze’yi karadan, havadan ve denizden kuşatmış ve dışarıdan
tamamen kontrolü altına alarak adeta bir açık hava hapishanesine dönüştürmüştür.
Oslo
Anlaşması çerçevesinde 1994’te Gazze ve Eriha merkezli Filistin Özerk Yönetimi
kurulurken İsrail, Gazze’yle arasına dikenli tellerle sınır çekmeye başlamıştır.
2005’te tek taraflı olarak geri çekilirken duvarlarla, gözetleme kuleleriyle ve
2 kilometreye varan tampon bölgeyle çevreleyerek sınıra yaklaşılmasını dahi
yasaklamıştır. Böylece Gazzelilerin hem dış dünyayla hem de diğer Filistin
bölgeleriyle fiziki bağlantısını koparmıştır. Akdeniz’de uyguladığı ablukayla
Gazzelilerin dışarıya açılmasını yasakladığı gibi, karasularının %85’ine
erişmelerini de engellemiştir. Dahası, 24 saat gökyüzünde uçurduğu İHA’larla ve
kameralı balonlarla Gazze halkının yer üstündeki her hareketini izlemeye başlamış;
-içeriden bütün İsrail vatandaşlarını çıkardığı bir ortamda- gerekli gördüğü
anda havadan bombardıman yapması kolaylaşmıştır. Tam da bu yüzden direniş
örgütleri, yerin altında tünellerle birbirine bağlanan ayrı bir şehir kurmak
zorunda kalmışlardır.
Bu
kuşatmanın bir neticesi olarak, 1994’ten bu yana Gazzelilerin Kudüs’e ve
Mescid-i Aksa’ya gidebilmesi -aralarında sadece bir saatlik mesafe olmasına
rağmen- imkânsızdır. Keza Kudüs’ün yanı başındaki Batı Şeria ile Gazze arasında
da bağlantı yoktur; birinden diğerine gitmek isteyen Filistinliler, ülke dışına
çıkıp Ürdün’den ve Mısır’dan geçerek içeri -çoğunlukla- kaçak girmek
zorundadır. Gazzeli erkeklerle evlenen Batı Şerialı hanımların kimliği iptal
edilip Batı Şeria’ya dönüşleri yasaklanmaktadır. Kısaca birbirinden kopuk
Filistin toprakları arasında hareket serbestisi yoktur.
Gazze’ye
ablukayı İsrail ve Mısır el ele uygulamakta olup insan giriş-çıkışı Mısır
sınırındaki Refah kapısından, mal giriş-çıkışı ise İsrail üzerindendir. Refah
üzerinden Gazze’ye giriş-çıkış çok zor, pahalı, çileli ve belirsiz bir süreçtir.
Hastalar, yurtdışında okuyan öğrenciler, işadamları ve uluslararası yardım
kuruluşlarının çalışanları dışarı çıkabilen şanslı azınlıktandır. Ama bunların
da hepsine izin verilmez. Kapının ne zaman açılacağı ise belirsizdir;
Gazzeliler aylar boyunca çileli bir bekleyiş içine girerler. Sınırda Mısır
polisinin kötü muamelesi yaygındır; hatta bazıları İsraillilerden beter
davranır. Rüşvet yaygın olup Gazzeliler rüşvet parası bulmak zorundadır.
Normalde yedi saatlik Refah-Kahire arası, Mısır’ın İsrail’den beter
uygulamaları yüzünden dört gün ila bir hafta sürmektedir. Kapıların ne zaman
açılıp kapanacağı belirsiz olduğundan yurtdışına okumak için giden öğrenciler
eğitim hayatı bitene kadar Gazze’ye dönemezler; keza yurtdışında çalışanlar da...
2006-2007’den
itibaren siyasi tercihleri (seçimlerde HAMAS’a oy vermeleri) yüzünden ablukayla
toplu cezalandırmaya maruz bırakılan Gazzeliler İsrail, Mısır ve Batı
Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin üçlü kıskacıyla boğuşmaktadır. Üçünün de ortak
hedefleri, düşman saydıkları HAMAS yönetimine diz çöktürmek ve devirmektir. Ablukanın
bahanesi bugün HAMAS olsa da aslında Gazzeliler I. ve II. İntifada yıllarını da
abluka altında geçirmişlerdir. Çünkü İsrail’in geçmişten beri temel hedefi, ya hayatlarını
dayanılmaz kılarak Gazzelileri terke zorlamak ya da boyun eğdirip kendisine
bağımlı kılmaktır. Daha 1967’deki işgalin akabinde dönemin Başbakanı Levi
Eşkol, Filistinlileri göçe zorlamak için bir birim kurmuş ve bakanlar kurulunda
şöyle demiştir: “Tam da oradaki boğulma ve mahpusluk hali nedeniyle Araplar
Gazze’den taşınacaklar… Belki biz onlara yeterince su vermezsek başkaca
şansları kalmaz; çünkü meyve bahçeleri sararıp çürüyecek.” 56 yıldır gündemde
olan bu hedef doğrultusunda Gazzelilerin hayatı sık sık cendere altında
tutulmuştur.
Abluka
demek, yavaş yavaş gelen ölüm demek…
Gazze’ye
‘yasal’ mal giriş-çıkışı sadece İsrail üzerinden gerçekleşir, yani Gazze
ekonomisi ve istihdam politikası İsrail’in kontrolündedir. Gazze’de kıtlık ve
açlık yoktur. Ama 2006-2007’de abluka başlarken dönemin başbakanlık müsteşarı Dov
Weisglass’ın şu sözü, ablukanın niteliğini ortaya koymaktadır: “Düşüncemiz
Filistinlilere diyet yaptırmak, yoksa açlıktan öldürmek değil.” Gazzelileri aç
bırakma ama açlıktan öldürmeme stratejisi bağlamında minimum kalori hesabıyla içeri
gıda girişi yapılmaktadır. Buna mukabil Gazze’nin hayat damarı, kaçak yollarla
Mısır’dan her türlü mal, gıda, para, silah ve insan geçişinin devam ettiği yeraltı
tünelleri olmuştur. Bu şekilde İsrail’in ablukası dolaylı yoldan aşılmıştır. Ancak
2013’teki Sisi darbesi, sadece Mısır’ı değil, Gazze’yi de derinden sarsmıştır. Sisi
yönetimi, -Müslüman Kardeşler bağlantısı nedeniyle hem iç hem de dış tehdit
olarak gördüğü HAMAS’a karşı- Gazze’nin hayat damarını kurutmak amacıyla
tünellere deniz suyu bastığı gibi, yeni tünel inşasını engellemek için Mısır-Gazze
arasında 2 kilometre derinliğinde geniş bir tampon bölge oluşturma kararı almıştır.
Bu çerçevede kendi vatandaşlarına ait 12.300 evi yıkmış ve 6000 hektar tarım
arazisini dümdüz etmiştir. Bu durum Gazzelilerin sosyoekonomik hayatını mahvetmiş;
mal ve para girişinin iyice azalması enflasyonun artmasına, maaşların
ödenememesine ve Gazze’nin iktisaden İsrail’e daha bağımlı hale gelmesine yol
açmıştır.
Kısaca
Gazze, İsrail saldırıları, tecrit ve ablukası ile iç ve bölgesel rekabetler yüzünden
iktisaden bir çöküş sürecine girmiştir. Öyle ki 2013-2014’ten beri Dünya Bankası
ve Birleşmiş Milletler defalarca 2020’de Gazze’nin yaşanamaz bir yere dönüşeceği
uyarısında bulunmuştur. Gazzeliler adeta iki tercihle yüz yüze bırakılmıştır:
İşgalcinin bombardımanı altında hızlı bir ölüm ya da yıllardır süren abluka
altında yavaş yavaş ölüm… Tam da bu yüzden hayatları katlanılmaz hale gelen Gazzeli
gençler “Biz yaşayan ölüleriz”, “Biz yavaş yavaş ölüyoruz” demekteydi.
Gazze
ekonomisi balıkçılık ve tarıma dayalıdır. Ancak balıkçılar karasularının %15’lik
bir kısmında avlama yapabilmekte; İsrail’in ilan ettiği deniz sınırını aşan
tekneler saldırıya uğramaktadır. Verimli tarım arazilerinin %35’i kara sınırındaki
yaklaşılması yasak tampon bölgede olduğundan çiftçilerin %15’i topraksız veya işsiz
kalmıştır. İsrail gübre girişini engellediğinden tarımda verimlilik düşüktür,
hatta diyebiliriz ki dünyanın en ‘organik’ tarımı Gazze’de yapılmaktadır.
Gazze’de
küçük ve orta işletmeler, küçük sanayi tesisleri de vardır; ancak her
bombardımanda İsrail buraları da vurduğu gibi, ayakta kalanları da gümrük
vergilerini artırıp hammadde ithalatını zorlaştırma gibi türlü yollarla
boğmaktadır. Bugün bahanesi HAMAS olsa da aslında 1967’den beri İsrail’in
politikası, Filistinlilerin iktisaden kalkınıp kendi ayakları üzerinde
durmasını engellemek, ucuz işgücü ve mallarının tüketicisi olarak sistemli bir
şekilde kendisine eklemlemektir. Öyle ki 1970’lerde Gazzeli işgücünün yarısı
İsrail’de çalışmaktaydı. Abluka döneminde ise on binlerce Gazzeli, işçi olarak
İsrail içinde çalışmayı sürdürdü.
Gazze’de
iktisadi gelişmenin kasıtlı olarak engellenmesi ve ablukalar yüzünden işsizlik oranı
%50 küsur olup gençlerde %70’i aşmaktadır. Son yıllarda boş memurluk kadrosu
yoktur ve üniversite mezunları ne kadar iyi eğitimli olursa olsun iş bulamamaktadır.
Gazze diplomalı inşaat işçileri ve seyyar satıcılarla doludur. Memurlara maaşları
tam ödenememektedir. Aileler kalabalık ve maaşlar da düşük olduğundan insani
yardımlara bağımlılık %80’lerdedir. Zaman zaman dış yardım girişinin
engellenmesi yüzünden (özellikle Trump’ın başkanlığı döneminde ABD’nin
Filistinli mültecilere gıda, eğitim ve sağlık desteği veren UNRWA’ya bağışı kesmesi
üzerine) Gazzeliler çok zor günler geçirmiştir. Zira üç ayda bir UNRWA’nın
yaptığı gıda yardımıyla yaşayan birçok aile mevcuttur. Nüfusun %47’si yeterli
besin değeri olan gıdaya ulaşamamaktadır; gıda güvenliği olmayan ailelerin
oranı da %70’tir.
Gazze’de
mal vardır. Çin’in sağlığa zararlı malzemelerle üretilmiş ucuz ürünlerinin ve
oyuncaklarının bir pazarıdır. Kıyafet, tuhafiye malzemeleri vs. çok ucuz ve
bolken, temel ihtiyaç ürünleri, bilhassa gıda ve inşaat malzemeleri çok
pahalıdır. Özellikle hem sivil hem askeri alanda kullanılabilen gübre, klor,
çimento, demir gibi bini aşkın maddenin girişi ya tamamen yasaktır ya da uluslararası
denetlenen projeler kapsamında girişine sınırlı izin verilmektedir. Girişi
yasak maddelerin bazıları değişkendir, keyfi ve dönemseldir. Mesela
Gazzelilerin bir direniş yöntemi olarak uçurtmaların ucuna yanıcı madde
bağlayıp rüzgârlı havalarda İsrail’e doğru salması ve tarlalarda yangınlar
çıkması üzerine “uçurtma terör”ü ilan eden İsrail, bir toplu cezalandırma
yöntemi olarak o dönem biberon, oyuncak, çocuk bezi vs. girişini engellemiştir.
Yazın
kavrulmaya, kışın donmaya mahkûmlar
Uydudan
bakıldığında yıllardır Gazze’nin dünyanın en karanlık yerleşimlerinden biri
olduğu görülür. Zira İsrail’in geçmişten beri Gazzelilere karşı kullandığı
toplu cezalandırma yöntemlerinden biri de elektrik ve su kesintileridir. Üstelik
2006’dan sonra her savaşta Gazze’nin altyapısını kasıtlı olarak hedef alarak bu
kesintileri kalıcılaştırmıştır. Elektrik santralleri ve şebekeleri, su artıma ve
deniz suyunu tuzdan arındırma tesisleri, su ve kanalizasyon sistemleri bu
saldırılar sırasında ya ağır hasar almış ya da kullanılamaz hale gelmiştir. Elektrik
ekseriyetle İsrail’den sağlanmakta; ama o da ihtiyacın sadece yarısını karşılamaktadır.
Dolayısıyla Gazzeliler yıllardır günde bazen 4-5, bazen 6-8 saat elektrik kullanabilmekte;
musluklarından su haftada ancak birkaç gün akmaktadır.
Elektrik
sıkıntısı ve kesintileri Gazzelilerin eğitim ve çalışma hayatını, esnafın işini,
sağlık hizmetlerini, düzgün ve temiz su akışını, atık suların arıtılmasını, ev
hanımlarının ev işi yapma ve misafir ağırlama vaktini, kısaca gündelik hayatın
her anını etkilemektedir. Akşamları hayat genellikle mum ışığında geçmektedir.
Yine Gazzeliler yazları sıcaktan yanmakta, kışları soğuktan donmaktadır. Hem
elektriksizlik yüzünden hem de pahalı olduğundan halkın çoğunun yaz için klimaları
ve kışın kullanmak için de ısıtıcıları yoktur. Kışları kat kat giyinerek,
geceleri aynı yatakta yatıp birbirlerini ısıtarak uyumaktadırlar. Bu arada
birçok Gazzeli ailenin jeneratörü vardır; ama Çin malı çok ucuz ve aşırı
gürültülü bu jeneratörler uzun çalışma sürelerine dayanamayıp sık sık bozulmakta,
bazen elektronik aletleri de bozmakta, patlayıp yangın çıkartmakta, hatta ölümlere
yol açmaktadır. Gazze’de marketten çok jeneratör tamircisi olduğu
söylenmektedir. Bu şartlar altında elektronik eşya kullanımı da bizdekine
kıyasla çok daha azdır. Tabii ki maddi durumu daha iyi olan orta ve üst
sınıfların yaşadığı semtlerde kaliteli jeneratörler sayesinde elektrik de,
elektronik eşyalar da daha fazla olup hayat daha normal akmaktadır.
Su
meselesine gelince, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, günlük kişi başı su tüketimi
en az 100 litre olmalıdır; ama Gazze’de ortalama 70 litre olup sonradan yerleşime
açılan bölgelerde altyapı olmadığı için 20-30 litreye kadar düşebilmektedir. Gazze
genelinde ailelerin sadece dörtte birinin her gün musluktan akan suyu vardır,
ama o da günün belli saatlerinde. Çünkü elektrik olmayınca su da pompalanamamakta
ve kesilmektedir. Bazı yerlere ise haftada birkaç defa su verilmektedir.
Gazze’de
temiz suya erişebilen nüfusun oranı sadece %10’dur. Yeraltı sularının artık
sadece %3’ü içilebilir kalitededir. Elektriksizlik yüzünden hem arıtılamayan
atık sular hem de deniz suyu yeraltı sularına karışıp kirletmektedir. Musluk
suyu tuzlu ve bazen de renkli akmaktadır. Halkın çoğunun temiz şişe suyu alacak
parası olmadığından tankerlerle gelen suyu içmektedir. Yeraltı sularının yüksek
oranda klorür ve nitrat içermesi yüzünden böbrek ve mide hastası çoktur. Dünya
Sağlık Örgütü’ne göre, Gazze’deki hastalıkların dörtte biri içilen sağlıksız
sular yüzündendir.
Hastaneler
ve okullar kasıtlı olarak vuruluyor
Gazze,
hastası çok olan bir bölgedir. Buna karşın abluka yüzünden yeterli tıbbi cihaz,
ilaç ve doktor bulunmadığından sağlık sistemi iyi işleyemez. Elektrik
kesintileri yüzünden bazı hastalar hayatını kaybetmektedir. Bomba yapımında
kullanılabilir diye İsrail bazı ilaçların girişine izin vermemektedir. İçmek
zorunda kaldıkları sağlıksız sular yüzünden her yaştan on binlerce böbrek
hastası vardır. Ancak diyaliz makineleri yetersizdir. 1990’larda neredeyse hiç
kanser hastasının bulunmadığı Gazze’de bugün artık hemen her evde bir kanser
hastası vardır. Bunun İsrail’in her savaşta yağdırdığı bombalardan ve
kullandığı savaş aygıtlarından, abluka altında içeri sağlıksız ürünler girmesinden,
hayat şartlarının zorluğundan ve sıkıntılardan kaynaklanabileceği tahmin
edilmektedir. 2018-2020 arasında Gazze’de bir de “koltuk değnekliler nesli” doğmuştur.
İki sene boyunca her Cuma günü barışçıl bir şekilde sınıra doğru yapılan Büyük
Geri Dönüş Yürüyüşü sırasında İsrail 30.000 Gazzeliyi yaralamış ve bunların bir
kısmını kasıtlı olarak bacağı kesilecek şekilde kurşunlamıştır. Dolayısıyla
bugün Gazze’de bacağı kopmuş veya kesilmiş binlerce genç vardır.
Gazze’de
tıbbi altyapının yetersizliği yüzünden tedavi edilemeyen hastaların İsrail’de
veya yurtdışında tedavi imkânı olsa da herkese izin verilmemektedir. Geçmişte
İsrail’e karşı direnenlere ve çocuklarına tedavi imkânı kolay kolay tanınmamaktadır.
İster Mısır isterse İsrail üzerinden olsun hastaların giriş-çıkışı da eziyete
dönüşmektedir. Çıkış izni beklerken hayatını kaybeden hastaların sayısı da az
değildir. Dahası, İsrail hastanelerinde tedaviye kabul edilen hasta ve
yakınlarına bazen Erez sınır kapısında muhbirlik teklifi yapılmaktadır.
Eğitim
sistemine gelince, Filistinliler eğitimlerine çok önem verirler; hatta Gazze’de
okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %1’den azdır. Çünkü iyi eğitim İsrail’e karşı
en büyük silahlarıdır. İsrail, bunu bildiğinden her savaşta kasıtlı olarak
sivillerin sığındığı okulları ve üniversiteleri bombalamaktadır. Genç nüfusun
çok fazla olduğu Gazze’de okulların İsrail saldırılarıyla yıkılması neticesinde
eğitim altyapısı yetersiz hale gelmiştir, sınıflar aşırı kalabalıktır. Ayrıca
2000’li yıllarda doğan Gazze’nin talihsiz çocukları, birkaç yılda bir yıkıcı
İsrail bombardımanlarına maruz kaldığından travmalar yaşamakta ve bu da
başarılarını düşürmektedir. Elektrik kesintileri eğitimin kalitesini etkilerken
Gazzeli öğrenciler evlerinde mum ışığında ders çalışmaktadır. Yüksek lisans ve
doktora öğrencileri tezlerini seyyar bir şekilde yazmakta; gün içinde elektrik
hangi semtteyse oraya gitmektedir.
İsrail
1967’de Batı Şeria ve Gazze’yi işgal ettiğinde mevcut nesil ölecek, yeni nesil
davasını ve geçmişini unutup gidecek beklentisine girmişti. Tam da bu yüzden
Filistinlileri dünyevileştirmeye ve asimile etmeye odaklanmıştı. 1978’de Şeyh
Ahmed Yasin önderliğinde ortaya çıkan hareket, gençleri İslam’la yeniden
buluşturmaya ve camiye çekmeye odaklanmış ve 1980’lerde hedefine ulaşmıştı. Bu
sayede Gazze’de dinî eğitim de güçlüdür. Çocukların birçoğu sabahtan normal
okula, öğleden sonra hafızlık eğitimine gitmektedir. Gazze’de ailelerin en
büyük gurur ve rekabet kaynağı çocuklarının hafız olmasıdır. Gazzeli annelerin
birçoğu da her hamilelik döneminde hadis külliyatı Kütüb-i Sitte’den bir tanesini
baştan sona ezberlemektedir.
Kaderine
savaş düşen çocuklar
Gelelim
İsrail’in Gazze’ye açtığı savaşların etkilerine… 2005’te İsrail çekilirken doğan
bir Gazzeli genç bugün 18, II. İntifada başlarken doğanlar da 23 yaşındadır. Bebeklikten
itibaren bu nesil, dünyadaki akranlarının yaşadığı normal hayatı hiç tadamamıştır.
Yıkıcı savaşlar ve ambargo altında korku, dehşet ve iktisadi mahrumiyeti tadıp
çocukluklarını yaşayamadan olgunlaşmışlardır. 2021 savaşında gözleri önünde evi
bombalanıp yıkılan bir çocuğun şu sözleri durumun bir özetidir: “Biz çocuklar
bombardımanlar altında doğduk ve büyüdük. Bizim hayatımız hep savaşla ve
yerinden olmakla geçti.”
İsrail,
HAMAS’ı ve altyapısını yok etmeyi ahdederek girdiği her savaşta okulları,
hastaneleri, altyapıyı, fabrika ve küçük işletmeleri, ticari merkezleri, tarım
alanlarını, çiftlikleri, sıradan insanların evlerini, kısaca her şeyi hedef almıştır.
Geçmiş savaşlarda -çoğunlukla önceden haber vererek boşalttırdığı için-
insanlardan ziyade binaları ve altyapıyı vurmuştur. 2008-2009, 2014 ve 2021
saldırılarında 25 bin evi yerle bir ederken ve 200 bin kadar Gazzeliyi evsiz bırakırken
2006’dan itibaren bütün saldırılarında şehit ettiği Gazzeli sayısı toplamda 6
bine yakındır, yaraladıkları ise 121 bin küsurdur. İsrail, geçmişte katliamlarla
uluslararası kamuoyu önünde imajını kirletmek istemediği için fiziken yok
etmekten ziyade iktisaden ve psikolojik olarak çökertmeyi öncelemiştir.
Ev
yıkmak, İsrail’in sıkça başvurduğu psikolojik çökertme aracıdır. Zira
molozların altında Filistinliler sahip oldukları her şeyi yitirirler, hayatları
sıfırlanır, hatıraları ve hafızaları çalınır. Yitirdiklerini abluka şartları
altında yeniden kazanabilmeleri de imkânsıza yakındır. Kenize Mourad’ın
deyimiyle “Ev güvenliktir, yuvadır; yuvası yıkılan kendisini ölüm tehlikesi
içinde hisseder.” Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh İkrime Sabri de “Ölüm insanın
evinin yıkılmasından daha iyidir” der. Dolayısıyla İsrail, her savaşta
Gazzelilerin evlerini yerle bir ederek onları ölmekten beter etmeye çalışır. Kısaca
Gazze’de savaşlar ateşkesle bitmiş olmaz; travma sonrası stres bozuklukları
(TSSB) ve yıkımın ortasında sosyoekonomik hayatta kalma savaşı başlar.
İsrail
saldırıları, ablukası ve ambargolarının Gazzeliler üzerinde yıkıcı psikolojik
etkisi vardır. Ana hedefi, direniş ruhunu ve kabiliyetini tamamen yok etmek, özsaygıyı
ve özgüveni yitirtmek, kendisine boyun eğdirmek ve insan onuruna yaraşır bir
şekilde yaşatmamaktır. Ancak Gazzeliler Filistinlilerin en güçlü, dirayetli ve
dirençli kesimidir. İsrail’in Gazzelilere karşı kullandığı her bastırma yöntemi,
direnişin daha etkili silahlar ve metotlar üretmesini sağlamıştır. İsrail
evleri ve işyerlerini bombalayarak gençlerin hayallerini, umutlarını ve
sevinçlerini çalmıştır; Gazze’de bir gelecek olmadığı kanaatini yerleştirmiştir.
Yine de abluka ve İsrail’in saldırıları yüzünden ailesini ve evini yitiren
veyahut çok iyi bir eğitim aldığı halde hak ettiği işi bulamayan Gazzeli
gençlerin birçoğu, boyun eğmek yerine direnişin saflarına katılarak
bileklerinin gücüyle bu cendereden kurtulmaya çalışmaktadır.
Öte
yandan tükenmişlik hissi ve depresyon Filistin genelinde yaygındır. Gazzeli bir
psikolog durumu şöyle özetlemiştir: “Daimi güvensizlik ve geceleri İsrail
uçaklarının sesi yüzünden korku içinde nesiller yetişiyor. Çok fazla çocuk
psikolojik bozukluk yaşıyor, ebeveynleri ise çaresizlik içinde çocuklarının
ızdırabına şahit oluyor, ama ellerinden bir şey gelmiyor… Dünyadaki tüm
psikologlar toplansa bu çocukları tedavi edemez.”
2021
saldırılarından bir sene sonra yapılan araştırmada, Gazzeli çocukların %80’inin
TSSB yaşadığını, bu çerçevede konuşma ve iletişim zorluğu, geceleri yataklarını
ıslatma, uyku bozukluğu, odaklanamama, sürekli kaygı ve korku içinde olduğu
tespit edilmiştir. Sadece çocuklar değil, sorumluluklarını yerine getiremeyen
ebeveynler de, özellikle işsiz kalıp ailesinin geçimini ve bombardıman altında
çocuklarının güvenliğini sağlayamayan çaresiz babaların da birçoğu TSSB’den
muzdariptir. Yine de her savaşın sonunda Gazzeliler, en azından işgalciye karşı
direnebiliyor, kendimizi savunabiliyoruz diye coşkulu kutlamalar yaparlar.
Gazzeliler
her şeye rağmen direnişi sürdürüyor
Peki,
Gazzeliler bunu nasıl başarıyor? Bütün bu zorlukların üstesinden nasıl geliyorlar?
Zorluklarla baş etme, imkânsızlık içinde imkân bulma kabiliyetleri çok yüksek
olan Gazzelilere “buluş toplumu” denir. Gazzeliler bunu şöyle açıklar: “Yaşamak
zorundayız, bunun için de bir çıkar yol bulmamız lazım. Çoğumuz geçimimizi
sağlamak için bir şeyler icat ediyoruz. Nihayetinde ihtiyaç icadın temelidir.”
Birkaç örnek verelim: İsrail benzin girişini engellediğinde Gazzeliler eski
arabalarını yemeklik yağla çalıştırırlar; tüp girişini engellediğinde yağ
tenekelerini fırına ve ocağa çevirirler; inşaat malzemesi yasağına karşı bina
molozlarını değerlendirip yeniden inşaat malzemesine dönüştürürler. Geçtiğimiz
yıllarda Gazzeli dalgıçlar, Akdeniz sularında buldukları Osmanlı’nın batırdığı
bir İngiliz savaş gemisindeki patlamamış bombaları tek tek çıkarttı; daha sonra
bunlardan roketler üretilerek İsrail’e fırlatıldı. Gazzeli tüccarların ne yapıp
edip ablukaya rağmen içeri bir şekilde mal sokmayı başardıkları da söylenir.
Gazze’de
yıkımın ortasında bile her daim hayat ve umut vardır. Yıkım da, yaşama arzusu
da Gazze’nin bir gerçeğidir. Öngörülemezlik ve belirsizlik yüzünden gelecek
planı yapamayan ve günlük yaşamaya mahkûm olan Gazzeliler, hayatlarını
ertelemezler, o an neyi gerektiriyorsa en iyi şekilde yapmaya çalışırlar.
Mesela bayramları bayram gibi kutlarlar, büyük ve coşkulu düğünler yaparlar, neslin
devamlılığına çok önem verirler, özel günlerini kutlamaktan vazgeçmezler, misafir
ağırlamayı ve ikramı çok severler. Her fırsatta şakalaşır, güler, eğlenirler ve
bu, onları psikolojik olarak ayakta tutan bir emniyet supabıdır.
Gazzelilerin
en büyük eğlencesi ve nefes aldığı yer, doyasıya yüzdükleri, piknik yaptıkları,
at koşturdukları Akdeniz sahilidir. Bütün bunlar aynı zamanda İsrail’e karşı direnmenin
bir yoludur. Bu konuda Gazzeliler şöyle derler: “Yıkımın ortasında bile
Gazzelilerin hala yaşamak istediğini görürsünüz.” “İsrail bizi haritadan silme
planları yaptıkça bizim de hayatta kalma azmimiz artıyor.” “Biz kendimizi mutlu
etmeye çalışırız, mutlu olmak için bir vesile ararız. Bugün savaş biter, ertesi
gün hiçbir şey olmamış gibi hayata devam ederiz ve bu da İsrail’i çıldırtır.”
Gazze
halkının imanı kuvvetlidir; hafızlık çok yaygındır ve en büyük gurur
kaynağıdır. “Kim bir iş yaparsa en iyisini yapsın” hadis-i şerifi birçok
Gazzelinin hayat felsefesidir. İstanbul’da doktorasını yeni bitirmiş bir
Gazzeli hanımın 2021’de yaptığım röportajda söyledikleri, Gazzelilerin hayatını
ve hissiyatını anlama noktasında çok önemlidir: “Biz hiç göremediğimiz Kudüs
için, hiç gidemediğimiz Filistin şehirlerinin özgürlüğü için savaşıyoruz, bunca
sıkıntıya göğüs geriyoruz. Anlamlı bir hayatımız var. Hayatın tadı ümmetin
meselesi için yaşamaktır. Hayatlarımız zordur, ama güzeldir. Gazze’de muazzam
bir dayanışma duygusu vardır, kendisi muhtaç olan bile yardıma koşar. İsrail
bir yolu kapatır, Gazzeliler başka bir yerden yolu yine açar... Şehit olmak
istediğimiz kadar hayatı da severiz ve önem veririz; hayatımız da, ölümümüz de
güzel olsun isteriz.”
Kaynaklar:
Middle East Eye ve Middle
East Monitor web sitelerinin Gazze haberleri ve analizleri.
Kenize Mourad, Toprağımızın Kokusu Filistin ve İsrail’in Sesleri,
Everest Yayınları.
Türkiye’de okuyan Gazzelilerle gündelik hayatta yaşananlara
dair yaptığım röportajlar.
Emine Çınar ile Gazzelilerin direnişine dair yaptığım
görüşmeler.
El-Cezire belgeselleri:
Gazze Yeniden https://www.youtube.com/watch?v=uPZvDZCp5dI
Bitmeyen Trajedi Gazze https://www.youtube.com/watch?v=1S6646qAi40
Gazze’yi Karartma https://www.youtube.com/watch?v=0GYIJe9g6SI
Parçalanan Filistin https://www.youtube.com/watch?v=utnthHPdk94