SAVAŞLARIN
SİVİL HALK ÜZERİNDEKİ FARKINA VARMADIĞIMIZ ETKİLERİ
Zahide Tuba Kor
NOT: Farklı tarihlerde sosyal medya hesaplarımdan yaptığım paylaşımların bir araya getirilmiş halidir.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
12
Mart 2022 – Irak’a uygulanan uluslararası yaptırımların neticeleri
1990’larda
çoğu bebek ve çocuk 1 milyon Iraklının yetersiz beslenme, açlık, mikroplu
sular, ilaçsızlık ve hastalıktan öldüğünü biliyor muydunuz? Mesela 1996’da her
ay yaklaşık 4500 çocuk bu yüzden ölür. Aşağıdaki fotoğraf, ölen
çocukların cenaze konvoyundan.
Sebebi,
Irak’ın Ağustos 1990’da işgal ettiği Kuveyt’ten geri çekilmesi için konan
uluslararası yaptırımlardı. 1991 Körfez Savaşı sonunda Irak ordusu çekilse de
yaptırımlar kaldırılmadı. Yeni hedef, Irak’ın yeniden silahlanmasını engellemek
ve Saddam rejiminin devrilmesini sağlamaktı.
Ambargolar
kapsamında hem sivil hem askeri alanda kullanılabilen!!? bir yığın ürünün Irak’a
satışı yasaklanmıştı. Neler mi vardı? Kurşunkalem, kalemtıraş, ayakkabı boyası,
kefen bezi, kolonyalı mendil, şampuan, su artıma kimyasalları (klor vs.) ve
ekipmanları, sargı bezi, şırınga, tıp dergileri, röntgen cihazı için kobalt,
tek kullanımlık tıbbi eldiven, çocuk aşıları, epilepsi ilaçları, ameliyat
gereçleri, diyaliz ekipmanı, tekstil üretim ekipmanı, diş macunu ve fırçası,
tuvalet kağıdı, tenis topu ve daha neler neler.
Mesela
klor yasağı yüzünden şehir suları temizlenemedi ve Iraklı çocuklar kirli sudan
hastalanıp öldü. İlaç kıtlığı had safhadaydı; antibiyotikler, antiparaziterler,
lokal anestezikler, aşılar, damardan verilen sıvılar, insülin, digoksin vs. bu
kapsamdaydı. Tıbbi malzeme girişi kısıtlı olduğundan doktorlar tıbbi
eldivenleri, sargı bezlerini, sondaları vs. tekrar tekrar sterilize ederek
kullanmak zorundaydı. Hastanelerin laboratuvar ve radyoloji hizmeti çok
yetersizdi. Ne acı ki 1999’da ülkede çalışır tek bir röntgen cihazı kalmıştı.
Bu
kadar büyük bir ölümün ardında ABD’nin 1991 Körfez Savaşı’nda 20. yüzyılın en
yoğun bombardımanını yaptığı Irak’ta elektrik santrallerini, su ve kanalizasyon
sistemlerini çökertmesi ve tamirin ambargoya takılmasıydı. Lağımlar nehirlere
aktı, temiz içme suyu azaldı. Su salgın hastalıklara yol açtı.
Velhasıl
Körfez Krizi ve ambargolar yüzünden Iraklılar önlenebilir hastalıklardan ve
ilaçsızlıktan öldü. Hem de kolera, tifo, tüberküloz, ishal, kızamık, karahumma,
solunum yolu enfeksiyonları, sıtma, mide ve bağırsak iltihapları gibi tedavisi
olan hastalıklardan.
1980’de
Irak’ın gelişmiş bir sağlık sistemi vardı, ama 1990’larda savaşlar ve
yaptırımlarla çökertildi.
1990’larda
Irak’a konan ambargoların bir diğer etkisi ise, -her ne kadar Irak yönetimi
karne sistemiyle temel gıda maddelerini halka bedava veya çok cüzi bir fiyata
dağıtsa da- yetersiz beslenmeydi.
Atlantik
Konseyi Irak uzmanı Abbas Kazım’dan bunun yansımasını dinleyelim: “İnsanlar
kendi çocukları mı yoksa erkek kardeşinin çocukları mı aç kalacak her gün bir
tercih yapmak zorundaydı.”
BM
Irak İnsani İşler Koordinatörü Dannis Hakkiday, Iraklıların acıları karşısında
dayanamayıp 1998’de görevinden istifa ederken şöyle diyecekti: “Biz bütün bir
toplumu yok etme sürecindeyiz.”
Yetersiz
beslenmenin çocuklarda olumsuz kalıcı etkisi büyüktü: UNICEF Irak temsilcisi
Philippe Heffinck’e göre “5 yaş altı çocuklarda yetersiz beslenme oranı %30’du
(1,1 milyon çocuk). 2 yaş altı için yetersiz beslenme bilhassa kritikti, çünkü
beynin şekillendiği dönemdir. Beyin gelişemez, çocuğu sürekli etkileyecek
fizikî ve zihnî gelişim eksikliği yaşanır. Bu da ileride eğitimini, iş
bulmasını, aile kurma ve çoğalma şansını, yani bütün hayatını etkiler.”
Bugün
de Suriye, Yemen, Afganistan ve birçok savaş bölgesinde benzer durumda milyonlarca
çocuk olduğunu biliyor musunuz?
Yaptırımların
daha sinsi bir yönünü de yine Abbas Kazım’dan bir alıntıyla aktarayım: “2003
sonrası Irak’ıyla eşanlamlı hale gelen yolsuzluk, kısmen 1990’lardaki yaptırım
rejiminin bir mirası. Irak toplumsal dokusunun tükenmesi yaptırımlar yüzünden;
zira rüşvetçilik ve üçkağıtçılık yaptırımlardan hayatta kalmanın ortak bir
mekanizmasına dönüştü. Yolsuzluk o denli astronomik düzeydeydi ki çöküşte olan
bir toplumu bugün gördüğünüz envai çeşit toplumsal hastalıkla baş başa bıraktı.”
Ve
son not: Yaptırımlar ve ambargolar hangi ülkede uygulanırsa uygulansın yönetici
eliti hiçbir zaman etkilemez; onlar kaçakçılık ve türlü yollarla lüks
hayatlarını ve eğlencelerini sürdürürler. Ama orta ve üst sınıflar giderek
fakirleşir, fakirler ise iyice çöker, hatta dilenciye döner. Halkın hayat
kalitesi düştükçe düşer.
İnanır
mısınız, Saddam Hüseyin de 1990’larda kendisine yeni yeni saraylar, görkemli
camiler ve eserler vs. yaptırmayı sürdürmüştü. Oğullarının eğlence hayatına hiç
girmiyorum bile.
Emine Aksayan’dan yaptığım bir retweet: https://twitter.com/akyasan_emine/status/1502671885099802624
1 Mart 2022 – ABD’nin Irak/Felluce’de kullandığı silahların yeni doğanlara etkileri
BİSAV’da
gelecek hafta vereceğim “İslam Coğrafyasında Savaşların Toplumsal Sonuçları” semineri
için savaşın Iraklılar üzerindeki etkilerini araştırırken ABD’nin 2004’te
seyreltilmiş uranyum, beyaz fosfor vs. kullandığı Felluce’ye tekrar odaklandım.
Hala
bebeklerin %15’i anormal şekillerde doğuyor. Uzmanlar buraya “en yüksek genetik hasarlı bölge” diyor. Dahası ABD’nin 1945’te nükleer bomba attığı Hiroşima-Nagasaki’de sakat doğum
oranı %1-2 iken Felluce’de %15.
Kalp
problemleri, beyni büyük veya küçük doğanlar, omurga ve uzuv bozuklukları, çift
baş, yüzün ortasında tek göz, türlü türlü tümörler... Birkaç bebeğin
fotoğrafını paylaşıyorum. Google görsellere “congenital birth defects Fallujah”
yazarsanız Felluce’nin talihsiz bebeklerinden çok daha fazlasını
görebilirsiniz.
Bir
de doğamayanlar var; istatistikler Felluceli annelerin normalden çok daha fazla
düşük yaptığını gösteriyor.
ABD,
Irak’ta kendisine en güçlü isyanı eden Felluce halkını, gelecek nesillerini
bile sakat bırakacak şekilde bastırdı. Büyüklerinin direnişinin bir cezasına
dönüştürülen bu bebekler, savaşın ve Amerikan işgalinin nesiller boyu
hatırlatıcısı olarak kalacaklar.
ABD’nin
Irak’a “hediye”si bu kadardan ibaret değil. Irak resmi istatistiklerine göre
1991 Körfez Savaşı öncesinde Irak’ta kanser vakası 100.000 kişide 40’mış, ancak
savaşta kullanılan sağlığa zararlı mühimmat yüzünden 1995’te 800, 2005’te 1600’e
çıkmış ki uzmanlar gerçek rakamlar bunun en az iki katı diyor. 15 yıl sonra
bugünlerdeki rakamlar kim bilir ne kadar yüksektir.
ABD’nin
Irak’ı işgalinin insani maliyeti ile ilgili birçok çalışmanın linklerinin
verildiği bir web sitesi. Konuyla ilgilenenlere duyurulur. https://web.mit.edu/humancostiraq/
Ve
son bir not. Ortadoğu’da nesillerin sakat doğmasına yol açan sadece oğul Bush
olmadı. 1980’lerde Saddam’ın İran’a karşı kullandığı kimyasallar yüzünden nice
İranlı bebek de sakat doğdu.
Saddam
ve oğul Esed de kendi halkına defalarca kimyasal silahlar kullandı. O
kimyasallara maruz kalan ebeveynlerin de bebekleri türlü rahatsızlıklar ve
sakatlıklarla doğuyorlar.
6
Mart 2022 – 1988’de Kuzey Irak’ın Halepçe şehrinde kullanılan kimyasal silahın
neticesi
Saddam
Hüseyin’in Halepçe’de kendi Kürtlerine karşı kullandığı kimyasal silahların
neticesini eski Irak askeri Robert Fisk’e anlatmış. 5000 küsur insanın yanı
sıra gökte uçan kuşlar da ağaçların tomurcukları da yok oluvermiş. Savaşların
insan zayiatı kadar çevre tahribatı da korkunç:
“Her şeyi gördük. Gaz kullanmaya başladıklarında ne garip şeyler olduğuna inanamazsın. Kuşların gökyüzünden yere pat pat düştüğünü, ağaçların dallarındaki küçük tomurcukların aniden karardığını gördüm. Yapraklar gözümüzün önünde çürüyüverdi. (…) Çok fazla ceset vardı. Hepsi sivildi. Köylerin çevresinde, tepelerin eteklerinde öylece yatıyorlardı. (…) Kucaklarında çocuklarıyla birçok kadın vardı ve hepsi olduğu yerde ölmüştü. (…)”
6
Mart 2022 – Afganistan’da savaşların etkisi
Mezar-ı Şerif eski TİKA Koordinatörü Zeki Bulduk, Afganistan Mektupları: Evlat Babanın Sırrıdır kitabında Afganistan için der ki “Çocukları zenginlere vermek, bir çocuğun yaşaması, kursağından iki lokma geçmesi için o kadar tabii ki o topraklarda, bunu ancak savaş görmüş ve bir daha kendine gelememiş bir ülkede yaşarsınız.” (sf.36)
Yine
Bulduk der ki “Normal hayatına devam edenler, çaresizlik hırsızını bilmeyenler,
çaresizlere ahlak dersi veriyorlar yıkılası dünyada”(s.35) Hakikaten savaşı ve
açlığı yaşamamış bizler kendimizi girmediğimiz imtihanların kazananı sanıyor,
imtihandakileri kolayca yargılıyoruz.
Keşke
bilseydik 100 küsur sene evvel o imtihanları yaşayan dedelerimizin ve
ninelerimizin, bugünkülere çok benzer dramlar yaşadığını, savaşların nasıl
bellerini büküverdiğini...
Robert Fisk de Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi kitabında der ki “Hükümetler (…) halklarının savaşı zıtlar arasındaki, kötü ve iyi, ‘biz’ ve ‘onlar’, zafer veya yenilgi arasındaki bir dramdan ibaret görülmesini isterler. Fakat savaş esasen zafer veya yenilgi değil, ölüm ve ölümün ızdırabıyla ilgilidir. İnsan ruhunun topyekûn başarısızlığını temsil eder.” (s.18)
4 Mart 2022 – Afganistan’daki Sovyet kara mayınlarının etkileri
Afganistan’ın
10 milyon mayınla dünya kara mayınlarının %10’unu barındırdığını biliyor
musunuz? Kahir ekseriyeti 1980’lerdeki Sovyet işgalinden kalma. Tarlalar,
okullar, su kanalları, meralar, kısaca her yerden çıkabiliyorlar.
Bu
mayınlar yüzünden hala her gün ortalama 25 kişi ölüyor. 40 yıldır yüz binlerce
Afgan mayınlara basarak öldü, yüz binlercesi de sakat kaldı.
Ülkede
birçok ortopedik uzuv üreticisi var. Fotoğraflarını aşağıda paylaşıyorum.
Şu linkten ayrıntıları okuyabilirsiniz. https://www.dailymail.co.uk/news/article-3205978/Pictured-harrowing-plight-children-maimed-Afghanistan-thousands-landmines-scattered-country-decades-war.html
1980’lerde Rus uçaklarından atılan ve her yeri dolduran milyonlarca “kelebek mayını” renkli oyuncak gibi. Çocuklar oynamak için dokundukları anda patlayıveriyor.
Sonrası, -kaderlerinde yaşamak varsa- fotoğraflardaki gibi, yani bacaklarına ve/ya kollarına ilelebet veda ediyorlar. Takma bacaklar ve kollarla hayata tutunuyorlar.
Siz hiç çocukken mayın ve patlamamış mühimmat eğitimi aldınız mı? Afgan çocuklara böyle eğitimler de veriliyor, fotoğraflarda göreceğiniz üzere.
18
Şubat 2022 – Afganistan’da savaşların etkileri
Afganistan’la
ilgili okuduğum 2009 tarihli bir rapordan Afganların bazı sözlerini paylaşmak
istiyorum.
“Göç
sırasında bir yığın problem yaşadık. Paramız da, eğitim imkânımız da, başımızı
sokacağımız evimiz de, Afgan olduğumuzdan bizi misafir eden ülkede onurumuz da
yoktu.”
“Çadırda
hayat zordur; çocuklarımın hepsi hastaydı, eğitim de göremediler. Evime
döndüğümde hiçbir şey kalmamıştı; sulama sistemi, kanallar, ormanlar hepsi yok
olmuştu. Akrabalarımızı yabancı ülkelere gömdük. Birçok akrabamız şehit düştü ve
mezarları nerede hala bilinmiyor.”
“En
kötü tecrübem, tüm ailemin mücahitlerce hapse atılmasıydı. Bizi dövdüler ve
işkence ettiler; Halk (komünist) olmakla suçladılar. Tüm mal varlığımıza ve
topraklarımıza el koydular. Ardından komünistler gelip babamı tutukladı ve onu
mücahitlerden olmakla suçlayıp öldürdü.”
“Babam
ve dedem mücahitlerce tutuklanıp işkence gördü. Babam ve amcam Rusya’da eğitim
gördüğünden ajanlıkla suçlandı. Mücahitler salınca bu sefer komünistler onları
götürdü, mücahitlerin işbirlikçisi diye işkence etti. Dedem öldü, babamsa şu an
ciddi zihinsel problemler yaşıyor.”
“En
çok acı çeken çocuklar oldu; ölümlere ve işkencelere bizzat şahit olduklarından
zihinsel olarak etkilendiler. Bazen günlerce aç kaldılar ve evlerinden
olduklarında çok uzun mesafeleri yaya olarak kat etmek zorundaydılar.”
“2
milyon kişi şehit düştü, Afganistan’ın %70’i yıkıma uğradı ve ekonomi çöktü.
Sonuç, halkımızın yarısının delirmesi. 30-40 yaşında erkeklerin 70 yaşında gibi
görünmesi. Hepimiz korku içinde yaşıyoruz. Afganistan’ın hiçbir yerinde güvende
değiliz, Kabil ve Celalabad’da bile.”
“Çatışmalar
sadece insanları öldürüp evlerini yıkmadı, aynı zamanda bütün hayatlarını ve
güven duygusunu da yıktı. Babalarını yitiren ve çatışma altında büyüyen
çocuklar hiç kimseye güven duymuyor artık. Her şeyden ödümüz kopuyor, çatışmalar
yeniden başlayacak diye korkuyoruz.”
“Maalesef
tüm katiller ve savaş ağaları iktidarda; makamlarında güven içinde oturuyorlar.
Halk olarak onlardan çok korkuyor, hiçbir hükümet organına güven duymuyoruz.” “Hükümet
emniyetsizlik halinin baş müsebbibi yozlaşmış kaymakamlar, emniyet müdürleri ve
hakimlerden temizlenmeli.”
Kaynak:
“The Cost of War: Afghan Experiences of Conflict, 1978 – 2009”, OXFAM, Kasım
2009, https://www-cdn.oxfam.org/s3fs-public/file_attachments/afghanistan-the-cost-of-war_14.pdf
Bu raporu, Mart ayında BİSAV’da vereceğim “İslam Coğrafyasında Savaşların
Toplumsal Sonuçları” seminerime hazırlık için okudum. Konuya ilgi duyanların
bilgisine.
27
Temmuz 2021 – Savaşların Yemenliler ve Suriyeliler üzerindeki etkileri
Az
evvel BBC Arapça kanalında bir belgesel izledim. Yemen’de savaş, açlık, salgın
hastalıklar altında sağlık sistemini ele alıyordu.
Fotoğraftaki çocuk 8 yaşında. Yetersiz beslenmekten kulakları duymuyor. Bunun gibi aç milyonlarca Yemenli çocuk var. Öğrenme güçlüğü de çekiyor olmalılar.
Bunun gibi daha birçok Yemenli çocuk var; sunumlarımda kullandığım birkaç fotoğrafı paylaşayım.
Savaşlar
Ortadoğu’da sadece günümüzü değil, gelecek nesilleri de mahvediyor. Gerekli
vitaminleri, mineralleri vs. almadan büyüyen bu çocuklar nasıl bedensel ve
zihinsel olarak sağlıklı olacak?
Ve
bizler onca yiyeceği çöpe dökerken hiç bu çocuk gibi milyonları düşünüyor
muyuz?
Belgeselde
17 kişilik bir aile vardı. Çamurdan yapılmış tek oda bir evde yaşıyorlar. Eski
evi bombardımanda yıkılmış. Evin reisi koronavirüs olmuş. İzole olman lazım
dendiğinde kabul etmiyor; hem gidecek yeri yok hem de ailemi bırakamam diyor.
Koronavirüsle birlikte Yemen sağlık sistemi tamamen çökmüş durumda.
2
ay evvel Yemen ile ilgili çevirdiğim yazıyı hatırladım. Hudeyde’de yaşayan
Yemenli gazeteci Menal Kâid el-Visabi’nin yazdığı “Yemen: Yaşayamaz ve Yaşanamaz Bir Devlet” başlıklı yazıyı hala okumadıysanız kaçırmayın.
Savaş
yüzünden açlıktan kırılanlar sadece Yemenliler de değil. Suriye’de Esed
rejiminin Humus ve Şam kırsalı başta olmak üzere muhaliflerin elindeki birçok ili
ve ilçeyi aylarca, hatta yıllarca kuşatıp içeriye buğday başta olmak üzere gıda
girişini engelleyip insanları aç bırakarak geri aldığını biliyor muyuz? Suriye’de
halkı aç bırakarak muhaliflere diz çöktürmek rejimin temel silahlarından
biriydi.
Abluka, açlık ve bombardımanın en acımasızca yaşandığı bölgeden biri olan Şam kırsalındaki Doğu Ğutalı bebeklerin 2017 yılına ait fotolarını paylaşıyorum. Rejimin 2,5 sene kuşatıp insanları aç bıraktığı dönemden.
Bu fotoğraftaki çocuk 2,5 yaşında, metabolizma bozukluğu çekiyor.
Doktorun
elindeki bu bebek ise 1 aylıkken açlıktan ölmüş.
Doğu
Ğuta’dan 3 çocuğuyla İstanbul’a sığınmış bir hanımla tanışmıştım, bana şunları
anlatmıştı: “Esed ordusunca çepeçevre kuşatıldık; 2,5 sene içeriye hiç yiyecek
sokulmadı. Açlıktan kırıldık. Hayvan yemi arpa ile kartonu yarı yarıya
karıştırıp ekmek yapıp yiyerek ayakta kaldık. Sürekli bombardıman altındaydık.
Çocuklarımın okulu yıkıldı, arkadaşları öldü, hep kan gördüler. Gece uyurken
evimiz vuruldu; babam, kardeşim, komşularım öldü. Bir de benim eşimle
kavgalarım ve sürekli yediğimiz dayaklar... Sonunda eşimi terk edip Türkiye’ye
sığındım.”
Biliyor
musunuz, bu kadar sıkıntı yaşamış hanımın çocukları, İstanbul’da okullarında
Türk akranlarınca dövülüyor, hakarete uğruyordu. Tek başına çalışıp geçimini
sağlamaya çalışan bu hanım, her gün çocuklarının okuldan eve ağlayarak
geldiğini anlatmıştı...
Esed
rejiminin muhasara ve açlıktan kırarak muhalifleri teslime zorlama
politikasından Suriye’deki Filistin mülteci kampları da nasibini almıştı.
Ülkedeki
en büyük Filistin mülteci kamplarından Yermük’te yaşadıkları felaketin ardından
iki kardeşiyle birlikte Türkiye sınırındaki Halep’in Azez ilçesindeki dağınık
çadır bölgelerden birine sığınmış bir Filistinli genç kızla 2020 Ocak’ında
yardım dağıtırken tanışmıştım. Bana hikâyesini şöyle anlatmıştı:
“Yermük
üç defa rejim tarafından kuşatma altına alındı. İlki bir yıl, -içeriye yiyecek
içecek hiçbir şeyin sokulmadığı- ikincisi ise üç-dört ay sürdü; 2017’de
başlayan üçüncü kuşatmada ise bir ay boyunca yoğun bombardıman yaşadık. Bu
sırada herkes kamptan tahliye edildi. Erkekler hapse atılırken biz kadınlar göç
yoluna düştük. 2 kardeşimle buraya geldik, ama 1 kardeşimi yolda kaybettik. 16
yaşındaki kayıp kardeşimin şu an Şam’da olduğunu yeni öğrendik. Annem olaylar
başlarken 2012’de öldü, babam 2017’de bombardıman altındayken susuzluktan öldü.
Yermük Kampı şu an rejimin elinde ama bütün binalar yerle bir ve yaşanacak yer
kalmadı.”
Yermük
Kampı ile ilgili kedi-köpek yenebilir fetvasını hatırladığımdan “Kuşatma
altında ne yediniz?” diye sordum. Cevabı şu oldu: “Ekili yeşillik bitkileri ve
otları yedik. Eğer ki içeride herhangi bir şekilde şeker, pirinç, gıda, ilaç
bulabilirsek fiyatı normalden 100 kat yüksek olurdu. Kuşatmanın sadece en
sonunda UNRWA yardımları kampa girebildi.”
Bunlar
benim yüz yüze görüşmelerimden öğrendiklerim. Bunlar gibi yüz binlerce
Suriyelinin hikayesi var.
Şam’daki
Yermük Filistin mülteci kampı fotoğraflarını da paylaşıyorum. İlki UNRWA’nın
gıda yardımı kuyruğundan. Nasıl bir açlık ve fakirlik yaşandığını bundan daha
iyi bir foto anlatamaz herhalde.
Son olarak Yemen, Suriye, Irak ve diğerlerinde bir de savaşlarla bir medeniyetin yansımaları olan tarihi şehirlerin bombalanarak yerle bir edilmesi söz konusu. Yemen’in başkenti San’a’da binlerce yıllık binalar enkaza dönüyor. Tarihsizleştirme, kültürsüzleştirme, hafızasızlaştırma yaşanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder