İSTANBUL’DA
YAŞAYAN SURİYELİ HANIMLARIN HAYAT HİKÂYELERİ
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
I.
Küresel Vicdanın
Dilinden Özgürlük Filosu: Yolcularla Söyleşiler kitabım için Aralık 2010’da görüştüğüm ve aslında ilk
röportaj yaptığım Suriyeli olan- Mavi Marmara yolcusu Şaza Barakat ve ailesinin
hikâyesi çok çarpıcı.
Şam
Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı mezunu olup 20 küsur yıl Arapça
öğretmenliği yapmış, çocuk hikaye kitapları yazmış; ben tanıştığımda yabancı
diller ve bilgisayar eğitimi veren el-Maarif Akademi’nin müdürüydü. 3 çocuk
annesiydi.
İç savaş
başlayınca Türkiye’ye sığınmış ve Suriyeli çocukların eğitimi için Esenler’de
1000 küsur öğrenci kapasiteli Şamuna Okulunu kurmuş. [Özel hayatıyla ilgili
ayrıntıları, 2015’te bu okula yaptığım ziyarette tanıştığım okulun
idarecilerinden Türkmen kökenli Kevser Kafas’tan öğrendim.]
Şaza Hanım’ın
Şam’ın köklü ailelerinden olan yazar eşi İstanbul’da vefat etmiş. Keskin
nişancı eğitimi alarak isyana katılan en küçük oğlu, 2014’te henüz lise
çağındayken şiddetli bir patlamada hayatını kaybetmiş; paramparça olan cesedi
bulunamamış bile.
Guta’da
öldürülen en küçük oğlu
Tıp son
sınıfta okuyan ve bir hastanede çalışan diğer oğlu, PYD tarafından esir
alınmış; sadece bir defa annesini telefonla arayabilmiş ve bir daha kendisinden
haber alınamamış. Oğlunun eşi ve iki çocuğu şimdi Şaza Hanım’a emanet. Şaza
Hanım artık memleketi İdlib’de çalışıyor. Hayatta kalan tek oğlu ise
Hollanda’da üniversite okuyor. Keşke vakti zamanında daha fazla çocuk sahibi
olsaydım diyormuş.
Kuzey
Carolina Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde okuyan 23 yaşındaki yeğeni
Deah Shaddy Barakat ve eşi ile eşinin kız kardeşi 2015’te ABD’de ırkçı-İslam
düşmanı bir komşusu tarafından evlerinin önünde katledildi.
Rejimin
hapishanelerdeki işkencelerini araştıran bir aktivist olan kız kardeşi Orouba
ile 22 yaşındaki İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü mezunu ve
Orient kanalında yeni işe başlayan kızı Halla, 2017’de amcaoğlu tarafından
Üsküdar’da boğazları kesilerek öldürüldü. Ancak kardeşinin üzerinde çalıştığı
dosyaların evinde bulunamaması nedeniyle Şaza Hanım rejimden şüpheleniyor.
İstanbul’da
öldürülen Orouba ve Halla Barakat
Gördüğünüz
üzere tamamı eğitimli bir aile… Farklı yerlerde, farklı saiklerle bir bir
ortadan kaldırıldı. Şaza Hanım’ın ailesinin akıbeti Suriye’nin bir özeti
mahiyetinde.
Bilgileri
teyit için görüştüğüm arkadaşı Kevser Kafas’a hayatı ne kadar acılarla dolu
dediğimde cevabı şu oldu: “Sadece kendi acısı değil ki başkalarının da acısını
çekiyor, dertleriyle ilgileniyor.”
Şaza
Hanım’ın babasının Baas rejimi ve Hafız Esed ile mücadelesi 1960’lara
dayanıyor. Bu uğurda yıllarca Suriye’de hapis yatmış, serbest bırakıldıktan
sonra Kuveyt’e gitmiş. Burada çalışıp çok para kazanmış. İç savaş başlayınca
sadece Suriye’deki kız kardeşler değil, Kuveyt’teki erkek kardeşleri de bütün
mal mülklerini bırakıp Suriye için seferber olmuşlar.
Şaza Hanım
ailesinden gelen cesaret ve dirayeti hayatı boyunca hep sürdürmüş. Filistin ve
Irak konusunda da öncü olmuş, ülkesinde kitleleri seferber etmiş biri.
Kendisiyle 2010’da görüştüğümde Siyonizmle Mücadele Ulusal Derneği üyesiydi. Ve
Gazze’ye gidebilmek için Mavi Marmara yolculuğuna katılmış ve İsrail
saldırıları sırasında yaralılarla ilgilenmişti.
Ve son not:
Ülkemde Suriyelileri cahil cühela, kültürsüz, bedevi, dilenci taifesi zanneden
bir kesim var ki aslında bu zanları kendi cehaletlerinin bir ürünü. Özellikle
Şam tarih boyunca bir ilim, kültür ve medeniyet merkezidir; Halep de bir ticaret
ve kültür merkezi. İç savaşa kadar da böyleydi. Sorun, bu kültürlü, okumuş
yazmış, profesyonel meslek sahibi kesimleri ülkemizde barınamayacak hale
getirmemiz. Kendi alanlarında ve birikimlerinde iş imkânı sunmamamız. Batı
ülkeleri bu insanların birçoğunu özel davetle kaptı. Tabii ki hala ülkemizde
yaşamaya devam eden birçokları da var... Sohbetine doyamadığım, yelkovanlar
dursa da daha fazla konuşabilsem diye düşündüğüm çok değerli Suriyelilerle
karşılaştım, tanıştım... Dil sorunumuz ve önyargılarımız yüzünden bu kültürlü,
görgülü kesimlerin farkına bile varamamamız ve onları aşağılamamız çok acı.
Savaş ve göç Suriyeli kadınların hayatında neleri değiştirdi öğrenmek için 2019’da İstanbul’da mülakatlar yapmıştım. Bu kadınların hikâyelerini paylaşacağım.
II.
Eşi Esed’in
zindanına atılmış ve muhtemelen öldürülmüş İstanbul’da tek çocuğuyla yaşayan genç
bir Suriyeli hanımın 2019’da bana anlattığı hikâyesi:
“Başta
eşimi hapishanede ziyaret ediyordum. Ama bir gün ‘artık gelmeyeceksin’ dediler.
Bunun ne demek olduğunu anladım; Suriye’de yaşama şansım kalmamıştı.
2017’de 7
yaşındaki tek çocuğumu alıp ablamın verdiği borç altınlarla İdlib üzerinden
Türkiye’ye geldim. Suriye’deki kaçakçı, halimi görünce acıyıp benden para
almadı; ama Hatay’daki Türk mafyası tüm paramı ve altınları alıp İstanbul’a
götürüyorum diye bizi Kilis’e bıraktı.
Borç harç
içinde İstanbul’a ulaştım. Bir tekstil fabrikasına işçi olarak girdim; günde 12
saat çalışıyordum. Patronumun ahlakı son derece bozuktu, bana rezil davrandı.
Hiçbir yakınım olmadığından çocuğuma bakacak kimsem yoktu; okuldan dönen oğlum
akşama kadar sokakta kalıyordu. Bir gün araba çarptı, hastaneye kaldırıldı.
Oğlum tuvalete gitmek için bile kalkamıyordu; fotoğrafını çekip patronuma
telefondan yolladım; bana işe gelmek zorundasın cevabını verdi. Kazanın daha
ikinci gününde işe gittim. Her gün 15 dakikalık çay ve 45 dakikalık yemek molasında
evime koşup oğluma baktım. Allah’tan evim ile işim yakındı. Oğlum iyileşene
kadar yemek yemeden günler geçirdim.
Tamirci
gelecek olsa veya oğlumun okuluna gitmem gerekse bile patronum izin vermedi.
Biliyor musun, sizin işverenleriniz çok acımasız.
Şimdi tek
derdim 9 yaşına gelen oğluma kalabileceği düzgün bir yatılı okul bulmak. Yoksa
çocuğum bir çöp olacak. Okula gidiyor ama eğitimi sıfır. Ne fasih Arapça
biliyor ne de Türkçe. [Türkçe konuşmayı bilse de yazamıyor]. Bu gidişle suç
çetelerinin eline düşecek diye korkuyorum.
Geleceğe
dair hiçbir ümidim yok. Tek düşündüğüm her ay kirayı ve faturaları nasıl
ödeyeceğim. Çünkü bütün kazancım kiraya ve faturalara gidiyor. Sadece çalışıyor
ve uyuyorum. Yemek pişirmeye bile vaktim yok; hazır ne varsa, peynir-ekmek onu
yiyoruz. Türkiye’ye geldiğimden beri tek bir gün bile oğlumu parka götürüp de
oynatamadım. Ne anne ne baba rolünü doğru düzgün oynayabiliyorum.
Çok şükür
kısa süre evvel işimi değiştirince rahatladım, mesaim 11 saate indi; patronum
daha insani. Benim de oğluma önceki kötü muamelem değişti. Eskiden işin
stresinden en basit bir şeyde oğlumu dövüyordum ne yazık ki.
Biliyor musunuz, Türkiye’de hayat çok ama çok zor.”
III.
Yine eşini
kaybetmiş dul bir hanım:
“Önce 4 ay
cüzdan fabrikasında çalıştım, ama hem patronumun baskısından hem de kokudan
rahatsızlanıp işten çıktım. Şu an bir kıyafet dükkânında tezgâhtarım. Günde 12
saat çalışsam da işimden memnunum, en azından müşteriler kadın.
İki çocuğum
var; anne-babamla yaşıyorum. İşe giderken çocuklarımı onlara emanet ediyorum.
Ama erkek kardeşimin müdahaleleri yüzünden çocuklarımı istediğim gibi
yetiştiremiyorum maalesef.
4.
sınıftaki oğlum saat 2’de okuldan dönünce evimizin altındaki dükkânda saat 7’ye
kadar çalışıyor. Akşam eve dönünce bir saat oturup ardından uyuyor. Dolayısıyla
derslerine çalışamıyor; başarısız bir öğrenci. Ama ailemizin geçimi ve okul
masrafları için oğlumla birlikte çalışmak zorundayız, başka çaremiz yok.
Hem bedensel hem de psikolojik olarak çok yorgunum. Çocuklarıma hem anne hem baba olmaya çalışıyorum, ama ikisini de beceremiyorum.”
IV.
“Şam
kırsalındaki Guta’da 2,5 sene ordunun ablukası ve sürekli bombardımanı altında
kaldık. İçeriye yiyecek sokulmadı. Hayvan yemi olan arpa ile kartonu yarı
yarıya karıştırıp ekmek yapıp yedik. Bombardımanda evimiz vuruldu; babam,
kardeşim, komşularımız öldü. Çocuklarımın okulları yıkıldı, arkadaşları gözleri
önünde öldü. Çocuklarım hep kan ve korku gördü. Bir de sürekli eşimle
kavgalarımız ve dayakları.
Sonunda
dayanamayıp üç çocuğumu alıp tek başıma Türkiye’ye sığındım. İstanbul’da hiç
akrabam ve arkadaşım yok. Evlerde temizlik yaparak geçimimi sağlamaya
çalışıyorum. Ama astımım olduğu için temizlik malzemelerinin kokusu yüzünden
defalarca hastaneye kaldırıldım ve oksijen takıldı.
Kazancım
yetmediğinden 15 yaşındaki kızımı çalıştırmak zorunda kaldığım için çok
üzgünüm, hatta kendimden utanıyorum. Diğer iki çocuğum okula gidiyor. Ama
okulda Türk akranları tarafından dövülüyor, hakaret ediliyor; çocuklarım eve
hep ağlayarak geliyor.
Kendim psikolojik olarak tamamen yıkılmış vaziyetteyim; ama çocuklarıma belli etmemeye, onların psikolojisini ayakta tutmaya çalışıyorum. Her şeye rağmen burada emniyetteyiz ya, çok şükür. Ama bir fırsatını bulabilirsem Avrupa’ya gitmeye çalışacağım.”
V.
“52 yaşındayım,
8 çocuğum var. Şam kırsalından kaçıp 2014’te İstanbul’a sığındık. Çünkü
askerlik emri gelen iki çocuğum, kardeşin kardeşi öldürdüğü bu iç savaşta
ellerini kana bulamamak için Türkiye’ye kaçmıştı. Rejim çocuklarınız nerede
diye kapımıza dayandı; gittiklerini söyleyince eşimi alıp götürdüler. Biz de
Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldık.
İş aradım
ama yaşım ileri olduğundan bulamadım. Çorlu’da çalışan oğlum evimizin kirasını
yolluyor; ama yeme-içme için para yetmiyor. Karnımızı doyurmak için pazar yerlerinde
kaldırımlara atılmış sebze-meyveyi topluyorum.
Biliyor
musun, 4. sınıfa geçen 10 yaşındaki oğlum okula giderken benden sadece 1 TL
istiyor, onu bile veremiyorum. Evli kızlarım haftada 2 kere ziyaretime geliyor,
sevinemiyorum; damatlarıma karşı çok mahcup hissediyorum. [Suriye’deyken mükellef
sofralar kurarken şimdi bunu yapamadığı için mahcup.]
Suriye’deyken eşim koskoca bir ev yaptırıyordu, evlenen tüm çocuklarımızla aynı binada mutlu mesut yaşayacaktık. Ama bize nasip olmadı. Şimdi evimizde İran destekli Şii yabancılar oturuyormuş.”
VI.
“Halepliyim,
9 çocuğum var. Evlerimiz, arabamız, tarlalarımız, zeytinliklerimiz o kadar çok
mal mülkümüz vardı ki iç savaşta hepsi gitti. Tek bir arabamızla kendimizi
Türkiye’ye atıp bombardımanlardan canımızı zor kurtardık. Şimdi çok zor
şartlarda yaşıyoruz.
Eskiden çok
mutlu ve kenetlenmiş bir aileydik; şimdi her çocuğum kendi derdine düştü,
bencilleşti. Bir oğlum işsiz, biri çalışıyor ama maaşı doğru düzgün verilmiyor,
biri hasta, diğeri de kimliksiz olduğundan sınır dışı edilme korkusuyla işine
gidemez oldu. [Tam o dönem İstanbul polisi, sokaklarda çevirdiği Suriyelileri,
cebinde kimliği yoksa sınır dışı ediyordu.]
Halep’te yaşayan kayınvalidem kalp hastalığına yakalanınca oğlum Suriye’ye gidip tedavi için onu Türkiye’ye getirdi. Kayınvalidem fazla yaşamadı. Oğlumun kimliği bu kaçak giriş-çıkış yüzünden geçen sene iptal edildi; şimdi İdlib’e sınır dışı edilme korkusuyla kapıdan dışarı çıkamıyor, işini de kaybedecek, 5 çocuğu var. [Hıçkıra hıçkıra ağlayarak] Biz ne yapacağız şimdi? Kendimi yoldan geçen arabaların önüne atıp intihar mı edeyim?”
VII.
“4
çocuğumla Şam’dan geldim. 41 yaşındayım. Rejimin adamları, eşimi ve 3 yaşındaki
oğlumu arabayla giderken yolda öldürdü. Eşimin vefatının ardından Şam’da
yardımlarla ayakta kaldık. Ama bu şekilde yaşamayı zül addettim; Türkiye’ye
onurumuzla yaşamak, alnımın teriyle çalışıp çocuklarımı büyütmek için geldim.
Günde 12 saat bir terzide çalışıyorum.
Tek başıma
ailemi himaye edemedim; başımıza bir erkek lazımdı. O yüzden 3 yıl evvel 16
yaşındaki kızımı bir Suriyeli gençle evlendirdim; birlikte yaşıyoruz. Sağ olsun
hepimizi koruyup kolluyor.
Göçle
birlikte çocuklarım içine kapandı, kimseyle konuşmak ve topluma karışmak
istemiyorlar. Türkçeyi tam bilmiyor, dersleri anlamıyorlar diye Türk akranları
dalga geçiyor. Akşamları derslerini öğretmeye çalışıyorum ama benim Türkçem de
yetersiz. Çocuklarımın Suriye’deyken dersleri çok iyiydi; hep eski günleri
özlüyor, geri dönmek istiyorlar.
Yaşadığımız sıkıntılardan dolayı çocuklarımla sıkıca kenetlendik. Bize karşı büyük bir nefret var; korkudan çocuklarımı okul haricinde dışarı salmıyorum. Hele İstanbul seçimleriyle birlikte bize bakışınız bile değişti. Geçenlerde çocuklarımla birlikte dışarıda geziyorduk. Bir Türk adam gelip cep telefonuyla fotoğrafımızı çekti, bakın Suriyeliler nasıl da ortalıklarda gezip eğleniyor demek için. Çok üzüldüm. Neden bize böyle davranıyorsunuz? Hafta içi bütün gün çalışıyorum, kırk yılda bir nefes almak için çocuklarımı alıp dışarı çıktım. Havada mı almayalım?”
VIII.
“2012’de
Şam kırsalından geldik. Eşim Suriye’de marangozdu; ama yaşı ileri olduğundan
burada kendisine iş yok. Oğlum çalışıp eve bakıyor, tabii maaşı düzgün
ödenirse. Maaşı eksik verildiği için konuşmaya gittiğinde patronu ‘Bir daha
gelirsen polis çağırım’ diyerek kovdu.
Oğlum önce
savaşta yaşadığı korkudan, sonra İstanbul’da köpek ısırdığından kekeme oldu.
İnsanlar oğlumla dalga geçtiğinden kolay kolay konuşmuyor, çok üzülüyorum.
Kekemeliğine çare bulacak bir doktor tanıyor musun?
Suriyeliyiz
diye hiçbir komşum bizimle konuşmuyor, sokakta yürürken insanların nefretini
yüzlerinden hissediyoruz. Çocuklarımı okulda dövüyorlar.”
IX.
“Hataylı
Türk anne ile Lazkiyeli Türkmen bir babanın kızıyım. Şam’da öğretmendim, eşim
de muhasebeciydi. 40’lı yaşlarda olduğundan eşim Türkiye’de iş bulamakta
zorlandı; önce fırında ve tekstilde çalıştı, şimdi bir belediyede temizlik
personeli. Ben de Arapça öğretmeniyim.
Oğlum
askerdeyken isyan başladı. Ön cephede savaşıp da masum insanları öldürmesin
diye komutanlara bolca rüşvet verdik. Geri hizmette bir yıl geçirdi; görev
süresi çoktan dolduğu halde bir türlü terhis edilmeyince oğlumu kadın kılığına sokarak
Türkiye’ye kaçırdık. Bu yaptığımız Suriye’de idamlık bir suç.
Sınırda
gördüğüm manzara hayatımın en berbat anıydı. O gün rejimin bombardımanı
olmuştu; o kadar çok yaralı vardı ki. Ambulans beklerken gözümüzün önünde
ölenler oldu.
Türkmen
olduğumuz ve Türkiye’ye daha önce sıkça gelip gittiğimiz için şanslıydık.
Çocuklarım kolayca uyum sağladı. Ama çocuklarımın üniversite mezunu, iyi
eğitimli, geleceğini kurmuş arkadaşları Türkiye’de bir anda sıfıra döndü; ya iş
bulamadılar ya da çok kötü işlerde çalıştılar. Bu bakımdan halimize bin şükür.
Şu an çalıştığım
okulda çaycı bile benden rahatsız. Yolda çocuklarımla Arapça konuştuğumda hemen
‘Anne ne olur Arapça konuşma’ diyorlar. Çünkü etraftan ‘Arap, Suriyeli’ diye
laf atılıyor. Aksansız Türkçe konuşan kızım, Arapça ismi nedeniyle burada
yabancı muamelesi gördüğünden bize söyleniyor, neden Türklerin bildiği Ayşe,
Fatma koymadınız diye.
Bazı
Türkler Suriyelileri kolay yem sayıp maalesef ki çirkin şeyler yapmaya
kalkışıyor. Sırf bu yüzünden tesettür şeklini değiştirip Türkler gibi giyinmeye
başlayan hanımlar var.
Varlığımıza
kızıyorsunuz ama 10 sene sonra iyi ki gelmişler diyeceksiniz. Çünkü Suriyeliler
hem çok zekidir hem de el becerileri çok iyidir. Sizdeki eksiklikleri görüp iş
alanında o boşlukları dolduruyorlar. Birbirimizi tamamlıyoruz. Mesela Suriyeli
tamirciler bozulan bir eşyaya mutlaka sağlam bir çözüm bulur, ‘Bu düzelmez,
yenisini alın’ asla demezler.
Suriyeliler dışa dönük, konuşmayı ve gezmeyi çok seven insanlardır. Biz de Suriye’de çok gezerdik, her fırsatı değerlendirirdik, ama burada pek gezemez olduk. Kızıyorsunuz ama biz tek kuruş harcamadan nasıl gezilir biliriz, ucuz yerleri kollarız.”
X.
“Şam
Üniversitesi İngilizce öğretmenliği mezunuyum. 2 çocuğum var. Eşim Şam’ın köklü
tüccar ailelerinden; Cambridge Üniversitesi İşletme mezunu. 2012’de Sudan’a
yerleştik, 2015’te Türkiye’ye geldik.
Şam’da
eşimin büyük bir elektronik eşya dükkânı vardı. Esed’in adamları gelip bütün
paramızı ve malımızı aldı. Gasp ettikleri para bir hazineydi. Sıfıra düştük;
ama Şam’dan sağ çıktığımıza şükrediyoruz. Paramızı gasp eden adam, şu an
İstanbul’da lüks bir evde keyif içinde yaşıyor.
Eşim hem
Türkçesi olmadığından hem de 40’lı yaşlarda olduğundan uzun süre iş bulamadı.
Şimdi bir yabancı dil kursunda İngilizce öğretmeni. Ben de bir okulda Arapça
öğretmeniyim.
Eşimin
ailesi Suriye’den tamamen göçtü; ama kendi ailem hala Şam’da. Şu an Şam’ın
durumu çok fena. Elektrik, su çok az; gaz, tüp yok; her şey çok pahalı, maaşlar
az, aileler geçinemiyor.
Şam’da evim
ve ailem var, ben dönmek istiyorum; ama çocuklarım tamamen buralı. Anaokuluna
gittikleri için Türkçe konuşuyorlar, Türk kültürüyle büyüdüler. Oğlum
pişirdiğim Suriye yemeklerini yemiyor, illaki Türk yemeği istiyor. Suriye’de
bebektiler; oraya ait hiçbir şey bilmiyorlar.
Öğretmenlik
hayatımda şunu gördüm: Türk çocuklar fazla rahat, hatta şımarık. Sana ne, bu ne
ya, seni ilgilendirmez, istediğimi yaparım, of ya falan diyorlar. Biz şok
oluyoruz. Suriye’de hiçbir çocuk ebeveynine ve öğretmenine bunları söyleyemezdi.
Çocuklarımız da Türk akranlarından görüp böyle konuşmaya başladı. Üzülüyoruz.
Suriye’de anne kutsaldı, asla ters bir söz söylenmezdi.
Çocukların
okullarında Türk arkadaşlarından gördüklerini istemeleri de temel bir problem.
Kızım 100 TL’lik bebek istedi. Oyuncağa bu para verilir mi? Çocukların paranın
kıymetini bilmesi lazım. Sizde kredi kartı ve taksitle alışveriş çılgınlığı
var, bu çok garip. Neden borçlu yaşıyorsunuz? Ben geldim geleli bir TV almak
istiyordum. Kumbaramda biriktirmeye başladım, 4 sene sonunda daha yeni
alabildim.”
Kızıyla sohbet ederken elbisen çok güzelmiş, nereden aldın diye sordum. Annesi dedi ki “Sağ olsun Türkler bize ikinci el çok eşyalar verdi. Bu da onlardan. Siz sürekli eşya değiştiriyor; sokağa mobilya, beyaz eşya, her şeyi atıyorsunuz. Biz de onları kolluyoruz. Atılanları ya alıyor ya da tanıdıklara haber veriyoruz.”
XI.
“2013’te
Halep’ten geldim. 56 yaşındayım. Eşimden boşandım. 6 çocuğum var. 4 çocuğum
evli; üçüncü çocuğumun eşi, işe giderken yolda keskin nişancı ateşiyle
öldürüldü.
Tepemize
yağan varil bombasıyla evimiz yıkıldı ve tabii 3 oğlumun askerlik durumu vardı.
İlk oğlum yedek askerdi; ikinci oğlum askerliği sırasında iç savaş başlayınca
ordudan firar etti; üçüncü oğlumun da askerlik vakti geldi. Hal böyleyken
masumların kanına girmemek için kaçmaktan başka şansımız kalmadı.
19
yaşındaki beşinci oğlum Türkiye’de okula gidemedi; günde 12 saat çalışarak aile
geçimini sağlıyor. Ama sürekli çalışmaktan yorgun düştü ve psikolojisi bozuldu.
Sigortasız çalışıyor, hiç izin kullanamıyor. İyice asabi ve bitkin hale geldi.
Komşularımdan
çok memnunum, bir sıkıntı yaşamıyorum. Ama altıncı sınıfa geçen oğlumu okulda
dövüyorlar; ‘Defolun ülkenize’ diyorlar. Oğlum da eve dönünce her akşam
ülkemize dönelim diye tutturuyor. Nereye döneceğiz? Suriye’de yaşananlardan hiç
haberdar değilsiniz.
Şu an evli çocuklarımın bir kısmıyla toplamda 10 küsur kişi aynı evde yaşıyoruz.”
XII.
“2014’te
Halep’ten geldik. 6 kız, 1 erkek çocuk annesiyim. 42 yaşındayım. Eşim tekstil
sektöründe çalışıyordu; büyük bir işyeri ve koskoca evimiz vardı.
Bombardımanlar yüzünden ne evimiz ne işyerimiz kaldı. Şimdi İstanbul’da küçücük
ve harap bir evde 9 kişi yaşıyoruz. Kışın evin içine çatıdan su akıyor. Ama
güvenlik içindeyiz ya, çok şükür.
Bütün
akrabalarım Halep’te, burada hiç dostumuz yok. Geldik, çünkü rejimin
adamlarının kızlarımı kaçırıp namusumuza leke sürmesinden korktuk. [Suriye’de
evleri basıp tecavüz etme rejime bağlı çetelerin muhaliflere karşı
silahlarından biriydi.]
Fatih’te
oturuyorum. Komşularımdan çok korkuyorum. Alt kata ses gitmesin diye evde
parmaklarımızın üzerinde yürüyoruz; en ufak bir seste hemen kapımızda
bitiveriyorlar.
17 yaşındaki kızımın Suriyeli eşi geçenlerde mahkemece 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı, kızımla küçük yaşta evlendi diye. Şok olduk. Bizde bu yaşlarda evlilik o kadar normal ki; Türkiye’de suç olduğunu nereden bilebilirdik? Anlayacağın sıkıntımız çok fazla.”
XIII.
“38
yaşındayım. 4 çocukluyum. 2012’de son çocuğuma hamileyken eşimi yolda bir
keskin nişancı şehit etti. Halep’te sıfırı tükettik. Türkiye’de eşimin
akrabaları var ama 2,5 yıldır hiç birisiyle görüşmüyorum. Allah’tan başka hiç
kimsemiz yokmuş, ben bunu gördüm; Allah insanı amcasının, kardeşinin bile eline
düşürmesin.
Halep’te
kadınlara iş imkanı yoktu, çocuklarımı büyütebilmek için Türkiye’ye gelip
çalışmak zorundaydım. O yüzden 2015’te geldim.
9 aydır bir
plastik çatal-tabak fabrikasında çalışıyorum. Daha evvel farklı iş yerlerinde
temizlikçilik yaptım, hasta baktım, bijuteride çalıştım. Türkiye’de çalışma
hayatı ve şartları çok zor gerçekten; ama çocuklarım için çalışmam lazım.
Maaşıma gelince kiradır, faturalardır derken zar zor yetiyor.
Çocuklarım
ne zaman bir uçak sesi duysa çok korkuyorlar. Çünkü Halep’teki evimiz
bombardıman sonucu üzerimize yıkılmıştı.”
Hanım Türk
komşularından bir sıkıntısı olmadığını söyleyince 12 yaşındaki oğlu devreye
girip yaşadığı çarpıcı bir olayı benimle paylaştı: “Annem biriktirdiği parayla
bayramda bana bir saat hediye etti. O kadar sevindim ki. İlk defa Türkiye’de
bana bir hediye alabilmişti. Ama hafızlık yaptığım Kur’an kursundaki Türk
çocuklar saatimi görünce, ‘Senin Suriyeli olarak bir saatin var ha’ deyip saati
kolumdan çekti, yere atıp kırdılar. Çok ağladım.”
Ammice konuşmaları anlamadığım için bu görüşmeyi bana fasih Arapçaya çeviren Suriyelilerle ilgilenen derneğin yetkilisi şunu söyledi: “Türkler, Suriyelilerin elindeki her şeyi çok görüyor maalesef. Çok malımız mülkümüz var veya devlet bize para yağdırıyor da onunla istediğimiz her şeyi alıyoruz sanıyor. Oysa durum böyle değil. Gerçeklerin hiç farkında değilsiniz.”
XIV.
“Şam’dan
önce Lübnan’a, sonra Türkiye’ye geldik. 4 çocuk annesiyim. Türkiye’de Arapça
öğretmenliği yapıyorum.
Şam’da 12
gün boyunca füze saldırısı ve bombardıman altında sıkışıp kalınca Lübnan’a sığındık.
Ama Lübnan’da her açıdan büyük zorluk çektik. Lübnanlılar bizi sürekli
aşağılıyordu. Sigara içmiyoruz diye bile küçümsediler.
Çocuklarımın
psikolojisi çok kötüydü. Bombardıman altında nasıl sıkışıp kaldığımızı uzun
süre unutamadılar. Hatta bir çocuğum insan içine karışmak istemedi, karışmak
zorunda kaldığında hemen ağlıyordu.
Lübnan’dan
Türkiye’ye gelmek, bizim için cehennemden cennete gitmek gibiydi. Hayatımız ve
psikolojimiz olumlu yönde değişti. Burada insana saygı ve insanca muamele var.
Yaşadığımız mahallede bize maddi-manevi yardım eden, sanki öz kardeşleriymişiz
gibi sahiplen Türkler oldu. Çok şanslıyız.
Göçle birlikte hayatımızda çok şeyler değişti. Eşim Şam’da seramik üretiyordu; ama burada doğru düzgün bir işi yok, zaman zaman iş çıktıkça inşaatlarda çalışıyor, tamir vs. yapıyor. Düzenli geliri olan benim. Bir de Şam’dan ayrıldığımdan beri ailemden hiç kimseyi görmedim. Çok özlüyorum. Ama Şam’a ziyarete gitmek hem pahalı hem de hiç güvenli değil.”
XV.
“2015’te
Şam’dan geldik. 41 yaşındayım. 4 çocuğum var.
Eşim işe
gitmek için evden çıktığında geri dönebilecek mi diye her gün korku yaşardık. İkinci
kızımın gece bomba sesi duyduğunda korkudan rengi değişir, yazın sıcağında bile
buz kesilirdi. Elhamdülillah şimdi Türkiye’de emniyetteyiz.
Çocuklarım
başlangıçta okulda sıkıntı yaşadı; ama Türkmen olduğumuzu öğrendiklerinde
arkadaşlarının dışlayıcı tavrı değişti. Şu an okulda rahatlar, Türk
vatandaşlığı alsak da kalsak diye düşünüyorlar. Çünkü Türkiye’de hayvana bile
kıymet veriliyor, okullarda dayak yok, parkta çocuklar salıncak sırasına giriyor;
bunlardan çok etkilendiler. Ama parka gittiğimizde bize hemen laf atılıyor.
Türkler bir kötü örnek görüp tüm Suriyelileri kötü sanıyorlar. Bu algı çok
yanlış.
Alışveriş merkezinde işçi olan eşim sonunda sigortalı oldu diye çok sevindik. Ama bir de baktık ki patronu sigortayı bazen 5, bazen 15 günlük yatırıyor. Sigortalı olunca Kızılay kart da kesildi. Şimdi ne sigortadan faydalanıyoruz ne de Kızılay’dan. Mağdur olduk. Türkiye’de geçinmek çok zor.”
XVI.
“Halep’ten
2014’te geldim. 53 yaşındayım. 2 çocuğum var: biri fizik öğretmeni, diğeri
psikolojik danışman. Eşim şehit. Bomba düşen evimiz yerle bir oldu. Halep’te ne
elektrik ne de su vardı. Mecburen geldik.
Babam
Suriye ordusunda subaydı; ama yerine getiremeyeceği bir emir verilince 1979’da
istifa etti. O yüzden orduyu çok iyi bilirim. Geçmişten beri askerde ya
zalimsindir ya da mazlum, ortası yoktur. Sünni askerler hep en tehlikeli
yerlere, öldürülecekleri cephelere yollanageldi. Şimdi de öyle. Sizin ordunuzda
askerler masaya oturup sağlıklı yemekler yiyor. Bizimkiler ise yerde oturup
ekmeğin yanında ağıza alınmayacak kadar pis yiyeceklere mahkûmlar. Şu an orduda
uyuz salgını var, hijyenin olmaması yüzünden. Ruslar ve İranlılar korkuyor,
uyuz bize de bulaşacak diye.
Suriye’de
savaş daha bitmedi, yenisi başlıyor. Rusya tüm sahillerimizi, limanlarımızı,
havaalanlarımızı işgal etti. Şu an Suriye’yi Esed rejimi yönetmiyor, o sadece
bir kukla; Rusya-İran sömürgesine dönüşmüş vaziyetteyiz. Maalesef ki ortada
vatan diye bir şey kalmadı.
Yaşadığımız
ihanet ve aşağılanmanın haddi hesabı yok. Biliyor musun, şu an İstanbul’daki
Suriye Konsolosluğundan pasaport almak, çocuğunun doğum kaydını yaptırmak vs.
isteyen Suriyeliler 100 dolar rüşvet vermeden randevu dahi alamıyor. İşlemlerin
parası ise apayrı bir külfet.
Suriye’de
maddi durumumuz iyiydi, şimdi ay sonunu zor getiriyorum. Yine de çok şükür;
artık tepemize bomba düşmüyor ya, daha ne isteriz. Türkçem az olsa da
birbirimizi ziyaret edip komşuluk yaptığım Türk arkadaşlarım var.
[İlginç bir
bilgi vereyim; İstanbul’un Anadolu yakasında yaşayan Suriyeliler komşularıyla
ilişkilerinin çok iyi olduğunu söylerken Avrupa yakasındakiler komşularından
çok korktuklarını, bakışlarındaki nefreti hissettiklerini belirttiler.]
Yalnız bir sıkıntım var: Türk doktorlarla anlaşmak çok zor. Hastalığımızın ne olduğunu açıklamıyor, ilaç yazmıyorlar. İyi doktorlarınız var, ama bizi kovanlar da çok. Mesela aşırı B vitamini fazlalığım varmış ve çok tehlikeliymiş, ama doktor bunu bana söylemedi bile.”
XVII.
“2013’te
geldim. 3 çocukluyum. Halep’te gece uyurken evimize varil bombası atıldı; sağ
kurtulduk, ama bina yıkıldı. 4 sene Adana’da sefalet içinde yaşadık. Evimiz
ahır gibiydi, ne güneş ne hava giriyordu; evin beton zemini bile yoktu. Eşim
günlük 30 TL yevmiyeyle bir lokantada geceleri temizlikçilik yapıyordu. O dönem
hiç yardım alamadık; günde tek öğün yemek yiyebildik; hayat bizim için ölümle
eşdeğerdi.
İstanbul’daki
kız kardeşim burada hem iş hem de yardım var dedi. 2 yıldır İstanbul’dayım.
Eşim bir yemek fabrikasında şoför oldu, Kızılay kart da çıktı. Tam insan gibi
yaşamaya başlayıp huzura kavuşmuştuk ki bütün Suriyelilerin kayıtlı olduğu
şehre dönme kararıyla yıkıldık. Şu an eşim Adana’da ev ve iş arıyor; bulduğunda
bizi de götürecek. Ama Adanalı ev sahipleri kirayı yıllık istiyor. Bizde o
kadar para ne arar.
Halep’e dönmeyi çok isterdim, ama eşim rejimin arananlar listesinde. Döndüğümüz anda hapse atılacak; ben çocuklarımla tek başıma ne yapacağım. Kendi ailem rejimin kontrolündeki bölgede. Annemi çok özleyip ağladığımda 11 yaşındaki kızım bana ‘Anne ağlama ne olur; ben senin annen olurum’ diyor.”
XVIII.
“Şamlıyım.
Yaşım 45 ve 5 çocukluyum.
Suriye’de sokaktan
gençleri topluyorlardı, bir daha haber alamıyorduk. Korkup önce bunun
yaşanmadığı rejime bağlı bir mahalleye taşındık. Burada çocuklarım hiç kapı
dışarı çıkmadı. Evin tüm ihtiyaçlarını ben karşılıyordum. Memur eşim işe
gidiyordu; ama her gün acaba geri dönebilecek mi korkusu yaşıyorduk. 2 sene
sonra oğlum askerlik çağına geldi. Çocuklarımızı askere alıp kendi ailesini ve
arkadaşlarını öldürtüyorlardı. Buna alet olamazdık. 2013’te Türkiye’ye geldik.
Eşim
yaşından dolayı iş bulamadı. Ben temizlikçilik, aşçılık ve terzilik yaparak;
oğullarım da çok düşük maaşlarla fabrika işçisi olarak aile geçimini sağlamaya
çalıştık. Tabii bu durum eşimin çok ağırına gitti. Çocuklarımızı okutmak yerine
çalıştırmak da zorumuza gidiyor; ama başka çaremiz yok.
Vatanım
gözümde tütüyor; ama döndüğümüz anda oğullarımı tutuklayıp zorla savaşa
sokarlar ve Şam’daki o güzelim evimiz çoktan füzenin isabet etmesiyle yıkıldı. Hayat
burada zor, ama en azından eşim var. En büyük zorluğu, eşi savaşta ölen veya
hapiste olan kadınlar yaşıyor.”
Şimdi de
Suriyelilere ait bir STK’da görevli 50’li yaşlarında bir beyefendi ile 2019’da
yaptığım, göçle birlikte Suriyeli ailelerin hayatında nelerin değiştiğine dair
mülakatı aktarmak istiyorum.
“Suriye’deyken
ailelerde sevgi ve muhabbet vardı, geç saatlere kadar gezilir tozulurdu, sohbet
ve şakalaşma çok ama çok yaygındı. Şimdi neyle gezeceğiz, güleceğiz? Maddi
durumu iyi olanlar var; ama çoğunluk, temel ihtiyaçlarını karşılamakta
zorlanıyor. Nice aile reisinin aklını meşgul eden tek şey, ayın sonunu nasıl
getirecek, ekmeği-suyu nasıl temin edecek, bir yığın faturaları ve kirayı nasıl
ödeyecek?
Suriye’de
ebeveyne itaat vardı, çocuklarımız istediğimizi yaparlardı; şimdi sürekli
itiraz ediyorlar, asabileşiyorlar, yanlışta ısrar ediyorlar, isyankârlar.
Okuldaki arkadaşlarına özeniyorlar, onlar gibi giyinmek ve yaşamak istiyorlar.
Taleplerini ne maddi bakımdan karşılayabilir durumdayız ne de İslami-ahlaki
bakımdan hoş karşılayabiliriz. Ama çocuklarımız bizi polise şikâyet eder mi
korkusuyla susmak zorunda kalıyoruz. Onlar büyüdükçe üzerlerindeki kontrolümüzü
yitiriyoruz.
Artık
birçok ailede hem eşler hem de ebeveyn ile çocuk arasında sürekli bir gerginlik
hali var; boşanmalar artıyor. Eski sevgi ve muhabbet kalmadı. Parçalanmış nice
aile var; dünyanın birçok yerine dağılmış durumdalar. Sadece benim ailem 10
ayrı ülkede.
Ayrıca
ailesinden, akrabalarından, yakınlarından şehit veya yaralı veren veya tutuklu
olan çok. Suriye’de kalan yakınlarının, akrabalarının hayatından sürekli endişe
içindeler. Zihinlerde dolanan bir yığın mesele var. Hal böyleyken neye gülüp
eğlenilecek?
Okullarda
Suriyeli çocuklara karşı husumet var; öğrenci çeteleri çocuklarımıza bıçak
çekiyor, dövüyor; polis veya okul müdür bunları görse de hiçbir şey yapmayıp
uzaktan öylece seyrediyor. Bu temel problemlerimizden.
Kira ve
başka bin bir türlü yardım aldığımız sanılıyor; kira yardımı falan yok, Kızılay
yardımından yararlanan Suriyeli sayısı da gayet sınırlı.
Siz de
iktisadi kriz içindesiniz, biliyoruz. Hükümetinize çok duacıyız, bize yıllardır
yardımcı olmaya çalıştı, ama yapamadı. Nüfusumuz çok olduğundan bu kadar büyük
bir nüfusla baş etmek imkânsız. Keşke baştan Avrupa’daki gibi bir
rehabilitasyon ve uyum süreci olabilseydi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder