7 Haziran 2022 Salı

Z.T.KOR: İSTANBUL’DA YAŞAYAN SURİYELİ HANIMLARIN HAYAT HİKÂYELERİ

 

İSTANBUL’DA YAŞAYAN SURİYELİ HANIMLARIN HAYAT HİKÂYELERİ

 Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


I.

Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu: Yolcularla Söyleşiler kitabım için Aralık 2010’da görüştüğüm ve aslında ilk röportaj yaptığım Suriyeli olan- Mavi Marmara yolcusu Şaza Barakat ve ailesinin hikâyesi çok çarpıcı.

Şam Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı mezunu olup 20 küsur yıl Arapça öğretmenliği yapmış, çocuk hikaye kitapları yazmış; ben tanıştığımda yabancı diller ve bilgisayar eğitimi veren el-Maarif Akademi’nin müdürüydü. 3 çocuk annesiydi.

İç savaş başlayınca Türkiye’ye sığınmış ve Suriyeli çocukların eğitimi için Esenler’de 1000 küsur öğrenci kapasiteli Şamuna Okulunu kurmuş. [Özel hayatıyla ilgili ayrıntıları, 2015’te bu okula yaptığım ziyarette tanıştığım okulun idarecilerinden Türkmen kökenli Kevser Kafas’tan öğrendim.]

Şaza Hanım’ın Şam’ın köklü ailelerinden olan yazar eşi İstanbul’da vefat etmiş. Keskin nişancı eğitimi alarak isyana katılan en küçük oğlu, 2014’te henüz lise çağındayken şiddetli bir patlamada hayatını kaybetmiş; paramparça olan cesedi bulunamamış bile.

Guta’da öldürülen en küçük oğlu

Tıp son sınıfta okuyan ve bir hastanede çalışan diğer oğlu, PYD tarafından esir alınmış; sadece bir defa annesini telefonla arayabilmiş ve bir daha kendisinden haber alınamamış. Oğlunun eşi ve iki çocuğu şimdi Şaza Hanım’a emanet. Şaza Hanım artık memleketi İdlib’de çalışıyor. Hayatta kalan tek oğlu ise Hollanda’da üniversite okuyor. Keşke vakti zamanında daha fazla çocuk sahibi olsaydım diyormuş.

Kuzey Carolina Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde okuyan 23 yaşındaki yeğeni Deah Shaddy Barakat ve eşi ile eşinin kız kardeşi 2015’te ABD’de ırkçı-İslam düşmanı bir komşusu tarafından evlerinin önünde katledildi.

ABD’de ırkçı saldırıya uğrayan yeğeni Deah, eşi, eşinin kardeşi

Rejimin hapishanelerdeki işkencelerini araştıran bir aktivist olan kız kardeşi Orouba ile 22 yaşındaki İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü mezunu ve Orient kanalında yeni işe başlayan kızı Halla, 2017’de amcaoğlu tarafından Üsküdar’da boğazları kesilerek öldürüldü. Ancak kardeşinin üzerinde çalıştığı dosyaların evinde bulunamaması nedeniyle Şaza Hanım rejimden şüpheleniyor.

İstanbul’da öldürülen Orouba ve Halla Barakat

Gördüğünüz üzere tamamı eğitimli bir aile… Farklı yerlerde, farklı saiklerle bir bir ortadan kaldırıldı. Şaza Hanım’ın ailesinin akıbeti Suriye’nin bir özeti mahiyetinde.

Bilgileri teyit için görüştüğüm arkadaşı Kevser Kafas’a hayatı ne kadar acılarla dolu dediğimde cevabı şu oldu: “Sadece kendi acısı değil ki başkalarının da acısını çekiyor, dertleriyle ilgileniyor.”

Şaza Hanım’ın babasının Baas rejimi ve Hafız Esed ile mücadelesi 1960’lara dayanıyor. Bu uğurda yıllarca Suriye’de hapis yatmış, serbest bırakıldıktan sonra Kuveyt’e gitmiş. Burada çalışıp çok para kazanmış. İç savaş başlayınca sadece Suriye’deki kız kardeşler değil, Kuveyt’teki erkek kardeşleri de bütün mal mülklerini bırakıp Suriye için seferber olmuşlar.

Şaza Hanım ailesinden gelen cesaret ve dirayeti hayatı boyunca hep sürdürmüş. Filistin ve Irak konusunda da öncü olmuş, ülkesinde kitleleri seferber etmiş biri. Kendisiyle 2010’da görüştüğümde Siyonizmle Mücadele Ulusal Derneği üyesiydi. Ve Gazze’ye gidebilmek için Mavi Marmara yolculuğuna katılmış ve İsrail saldırıları sırasında yaralılarla ilgilenmişti.

Ve son not: Ülkemde Suriyelileri cahil cühela, kültürsüz, bedevi, dilenci taifesi zanneden bir kesim var ki aslında bu zanları kendi cehaletlerinin bir ürünü. Özellikle Şam tarih boyunca bir ilim, kültür ve medeniyet merkezidir; Halep de bir ticaret ve kültür merkezi. İç savaşa kadar da böyleydi. Sorun, bu kültürlü, okumuş yazmış, profesyonel meslek sahibi kesimleri ülkemizde barınamayacak hale getirmemiz. Kendi alanlarında ve birikimlerinde iş imkânı sunmamamız. Batı ülkeleri bu insanların birçoğunu özel davetle kaptı. Tabii ki hala ülkemizde yaşamaya devam eden birçokları da var... Sohbetine doyamadığım, yelkovanlar dursa da daha fazla konuşabilsem diye düşündüğüm çok değerli Suriyelilerle karşılaştım, tanıştım... Dil sorunumuz ve önyargılarımız yüzünden bu kültürlü, görgülü kesimlerin farkına bile varamamamız ve onları aşağılamamız çok acı.

 

Savaş ve göç Suriyeli kadınların hayatında neleri değiştirdi öğrenmek için 2019’da İstanbul’da mülakatlar yapmıştım. Bu kadınların hikâyelerini paylaşacağım. 

II.

Eşi Esed’in zindanına atılmış ve muhtemelen öldürülmüş İstanbul’da tek çocuğuyla yaşayan genç bir Suriyeli hanımın 2019’da bana anlattığı hikâyesi:

“Başta eşimi hapishanede ziyaret ediyordum. Ama bir gün ‘artık gelmeyeceksin’ dediler. Bunun ne demek olduğunu anladım; Suriye’de yaşama şansım kalmamıştı.

2017’de 7 yaşındaki tek çocuğumu alıp ablamın verdiği borç altınlarla İdlib üzerinden Türkiye’ye geldim. Suriye’deki kaçakçı, halimi görünce acıyıp benden para almadı; ama Hatay’daki Türk mafyası tüm paramı ve altınları alıp İstanbul’a götürüyorum diye bizi Kilis’e bıraktı.

Borç harç içinde İstanbul’a ulaştım. Bir tekstil fabrikasına işçi olarak girdim; günde 12 saat çalışıyordum. Patronumun ahlakı son derece bozuktu, bana rezil davrandı. Hiçbir yakınım olmadığından çocuğuma bakacak kimsem yoktu; okuldan dönen oğlum akşama kadar sokakta kalıyordu. Bir gün araba çarptı, hastaneye kaldırıldı. Oğlum tuvalete gitmek için bile kalkamıyordu; fotoğrafını çekip patronuma telefondan yolladım; bana işe gelmek zorundasın cevabını verdi. Kazanın daha ikinci gününde işe gittim. Her gün 15 dakikalık çay ve 45 dakikalık yemek molasında evime koşup oğluma baktım. Allah’tan evim ile işim yakındı. Oğlum iyileşene kadar yemek yemeden günler geçirdim.

Tamirci gelecek olsa veya oğlumun okuluna gitmem gerekse bile patronum izin vermedi. Biliyor musun, sizin işverenleriniz çok acımasız.

Şimdi tek derdim 9 yaşına gelen oğluma kalabileceği düzgün bir yatılı okul bulmak. Yoksa çocuğum bir çöp olacak. Okula gidiyor ama eğitimi sıfır. Ne fasih Arapça biliyor ne de Türkçe. [Türkçe konuşmayı bilse de yazamıyor]. Bu gidişle suç çetelerinin eline düşecek diye korkuyorum.

Geleceğe dair hiçbir ümidim yok. Tek düşündüğüm her ay kirayı ve faturaları nasıl ödeyeceğim. Çünkü bütün kazancım kiraya ve faturalara gidiyor. Sadece çalışıyor ve uyuyorum. Yemek pişirmeye bile vaktim yok; hazır ne varsa, peynir-ekmek onu yiyoruz. Türkiye’ye geldiğimden beri tek bir gün bile oğlumu parka götürüp de oynatamadım. Ne anne ne baba rolünü doğru düzgün oynayabiliyorum.

Çok şükür kısa süre evvel işimi değiştirince rahatladım, mesaim 11 saate indi; patronum daha insani. Benim de oğluma önceki kötü muamelem değişti. Eskiden işin stresinden en basit bir şeyde oğlumu dövüyordum ne yazık ki.

Biliyor musunuz, Türkiye’de hayat çok ama çok zor.”

III.

Yine eşini kaybetmiş dul bir hanım:

“Önce 4 ay cüzdan fabrikasında çalıştım, ama hem patronumun baskısından hem de kokudan rahatsızlanıp işten çıktım. Şu an bir kıyafet dükkânında tezgâhtarım. Günde 12 saat çalışsam da işimden memnunum, en azından müşteriler kadın.

İki çocuğum var; anne-babamla yaşıyorum. İşe giderken çocuklarımı onlara emanet ediyorum. Ama erkek kardeşimin müdahaleleri yüzünden çocuklarımı istediğim gibi yetiştiremiyorum maalesef.

4. sınıftaki oğlum saat 2’de okuldan dönünce evimizin altındaki dükkânda saat 7’ye kadar çalışıyor. Akşam eve dönünce bir saat oturup ardından uyuyor. Dolayısıyla derslerine çalışamıyor; başarısız bir öğrenci. Ama ailemizin geçimi ve okul masrafları için oğlumla birlikte çalışmak zorundayız, başka çaremiz yok.

Hem bedensel hem de psikolojik olarak çok yorgunum. Çocuklarıma hem anne hem baba olmaya çalışıyorum, ama ikisini de beceremiyorum.” 

IV.

“Şam kırsalındaki Guta’da 2,5 sene ordunun ablukası ve sürekli bombardımanı altında kaldık. İçeriye yiyecek sokulmadı. Hayvan yemi olan arpa ile kartonu yarı yarıya karıştırıp ekmek yapıp yedik. Bombardımanda evimiz vuruldu; babam, kardeşim, komşularımız öldü. Çocuklarımın okulları yıkıldı, arkadaşları gözleri önünde öldü. Çocuklarım hep kan ve korku gördü. Bir de sürekli eşimle kavgalarımız ve dayakları.

Sonunda dayanamayıp üç çocuğumu alıp tek başıma Türkiye’ye sığındım. İstanbul’da hiç akrabam ve arkadaşım yok. Evlerde temizlik yaparak geçimimi sağlamaya çalışıyorum. Ama astımım olduğu için temizlik malzemelerinin kokusu yüzünden defalarca hastaneye kaldırıldım ve oksijen takıldı.

Kazancım yetmediğinden 15 yaşındaki kızımı çalıştırmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm, hatta kendimden utanıyorum. Diğer iki çocuğum okula gidiyor. Ama okulda Türk akranları tarafından dövülüyor, hakaret ediliyor; çocuklarım eve hep ağlayarak geliyor.

Kendim psikolojik olarak tamamen yıkılmış vaziyetteyim; ama çocuklarıma belli etmemeye, onların psikolojisini ayakta tutmaya çalışıyorum. Her şeye rağmen burada emniyetteyiz ya, çok şükür. Ama bir fırsatını bulabilirsem Avrupa’ya gitmeye çalışacağım.” 

V.

“52 yaşındayım, 8 çocuğum var. Şam kırsalından kaçıp 2014’te İstanbul’a sığındık. Çünkü askerlik emri gelen iki çocuğum, kardeşin kardeşi öldürdüğü bu iç savaşta ellerini kana bulamamak için Türkiye’ye kaçmıştı. Rejim çocuklarınız nerede diye kapımıza dayandı; gittiklerini söyleyince eşimi alıp götürdüler. Biz de Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldık.

İş aradım ama yaşım ileri olduğundan bulamadım. Çorlu’da çalışan oğlum evimizin kirasını yolluyor; ama yeme-içme için para yetmiyor. Karnımızı doyurmak için pazar yerlerinde kaldırımlara atılmış sebze-meyveyi topluyorum.

Biliyor musun, 4. sınıfa geçen 10 yaşındaki oğlum okula giderken benden sadece 1 TL istiyor, onu bile veremiyorum. Evli kızlarım haftada 2 kere ziyaretime geliyor, sevinemiyorum; damatlarıma karşı çok mahcup hissediyorum. [Suriye’deyken mükellef sofralar kurarken şimdi bunu yapamadığı için mahcup.]

Suriye’deyken eşim koskoca bir ev yaptırıyordu, evlenen tüm çocuklarımızla aynı binada mutlu mesut yaşayacaktık. Ama bize nasip olmadı. Şimdi evimizde İran destekli Şii yabancılar oturuyormuş.” 

VI.

“Halepliyim, 9 çocuğum var. Evlerimiz, arabamız, tarlalarımız, zeytinliklerimiz o kadar çok mal mülkümüz vardı ki iç savaşta hepsi gitti. Tek bir arabamızla kendimizi Türkiye’ye atıp bombardımanlardan canımızı zor kurtardık. Şimdi çok zor şartlarda yaşıyoruz.

Eskiden çok mutlu ve kenetlenmiş bir aileydik; şimdi her çocuğum kendi derdine düştü, bencilleşti. Bir oğlum işsiz, biri çalışıyor ama maaşı doğru düzgün verilmiyor, biri hasta, diğeri de kimliksiz olduğundan sınır dışı edilme korkusuyla işine gidemez oldu. [Tam o dönem İstanbul polisi, sokaklarda çevirdiği Suriyelileri, cebinde kimliği yoksa sınır dışı ediyordu.]

Halep’te yaşayan kayınvalidem kalp hastalığına yakalanınca oğlum Suriye’ye gidip tedavi için onu Türkiye’ye getirdi. Kayınvalidem fazla yaşamadı. Oğlumun kimliği bu kaçak giriş-çıkış yüzünden geçen sene iptal edildi; şimdi İdlib’e sınır dışı edilme korkusuyla kapıdan dışarı çıkamıyor, işini de kaybedecek, 5 çocuğu var. [Hıçkıra hıçkıra ağlayarak] Biz ne yapacağız şimdi? Kendimi yoldan geçen arabaların önüne atıp intihar mı edeyim?” 

VII.

“4 çocuğumla Şam’dan geldim. 41 yaşındayım. Rejimin adamları, eşimi ve 3 yaşındaki oğlumu arabayla giderken yolda öldürdü. Eşimin vefatının ardından Şam’da yardımlarla ayakta kaldık. Ama bu şekilde yaşamayı zül addettim; Türkiye’ye onurumuzla yaşamak, alnımın teriyle çalışıp çocuklarımı büyütmek için geldim. Günde 12 saat bir terzide çalışıyorum.

Tek başıma ailemi himaye edemedim; başımıza bir erkek lazımdı. O yüzden 3 yıl evvel 16 yaşındaki kızımı bir Suriyeli gençle evlendirdim; birlikte yaşıyoruz. Sağ olsun hepimizi koruyup kolluyor.

Göçle birlikte çocuklarım içine kapandı, kimseyle konuşmak ve topluma karışmak istemiyorlar. Türkçeyi tam bilmiyor, dersleri anlamıyorlar diye Türk akranları dalga geçiyor. Akşamları derslerini öğretmeye çalışıyorum ama benim Türkçem de yetersiz. Çocuklarımın Suriye’deyken dersleri çok iyiydi; hep eski günleri özlüyor, geri dönmek istiyorlar.

Yaşadığımız sıkıntılardan dolayı çocuklarımla sıkıca kenetlendik. Bize karşı büyük bir nefret var; korkudan çocuklarımı okul haricinde dışarı salmıyorum. Hele İstanbul seçimleriyle birlikte bize bakışınız bile değişti. Geçenlerde çocuklarımla birlikte dışarıda geziyorduk. Bir Türk adam gelip cep telefonuyla fotoğrafımızı çekti, bakın Suriyeliler nasıl da ortalıklarda gezip eğleniyor demek için. Çok üzüldüm. Neden bize böyle davranıyorsunuz? Hafta içi bütün gün çalışıyorum, kırk yılda bir nefes almak için çocuklarımı alıp dışarı çıktım. Havada mı almayalım?” 

VIII.

“2012’de Şam kırsalından geldik. Eşim Suriye’de marangozdu; ama yaşı ileri olduğundan burada kendisine iş yok. Oğlum çalışıp eve bakıyor, tabii maaşı düzgün ödenirse. Maaşı eksik verildiği için konuşmaya gittiğinde patronu ‘Bir daha gelirsen polis çağırım’ diyerek kovdu.

Oğlum önce savaşta yaşadığı korkudan, sonra İstanbul’da köpek ısırdığından kekeme oldu. İnsanlar oğlumla dalga geçtiğinden kolay kolay konuşmuyor, çok üzülüyorum. Kekemeliğine çare bulacak bir doktor tanıyor musun?

Suriyeliyiz diye hiçbir komşum bizimle konuşmuyor, sokakta yürürken insanların nefretini yüzlerinden hissediyoruz. Çocuklarımı okulda dövüyorlar.” 

IX.

“Hataylı Türk anne ile Lazkiyeli Türkmen bir babanın kızıyım. Şam’da öğretmendim, eşim de muhasebeciydi. 40’lı yaşlarda olduğundan eşim Türkiye’de iş bulamakta zorlandı; önce fırında ve tekstilde çalıştı, şimdi bir belediyede temizlik personeli. Ben de Arapça öğretmeniyim.

Oğlum askerdeyken isyan başladı. Ön cephede savaşıp da masum insanları öldürmesin diye komutanlara bolca rüşvet verdik. Geri hizmette bir yıl geçirdi; görev süresi çoktan dolduğu halde bir türlü terhis edilmeyince oğlumu kadın kılığına sokarak Türkiye’ye kaçırdık. Bu yaptığımız Suriye’de idamlık bir suç.

Sınırda gördüğüm manzara hayatımın en berbat anıydı. O gün rejimin bombardımanı olmuştu; o kadar çok yaralı vardı ki. Ambulans beklerken gözümüzün önünde ölenler oldu.

Türkmen olduğumuz ve Türkiye’ye daha önce sıkça gelip gittiğimiz için şanslıydık. Çocuklarım kolayca uyum sağladı. Ama çocuklarımın üniversite mezunu, iyi eğitimli, geleceğini kurmuş arkadaşları Türkiye’de bir anda sıfıra döndü; ya iş bulamadılar ya da çok kötü işlerde çalıştılar. Bu bakımdan halimize bin şükür.

Şu an çalıştığım okulda çaycı bile benden rahatsız. Yolda çocuklarımla Arapça konuştuğumda hemen ‘Anne ne olur Arapça konuşma’ diyorlar. Çünkü etraftan ‘Arap, Suriyeli’ diye laf atılıyor. Aksansız Türkçe konuşan kızım, Arapça ismi nedeniyle burada yabancı muamelesi gördüğünden bize söyleniyor, neden Türklerin bildiği Ayşe, Fatma koymadınız diye.

Bazı Türkler Suriyelileri kolay yem sayıp maalesef ki çirkin şeyler yapmaya kalkışıyor. Sırf bu yüzünden tesettür şeklini değiştirip Türkler gibi giyinmeye başlayan hanımlar var.

Varlığımıza kızıyorsunuz ama 10 sene sonra iyi ki gelmişler diyeceksiniz. Çünkü Suriyeliler hem çok zekidir hem de el becerileri çok iyidir. Sizdeki eksiklikleri görüp iş alanında o boşlukları dolduruyorlar. Birbirimizi tamamlıyoruz. Mesela Suriyeli tamirciler bozulan bir eşyaya mutlaka sağlam bir çözüm bulur, ‘Bu düzelmez, yenisini alın’ asla demezler.

Suriyeliler dışa dönük, konuşmayı ve gezmeyi çok seven insanlardır. Biz de Suriye’de çok gezerdik, her fırsatı değerlendirirdik, ama burada pek gezemez olduk. Kızıyorsunuz ama biz tek kuruş harcamadan nasıl gezilir biliriz, ucuz yerleri kollarız.” 

X.

“Şam Üniversitesi İngilizce öğretmenliği mezunuyum. 2 çocuğum var. Eşim Şam’ın köklü tüccar ailelerinden; Cambridge Üniversitesi İşletme mezunu. 2012’de Sudan’a yerleştik, 2015’te Türkiye’ye geldik.

Şam’da eşimin büyük bir elektronik eşya dükkânı vardı. Esed’in adamları gelip bütün paramızı ve malımızı aldı. Gasp ettikleri para bir hazineydi. Sıfıra düştük; ama Şam’dan sağ çıktığımıza şükrediyoruz. Paramızı gasp eden adam, şu an İstanbul’da lüks bir evde keyif içinde yaşıyor.

Eşim hem Türkçesi olmadığından hem de 40’lı yaşlarda olduğundan uzun süre iş bulamadı. Şimdi bir yabancı dil kursunda İngilizce öğretmeni. Ben de bir okulda Arapça öğretmeniyim.

Eşimin ailesi Suriye’den tamamen göçtü; ama kendi ailem hala Şam’da. Şu an Şam’ın durumu çok fena. Elektrik, su çok az; gaz, tüp yok; her şey çok pahalı, maaşlar az, aileler geçinemiyor.

Şam’da evim ve ailem var, ben dönmek istiyorum; ama çocuklarım tamamen buralı. Anaokuluna gittikleri için Türkçe konuşuyorlar, Türk kültürüyle büyüdüler. Oğlum pişirdiğim Suriye yemeklerini yemiyor, illaki Türk yemeği istiyor. Suriye’de bebektiler; oraya ait hiçbir şey bilmiyorlar.

Öğretmenlik hayatımda şunu gördüm: Türk çocuklar fazla rahat, hatta şımarık. Sana ne, bu ne ya, seni ilgilendirmez, istediğimi yaparım, of ya falan diyorlar. Biz şok oluyoruz. Suriye’de hiçbir çocuk ebeveynine ve öğretmenine bunları söyleyemezdi. Çocuklarımız da Türk akranlarından görüp böyle konuşmaya başladı. Üzülüyoruz. Suriye’de anne kutsaldı, asla ters bir söz söylenmezdi.

Çocukların okullarında Türk arkadaşlarından gördüklerini istemeleri de temel bir problem. Kızım 100 TL’lik bebek istedi. Oyuncağa bu para verilir mi? Çocukların paranın kıymetini bilmesi lazım. Sizde kredi kartı ve taksitle alışveriş çılgınlığı var, bu çok garip. Neden borçlu yaşıyorsunuz? Ben geldim geleli bir TV almak istiyordum. Kumbaramda biriktirmeye başladım, 4 sene sonunda daha yeni alabildim.”

Kızıyla sohbet ederken elbisen çok güzelmiş, nereden aldın diye sordum. Annesi dedi ki “Sağ olsun Türkler bize ikinci el çok eşyalar verdi. Bu da onlardan. Siz sürekli eşya değiştiriyor; sokağa mobilya, beyaz eşya, her şeyi atıyorsunuz. Biz de onları kolluyoruz. Atılanları ya alıyor ya da tanıdıklara haber veriyoruz.” 

XI.

“2013’te Halep’ten geldim. 56 yaşındayım. Eşimden boşandım. 6 çocuğum var. 4 çocuğum evli; üçüncü çocuğumun eşi, işe giderken yolda keskin nişancı ateşiyle öldürüldü.

Tepemize yağan varil bombasıyla evimiz yıkıldı ve tabii 3 oğlumun askerlik durumu vardı. İlk oğlum yedek askerdi; ikinci oğlum askerliği sırasında iç savaş başlayınca ordudan firar etti; üçüncü oğlumun da askerlik vakti geldi. Hal böyleyken masumların kanına girmemek için kaçmaktan başka şansımız kalmadı.

19 yaşındaki beşinci oğlum Türkiye’de okula gidemedi; günde 12 saat çalışarak aile geçimini sağlıyor. Ama sürekli çalışmaktan yorgun düştü ve psikolojisi bozuldu. Sigortasız çalışıyor, hiç izin kullanamıyor. İyice asabi ve bitkin hale geldi.

Komşularımdan çok memnunum, bir sıkıntı yaşamıyorum. Ama altıncı sınıfa geçen oğlumu okulda dövüyorlar; ‘Defolun ülkenize’ diyorlar. Oğlum da eve dönünce her akşam ülkemize dönelim diye tutturuyor. Nereye döneceğiz? Suriye’de yaşananlardan hiç haberdar değilsiniz.

Şu an evli çocuklarımın bir kısmıyla toplamda 10 küsur kişi aynı evde yaşıyoruz.” 

XII.

“2014’te Halep’ten geldik. 6 kız, 1 erkek çocuk annesiyim. 42 yaşındayım. Eşim tekstil sektöründe çalışıyordu; büyük bir işyeri ve koskoca evimiz vardı. Bombardımanlar yüzünden ne evimiz ne işyerimiz kaldı. Şimdi İstanbul’da küçücük ve harap bir evde 9 kişi yaşıyoruz. Kışın evin içine çatıdan su akıyor. Ama güvenlik içindeyiz ya, çok şükür.

Bütün akrabalarım Halep’te, burada hiç dostumuz yok. Geldik, çünkü rejimin adamlarının kızlarımı kaçırıp namusumuza leke sürmesinden korktuk. [Suriye’de evleri basıp tecavüz etme rejime bağlı çetelerin muhaliflere karşı silahlarından biriydi.]

Fatih’te oturuyorum. Komşularımdan çok korkuyorum. Alt kata ses gitmesin diye evde parmaklarımızın üzerinde yürüyoruz; en ufak bir seste hemen kapımızda bitiveriyorlar.

17 yaşındaki kızımın Suriyeli eşi geçenlerde mahkemece 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı, kızımla küçük yaşta evlendi diye. Şok olduk. Bizde bu yaşlarda evlilik o kadar normal ki; Türkiye’de suç olduğunu nereden bilebilirdik? Anlayacağın sıkıntımız çok fazla.” 

XIII.

“38 yaşındayım. 4 çocukluyum. 2012’de son çocuğuma hamileyken eşimi yolda bir keskin nişancı şehit etti. Halep’te sıfırı tükettik. Türkiye’de eşimin akrabaları var ama 2,5 yıldır hiç birisiyle görüşmüyorum. Allah’tan başka hiç kimsemiz yokmuş, ben bunu gördüm; Allah insanı amcasının, kardeşinin bile eline düşürmesin.

Halep’te kadınlara iş imkanı yoktu, çocuklarımı büyütebilmek için Türkiye’ye gelip çalışmak zorundaydım. O yüzden 2015’te geldim.

9 aydır bir plastik çatal-tabak fabrikasında çalışıyorum. Daha evvel farklı iş yerlerinde temizlikçilik yaptım, hasta baktım, bijuteride çalıştım. Türkiye’de çalışma hayatı ve şartları çok zor gerçekten; ama çocuklarım için çalışmam lazım. Maaşıma gelince kiradır, faturalardır derken zar zor yetiyor.

Çocuklarım ne zaman bir uçak sesi duysa çok korkuyorlar. Çünkü Halep’teki evimiz bombardıman sonucu üzerimize yıkılmıştı.”

Hanım Türk komşularından bir sıkıntısı olmadığını söyleyince 12 yaşındaki oğlu devreye girip yaşadığı çarpıcı bir olayı benimle paylaştı: “Annem biriktirdiği parayla bayramda bana bir saat hediye etti. O kadar sevindim ki. İlk defa Türkiye’de bana bir hediye alabilmişti. Ama hafızlık yaptığım Kur’an kursundaki Türk çocuklar saatimi görünce, ‘Senin Suriyeli olarak bir saatin var ha’ deyip saati kolumdan çekti, yere atıp kırdılar. Çok ağladım.”

Ammice konuşmaları anlamadığım için bu görüşmeyi bana fasih Arapçaya çeviren Suriyelilerle ilgilenen derneğin yetkilisi şunu söyledi: “Türkler, Suriyelilerin elindeki her şeyi çok görüyor maalesef. Çok malımız mülkümüz var veya devlet bize para yağdırıyor da onunla istediğimiz her şeyi alıyoruz sanıyor. Oysa durum böyle değil. Gerçeklerin hiç farkında değilsiniz.” 

XIV.

“Şam’dan önce Lübnan’a, sonra Türkiye’ye geldik. 4 çocuk annesiyim. Türkiye’de Arapça öğretmenliği yapıyorum.

Şam’da 12 gün boyunca füze saldırısı ve bombardıman altında sıkışıp kalınca Lübnan’a sığındık. Ama Lübnan’da her açıdan büyük zorluk çektik. Lübnanlılar bizi sürekli aşağılıyordu. Sigara içmiyoruz diye bile küçümsediler.

Çocuklarımın psikolojisi çok kötüydü. Bombardıman altında nasıl sıkışıp kaldığımızı uzun süre unutamadılar. Hatta bir çocuğum insan içine karışmak istemedi, karışmak zorunda kaldığında hemen ağlıyordu.

Lübnan’dan Türkiye’ye gelmek, bizim için cehennemden cennete gitmek gibiydi. Hayatımız ve psikolojimiz olumlu yönde değişti. Burada insana saygı ve insanca muamele var. Yaşadığımız mahallede bize maddi-manevi yardım eden, sanki öz kardeşleriymişiz gibi sahiplen Türkler oldu. Çok şanslıyız.

Göçle birlikte hayatımızda çok şeyler değişti. Eşim Şam’da seramik üretiyordu; ama burada doğru düzgün bir işi yok, zaman zaman iş çıktıkça inşaatlarda çalışıyor, tamir vs. yapıyor. Düzenli geliri olan benim. Bir de Şam’dan ayrıldığımdan beri ailemden hiç kimseyi görmedim. Çok özlüyorum. Ama Şam’a ziyarete gitmek hem pahalı hem de hiç güvenli değil.” 

XV.

“2015’te Şam’dan geldik. 41 yaşındayım. 4 çocuğum var.

Eşim işe gitmek için evden çıktığında geri dönebilecek mi diye her gün korku yaşardık. İkinci kızımın gece bomba sesi duyduğunda korkudan rengi değişir, yazın sıcağında bile buz kesilirdi. Elhamdülillah şimdi Türkiye’de emniyetteyiz.

Çocuklarım başlangıçta okulda sıkıntı yaşadı; ama Türkmen olduğumuzu öğrendiklerinde arkadaşlarının dışlayıcı tavrı değişti. Şu an okulda rahatlar, Türk vatandaşlığı alsak da kalsak diye düşünüyorlar. Çünkü Türkiye’de hayvana bile kıymet veriliyor, okullarda dayak yok, parkta çocuklar salıncak sırasına giriyor; bunlardan çok etkilendiler. Ama parka gittiğimizde bize hemen laf atılıyor. Türkler bir kötü örnek görüp tüm Suriyelileri kötü sanıyorlar. Bu algı çok yanlış.

Alışveriş merkezinde işçi olan eşim sonunda sigortalı oldu diye çok sevindik. Ama bir de baktık ki patronu sigortayı bazen 5, bazen 15 günlük yatırıyor. Sigortalı olunca Kızılay kart da kesildi. Şimdi ne sigortadan faydalanıyoruz ne de Kızılay’dan. Mağdur olduk. Türkiye’de geçinmek çok zor.” 

XVI.

“Halep’ten 2014’te geldim. 53 yaşındayım. 2 çocuğum var: biri fizik öğretmeni, diğeri psikolojik danışman. Eşim şehit. Bomba düşen evimiz yerle bir oldu. Halep’te ne elektrik ne de su vardı. Mecburen geldik.

Babam Suriye ordusunda subaydı; ama yerine getiremeyeceği bir emir verilince 1979’da istifa etti. O yüzden orduyu çok iyi bilirim. Geçmişten beri askerde ya zalimsindir ya da mazlum, ortası yoktur. Sünni askerler hep en tehlikeli yerlere, öldürülecekleri cephelere yollanageldi. Şimdi de öyle. Sizin ordunuzda askerler masaya oturup sağlıklı yemekler yiyor. Bizimkiler ise yerde oturup ekmeğin yanında ağıza alınmayacak kadar pis yiyeceklere mahkûmlar. Şu an orduda uyuz salgını var, hijyenin olmaması yüzünden. Ruslar ve İranlılar korkuyor, uyuz bize de bulaşacak diye.

Suriye’de savaş daha bitmedi, yenisi başlıyor. Rusya tüm sahillerimizi, limanlarımızı, havaalanlarımızı işgal etti. Şu an Suriye’yi Esed rejimi yönetmiyor, o sadece bir kukla; Rusya-İran sömürgesine dönüşmüş vaziyetteyiz. Maalesef ki ortada vatan diye bir şey kalmadı.

Yaşadığımız ihanet ve aşağılanmanın haddi hesabı yok. Biliyor musun, şu an İstanbul’daki Suriye Konsolosluğundan pasaport almak, çocuğunun doğum kaydını yaptırmak vs. isteyen Suriyeliler 100 dolar rüşvet vermeden randevu dahi alamıyor. İşlemlerin parası ise apayrı bir külfet.

Suriye’de maddi durumumuz iyiydi, şimdi ay sonunu zor getiriyorum. Yine de çok şükür; artık tepemize bomba düşmüyor ya, daha ne isteriz. Türkçem az olsa da birbirimizi ziyaret edip komşuluk yaptığım Türk arkadaşlarım var.

[İlginç bir bilgi vereyim; İstanbul’un Anadolu yakasında yaşayan Suriyeliler komşularıyla ilişkilerinin çok iyi olduğunu söylerken Avrupa yakasındakiler komşularından çok korktuklarını, bakışlarındaki nefreti hissettiklerini belirttiler.]

Yalnız bir sıkıntım var: Türk doktorlarla anlaşmak çok zor. Hastalığımızın ne olduğunu açıklamıyor, ilaç yazmıyorlar. İyi doktorlarınız var, ama bizi kovanlar da çok. Mesela aşırı B vitamini fazlalığım varmış ve çok tehlikeliymiş, ama doktor bunu bana söylemedi bile.” 

XVII.

“2013’te geldim. 3 çocukluyum. Halep’te gece uyurken evimize varil bombası atıldı; sağ kurtulduk, ama bina yıkıldı. 4 sene Adana’da sefalet içinde yaşadık. Evimiz ahır gibiydi, ne güneş ne hava giriyordu; evin beton zemini bile yoktu. Eşim günlük 30 TL yevmiyeyle bir lokantada geceleri temizlikçilik yapıyordu. O dönem hiç yardım alamadık; günde tek öğün yemek yiyebildik; hayat bizim için ölümle eşdeğerdi.

İstanbul’daki kız kardeşim burada hem iş hem de yardım var dedi. 2 yıldır İstanbul’dayım. Eşim bir yemek fabrikasında şoför oldu, Kızılay kart da çıktı. Tam insan gibi yaşamaya başlayıp huzura kavuşmuştuk ki bütün Suriyelilerin kayıtlı olduğu şehre dönme kararıyla yıkıldık. Şu an eşim Adana’da ev ve iş arıyor; bulduğunda bizi de götürecek. Ama Adanalı ev sahipleri kirayı yıllık istiyor. Bizde o kadar para ne arar.

Halep’e dönmeyi çok isterdim, ama eşim rejimin arananlar listesinde. Döndüğümüz anda hapse atılacak; ben çocuklarımla tek başıma ne yapacağım. Kendi ailem rejimin kontrolündeki bölgede. Annemi çok özleyip ağladığımda 11 yaşındaki kızım bana ‘Anne ağlama ne olur; ben senin annen olurum’ diyor.” 

XVIII.

“Şamlıyım. Yaşım 45 ve 5 çocukluyum.

Suriye’de sokaktan gençleri topluyorlardı, bir daha haber alamıyorduk. Korkup önce bunun yaşanmadığı rejime bağlı bir mahalleye taşındık. Burada çocuklarım hiç kapı dışarı çıkmadı. Evin tüm ihtiyaçlarını ben karşılıyordum. Memur eşim işe gidiyordu; ama her gün acaba geri dönebilecek mi korkusu yaşıyorduk. 2 sene sonra oğlum askerlik çağına geldi. Çocuklarımızı askere alıp kendi ailesini ve arkadaşlarını öldürtüyorlardı. Buna alet olamazdık. 2013’te Türkiye’ye geldik.

Eşim yaşından dolayı iş bulamadı. Ben temizlikçilik, aşçılık ve terzilik yaparak; oğullarım da çok düşük maaşlarla fabrika işçisi olarak aile geçimini sağlamaya çalıştık. Tabii bu durum eşimin çok ağırına gitti. Çocuklarımızı okutmak yerine çalıştırmak da zorumuza gidiyor; ama başka çaremiz yok.

Vatanım gözümde tütüyor; ama döndüğümüz anda oğullarımı tutuklayıp zorla savaşa sokarlar ve Şam’daki o güzelim evimiz çoktan füzenin isabet etmesiyle yıkıldı. Hayat burada zor, ama en azından eşim var. En büyük zorluğu, eşi savaşta ölen veya hapiste olan kadınlar yaşıyor.”

 ***

Şimdi de Suriyelilere ait bir STK’da görevli 50’li yaşlarında bir beyefendi ile 2019’da yaptığım, göçle birlikte Suriyeli ailelerin hayatında nelerin değiştiğine dair mülakatı aktarmak istiyorum.

“Suriye’deyken ailelerde sevgi ve muhabbet vardı, geç saatlere kadar gezilir tozulurdu, sohbet ve şakalaşma çok ama çok yaygındı. Şimdi neyle gezeceğiz, güleceğiz? Maddi durumu iyi olanlar var; ama çoğunluk, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Nice aile reisinin aklını meşgul eden tek şey, ayın sonunu nasıl getirecek, ekmeği-suyu nasıl temin edecek, bir yığın faturaları ve kirayı nasıl ödeyecek?

Suriye’de ebeveyne itaat vardı, çocuklarımız istediğimizi yaparlardı; şimdi sürekli itiraz ediyorlar, asabileşiyorlar, yanlışta ısrar ediyorlar, isyankârlar. Okuldaki arkadaşlarına özeniyorlar, onlar gibi giyinmek ve yaşamak istiyorlar. Taleplerini ne maddi bakımdan karşılayabilir durumdayız ne de İslami-ahlaki bakımdan hoş karşılayabiliriz. Ama çocuklarımız bizi polise şikâyet eder mi korkusuyla susmak zorunda kalıyoruz. Onlar büyüdükçe üzerlerindeki kontrolümüzü yitiriyoruz.

Artık birçok ailede hem eşler hem de ebeveyn ile çocuk arasında sürekli bir gerginlik hali var; boşanmalar artıyor. Eski sevgi ve muhabbet kalmadı. Parçalanmış nice aile var; dünyanın birçok yerine dağılmış durumdalar. Sadece benim ailem 10 ayrı ülkede.

Ayrıca ailesinden, akrabalarından, yakınlarından şehit veya yaralı veren veya tutuklu olan çok. Suriye’de kalan yakınlarının, akrabalarının hayatından sürekli endişe içindeler. Zihinlerde dolanan bir yığın mesele var. Hal böyleyken neye gülüp eğlenilecek?

Okullarda Suriyeli çocuklara karşı husumet var; öğrenci çeteleri çocuklarımıza bıçak çekiyor, dövüyor; polis veya okul müdür bunları görse de hiçbir şey yapmayıp uzaktan öylece seyrediyor. Bu temel problemlerimizden.

Kira ve başka bin bir türlü yardım aldığımız sanılıyor; kira yardımı falan yok, Kızılay yardımından yararlanan Suriyeli sayısı da gayet sınırlı.

Siz de iktisadi kriz içindesiniz, biliyoruz. Hükümetinize çok duacıyız, bize yıllardır yardımcı olmaya çalıştı, ama yapamadı. Nüfusumuz çok olduğundan bu kadar büyük bir nüfusla baş etmek imkânsız. Keşke baştan Avrupa’daki gibi bir rehabilitasyon ve uyum süreci olabilseydi.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder