8 Eylül 2017 Cuma

R.KAPLAN: AB, ZARURİ BİR İMPARATORLUK



AB, ZARURİ BİR İMPARATORLUK

Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı ve Avrasya Grubu kıdemli danışmanı)
New York Times, 5.5.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Hollanda, Fransa ve Almanya’da bu yılki seçimler, Şarlman’ın 9. yüzyılda imparatorluğunu kurduğu eski Karolenj Hanedanı merkezine epeyce dram getirdi. Burası Avrupa’nın hep en zengin ve kurumsallaşması en güçlü kısmı olageldi. Ancak eğer ki AB zayıflamaya devam ederse bunun en derin yansımaları doğusunda ve güneyinde hissedilecek.
Buradaki Avusturya-Habsburg ve Osmanlı Türk imparatorluklarının fay hattı boyunca uzanan eski komünist ülkeler, merkezî Avrupa’nın sağlam orta sınıf temelinden yoksun olup birçoğu, Saraybosna kuşatmasından 25 yıl sonra hala daha etnik ve toprak ihtilaflarıyla maluller. Onlar AB yanlısı hükümetlere daha önce hiç olmadığı kadar bağımlılar.
Orta Avrupa ile Balkanlar arasında sıkışmış bir ülke olan Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da yetkililer ve uzmanlar, insanların tahayyülünde hala daha varlığını koruyan sözde bir hayali sınırdan bahsediyorlar: 1519’da Papa X. Leo’nun –Osmanlı İmparatorluğu’na karşı cephe hattı olarak görülen Katolik Slavlara atıfla– ilan ettiği “Hıristiyanlığın Koruyucu Siperi. Bu çerçevede Müslüman saltanata karşı ilk savunma hattı Hırvatistan, ikincisi Slovenya’ydı. Kısa süre evvel bir yetkili bana dedi ki “Yugoslavya çöktüğünde bu eski tarihin artık bir öneminin kalmadığı zannedilmişti. Ama Tito Yugoslavya’sının dağılmasından çeyrek yüzyıl sonra biz kendimizi geç Ortaçağ ve erken modern dönem tarihine geri dönmüş bir halde bulduk.”
Yüzlerce yıldır Avusturya Habsburglarının yönettiği Slovenlerin 2016’ya gelindiğinde kişi başına düşen gelirleri 32.000 dolar. Bir kısmı Avusturya-Macaristan diğer kısmı ise Osmanlı ve Venedik geleneklerinin mirasçısı olarak karmaşık bir tarihe sahip Hırvatların kişi başı gelirleri ise 22.400 dolar. Eski Yugoslavya’nın neredeyse tamamen Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde kalan diğer topraklarına gelince, kişi başına düşen gelir Karadağ’da 17.000, Sırbistan’da 14.000 dolar olup Makedonya, Kosova ve Bosna’nın eski Osmanlı topraklarına düşen kısımlarında gelirler benzer şekilde düşük. Bu da gösteriyor ki eski emperyal bölünmelerden kalan iktisadi ve toplumsal farklılıklar hala daha mevcut.
Bu bir etnik veya ırki determinizm değildir; zira güneydoğu Avrupa’nın Slavları, kendi kanlarından ve dillerinden gelenlerce değil, daha ziyade dış emperyalizm aracılığıyla siyaseten ve iktisaden şekillenegeldi. Ortadoğu’ya en yakın olan Avrupa’nın eski Bizans ve Osmanlı parçası, hala daha en fakir, en az istikrarlı kesim olup çoğu AB’nin desteği ve rehberliğine muhtaç. Avrupa güvenli ve zengin bir kıta olarak kalacak mı, yoksa –Rusya ve Türkiye’deki otoriterlerin çıkar bölgeleri oluşturmasıyla– geleneksel doğu-batı fay hattı boyunca parçalanacak mı sorusu en canlı şekilde Balkanlarda cevap bulacak. Dolayısıyla Paris, Berlin ve Brüksel’deki siyasi gelişmeler sınırlarının çok ötesinde yankılanacak.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, örgütlü suç ağlarını işletmekten tutun milliyetçi-popülist hareketleri finanse etmeye ve yerel medya organlarını etkilemeye kadar farklı çökertme yöntemlerini kullanarak Orta ve Doğa Avrupa’da, özellikle de Balkanlarda aktif bir rol oynuyor. Karadağ, NATO’ya katılmaya belki yakın; ama bazı söylentilere göre Rusya’nın geçen yıl bir darbe yapmaya kalkıştığı bu ülke, çoğunlukla Rus oligarkların ve suç örgütlerinin adeta bir kolonisi gibi görülüyor. Yine Sırbistan ve Bulgaristan, Rus bölgesel nüfuzunun köprübaşları olarak görülüyor ve hatta daha kuzeydeki yeni-otoriter Macaristan ve Polonya hükümetleri, Rus rejimiyle gittikçe benzer özellikler taşımaya başladı. Macar hükümetinin, Macar asıllı Amerikalı milyarder George Soros’un Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Budapeşte’de kurduğu Orta Avrupa Üniversitesi’nin özgürlüğüne son verme çabaları, işte bu jeopolitik bağlamda okunmalı.
Türkiye’ye gelince, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisine yarı-diktatör güçler bahşeden referandumu geçen ay kazandı. Ertesi gün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’ini değil, emperyal orduları batıya, İstanbul’dan Bosna’ya kadar ilerleyen 15. yüzyıl Osmanlı padişahı, Fatih adıyla bilinen II. Mehmed’in kabrini ziyaret etti. Bulgaristan, Makedonya, Kosova veya bölgenin başka yerlerinde Sayın Erdoğan, düşüşteki AB’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya kararlı görünüyor. Makedonya’daki çekişmeli hükümet geçişi yüzünden mecliste yaşanan şiddet de dâhil hukuksuzluk, güneydoğu Avrupa’nın siyasi kırılganlığını gözler önüne seriyor.
Balkanları sadece ve sadece AB istikrara kavuşturabilir. Ancak ve ancak Sırbistan, Arnavutluk ve Kosova AB üyesi olursa Sırplarla Arnavutlar arasındaki etnik ihtilaf gerçekten çözüme kavuşabilir. Böylelikle AB çatısı altında Arnavutluk ve Kosova’nın birleşmesine gerek kalmaz. Ama birleşmeye kalkışırlarsa bu, Sırplar için bir savaş nedeni sayılacaktır. Benzer bir dinamik, Bosna-Hersek üzerinde Hırvatlar ile Sırplar arasında devam eden rekabet için de geçerli. Eski Yugoslavya’daki herkes için AB çatısı altında barış var. Yoksa geriye sadece kemikleşmiş çatışmalar kalıyor. (…)
Diğer bir deyişle AB bir zaruri imparatorluk. [Z.T.K. Kaplan'ın imparatorluklarla ilgili görüşlerini öğrenmek için 2014'te kaleme aldığı "İmparatorluğu Savunma Adına"  ve 2016 tarihli "Postemperyal Çağ" başlıklı yazılarını okuyabilirsiniz.]
Ben “imparatorluk” kelimesini rastgele değil, iyice ölçüp biçerek kullanıyorum. AB’nin bu tür bir iddialı girişim olmasının temel nedeni, her biri diğerinden bütünüyle farklı birer tarihe ve iktisadi gelişim modeline sahip eski Karolenj, Prusya, Habsburg, Bizans ve Osmanlı coğrafyalarında birlik sağlama arayışında olması diyebiliriz. AB bunu başarmak için bahsi geçen eski imparatorlukların işlevselliğinin yerine geçmek zorunda kaldı. AB vatandaşlarının seyahat özgürlüğünün garanti altına alındığı Shengen bölgesinin açık sınırları dahilinde Birlik, önemli ölçüde uzak ve kısmen demokratik bir bürokrasi tarafından yönetilen ve insanların çoğunun daha doğrudan temsiliyet istedikleri, giderek genişleyen bir hükümranlık alanını temsil ediyor. Bu size düşüş halindeki geç dönem imparatorluk türünü hatırlatmıyor mu?
AB düşüşten kurtarılıp geliştirilmeli. Oxford’daki St. Antony’s College’dan Jan Zielonka, bir yazısında, Avrupa’da canlı bir “Yeni Ortaçağcılık”tan iyimser bir şekilde bahsediyor: İnsanların sadakatlerine sahip çıkma noktasında şehirler ve bölgeler yeniden canlanan AB’yle rekabet ederken –ulus-üstü, ulusal ve yerel– kimlikler ve egemenlikler dinamik bir şekilde birbiriyle örtüşüyor. Ancak eğer ki ortada inandırıcı bir AB olmazsa kimliğin diğer hiçbir katmanı birbiriyle çatışmadan kendi halinde duramaz.
(…)

Yugoslavya’nın nihayetinde ne olduğunu düşünmek akıllıca olur. Orta Avrupa konusunda uzman İtalyan büyük akademisyen Claudio Magris, Tuna/Danube isimli efsanevi seyahatnamesinde, “ulus-üstü bir Tuna mirasını üstlendiğinin bilincinde olduğundan” Tito’yu [Z.T.K. 1848-1916 yılları arasında hüküm süren Avusturya-Macaristan İmparatoru] Franz Joseph’e benzeterek “son Habsburg imparatoru” olarak niteler. Tıpkı Franz Joseph gibi Tito da Yugoslavya’yı baskı ve –diğer komünist ülkelere kıyasla– iyiliğin bir karışımıyla ayakta tutar. Şimdi de bir zamanlar Yugoslavya’nın bir parçası olan ülkeler, barış ve güvenliği ancak ve ancak yeni ve çok daha iyicil bir emperyal sistemle, yani AB’yle bulabilir. Dolayısıyla Avrupa’nın merkezinde bundan sonra ne olacağı –mesela Fransa’nın AB’den çıkış için İngiltere’nin peşine takılıp takılmayacağı– kıtanın kalanı için son derece hayati.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder