5 Şubat 2017 Pazar

ŞUBAT 2017 - İÇİNDEKİLER




Şubat 2017    (Dış basından makale tercümeleri)

Şubat ayında yüklenen 33 analiz, makale, köşe yazısı ve röportaj tercümesinin kahir ekseriyeti, 2017 yılı ve sonrasında ABD’den Ortadoğu’ya, Avrasya’dan Avrupa’ya ve Çin’e kadar dünyanın farklı coğrafyalarını ne gibi tehlikelerin, kaos ve krizlerin beklediğine dair oldukça önemli gelecek öngörülerini içermektedir. Küresel ve bölgesel düzenin çökmekte olduğu bir dönemde dünyanın gidişatını daha iyi anlamamızı sağlayıcı niteliktedir.

Ahmet Davutoğlu (Prof. Dr., Türkiye Cumhuriyeti eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, AK Parti Konya Milletvekili)

Stratfor Raporları

Adriano Bosoni (Stratfor kıdemli Avrupa uzmanı)

2017’DE YENİ DÜNYA DÜZENİ (Washington Post, 1.1.2017)
Robert J. Samuelson (Washington Post kıdemli ekonomi yazarı)

Timothy Garton Ash (Tarihçi, siyaset üzerine yazılar kaleme alan the Guardian gazetesi köşe yazarı)

Paul D. Miller (Washington D.C.’deki Milli Savunma Üniversitesi uluslararası güvenlik çalışmalarında yardımcı doçent. George W. Bush ve Barack Obama’nın başkanlıkları sırasında Milli Güvenlik Konseyi’nde Afganistan direktörü olarak görev yaptı)

John Mauldin (Mauldin Economics’in başkanı; Amerikan ve dünya ekonomisi konusunda dünyaca meşhur finansal uzman, kitapları en çok satanlar listesinde yer alan yazar)

TRUMP ÇAĞINDA ALMANYA (Project Syndicate, 26.1.2017)
Joschka Fischer (Almanya eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı (1998-2005); Alman Yeşiller Partisi’nin kurucularından ve liderlerinden)

AÇIK TOPLUM SAVUNULMAYA MUHTAÇ (Project Syndicate, 28.12.2016)
George Soros (Soros Vakfı ve Açık Toplum Vakfı Başkanı)

IRAK VE SURİYE BİR DAHA ESKİ HALİNE GERİ DÖNEMEZ (Inside EFT’s Europe, 26.4.2016)
Robert D. Kaplan (Amerikalı dış politika yazarı; Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)

SUUDİ ARABİSTAN EKTİĞİNİ BİÇİYOR (Middle East Eye, 2.11.2016)
David Hearst (Middle East Eye internet sitesi baş editörü; eski İngiliz Guardian gazetesi dış politika başyazarı)

Stephen Pollard (İngiliz gazeteci ve yazar, The Jewish Chronicle gazetesi editörü)

Benjamin Weinthal (Demokrasiyi Savunma Vakfı araştırmacısı)

Guardian başyazısı

ARAP BAHARI BİTMİŞ DEĞİL (Politico, 22.1.2017)
Koert Debeuf (Tahrir Ortadoğu Politikası Enstitüsü Avrupa direktörü)

Peter Speetjens (20 sene Lübnan’dan yaşamış Hollandalı gazeteci)

BALKANLAR: BOZULMA, İFLAS VE SAVUNMASIZLIK (World Affairs Journal, Ağustos 2016)
Gordon N. Bardos (New York’ta yaşayan Balkan siyaseti ve güvenliği uzmanı)

Amitai Etzioni (George Washington Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü)

İSRAİL ABD’DEN NE İSTİYOR? (Washington Post, 24.1.2017)
David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan casusluk romanı yazarı)

Paul Iddon (Kuzey Irak’ta yaşayan serbest gazeteci)

Dilşad Abdullah (Iraklı gazeteci ve fotoğrafçı)

Aurangzeb Qureshi (Enerji jeopolitiği, Pakistan ve Ortadoğu’daki toplumsal meseleler üzerine yazan siyaset uzmanı)

Amanda Ercikson (Washington Post dış politika yazarı)

Doug Saunders (Kanada’da yayımlanan The Globe and Mail gazetesi uluslararası ilişkiler köşe yazarı)

Michael Rubin (Amerikan Girişim Enstitüsü Ortadoğu ve Türkiye uzmanı; Amerikan Donanması Askeri Akademisi öğretim üyesi ve Middle East Quarterly dergisinin editörü)

BU BLOGDA NELER VAR? (Bloğun bütün içeriğine ay ay buradan ulaşabilirsiniz.)


STRATFOR: 2017’DE DÜNYADA NELER YAŞANACAK?


2017’DE DÜNYADA NELER YAŞANACAK?

Stratfor, 27.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Stratfor'un kurucusu ve uzun süre başkanlığını yürüten George Friedman'ın 2015'te kurduğu uluslararası sistemle ilgili gelecek öngörülerinde bulunan Geopolitical Futures internet sitesinde geçen sene yayımlanan "2040'ta Doğru: Gelecek Öngörülerimizin Bir Özeti" başlıklı yazının tercümesini okumak için TIKLAYINIZ. Yine "2016'da Dünya" başlıklı öngörüler için de TIKLAYINIZ.


2017’de yaşanacak karışıklıklar, devredeki çok daha derin güçlerin siyasi tezahürleri. Gelişmiş ülkelerin çoğunda yaşlanan nüfus ve azalan doğum trendi, teknolojik yenilik ve buna eşlik eden işgücünün azalmasıyla katmerlendi. Çin’in iktisadi yavaşlaması da bu dinamikle birleşiyor. Aynı zamanda dünya, on yıllardır kaydettiği tarihi büyüme rekorunun ardından Çin mallarına talebin azalması meselesiyle baş etmeye çalışıyor. Çin, ülke içindeki satışları artırma niyetiyle, bir zamanlar ithal ettiği girdilerin çoğunu üretmek ve montajını yapmak amacıyla yavaş ama emin adımlarla kendi ekonomisini tedarik zincirine dönüştürüyor. [Z.T.K. Tedarik zinciri, ürün veya hizmetlerin ürün yaşam döngü süreçlerini kapsayan ve hammaddeden yola çıkıp son müşterinin eline ulaşana kadar geçen operasyonların, bilgi akışının, fiziksel dağıtımının ve alışverişin bütününü içeren bir sistemdir;  tedarikçi, üretici, distribütör, perakendeci ve lojistikçilerden oluşan bir bütündür] Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde, hem küresel ekonomi hem de nihai olarak önümüzdeki on yıllarda uluslararası sistemin alacağı şekil üzerinde dramatik ve kalıcı etkilere sahip olacaktır.
Onlarca yıldır alttan alta sessiz sedasız gelişme gösteren bu eğilimler, sonunda siyaseti etkileyerek gürültüyle su yüzüne çıktı. Ekonomik sancılar ne kadar uzun sürerse siyasi tepkiler de o kadar güçlü olur. İşte kapıdaki o gürültülü patlama, Avrupa ve hala daha tek süper güç olan ABD başta olmak üzere dünya güçlerini selamlayan milliyetçiliğin gücü diyebiliriz. 
Ancak küresel süper güç, artık kendisini o kadar da süper hissetmiyor. Aslında o artık süper güç olmaktan yorgun düşmüş durumda. 2001’de topraklarını hedef alan yıkıcı saldırıyla [Z.T.K. 11 Eylül saldırılarını kastediyor] birlikte tahriklere kapılıp İslam dünyasında giriştiği savaşlarla fazlaca genişleyerek kendisini aşırı zorladı ve şimdi de evinin içini tamir etmek amacıyla içe kapanmak istiyor. Gerçekten de Amerikan Başkanı Trump’ın seçim kampanyasında işlediği ana tema tasarruftu; yani deniz aşırı sorumluluklardan geri çekilme, müttefiklerinin kendilerini savunmaları için ellerini daha fazla taşın altına koymalarını sağlama ve böylelikle ABD’nin artan iktisadi rekabete odaklanması fikriydi.
Barack Obama bu temayülü çoktan başlatmıştı. Onun başkanlığı sırasında ABD, Ortadoğu’da uzun vadeli meydan okumalara odaklanarak aşırı dizginlemeye gitti – ki bu strateji İslam Devleti’nin yükselişinde görüldüğü üzere zaman zaman Obama’nın aleyhine işledi. Obama doktrini ile Trump doktrininin ilk evresi arasındaki temel farklılık, Obama’nın her şeye rağmen küresel düzeni sürdürme mekanizmaları olarak ortak güvenliğe ve ticarete inanmasıydı. Trump ise uluslararası ilişkilerin temel kurumlarının en iyimser haliyle kusurlarla dolu, en kötümser açıdansa Amerikan menfaatlerini boğucu olduğuna inanıyor.
Yaklaşım her ne olursa olsun, küresel süper güçler için tasarruftan bahsetmek bunu icraata dökmekten daha kolaydır. Woodrow Wilson’ın dediği gibi “Beğenin beğenmeyin, Amerikalılar dünya hayatının paydaşları.” ABD’nin idealizm ikonunun bu sözleri, halihazırda dünyada realizm daha fazla sahiplenilse de kulağa mantıklı geliyor.
Mesela Washington’ın niyetlendiği şekilde ticari ilişkileri revize etmek on yıllar evvel gayet mantıklı olabilirdi. Ancak üretimde teknolojik ilerlemenin hızla mesafe kat ettiği ve ister büyük olsun isterse küçük, ekonomilerin küresel tedarik zincirine sıkıca bağlı olduğu mevcut ve gelişen küresel düzende artık savunulabilir değil. Bu da ABD’nin Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA)’na öyle geniş kapsamlı ve ani değişiklikler yapamayacağı anlamına geliyor. Ticaret anlaşması yeniden müzakere edilse dahi Kuzey Amerika uzun vadede daha sıkı ticari ilişkilere sahip olmaya devam edecektir.
Ancak ABD’nin Çin’e karşı başta maden sektörü olmak üzere seçici ticari engeller çıkarması daha muhtemel. Pekin’le artan ticari kavga riski dünyanın dört bir yanında yankılanacaktır. Washington’ın Çin’den ticari tavizler koparmak maksadıyla “Tek Çin” politikasını sorgulama hevesinin bir maliyeti olacaktır: Pekin, kendi ticaret ve güvenlik kozlarını ortaya koyarak ABD’yi kaçınılmaz bir şekilde Pasifiklere çekecektir.
Ancak zaman, ticari ihtilaflar için uygun değil. Trump kendi ülkesinin iç meselelerine ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping de 19. Parti Kongresi öncesinde içeride siyasi gücünü konsolide etmeye odaklanmayı tercih edecektir. Dolayısıyla iktisadi istikrar reforma ve yeniden yapılanmaya öncelenecektir. Bu da demek oluyor ki Pekin yönetimi, –Çin şirket borçları tehlikeli noktalara ulaşsa ve etkili araçlar olarak giderek anlamlarını kaybetse dahi– kredileri ve kamu yatırımlarını artıracaktır.
2017 Avrupa için de kritik bir yıl olacaktır. AB’nin temel direkleri olan Fransa’da ve Almanya’da yapılacak seçimlerden ve yine Avro Bölgesi’nin en büyük üçüncü ekonomisi olan İtalya’daki muhtemel bir erken seçimden her biri, bir diğerini etkileyecek ve Avro Bölgesi’nin varlığını tehdit edecektir. Yıllardır yazıp çizdiğimiz gibi AB önünde sonunda dağılacaktır. 2017 için asıl soru şu: Acaba bu seçimler dağılmayı ne ölçüde hızlandıracak? 2017’deki seçimleri ister ılımlılar isterse aşırılar kazansın, Avrupa kendi içinde bölgesel bloklar olarak parçalanmaya hızla sürüklenecektir.
Avrupa’nın parçalanması Ruslar için altın bir fırsat olacaktır. Rusya, 2017’de yaptırımlar konusunda Avrupa’nın birliğini çatlatabilecek ve sınır bölgelerinde nüfuzunu daha da pekiştirme imkânı elde edecektir. Trump yönetimi, Moskova’yla çatışmayı yatıştırma çabası çerçevesinde yaptırımları hafifletmeye ve Suriye’de işbirliğine gitmeye daha meyyal olabilir. Ancak uzlaşmanın da sınırları olacaktır. Rusya, savunmasını güçlendirmeyi sürdürecek ve siber alandan Ortadoğu’ya birçok alanda yeni kozlar yaratacaktır. ABD ise Rus yayılmasını sınırlandırma çabasını sürdürecektir.
Bu stratejinin bir parçası olarak Rusya, Batı’yla pazarlık için Ortadoğu’da hem yıkıcı hem de barışı tesis edici roller oynamayı sürdürecektir. Suriye’de barışın sağlanması kaypaklığını ve zorluğunu korurken Rusya, Amerikan-İran ilişkileri bozuldukça Tahran’a yakın durmaya devam edecektir. İran seçim yılına girerken ve yeni Amerikan yönetimi İran’a karşı çok daha tavizsiz bir yaklaşım sergilerken Tahran’la nükleer anlaşma bir dizi cephede meydan okumalarla karşılaşacaktır. Buna rağmen karşılıklı menfaatler, nükleer anlaşmanın çerçevesini muhafaza edecek ve her iki tarafı da Hürmüz Boğazı gibi yerlerde bir çatışmadan caydıracaktır.
Bu arada İran-Türkiye rekabeti Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde tırmanacaktır. İran kendi nüfuz alanını savunmaya çalışırken Türkiye sözkonusu bölgede kendi nüfuz alanını kurmaya ve Kürt ayrılıkçılığını kontrol altına almaya odaklanacaktır. 2017’de askeri operasyonlar İslam Devleti’ni geriletirken buralarda toprak, kaynak ve nüfuz mücadelesi yerel ve bölgesel menfaat sahipleri arasında yoğunlaşacaktır. Ancak İslam Devleti askeri olarak zayıflarken gerilla ve terörist taktiklerini kullanacak ve farklı coğrafyalarda becerikli/iş bilen toplumsal tabanını saldırılar için harekete geçirecektir.
Aslına bakılırsa İslam Devleti endişe duyulacak salt bir cihatçı örgüt değil. Şu anda bütün ilgi ona yoğunlaşmışken el-Kaide sessiz sedasız Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası’nda kendini yeniden örgütlüyor. El-Kaide’nin 2017’de daha aktif olması muhtemel.
Kısmen dünya petrol üreticilerinin çoğunun vardığı anlaşma sayesinde 2017’de ham petrol fiyatları az da olsa artacaktır (ancak hiçbir ülkenin petrol üretimini kısma taahhüdüne tam anlamıyla uymayacağı da aşikâr). Kuzey Amerika’da kayagazı üretiminin toparlanma hızı, gelecek sene Suudi Arabistan’ın üretim kesintisini artırma ve uzatma politikasını etkileyen temel faktör olacaktır. Her ne kadar Kuzey Amerikalı üreticilerin fiyat iyileşmesine mukabelesi ve üretimi artırması vakit alsa da Suudi Arabistan petrol fiyatlarında önemli bir artışın ihtimal dışı olduğunu biliyor. Bu da –Suudi ARAMCO şirketinin %5 hissesini 2018’de satışa çıkarma planı ışığında– Suudi Arabistan’ın petrol arzını dengelemek maksadıyla ekonomiyi rotasında tutmak için 2017’de piyasalara aktif bir şekilde müdahale edeceği anlamına geliyor.
Petrol fiyatlarındaki artış dünyadaki üreticiler için bir rahatlama getirecektir; ama Venezüella gibi başı iyice dertte olan bir ülke için bu, çok az ve çok gecikmiş bir adım olabilir. Venezüella’nın borçlarını ödeyememe tehlikesi ufukta belirmiş durumda; borç ödemeleri için temel ihtiyaç maddeleri ithalinde ciddi kısıtlamalara gitmek, toplumsal huzursuzlukları tetikleyecek ve iktidar partisi ile silahlı kuvvetler arasındaki zaten derin olan fay hatlarını açığa çıkaracaktır.
Gelişmiş piyasalar da enflasyonun geri döneceği 2017’de göze çarpar bir değişimle karşı karşıya kalacaktır. Bu da merkez bankalarının sıkı para politikası tedbirlerini benimsemelerine yol açacaktır. Merkez bankalarının piyasayı nakit paraya boğduğu günler sona eriyor. Yük, artık para politikasını şekillendiren yetkililerin omzuna binecek ve iktisadi büyümenin ana motoru olarak para basmanın yerini kamu harcamaları alacaktır. ABD’de para politikasını sıkılaştırma ve güçlü bir Amerikan doları, 2017 başlarında küresel ekonomiyi çalkalayacaktır. Bundan en çok etkilenecek ülkeler, dolar cinsinden yüksek borçlanma riskine girmiş gelişmekte olan piyasalardır. Bu listede Venezüella, Türkiye, Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Mısır, Şili, Brezilya, Kolombiya ve Endonezya var. Bu arada Çin para birimi yuan üzerindeki aşağı doğru baskı ve sürekli azalan döviz rezervleri, Çin’i sermaye akışları üzerindeki kontrolünü arttırmaya zorlayacaktır.
Piyasalar şu an sakin seyretse de (…) 2017’de çok daha istikrarsız olacaktır. Avro Bölgesi’ne yönelik tehditten tutun tırmanan ticari ihtilaflara kadar 2017’de yaşanacak kargaşalar karşısında yatırımcılar dramatik tepkiler verebilirler. Varlık fiyatları 2016’nın ilk iki ayında hızlı da olsa dikkat çekici bir sarsıntı geçirmişti. 2017’de bu hadiseler defalarca tekrarlanabilir.
Serbest ticaretin baş savunucularından olan İngiltere giderek korumacı bir çizgiye sapan Avrupa’da nüfuzunu kaybederken ABD de küresel ticaret inisiyatifinden geri çekiliyor. Genel olarak küresel ticari büyümenin gerilemesi muhtemel; ancak Çin ve Meksika gibi ihracata bağımlı ülkeler tedarikçilerle/üreticilerle ilişkilerini korumaya ve yeni pazarlar aramaya çok daha istekli olacaktır. Büyük ticaret anlaşmalarının yerine ülkeler veya bloklar arasında müzakere edilen daha küçük ve daha az iddialı anlaşmalar geçecektir. Nihayetinde Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ile Transpasifik Ortaklığı, Dünya Ticaret Örgütü Doha Turu’nun çöküşünden geriye kalan parçalardı.

İktisadi hayal kırıklığı, tamamı şimdiden sezilemeyen birçok şekilde tezahür edebilir. Japonya’da hükümet, kritik reformları hayata geçirme ve yaşlanan nüfusunu değişen küresel şartlara adapte etme noktasında 2017’de çok daha güçlü bir pozisyonda olacaktır. Brezilya ve Hindistan’da yolsuzluğu ifşa etme ve mücadele çabaları ivme kazanmayı devam edecektir. Hindistan (…)

STRATFOR: 2017’DE ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA NELER YAŞANACAK?



2017’DE ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA NELER YAŞANACAK? 

Stratfor, 27.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

2017 yılında ABD, Ortadoğu’da 2016’dakinden daha az devrede olmayacak. Ama bu devrede oluş, diğer ülkelere nüfuz rekabeti için alan açacak şekilde daha makul bir düzeyde olacaktır. Gerek komşuları gerekse çok daha uzaktaki ülkeleri kapsayacak bu rekabet, özellikle Suriye-Irak savaş alanları ve çevresinde cereyan edecektir. Suriye ve Irak içindeki çatışmaların gelişimi, mezhepçi gerilimleri azdıracak ve Türkiye-İran rekabetini yoğunlaştıracaktır.

Suriye’nin cazibesine direnmek

Beşşar Esed’e bağlı birliklerin kritik Halep şehrini geri almasıyla birlikte 2017’de Suriye İç Savaşı’nın sona ereceğini düşünmek oldukça cazip. Fiiliyatta rejim şu anda birkaç büyük şehri daha kontrolünde tutuyor ve elde ettiği kazanımları konsolide edebilir durumda. Ancak çatışma en azından 2017 yılı içinde sona ermeyecektir. Zira rejime sadık gruplar nihai bir zafer elde etmek için çok fazla yöne odaklanmak zorundalar. Kuzeydeki toprakları ellerinde tutmanın yanısıra şimdi de Halep-Şam arasında ve Şam etrafındaki bölgelerde bulunan isyancıları temizlemeleri lazım. Yine hâlihazırda yoldaşlarının kuşatma altında olduğu, İslam Devleti’nin elinde bulunan doğudaki Deyrezzor şehrine de girecekler. Palmira çevresindeki enerji kuşağı olan bölgeleri geri almak da bir öncelik. Diğer bir deyişle, yapmaları gereken hala daha çok iş var ve çatışmalara saplanmış böyle bir ülkede bir dizi gelişme güç dengesini değiştirebilir.
Rejime sadık olanların karşı karşıya olduğu zorluklar çatışmanın çözümünü engelleyen faktörlerden biri. Dış güçlerin varlığı 2016’ya kıyasla 2017’de Suriye savaş alanını çok daha çetrefilli hale sokacaktır. ABD’nin Suriye stratejisi, daha seçici davranarak, Esed yönetimiyle savaşanlar yerine İslam Devleti’ne karşı savaş veren belirli gruplara yardım etmek olacaktır.
Mesela Washington, Kürt güçleri desteklemeye devam edecek, ama İdlib’deki isyancılara desteği frenleyecektir. Bunun üç sonucu olacaktır: Birincisi, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ABD’nin yüzüstü bıraktığı –daha radikal olanlar da dâhil– isyancılara desteği artırmak zorunda kalacaktır. İkincisi, Washington’ın geri çekilmesiyle birlikte denetimi azalırken, bahsi geçen üç ülkenin desteği radikal unsurlara başarılı olmaları için alan açacaktır. Üçüncüsü, Washington’la yürüttüğü daha geniş müzakerelerde yaptırımların hafifletilmesi de dâhil tavizler koparmaya çalışan Rusya, ABD’yle ve müttefikleriyle çok daha taktik düzeyde işbirliği yapabilecektir.
Rusya, sadece bu hedeflere ulaşmasına yardımcı olacak kadar işbirliği yapacaktır. Ancak Moskova’nın Suriye sahasındaki sınırlı nüfuzu dikkate alındığında aslında yapabileceği çok da fazla bir şey yok. Yine de bu durum Rusya’nın Suriye müzakerelerinde baş arabulucu olarak Washington’ın yerini alma çabasını durdurmayacaktır.
Diğer güçler İslam Devleti’yle savaşmakla meşgulken Türkiye ise Kürt yayılmasını durdurma zorunluluğuyla harekete geçerek Suriye ve Irak’ın kuzeyinde nüfuz alanını genişletecektir. Suriye’de Rus birliklerinin varlığı, Türkiye’nin Halep’in kuzeyinde el-Bab’dan daha güneye inmeye kalkışmasını muhtemelen engelleyecektir. Türkiye, Kürtlerin elinde tuttuğu bölgeleri bölmek ve böylece onları zayıflatmak için el-Bab’dan doğuya Menbic’e doğru yönelmeye çalışacaktır. Türkiye ayrıca Rakka’da İslam Devleti karşıtı harekâtlarda daha büyük bir rol oynamak için lobi yapacaktır. Ankara, gerek Suriye Kürt birliklerinin yayılmasını engellemek gerekse İslam Devleti’ni geriletmek için Suriye çatışmasında daha fazla birlik konuşlandıracaktır.
Türkiye’nin stratejisinde tabii ki birtakım zorluklar var. Ruslarla ve Suriye Kürt güçleriyle çatışma riski sözkonusu. Ankara, Washington’ın Kürtlere desteği yüzünden ABD’yle yaşadığı gerginliklerin üstesinden gelse dahi, savaş alanındaki güçlükleri aşmak için Moskova’yla daha yakın bağlar kurmaya odaklanmak zorunda.
Türkiye, Irak’ın da kuzey kesiminde, özellikle bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırının [Z.T.K. Osmanlı değil, Misak-ı Milli sınırlarını kastediyor olmalı] çizildiği Sincar-Musul-Erbil-Kerkük hattında nüfuzunu artıracaktır. Bu sırada Musul’da İslam Devleti’nin yenilgiye uğratılmasıyla ortaya çıkacak güç boşluğunda İran’la nüfuz rekabetine girecektir. Bağdat yönetimi, İslam Devleti Musul’u kaybettiğinde [Z.T.K. Musul’un da sınırları içinde olduğu] Ninova vilayetini kontrolü altına alma mücadelesi verecektir. Bu arada Türkiye, bölge Sünnilerinin kendisini hami konumuna getirmesi için beraber iş tuttuğu vekillerini teşvik edecektir. 
Türkiye’nin canlanışı, kuzey Suriye ve Irak boyunca İran’ın nüfuz yayını tehdit edecektir. Tahran’ın buna karşı mukabele edeceği birçok yol bulunmaktadır. Tahran yönetimi, Bağdat’taki Şiileri, kendi deyimleriyle, Türk işgaline karşı direnmeye teşvik edecektir. Ankara’yı engellemek için ihtilaflı bölgelerde Şii milislere bel bağlayacak ve Irak Kürtleri arasındaki bölünmeleri istismar edecektir. Irak’ta görece nüfuzu daha az olan Suudi Arabistan ve diğer Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri Irak Sünnilerinin menfaatlerini savunmak için Türkiye’ye bel bağlayacaktır.
Musul’un düşüşü Irak Kürtlerini daha da bölecektir. Kaçınılmaz olan toprak ve nüfuz çekişmesi, Türkiye destekli Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile İran’la müttefik olan Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’ni karşı karşıya getirecektir. Petrol zengini Kerkük şehir özellikle çekişmeli bölge olacaktır. İran destekli Bağdat yönetimi Kerkük’ü geri almaya çalışırken Barzani’nin KDP’si oradaki kazanımlarını elinde tutmaya çalışacaktır. Bu da Bağdat ile Irak Kürdistan’ı arasında enerji üretimi ve gelir paylaşımında sürdürülebilir bir işbirliğini engelleyecektir.

 

Türkiye: Nice meydan okumalarla yüz yüze

Türkiye’nin dışarıda karşı karşıya olduğu meydan okumalara ilaveten ülke içinde de yüzleştiği meydan okumalar hiç eksik değil. Kürt militanların saldırıları zaten çok eski bir mesele. Bu yetmezmiş gibi Ankara’nın İslam Devleti’nin Suriye’de kaçış rotasını boğucu rolü 2017’de Türkiye’yi örgütün ana hedefi haline getirecektir. Ama bundan çok daha önemlisi, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını güçlendirme anlamına gelecek Anayasa değişikliklerini 2017’de referanduma sunması olacaktır. Seçmenler aşırı kutuplaşmış olsa da AKP hala ciddi bir halk desteğine sahip; ancak onun idaresi altındaki ekonomi sallantıda. Dolar güçlendikçe Türkiye’nin dolar cinsinden borcu artacak ve liranın istikrarsızlığı, siyasi baskılardan zaten teyakkuza geçmiş haldeki yatırımcıların gözünü korkutacaktır. Bu baskılar Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini daha da zorlaştıracaktır. Türkiye bu bağlamda fazla bir ilerleme kaydetme beklentisinde değildi; ama Batı’daki zeminini korumak ve AB pazarına erişimini sürdürmek için göçmen kontrolleriyle ilgili diyalogu devam ettirmeye ihtiyacı var.

Amerikan-İran ilişkileri bir testten geçecek
2017 yılında Amerikan-İran ilişkilerinin devamlılığı test edilecek. Yeni Amerikan yönetiminin, nükleer anlaşmayı doğrudan ihlal etmese dahi İran’ın saldırganlığı olarak gördüğü –denizde tacizler ve balistik füze denemesi gibi– manevralara karşı çok daha az hoşgörülü olması bekleniyor. Buna karşı sert bir Amerikan mukabelesi, İran’ın bakış açısından, anlaşmanın bir ihlali sayılacaktır. Ancak ilk adım ABD’den geldiği takdirde İran’ın anlaşmaya meydan okuması beklenebilir. (Bu arada Rusya, Amerikan-İran gerilimlerinden istifade edecektir. Moskova, ABD’ye karşı bir koz olarak kullanmak maksadıyla –ve Tahran’ın da nükleer anlaşmanın devamlılığı ve uygulanabilirliği konusunda sorular belirdiğinde Washington’a karşı dengeleyici bir güç olarak Rusya’yı kullanacağı bilinciyle– İran’la ilişkilerini iktisadi ve askeri anlaşmalar imzalamak suretiyle daha da sıkı hale getirecektir.)
Amerikan yönetiminin aksi yöndeki tehditlerine rağmen nükleer anlaşma bu yıl yürürlükte kalacaktır. Zira Amerikan-İran ilişkilerine dair tüm ateşli söylemlere rağmen Washington’ın Ortadoğu çatışmalarına daha fazla saplanmakta pek de bir çıkarı yok, hele de İran’la. Benzer şekilde İran’ın da kendi ekonomisini geliştirmesi lazım ve bunu dış ticaret, yatırım ve nükleer anlaşmanın izin verdiği etkileşim olmadan yapamaz.
Aslına bakarsanız, İran ekonomisinin durumu, mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhtemelen belirleyici faktör olacaktır. İran standartlarında ılımlı bir siyasetçi olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yaptırımların kısmen kaldırılması ve enflasyon oranının istikrara kavuşturulmasından sıradan İranlıların istifade edeceği propagandasını yapmaya çalışacaktır. Buna karşın Ruhani’nin İran Devrim Muhafızları içindeki ödün vermez muhalifleri, cumhurbaşkanını ABD’ye karşı yumuşak olmakla ve ekonominin kontrolünü çok fazla yabancılara kaptırmakla suçluyorlar.
Seçim sonuçları her ne olursa olsun İran, muhafazakâr siyasetçilerin nüfuzu altında kalacaktır. Bu siyasetçiler de ABD’ye güvenmeyen ve fakat küresel ekonomiye yeniden dâhil olmak gerektiğinin farkında olan dini lidere kulak veriyorlar. Petrol üretiminin yavaş yavaş artması bu bakımdan yardımcı olacaktır. Ancak nükleer anlaşmanın sürdürülebilirliğiyle alakalı sorular, –tabii Amerikan siyasetinin gidişatından bahsetmeye dahi gerek yok– İran’ın iktisadi hedeflerine ulaşmasını engelleyebilir.

Körfez’de reforma doğru gidiş
Suudi Arabistan, Amerikan-İran ilişkilerinin bozulmasından çok memnun olacaktır. Türkiye gibi Suudi yönetimi de İran’la bölgesel vekâlet savaşlarına sürüklenecektir. Ancak Riyad, giderek tırmanan iç baskılar karşısında pahalı dış maceralarını ölçüp biçmek zorunda kalacaktır. 2016’da sermaye harcamalarını engelledikten ve kamu sektörü harcamalarını kıstıktan sonra Suudi Arabistan 2017’de bütçe açığını azaltabilecektir. Yine de reformun yolu yavaş ve engebeli; iddialı 2030 Vizyonu ile 2020 Vizyonunu, hayatta kalma mücadelesi veren özel sektörünün takip edebileceği somut talimatnamelere dönüştürebilmesi zor olacaktır. (…)
(…)
Reform baskısı devam ettikçe Suudi vatandaşları değişim için yaygara koparacak; ancak hükümet, ekonomiyi toplumsal reforma önceleyecektir. Makul bir toplumsal reform dahi Suudi dini müessesesinin [rejimden] yabancılaşma riskini taşıyor; oysaki ülke içinde gelişen cihatçı tehdidi idare etmek için dini müessesenin Suud Ailesine desteği elzem.
Diğer Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri İran nüfuzunu frenlemek ve ortak ekonomik ve güvenlik tehditlerine karşı bir savunma geliştirmek maksadıyla birlikte hareket edecektir. Ancak birlik cephesinde kırılmalar sözkonusu. Birleşik Arap Emirlikleri Yemen’in güneyindeki pozisyonunu pekiştirirken Suudi Arabistan Yemen’i müzakereler yoluyla bir çözüme yönlendirmek için mücadele edecektir. Görece tarafsızlığıyla tanınan Umman, KİK’in İran’ı düşmanlaştırma girişimine katılmayacaktır.

Kuzey Afrika
Aynı dinamikler KİK’in Kuzey Afrika’daki dış politikasında da görülecektir. Suudi Arabistan; Yemen ve Suriye gibi ülkelerde izlediği dış politikaya destek vermeleri karşılığında müttefiklerine ekonomik ve güvenlik desteği vermeye devam edecektir. Ancak BAE çok daha ılımlı bir ses olacağından bu ılımlılığıyla Suudi Arabistan’ın güvenirliğini baltalayacaktır.
2017’de Mısır, Suudi menfaatlerinden bağımsız bir dış politika formülleştirecek kadar iktisaden istikrara kavuşacaktır. Bunun için olabildiğince fazla dış ortaktan maddi kaynak çekmeye çalışacaktır. Para birimini devalüe eden, IMF’yle bir anlaşmaya varan ve daha fazla yakıt teşvik reformunu yürürlüğe koyan Kahire, kamu ücretlerini azaltma ve vergi gelirlerini artırma gibi çok daha temel yapısal reformları uygulamaya koymak zorunda. Bu çerçevede Mısır Cumhurbaşkanı Sisi sadece sınırlı bir başarı kaydedecektir. Zira ülkenin iktisadi kırılganlığının ceremesini çeken insanlar ve yasama organınca eli kolu bağlanacaktır. 
Bu arada Mısır Libya’ya müdahilliğini sürdürecektir; Libya Milli Ordusunu komuta eden milliyetçi General Halife Hafter’e Mısır ve BAE desteği işe yaramaya başlamış durumda. Hafter Libya’nın doğusunda askeri ve siyasi kontrolünü artırabilecek ve Libya’nın batısına doğru da yayılacaktır, ama tamamen değil. Libya Milli Ordusu kendi davası etrafında milisleri toplamaya çalışacak; ancak milislerin hepsi Hafter’le aynı safta çatışmak istemeyecektir. Hafter’in bölücü ve ayrıştırıcı tavrı, BM öncülüğünde bir milli birlik hükümeti kurma ve onaylama müzakerelerine engel çıkarmaya mahkûmdur. Bu yüzden Libya, 2017’de kalıcı bir barış ihtimalini sınırlayacak şekilde rakip milisler arasında bir savaş alanı olmayı sürdürecektir. Bu rekabeti her kim kazanırsa Libya’nın petrol zenginliğini elde etmiş olacaktır.
Bu arada İslam Devleti [Libya’nın kıyı kesimindeki] gücünün çoğunu kaybedecek; ancak ülkenin derinliklerinde kendisine sığınılacak bir liman ve müttefikler bulacaktır. Eşzamanlı olarak el-Kaide bağlantılı milisler nüfuzlarını sessiz sedasız yaymaya devam edecektir.

İslam Devleti’nin durumu
İslam Devleti başka yerlerde de gücünü yitirecektir. Irak ve Suriye’deki askeri operasyonlar, konvansiyonel bir askeri güç olarak örgütü geriletecek; ancak terörist ve isyancı gücünü pek de kıramayacaktır. Bir zamanlar kontrolleri altında tuttukları topraklara dağılacak İslam Devleti kalıntıları, Irak ve Suriye’de etnik ve mezhepçi ayrılıkları istismar ederek varlıklarını koruyacaktır. Bu yüzden terör saldırıları dikkat çekici bir biçimde Irak’a geri dönecektir. (Irak’ta askeri gerilemesine rağmen İslam Devleti, mücadelenin çok daha karmaşık/çapraşık olduğu Suriye’de biraz daha fazla serbestçe hareket edecektir.)
Ancak İslam Devleti’nin saldırıları dış dünyada çok daha sınırlı bir tehdit olacaktır. Irak ve Suriye’den vatanlarına geri dönen militanlar hiç şüphesiz Batı ülkeleri için bir risk; ancak bu risk, artan bilinçle, istihbarat denetimiyle ve kısıtlamalarla kontrol altına alınabilir. Yoğun ağlara ve yeteneklere sahip olmak zorunda olmayan tabandaki iş bilir teröristler, 2017’de özellikle Batı için İslam Devleti’nden çok daha büyük bir tehdit olacaktır.
İslam Devleti uluslararası toplumun dikkatini çekerken el-Kaide, sahnelere geri dönüş için birçok alanda yeteneklerini bileyerek sessiz sedasız kendisini yeniden örgütlüyor. El-Kaide ağlarının Libya, Cezayir, Mali, Tunus, Mısır ve Yemen’de farklı isimler altında kendini yeniden biçimlendirerek daha aktif ve etkili olması muhtemel. Arap Yarımadası el-Kaide’si bilhassa endişe verici. Örgütün Yemen’de Suudi Arabistan’la zımni anlaşması çöktü ve böylelikle Suudi Kraliyeti cihatçı grup için uygun bir hedefe dönüştü.
Her ne kadar saldırıları görece daha basit olsa da cihatçılar başka bölgelerde de aktif olacaktır. Eğer ki Endonezya ve Bangladeş gibi ülkelerdeki saldırılar daha karmaşık bir hale gelirse bu demek olur ki Ortadoğu’daki daha tecrübeli savaşçılar başarılı bir şekilde evlerine geri dönebilmişler.
Nijerya’da Batı Sudan Vilayeti, veya daha iyi bilinen eski ismiyle Boko Haram, el-Kaide’nin –sivillere ve Müslümanlara saldırmaktan kaçınan ama orduya ve Batılı hedeflere odaklanan– hedef alma stratejilerini benimsemeyi sürdürecektir. Ancak Ebubekir Şekau liderliğindeki fraksiyon camilere, Müslümanlara, çarşı pazara, sivillere ve diğer hassas hedeflere saldırılarını sürdürecektir.

İsrail cesaretlenecek

2017 İsrail için birtakım fırsatlar sunuyor ve bunların en büyüğü, onun güvenlik garantörü olan ABD’den gelecektir. Cumhuriyetçilerin Amerikan yönetiminin yasama ve yürütme erklerini sıkı kontrolü altına almasıyla birlikte İsrail, herhangi bir siteme/paylamaya maruz kalmadan çıkarlarının peşinden koşmada eli serbestleşecektir. İsrail, İran konusunda çok daha iddialı bir Amerikan politikasından istifade edecek ve Washington üzerinden İran’ın uranyum zenginleştirmesine daha fazla sınırlandırma getirtebilecektir. Nihayetinde yeni Amerikan yönetimi, İran’la ilgili toplanan istihbarata, hele de nükleer anlaşmanın ihlallerine işaret edenlere karşı çok daha duyarlı olacaktır. Bundan cesaret alan İsrail, muhtemelen Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim faaliyetlerini –Filistinli militanların saldırılarını kışkırtsa dahi– hızlandıracaktır. İsrail-Filistin uyuşmazlığında bir tırmanma, İsrail’in –her ikisi de kendi içinde baskılarla karşılaşan– Ürdün ve Mısır’la ilişkilerini gerecektir. (Filistin meselesi muhtemelen Türkiye ve Mısır arasında bir rekabet kaynağı olacaktır. Ankara, bir yandan Filistinli gruplarla daha iyi ilişkiler geliştirmeye çalışırken, diğer yandan İsrail’le normalleşmiş ama hala gergin ilişkileri çekip çevirecektir.)

Yine de 2017 İsrail için bir dizi meydan okumaları da beraberinde getirecektir. Kuzeyinde, Suriye İç Savaşı’na yoğun katılımı sayesinde çok daha güçlendiği ve tecrübe kazandığı iddia edilen Hizbullah’la mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ancak Hizbullah’ın işi başından aşkın: Suriye’de rejime sadık olanlar adına mevcut toprak kazanımlarını konsolide edecek, Lübnan’da siyasi meydan okumaları savuşturacak ve bu arada gözü İsrail’in üzerinde olacaktır. İsrail’in Hizbullah’ın askeri gücünden endişe ederek –üstelik artık bir fırsat penceresine sahip olduğunun ve Washington’ın sitemlerine maruz kalmayacağının da bilinciyle– Hizbullah’ı zayıflatmak ve ileri teknoloji ürünü silahlara erişimini sınırlandırmak maksadıyla Suriye ve Lübnan’da operasyonlarını yoğunlaştırması muhtemeldir.

STRATFOR: 2017’DE AVRASYA’DA NELER YAŞANACAK?



2017’DE AVRASYA’DA NELER YAŞANACAK?

Stratfor, 27.12.2016

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Batı’ya ekarte etmek

Avrupa ve onun Rusya’ya yönelik politikası her zamanki gibi yine bölünmüş durumda; bu yüzden yaptırımların en azından kısmen hafifletilmesi Moskova’nın başarısı olacaktır. 2017’de –Avro Bölgesi’nin çöküşüne yol açabilecek– Avrupa’daki seçimlerin önemini idrak eden Rusya, müesses nizam karşıtları ile Avrupa şüphecileri destekleyecek ve siber saldırılarla ve propaganda kampanyalarıyla kıtadaki bölünmüşlüğü istismar edecektir.
Fransa, İtalya, Avusturya ve Yunanistan Rusya’ya karşı daha dengeli ilişkiler kurma arayışına girecek; buna mukabil önceden kestirilemeyen gelişmelere karşı çok daha savunmasız durumdaki Polonya, Romanya, Baltıklar ve İsveç ise muhtemel bir Rus saldırganlığını savuşturmak maksadıyla yekvücut olacaktır. Almanya her iki tarafa da oynamaya çalışacak; ancak Avro Bölgesi’ni bir ve bütün tutma mücadelesi verirken bunu yapması giderek zorlaşacaktır. Almanya’nın oyalama iradesi, Polonya’yı Doğu Avrupa’nın daha güçlü bir lideri haline getirecek; Batı’nın zayıflayan kararlılığıyla tehlikeye düşenlere Polonya siyasi, iktisadi ve askeri destek verecektir.
Bu demek değil ki Rusya’nın eli tamamen serbest olacak. Her ne kadar Washington Moskova’yla bazı konularda müzakereye daha istekli görünse de ABD’nin Rus yayılmasını kontrol altına almak için her türlü nedeni hala var. Dolayısıyla ABD, Rusya’nın Avrupa sınırında NATO üzerinden yoğun askeri varlığını sürdürecektir. Bunun herhangi bir müzakereyi engelleyeceği kesin. Yine de Rusya, Batı’yı karıştırmak ve nihayetinde onunla müzakere etmek için elindeki –Batı sınırındaki askeri yığınaktan tutun ABD’yle yeniden işbirliği algısına ve Avrupa içi ihtilafları istismara kadar– her türlü aracı kullanacaktır. Ve bunu yaparken de komşularına gözdağı verecek ve yakın çevresinde Batı nüfuzunu ekarte etmeye çalışacaktır. 
Moskova ile Washington arasında bir uzlaşma iması dahi Rusya’nın sınır komşularında yankı uyandıracaktır. Rusya Ukrayna’nın doğusundaki askeri varlığını sürdürecek; ancak ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, yaptırımların hafifletilmesini meşrulaştırmak amacıyla Minsk Protokollerini daha esnek yorumlamayı tercih edecektir. Ancak bu durum Kiev hükümetini Rus zorlayıcı gücüne daha fazla muhatap hale getireceğinden Ukrayna’nın Polonya ve Baltık ülkeleriyle askeri, siyasi ve iktisadi bağlarını yoğunlaştırması beklenebilir.
Amerikan-Rus uzlaşması beklentisi, normalde Batı yanlısı olan Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi ülkelerin Batılı kurumlarla bütünleşme çabalarına –Avrupa’da iç ihtilafların büyüyeceği bir ortamda– ket vuracaktır. Bu ülkeler Moskova’yla tam anlamıyla ittifak kurmayacak, ama taktiksel olarak iktisadi alanda Rusya’yla birlikte iş tutmak ve Rus yanlısı ayrılıkçı topraklar üzerindeki pozisyonlarını yumuşatmak zorunda kalacaklardır.
Ukrayna kendi güvenliğini sağlamak için Polonya ve Baltık ülkeleriyle güvenlik işbirliğini güçlendireceği gibi Gürcistan da benzer şekilde Azerbaycan ve Türkiye’ye yanaşacaktır. Türkiye bir yandan Kafkaslarda ve Karadeniz’deki sağlam zeminini korurken, diğer yandan Suriye’deki misyonunu tehlikeye atmaması için Moskova’yla enerji ve ticari ilişkilerini sürdürecektir. 
Rusya; Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ ihtilafında kendi menfaatine her iki tarafı birbirine karşı oynayarak baş arabulucu olmaya devam edecektir. AB’nin Doğu Ortaklığı ve diğer programlarının Birlik içindeki bölünmelerden ve dikkat dağılmasından olumsuz etkilenmesi muhtemeldir; buna karşılık Rusya, Avrasya Ekonomik Birliği ve Ortak Savunma Antlaşması Örgütü gibi kendi entegrasyon inisiyatiflerini öne çıkararak bölgedeki nüfuzunu derinleştirme fırsatı elde edecektir.

Doğu cephesinde herkes aktif
Rusya’nın batı cephesinde işlerin yatışması beklentisiyle Moskova, doğu cephesinde stratejik konumunu geliştirmeye çalışacaktır. Rusya ve Japonya onlarca yıllık toprak ihtilaflarını yavaş yavaş sonlandırmaya çalışacak ve bunu yaparken de büyük yatırım ve enerji anlaşmalarıyla ilişkilerini geliştirecektir. (Hatta iki ülkeyi petrol boru hattıyla birbirine bağlama fikri üzerinde çalışıyorlar.) Ayrıca Tokyo, Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarının hafifletilmesine liderlik edebilir.
Çin de farklı nedenlerle de olsa Rusya’yla benzer anlaşmalar peşinde koşacaktır: Çin, kısmen ABD’yle gelişen uyuşmazlık, kısmen de Rusya’nın Japonya’yla yeni kurulan dostluğuyla harekete geçmiş durumda. Pekin’in 2017’de enerji projelerini, (özellikle Kuzey Kutup Bölgesinde) askeri koordinasyonu ve siber teknoloji alanında Moskova’yla işbirliğini artırması beklenebilir.
Rusya; bölgede pozisyonunu güçlendirerek Çin ile Japonya’yı birbirine karşı kullanacak, ama ikisiyle de tamamen aynı eksene girmeyecektir. Yine bir yandan nükleer tehdidin gittikçe arttığı Kuzey Kore’yle ilişkilerini sürdürürken Güney Kore’yle ticari ilişkilerini geliştirmeye devam edecektir.

İç sıkıntılar
Rusya’nın yurtdışında elinde tuttuğu bütün bu fırsatlara rağmen 2017’de yurtiçinde çok daha fazla meydan okumalarla karşılaşması muhtemeldir. İktisadi küçülmeden kendini kurtarsa dahi uzun dönemli bir durgunlukla yüzleşecek ve petrol fiyatları anlamlı bir yükseliş kaydedene değin kısıtlı bir bütçeye bağlı kalmak zorunda. Kremlin birikmiş fonlarından istifade etmeyi sürdürecek ve federal harcama öncelikleri için dışarıdan borçlanmaya daha fazla bel bağlayacaktır.
Rusya Federasyonu içindeki yerel hükümetler mali açıdan çok daha dayanıksız durumda; mali yardım için Kremlin veya uluslararası borç verenlere bağımlı hale gelecekler. Bu ise sadece ve sadece merkezi yönetim ile yerel hükümetler arasındaki mevcut gerginlikleri tırmandıracak ve nihayetinde Kremlin, kendisine bağlı hükümetler üzerindeki kontrolünü artırıp daha da merkezileştirmek zorunda kalacaktır.
Federal yönetimden ne gibi bir iktisadi destek gelirse gelsin bu, iktisadi küçülmenin zorluklarını göğüslemeyi sürdürecek Rus halkına fazla yansımayacaktır. 2017 yılı boyunca zaman zaman protestolar baş gösterecektir. Kremlin’in tepkisi, güvenlik aygıtını kullanarak ve daha sert yasalar çıkararak kargaşaya geçit vermemek olacaktır. Ancak Kremlin, 2018 devlet başkanlığı seçimleri yaklaştıkça bazı sosyal programlara yönelik harcamalarını artıracaktır.
Merkezi hükümet otoriterleştikçe güvenlik birimleri, liberal çevreler, enerji şirketleri ve yerel hükümetler arasında güç mücadelelerinin ortaya çıkması kaçınılmaz. Vladimir Putin, kendisine meydan okuyacak muhtemel odakların, bilhassa Rosneft başkanı Igor Seçin’in ve ona sadık Federal Güvenlik Servisi’nin gücünü kurumsal yeniden yapılanmalarla kırmaya çalışacaktır. Tabii ki bu süreç, Putin iktidarının konsolidasyonunu sağlayacak şekilde zaman zaman tasfiyeleri ve sadık isimlerin atanmasını da beraberinde getirecektir. Ancak gücü daha fazla ele geçirmesi Putin’i yalnızlaştıracak ve müttefiklerinin sayısı giderek azalacaktır.

Orta Asya’nın alamet-i farikası
Sıkça yaşandığı üzere istikrarsızlık 2017’de de Orta Asya’yı saracaktır. Aslında bu, zayıf ekonomiler, neredeyse daimi askeri saldırı tehdidi ve (uzun yıllardır ülkesini demir yumrukla yöneten İslam Kerimov’un eylül ayında hayatını kaybetmesiyle Özbekistan’da yaşanan lider değişimi, Kazakistan’da eli kulağındaki iktidar değişimi ve Kırgızistan’da cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi) belirsiz siyasi dönüşümlerle malul bir bölgenin alamet-i farikası. Orta Asya’nın hükümetleri gücü merkezileştirerek ve güvenlik tehditlerinin üzerine çok daha sertlikle giderek istikrarsızlıkları yönetecektir. Bu da durum el verdiği ölçüde birbirleriyle kâh rekabete tutuşacak kâh işbirliği yapacak Rusya ve Çin’in güvenlik alanında bölgeye daha fazla müdahilliğine davetiye çıkaracaktır.
Kazakistan’daki yönetimin el değiştirmesinden duyulan endişeler ve iktisadi durgunluk, 2017’de Kazak elitini bilhassa enerji ve finans sektöründe bazı kritik güç gösterilerinde bulunmaya zorlayacaktır. Ancak bu tür adımlar hükümetin uyumlu ve bütüncül bir iktidar değişimi planını testten geçirecektir.

Stratejik olarak tarafsız kalmak için elinden geleni yapan Özbekistan’da hükümet, enerji alanında ve askeri ve siyasi meselelerde kendini Rusya’yla işbirliği içinde bulacaktır. Kırgızistan ve Tacikistan’ın Çin’le güvenlik işbirliğini yoğunlaştırması da muhtemeldir.

J.MAULDIN: AVRUPA’NIN PROBLEMLERİ ÇÖZÜMSÜZ



AVRUPA’NIN PROBLEMLERİ MUHTEMELEN ÇÖZÜMSÜZ

John Mauldin (Mauldin Economics’in başkanı; Amerikan ve dünya ekonomisi konusunda dünyaca meşhur finansal uzman, kitapları en çok satanlar listesinde yer alan yazar)
Mauldin Economics, 16.1.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu blogda yer alan John Mauldin'e ait önceki tercümeleri okumak için TIKLAYINIZ.

AB kurucularının hep hayalindeki şey, ortak para birimiyle ve mali birlikle devasa bir serbest ticaret bölgesi olan 50 eyaletli ABD’ydi. Bu sistemin ABD’de işlemesi, kısmen eyaletlerimizin –her biri kendi nev-i şahsına münhasır olmakla birlikte– Avrupa gibi yüzyılların kültürel ve dil çeşitliliğine sahip olmaması.
Avrupa milletlerinin sahip olduğu farklı farklı diller, kültürler ve tarihler, kıtanın iktisaden daha iyi bir işbirliği geliştiremeyeceği anlamına gelmez. Ancak mevcut AB yapısının –özellikle de Avrupa Para Birliği ve avronun– buna bir çözüm olmadığı gayet net.

Avro Bölgesi problemlerini çözecek hiçbir mekanizma yok
İtalyan bankalarının verdiği, geri dönüşü olmayan yaklaşık 350-400 milyar avroluk kredi var.  Bu miktarın kahir ekseriyeti sadece kısa vadeli geri dönüşü olmayan krediler değil, üzerine bardak bardak soğuk su içilmesi gereken uçup giden paralar. İtalyan bankaları durum sanki böyle değilmiş gibi davranıyor; hükümet de Avrupa Merkez Bankası da buna izin veriyor. Ancak bu, Avrupa’nın yüzleşmesi gereken bir olgu.
(…)
Avro Bölgesi içinde hiçbir mekanizmanın çözemeyeceği devasa dengesizlikler sözkonusu ve İtalya bunun ceremesini çeken güney kuşak ülkelerinden biri.
Geçen ay Almanya’da enflasyon %1,7’ye ulaştı. Almanya’da ve diğer kuzey ülkelerinin çoğunda daha sıkı para politikasının davul seslerinin yükseleceğine bahse girebilirsiniz. Ancak bu, İtalya ve güney ülkelerinin ihtiyaç duyduğu şeyin tam aksi.

Avro Bölgesi’nde büyük değişimler kapıda
Geçen hafta Spectator dergisinde hiç de cesaret verici olmayan bir makale gördüm. Durumu makalenin yazarı James Forsythe’den daha iyi bir şekilde dile getiremezdim; dolayısıyla ondan aşağıdaki alıntıyı yapmayı tercih ettim:
2016’nın hengâmesinden sonra Avrupa’nın bir sükûnet yılına ihtiyacı olabilir. Ama buna erişemeyecek. Avrupa projesinin altı kurucu ülkesinden dördünde seçimler yapılacak ve her birinde popülist Avrupa şüpheciler yükselişte. En azından bunlardan birinde iktidar değişikliği yaşanacak: François Hollande yeniden Fransa cumhurbaşkanlığı yarışına katılamayacak kadar popülerliğini yitirdiğini kabullendi ve eğer ki tek gidici Avrupa lideri o olursa gerçekten bir sürpriz olur. Diğerleri sıkıca koltuklarına tutunabilirler; ancak iktidara tutunmalarının popülistlerin başarılarıyla zayıflayacağını göreceklerdir.
Mali çöküş heyulası Avrupa siyasetine musallat olmuş durumda. Paralar basıldı ve bankalar kurtarıldı; ancak bu toparlanma yabancılaşmaya, ümitsizliğe ve öfkeye yol açan hayat standartlarında büyük bir durgunluk pahasına gerçekleşti. Bu öfke hali olmasaydı Donald Trump, bırakın Amerikan başkanlığını, Cumhuriyetçi Parti’den adaylık hakkını dahi kazanamazdı.  Trump’ın zaferine yol açan koşullar Avrupa’da çok daha güçlü bir şekilde mevcut.
Mali çöküşün ardından kendilerini koruması için devletlerine yüzünü dönen Avrupalı seçmenler, bir süre sonra hükümetlerinin çaresizliğini keşfetti; zira hükümetler, ekonomi politikalarının çok büyük bir kısmının kontrolünü AB’ye devretmişlerdi. İkinci büyük şok olan küresel göç dalgası da AB içinde oldukça çetrefilli bir meseleydi; zira neredeyse bütün AB üyeleri, Schengen Anlaşması’nın altına imza koyduklarında sınırlarındaki kontrolden feragat etmişlerdi. Bu durumdan mutsuz olanların yüzünü dönebilecekleri sadece yeni popülist partiler var. Dolayısıyla gelinen aşamada Avrupa seçimlerinin çoğu, mevcut düzene isyan edenlerle savunanlar arasında bir savaşa dönüştü.
James Forsythe’nin de belirttiği üzere, Donald Trump’ın Amerikan başkanlık seçimlerini kazanmasını sağlayan koşullar Avrupa’da da mevcut ve muhtemelen burada çok daha güçlü. 2017 içinde Fransa, Hollanda ve Almanya’da genel seçimler yapıldığında, kanaatimce bunun ispatını görmüş olacağız. İtalyanların da bankacılık krizi yüzünden erken seçime gitmek zorunda kalma ihtimali var. Yine referandum sandığı önlerine konduğunda çoğunluğun Avro Bölgesi’nde kalmayı destekleyeceği de tam net değil.
Bu siyasi partilerin çözümleri olmayabilir; ancak görevli memurların hiçbir çözümü olmadığı kesin. Mümkün görünmeyen ile imkânsız arasında bir tercih yapmanız gerektiğinde mümkün görünmeyenin peşinden gidersiniz.

Avrupa’nın problemleri, dünyanın problemlerine dönüşecek
Ben 2017’nin Avrupa’ya birçok değişiklik getirmesini bekliyorum; ama henüz bunun sonuna gelindiğine ikna olmuş da değilim. 2010 yılında Avrupa Borç Krizi kıtayı vurduğundan beri “geciktir ve oyala” taktiği, AB ve avro yanlısı güçlerin işine yaramıştı.
Bir noktada, onların kararlılıkları önem arz etmeyebilir; ancak nihai adımı kısa vadeli çözümlerle öteleme inadını 2018 veya sonrasına kadar sürdürebileceklerinden şüpheliyim. Yoldan ne zaman çıkacakları henüz net değil.
Bu gerçekleştiğinde sonuç, muhtemelen Avrupa’da çok feci bir ekonomik durgunluk olacaktır ve eğer ki bu çok hızlı gerçekleşirse, dünyaya sirayet edecek ve ABD’yi de durgunluğa sürükleyebilecektir.

Belki ABD’de ihtiyaç duyduğumuz reformları yaparsak ve sürdürülebilir bir büyüme kaydedersek, parçalanan bir Avrupa, sadece büyümeyi %2, hatta %1 bandının altına çekebilir. Ancak eğer ki Çin de 2017’deki hedeflerini tutturamazsa işte o vakit her şey mümkün. 

J.FISCHER: TRUMP ÇAĞINDA ALMANYA



TRUMP ÇAĞINDA ALMANYA

Joschka Fischer (Almanya eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı (1998-2005); Alman Yeşiller Partisi’nin kurucularından ve liderlerinden)
Project Syndicate, 26.1.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan Joschka Fischer'ın önceki tercümeleri için TIKLAYINIZ

Donald Trump, artık ABD’nin 45. başkanı ve görevi devralmasının ardından yaptığı ilk konuşmada, yönetiminin işleri eski usullerle yürütmeyeceğini toplantıyı izleyen Amerikan müesses nizamına açıkça ilan etti. Trump’ın “Amerika öncelik” mottosu, Franklin D. Roosevelt’ten itibaren Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanların inşa edip 70 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğü Amerikan öncülüğündeki dünya düzeninin terk edileceğine ve muhtemelen yıkılacağına işaret ediyor. 
Eğer ki ABD, öncü iktisadi ve askeri gücünü terk edip milliyetçiliğe ve izolasyonculuğa kayarsa, sadece ülkenin kendisini değiştirmekle kalmayıp uluslararası yeni bir düzenin kuruluşunu da hızlandıracaktır. ABD bir hegemon olmaktan çıkıp birçok büyük güçten birine dönüşecektir.
ABD İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel serbest ticaretin lokomotifi oldu. Dolayısıyla dar milli çıkarlar uğruna korumacılığa kayma veyahut küreselleşmeyi geriye sarma veya dizginleme çabasının dünya çapında muazzam iktisadi ve siyasi sonuçları olacaktır. Bu tür bir kaymanın bütün muhtemel sonuçları şimdiden öngörülemez; ama dünyanın öncü güçlerinin en son içe kapandıkları 1930’larda neler olup bittiğini hepimiz biliyoruz veya bilmeliyiz.
Mevcut küresel düzenin temelini oluşturan ittifaklar, çok taraflı kurumlar, güvenlik garantileri, uluslararası anlaşmalar ve ortak değerler kısa bir süre içinde sorgulanın hale gelebilir veyahut tamamen reddedilebilir. Eğer ki bu gerçekleşirse, eski Amerikan Barışı (Pax Americana), bizzat ABD’nin kendisi tarafından boşu boşuna yıkılmış olacak. Bunun yerine geçecek ortada hiçbir alternatif de bulunmadığından tüm ibreler yakın gelecekte kargaşa ve kaosa işaret ediyor.
Eğer ki Washington, Trump yönetimi altında küresel rolünden el etek çekerse ABD’nin iki eski düşmanı Almanya ve Japonya en büyük kaybedenler olacaktır. Her iki ülke de 1945’te tam bir hezimeti tatmış ve bundan sonra Machtstaat veya “güç devleti”nin her türlüsünden vazgeçmişti. Güvenliklerinin ABD tarafından teminat altına alınması sayesinde tüccar devletlere dönüşmüş ve Amerikan öncülündeki uluslararası sistemin aktif katılımcıları haline gelmişti.
Eğer ki Trump, Amerikan güvenlik şemsiyesini kapatıp çekilirse bu iki büyük iktisadi güç çok ciddi güvenlik problemleriyle karşı karşıya kalacaktır. Japonya’nın kıyıdaki jeopolitik konumu, teorik olarak, savunma kapasitesini yeniden kendi eline alıp millileştirmesine imkan verirken, aynı seçenek Doğu Asya’da bir askeri çatışma ihtimalini ciddi şekilde artırabilir. Bölgede birçok ülkenin nükleer silahlara sahip olduğu göz önüne alınırsa bu ürkütücü bir ihtimal.
Almanya ise coğrafi olarak Avrupa’nın tam kalbinde ve savaş döneminden kalma eski düşmanlarla çevrili. Demografik ve iktisadi bakımından kıtanın en büyük ülkesi. Ancak bu gücünü büyük ölçüde Amerikan güvenlik garantilerine ve ortak değerler ile serbest ticarete dayalı çok taraflı, Transatlantik ve Avrupa kurumsal çerçevesine borçlu. Mevcut uluslararası düzen, Machtstaat ve ona eşlik eden nüfuz alanını anlamsızlaştırdı.
Japonya’nın aksine Almanya, teoride kendi savunma politikasını bir kez daha eline alıp millileştiremez; zira böyle bir adım Avrupa’daki ortak savunma ilkesini baltalayacak ve kıtayı paramparça edecektir. Unutulmamalı ki İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ve bölgesel düzenin amacı, eski düşman güçleri birbirlerine karşı bir tehdit oluşturmamaları için sisteme entegre etmekti.
Jeopolitik ağırlığı nedeniyle Almanya’nın perspektifi şu an AB’ninkiyle aynı. Ve AB’nin perspektifi, hegemonca olmayıp daha ziyade hukuk devleti, entegrasyon ve üye devletlerin çıkarlarının barışçıl uzlaşmasıyla yakından alakalı. Almanya’nın sadece coğrafi konumu dahi milliyetçiliği kötü bir fikir kılıyor; ayrıca onun en temel siyasi ve iktisadi çıkarları, AB’nin güçlü ve başarılı olmasına bağlı, hele de bu Trump çağında...
Almanya güvenlik bakımında diğer tüm Avrupalılarla aynı geminin içinde. Fransa’nın güvenliği Almanyasız sağlanamayacağı gibi, Polonyasız da Almanya’nın güvenliği olamaz. İşte bu yüzden Almanya ve diğer tüm Avrupa ülkeleri, AB ve NATO bünyesinde ortak savunmaya katkılarını artırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmalılar.
Gücünü finansal ve ekonomik kudretinden alan Almanya, artık bu gücünü AB ve NATO adına sonuna kadar kullanmalı. Maalesef ki geçmişte (hatta Avro Krizi sırasında dahi) keyfini sürdüğü o sözde “barış temettüsü (peace dividend)”ne [Z.T.K. savunma harcamalarının azalmasıyla sağlanan tasarrufa ve iktisadi faydaya işaret ediyor] artık bel bağlayamaz. Tasarruf hiç şüphesiz bir erdemdir; ancak evi yangın sarmışken ve çökmek üzereyken başka mülahazalar öncelik kazanmalıdır.
Güvenliğin yanı sıra Almanya’nın ikinci temel çıkarı küresel serbest ticarettir. Avrupa içi ticaret fevkalade önemli olmayı sürdürecektir; zira bu, Almanya’nın bir geçim kaynağı. Ancak ABD’yle ticaret de hayati olmayı sürdürecektir. ABD ile Çin’in bir ticaret savaşına tutuşması Almanya için hiç de hayra alamet olmaz; zira bu iki ülke Almanya’nın AB dışındaki en önemli iki ihracat pazarı. Korumacılığın dünyanın her yerinde küresel sonuçları olabilir.
Trump’ın başkanlığı, Avrupalılar için arz ettiği bütün bu tehlikelerin yanı sıra, birtakım fırsatlar da sunuyor. Trump’ın sadece korumacı söylemi dahi Çin ile Avrupa’yı birbirine yaklaştırdı. Daha da önemlisi, yeni Amerikan yönetimi, Avrupalılara saflarını birleştirme, gelişme ve jeopolitik güçlerini ve konumlarını güçlendirme fırsatını sonunda sunmuş oldu.

Avrupalılar sonunda bir araya gelirlerse eğer, Amerikan karşıtlığından kaçınmalılar. Zira Trump ABD’nin başkanı olabilir ama ABD’nin bizzat kendisi değil. Kuzey Atlantik ülkelerinin –Trump’ın yönetimi altında dahi olsa ve önümüzdeki yıllarda daha nice değişiklikler de yaşansa– her şeye rağmen ortak bir tarihi ve değerler bütünü var olacak.