GAZZE’DE
ATEŞKES VE ORTADOĞU’DA BARIŞ MÜMKÜN MÜDÜR?
Zahide
Tuba Kor
Bu yazı, GENAR Türkiye Raporu’nda (Ekim 2025, sayı 13, sf. 85-101) yayınlanmak üzere kaleme alınmıştır.
Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
İsrail’in 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı Operasyonu akabinde başlattığı Gazze soykırımı ve yüzyıl evvel kurulan Sykes-Picot düzenini değiştirme ve yayılma amaçlı bölge ülkelerine yaptığı saldırılar ikinci yılını doldururken Amerikan Başkanı Donald Trump’ın baskısıyla Gazze’de ateşkes ve Ortadoğu’da barış için bir umut ışığı doğmuştur. Ateşkesi mümkün kılan koşullar nelerdir? Gazze ateşkesi neleri içermektedir? Ateşkesin kalıcı olma ve Ortadoğu’ya barış getirme ihtimali var mıdır? Sürecin önündeki meydan okumalar nelerdir? Yazımız bu konuları ele alacaktır.
Öncelikle,
Trump’ın ilk başkanlık döneminde mimarı damadı Jared Kushner olan ve “Yüzyılın
Anlaşması” diye pazarlanan “Ortadoğu Barış Vizyonu” ve merkezinde İsrail ile
Körfez ülkelerinin olacağı İbrahim Mutabakatları, Filistinliler yok sayılarak
yeni bir bölgesel düzenin kurulmasını içermekteydi. Dahası Trump, İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu ne istediyse yaparak ABD’nin Filistin-İsrail
çatışmasındaki bütün kırmızı çizgilerini aşmıştı. Öyle ki 2020’de Filistin’le
ilgili konuşmalarımda şu cümleleri kullanmaktaydım: “İsrail, bölgede ve
uluslararası alanda, tarihinde hiç olmadığı kadar meşrulaşmış durumda.
Filistinliler ve Filistin Yönetimi ise tarihinde hiç olmadığı kadar yalnız ve
zor durumda. Filistin Yönetimi’nin çökme ihtimali var ve Gazze’de muazzam bir
insani kriz hali söz konusu. Filistin davası artık bitme aşamasına geldi.” Tam
da bu düzenin Suud-İsrail barışıyla jeopolitik ve jeoekonomik bakımdan nihai
şeklini alması arifesinde Gazzeli örgütler Aksa Tufanı Operasyonu’yla
“Filistin’i yok sayamazsınız” mesajını vermiştir.
İkinci
başkanlık dönemi kısa bir ateşkesle başlasa da akabinde Trump’ın onayıyla
Gazzeliler soykırımın, yıkımın ve açlık savaşının en şiddetli aşamasına maruz
kalmıştır. Gazze Rivierası projesiyle tehcir ve ilhak gündeme gelmiştir. Yine
de Gazzeliler teslim olmamıştır. Sonunda 10 Ekim 2025’te kalıcı ateşkes ilan
edilmiştir.
Ateşkesi
mümkün kılan koşullar nelerdir?
(i)
Trump, kendini tüm savaşları bitiren başkan olarak sunmaktadır ve –Demokrat
Obama-Biden ikilisiyle rekabeti bağlamında– Nobel Barış Ödülü’nü almayı bir
takıntıya dönüştürmüştür. Bu ateşkes ve barış planı da Şarm eş-Şeyh zirvesinde
görüldüğü üzere Trump’ın Nobel için bir PR hamlesi ve gövde gösterisidir.
(ii)
“Önce Amerika” ve “Amerika’yı yeniden büyük yapma” vaadiyle başa geçen Trump,
Netanyahu’ya yedi ay boyunca tam destek verip Gazze soykırımına ve İran
saldırısına yeşil ışık yakarken Katar saldırısı bir dönüm noktası olmuştur.
Çünkü –her ne kadar ABD’den habersiz yapılmasa da– İsrail’in Katar’da HAMAS
müzakere heyetine saldırısı, Körfez’i ABD’yle ilişkilerini gözden geçirme ve
Pakistan gibi yeni güvenlik ortakları bulma arayışına sokmuştur. Bu da 3,2
trilyon dolarlık anlaşmaları riske attığından Trump yönetimini panikletmiş ve
İsrail’i dizginleyerek barış sürecini başlatmıştır. Yani Körfez lobisinin
paraları Netanyahu’nun planlarına ağır basmıştır.
(iii)
ABD’nin baş rakibi yükselen güç Çin olup Asya-Pasifik’e odaklanabilmesi için
ilk başkanlık döneminde temellerini attığı İbrahim Mutabakatları düzenine geri
dönülmesi gerekmektedir.
(iv)
Filistin davasının dünyada müthiş bir ahlaki üstünlük kazandığı ve İsrail’in –BM
Genel Kurul yeni dönem açılış toplantısında görüldüğü üzere– iyice
yalnızlaştığı, meşruiyet temellerinin sarsıldığı ve müttefiklerinin iç ve dış
politikasında bir yüke, hatta seçim kaybettirici bir mevzuya dönüştüğü, silah
ambargolarının konduğu bir dönemde barış hamlesiyle İsrail soykırımının
aklanması ve unutturulması gerekmektedir.
(v)
Gazze’deki soykırım karşısında rejimlerin tepkisizliği ve acziyeti yahut
işbirlikçiliği vicdanlı halkların hayal kırıklığını derinleştirmiş ve bazı
ülkelerde sosyal patlama ihtimali belirmiştir. 2011’deki gibi bir yeni isyan
dalgası başlamadan evvel Gazze soykırımını bitirmek, müttefik bölge
yönetimlerinin bekası için de elzemdir.
(vi)
İsrail ordusu açlık silahını ve soykırımı son raddesinde kullanmasına rağmen
işi, Trump’ın istediği gibi hızlı ve ‘temiz’ bir şekilde bitirememiştir. Bunda
Gazzelilerin her ne pahasına olursa olsun ölümüne direnişi ve teslim olmaması
etkilidir. Şimdi esirler geri alındıktan sonra silahsızlandırma görevi, ateşkes
yoluyla Arap ve Müslüman ülkelere havale edilecektir.
(vii) 7
Ekim sonrası Netanyahu Ortadoğu’yu artık barışla değil, savaşla yeniden dizayna
ahdetmiş; ABD de İsrail’in birçok ülkeye saldırmasına, düzenli orduları ve
silahlı örgütleri güçten düşürmesine izin vererek yüzyıl evvel İngiliz-Fransız
ortaklığıyla kurulan düzenin bozulmasına yeşil ışık yakmıştır. Savaşma
kapasitesi zayıflayan veya kalmayan ülkeleri ve grupları barışa zorlamak,
kaostan kurtuluş için yeni bir düzen dayatmak üzere devreye girme sırası
Trump’a gelmiştir. Yani İsrail’in “demir duvar” doktrini ve “kuvvet yoluyla
barış” ilkesi doğrultusunda hareket edilmektedir.
(viii)
ABD İsrail soykırımı için iki yılda 33 milyar dolar harcamıştır. Trump
savaşlara para akıtmak istemediği gibi, Gazze savaşının ve yeniden inşasının
maliyetini Körfez ülkelerine ödetmeyi düşünmektedir. Bunun için de İsrail’i
dizginlemek zorundadır.
(ix)
Netanyahu içeriğinde değişiklikler yaptırdığı ateşkes metnini kabul ederken nasılsa değişen metni HAMAS
reddeder, bu da ordunun daha şiddetli saldırmasını meşrulaşırtırır beklentisiydi. Yani ateşkesi,
uygulamak değil, soykırımı sürdürmek için kabullenmişti. Ama Türkiye’nin
iknasıyla HAMAS’ın metni muğlak bir şekilde kabulü hesaplarını altüst etmiştir.
Ateşkesin hedefleri ve barış planının
öngördükleri
Açıklanan
20 maddelik plan, derhal ateşkes ilan edilmesini, İsrailli bütün esirlerin ve
cesetlerin iadesini, Filistinli mahkumların 2000 kadarının serbest
bırakılmasını, acil insani yardımın girişini, İsrail’in Gazze’den kademeli geri
çekilmesini ve bir daha arabulucu Katar’a saldırmamasını, Gazze’nin
silahsızlandırılmasını, bölgenin terör ve radikallikten arındırılmasını, halka
gönüllü göç ve geri dönüş hakkının tanınmasını, uluslararası bir istikrar
gücünün bölgeye konuşlandırılmasını, “Barış Kurulu”nun uluslararası denetimi
altında Filistinli teknokratlardan müteşekkil apolitik geçici bir yönetimin
tesisini, geniş çaplı yeniden inşa faaliyetlerini, Batı Şeria’daki Filistin
yönetiminin reformunu ve eğer ki belirli koşullar sağlanırsa Filistin devletine
giden yolun açılmasını öngörmektedir. Yine planın garantörü dört ülke (Türkiye,
Katar, Mısır ve ABD) olacaktır.
Gazze’de
ateşkes kalıcı olarak sağlandıktan sonra ise sıranın bölgesel barışa gelmesi, –Filistin’de
nihai barışın sağlanması ve Gazze’nin ayağa kaldırılması beklenmeden– İbrahim
Mutabakatlarının bütün bölge ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, böylelikle
İsrail aleyhine tüm tehditlerin bertaraf edilmesi Trump’ın hedefidir. Tabii bunun
için Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin kurulması önşartından geri adım
atması gerekir.
Gazze
Rivierası planından, dolayısıyla yeniden işgal, ilhak ve tehcirden geri adım
atılması Gazzeliler için en büyük kazanımdır. Soykırımın durması ve insani
yardımların girişi de hayati önemdedir. Ama çok büyük şeyler beklememek
gerekir. Zira Trump’ın anladığı barış ile bizimki, hele de Gazzelilerinki çok
farklıdır. Amerikan ve İngiliz yönetimlerinin zihninde geçmişten bugüne
Filistinliler, yaşadıkları topraklar üzerinde ulusal hakları olan bir halk
değildir; onları İsraillilerle eşit görmemişlerdir. Problem de burada
başlamaktadır. Gazze’de ateşkes ve barışla hedefleri, bu toprakları Gazzeliler
için yeniden inşa edip yaşanabilir bir vatan kılmaktan ziyade kendileri için
emlak projeleri ve iş imkânları oluşturmak ve İsrailliler için burayı daha
güvenli hale getirmektir. Onların zihninde sorunun kaynağı, İsrail’in Filistin
topraklarını işgali ve yayılmacılığı değil, ona direnen radikal ‘teröristler’in
varlığıdır. Bu ‘teröristler’ ya silah bırakıp boyun eğmeli ya da topraklarını
terk etmelidir ki Amerikan müttefikleri huzura kavuşsun, bölge vizyonunu bir
daha sabote eden çıkmasın.
Gazze
için öngörülen en çarpıcı şey, yüzyıl sonra manda yönetiminin geri
getirilmesidir. “Barış Heyeti”nde ismi geçenlerin ekseriyeti skandaldır,
bunların Gazzelileri değil İsrail’i koruyup kollayacakları aşikardır. Tony
Blair, sadece 2003 Irak işgalinin değil, 2006 seçimleri sonrası Filistinlileri
siyasi tercihleri nedeniyle cezalandıran Gazze ablukasının da mimarlarındandır.
Yani ateşkes uygulanabilirse işgal ve kuşatma yeni bir form kazanacaktır,
uygulanmazsa Gazzeliler için bir rahatlama ve toparlanmanın ardından savaş
yeniden başlayacaktır. Bu arada Trump, bazı ülkelere ‘haraç’ keserek
bazılarının yeraltı kaynaklarına veya stratejik noktalarına göz dikerek dünyada
yeni-sömürgecilik çağını açmıştır. Gazze’de bundan bağımsız değildir.
Asıl
hedef, kapsamlı barıştan ziyade soykırımı unutturmaktır. Şarm eş-Şeyh’teki
Ortadoğu barış zirvesine Gazze soykırımında doğrudan veya dolaylı dahli olan
bütün dünya liderleri katılmıştır. Netanyahu ise Türkiye ve Irak’ın itirazları
sayesinde gelememiştir. Yine bu süreçte Filistin Yönetimi’nin muhatap
alınmasının önşartı, İsrail aleyhine açılan uluslararası mahkemelerdeki
davaları düşürmesidir. Yani barış iklimiyle soykırımı cezasız kılmaktır.
Geçmişten beri İsrail her ne zaman savaş veya katliamlarla köşeye sıkışsa ve
dünya ayağa kalksa bozulan imajı benzer barış oyunuyla düzeltilmiştir.
Filistin
devleti planda var gibi hissettirilmekle birlikte yoktur. 1990’lar da dahil
geçmiş hiçbir barış süreci metninde bu ifade yer almamış ama sürecin devlete
evirileceği varsayılmıştır. İsrail’in razı geldiği Filistin özerkliğidir,
devleti değil. 1967’de –tarihçi Ilan Pappe’nin deyimiyle– “ilhaksız ilhak”
ettiği Batı Şeria’dan vazgeçmesi, iki devletli çözüme razı gelmesi mümkün
değildir.
Ateşkesin
önündeki meydan okumalar nelerdir?
Geçmişten
beri metinleri muğlak olan, uygulaması zamana yayılan ve yazılı garantilerin
verilmediği her ateşkes veya barış süreci sonunda İsrail lehine dönmüştür. Mevcut
ateşkes metni son derece muğlak olup her aşamada çetin ve bezdirici müzakereler
sonucunda ayrıntılandırılacaktır. Şeytan da ayrıntılarda saklıdır. Yine metin
tuzaklarla doludur. İsrail, esirlerini aldıktan sonra kendi yükümlülüklerini
yerine getirmemek ve savaşa geri dönmek için her fırsatı kollayacaktır.
Ateşkesi Lübnan’daki gibi sık sık ihlal edecektir (bir senede ihlal sayısı 4000
küsurdur). Trump’ın güvenlik garantisi olarak kendisini göstermesi bir
problemdir; zira İsrail tarafının Trump’ı veya çevresini ikna edip süreci
lehine çevirmek ve garantörleri etkisizleştirmek için elinden geleni yapması
muhtemeldir. 1948’den beri İsrail tarihi, ateşkes ve barış süreçlerini
engelleyip veya anlaşmaları ihlal edip suçu Filistin/Arap tarafına atmakla
geçmiştir. Kısaca İsrail müzakere taktikleri ve propagandaları dikkate
alındığında önümüzde kolay bir süreç yoktur.
Siyonist
liderlerin projelerini ilk ortaya attıkları günden beri değişmeyen şey,
Filistinlileri bir halk olarak yok saymaları, örgütlü yapıları muhatap
almamaları, en önemlisi Filistinlilerin kaderini ya dönemin süper gücü ya da
bir bölge ülkesiyle anlaşarak belirlemeye kalkışmalarıdır. Yine Filistinlileri
milli davaları olan bir halk değil, parayla satın alınabilecek veya zorla boyun
eğdirilebilecek bir güruh olarak görmeleridir. Trump’ın 2020’deki Ortadoğu
Barış Vizyonu da bu bakışın tipik bir ürünüydü. Mevcut ateşkeste de
Filistinlileri temsil eden örgütlere Gazze’nin geleceğinde ya yer verilmemekte ya
da reformdan geçme şartı koşulmaktadır. Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’ne
Gazze’de rol verilmesinin ve devletleşmenin önşartı, kapsamlı reformdan
geçmesi, şehit ailelerine aylık yardımları kesmesi, İsrail aleyhine
uluslararası davaları düşürmesi, okul müfredatlarını değiştirmesi ve medyayı
kontrol altına almasıdır. Yine ateşkes anlaşmasının ilk maddesi, terör ve
radikal unsurlardan arındırılmış bir Gazze öngörmektedir. Peki İsrail toplumunu
ve siyasetini, özellikle Yahudi yerleşimcileri radikallikten kim arındıracak?
Filistinlileri şeytanlaştıran ve soykırımı alkışlatan İsrail’in okul
müfredatını kim değiştirecek? Filistinliler aleyhine bitmek tükenmek bilmeyen
Siyonist medya yalanlarını kim durduracak? Eğer ki gerçek bir barış niyeti
varsa Filistinlilerden beklenen reformlar İsraillilere de şart koşulmalıdır. Filistin
yönetiminin kapsamlı reformunu bütün Filistinliler yıllardır istemektedir; ama
burada reformla kastedilen, halkın istediği şekilde gerçek reform değil,
İsrail’e daha fazla bağımlılıktır.
Ateşkeste
en önemli düğüm noktası silahsızlandırmadır. Ne tamamen silahsızlandıkları
takdirde başlarına neler geleceğinin farkında olan Gazzeli örgütler buna
yanaşacaktır ne de İsrail teslim edilen silahlarla tatmin olacaktır.
Dolayısıyla İsrail’in ateşkesi bozması veya tıpkı Lübnan’daki gibi hedefli
saldırılar düzenlemesi mümkündür. Gazze tam silahsızlandırılırsa İsrail’in
Filistin toprakları üzerindeki emellerini –Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Batı
Şeria ile Gazze’nin ilhakı ve halkın tehcirini– gerçekleştirmesi önünde bir
engel kalmayacaktır. (Güvenlik garantilerinin işe yaramadığının en çarpıcı
örneği, 1982’de FKÖ’nün –Reagan yönetiminin verdiği garantilerle– Beyrut’tan çekilmesinin
akabinde İsrail ordusu himayesinde Hristiyan milislerce Sabra ve Şatila
kamplarındaki binlerce Filistinlinin korkunç şekilde doğranarak
katledilmesidir.) Dahası, Batı Şerialılar büyük ölçüde silahsızdır ve
kendilerini savunacak araçlardan mahrumdur; ama toprakları her geçen sene
küçülmekte ve her gün fanatik Yahudi yerleşimcilerin –İsrail askerleri
eşliğinde– saldırılarına ve ev/toprak gasplarına maruz kalmaktadırlar. Problem,
Filistinlilerin silahsızlanması için ısrarcı olunurken, Doğu Kudüs ve Batı
Şeria’da Yahudi yerleşimci fanatiklerin İsrail devleti eliyle tepeden tırnağa
silahlandırılmasına ve ‘gönüllü’ tehcir amaçlı saldırılarına göz yumulmasıdır. Ve
yine İsrail ordusu karşısında Filistinlilerin kendilerini savunacak direniş
örgütleri dışında hiçbir mekanizmasının bulunmamasındadır. İstikrar gücü bir
alternatif olarak düşünülebilir. Ama 1949’dan beri ne Mısır ne Suriye ne de Lübnan
sınırındaki BM barış gücü misyonları İsrail’in saldırılarını
engelleyebilmiştir.
İsrail’in,
hele de Netanyahu’nun lügatinde uzlaşma ve taviz yoktur. Kurucu Başbakan David Ben-Gurion’a
göre barış, Araplarla müzakere ve taviz yoluyla değil, onları yıldırıp
zorlayarak, gözdağı vererek mümkün olabilir. Bu anlayış hiç değişmemiştir. Netanyahu
kariyerini toprak tavizini, Filistin’le barışmayı ve devletleşmeyi engellemeye
vakfetmiştir. 1990’larda barış sürecini rayından çıkaran, 2005’te Başbakan
Ariel Şaron Gazze’den çekilme kararı aldığında en büyük itirazı gösterip
partisi Likud’dan istifaya zorlayan da odur. Babası revizyonist Siyonizmin
ideologlarındandır, kendisi de bu ekolden olup ‘Büyük İsrail’ doktrinine
bağlıdır. Bu arada geçmişte ABD’de görev yapmış Netanyahu “ABD hükümeti İsrail
siyasetine karşı çıkacak olursa Amerikan kamuoyunu kendi hükümetine karşı nasıl
manipüle edeceğimi biliyorum” diye övünen biridir. 7 Ekim’den sonra bu
bilgisini fazlasıyla kullanmıştır.
Savaşın
uzamasının ana nedeni, hem İsrail halkının ekseriyetinin soykırımı desteklemesi
hem de 7 Ekim’de siyasi kariyeri biten Netanyahu’nun hapse gireceğini
bilmesidir. Bu yüzden savaş tiryakisine dönüşmüştür; yani bir cephede savaşı
bitirirken diğerinde başlatmak zorundadır ki erken seçim taleplerini
bastırabilsin ve yargılanmasın. Gazze’de ateşkese bağlı kalırsa içeride Batı
Şeria ve Kudüs’ü karıştırması, dışarıda da İran, Lübnan, Suriye, Irak veya
Yemen’e savaş açması muhtemeldir. Trump’ın İsrail cumhurbaşkanından
Netanyahu’yu affetmesini istemesi, şahsi bekası için barış sürecini
engellemesini ve yeni cepheler açmasını önleme amacı taşımaktadır.
Öte
yandan 2018’den beri siyasi kriz içindeki İsrail (2019-2022 arasındaki 3,5
yılda tam 5 defa erken seçime giderek rekor kırmıştır), 7 Ekim sonrası doğan
atmosferde artık savaşsız yaşayamaz. Çünkü tüm tehditlerin bertaraf edildiği
bir bölgesel barış, hem siyaseti ve toplumu aşırı kutuplaşmış hem de bütün
devlet kurumları birbiriyle hesaplaşma içindeki İsrail’de iç çatışmayı
tetikleyecektir. İsrail ancak iç problemlerini dışsallaştırarak ve bir dış
tehditle boğuşarak iç huzurunu sağlayabilir. Bu yeni de değildir. Eski
başbakanlardan İzak Şamir on yıllar önce şöyle demiştir: “Savaşmak, sadece
İsrail’in hayatta kalması için gerekli değil, aynı zamanda takdire şayan bir
hayat tarzıdır. Savaş olmadan bireyin hayatının hiçbir amacı, ülkenin ise
hayatta kalma şansı yoktur.” Son iki yılda her bakımdan yıpransa ve ateşkese muhtaç
olsa da iç siyasi mülahazalar kalıcı barış önünde bir engeldir.
Siyonist
projeyi kurtarmak için yönetim değişikliği elzemdir. Trump’ın ateşkes planı,
Netanyahu’nun palazlandırdığı Mesihçi ekolden kurtulmayı ve daha pragmatik bir
yönetim kurulmasını gerektirmektedir. Ancak komplocuların şahı Netanyahu’nun da
Mesihçilerin de suhuletle kenara çekilmesi beklenmemelidir. Öte yandan halefleri,
zihniyet bakımından Netanyahu’dan farklı olmayacaktır. Çünkü İsrail toplumu
2000’li yıllarda eğitim sisteminin de etkisiyle giderek radikalleşmiş, siyaset istikrarlı
şekilde sağın da sağına kaymış ve 1990’larda ABD ve İsrail tarafından Yahudi
terör örgütü ilan edilen ekolün siyasi uzantıları hükümete girmiştir. Toprak
tavizine ve Filistin devletine razı gelecek bir başbakanın kaderi, 1995’te İzak
Rabin’inki gibi suikasta uğramak olacaktır. Halihazırda Ulusal Güvenlik Bakanı
Itamar Ben-Gvir, Netanyahu’nun eski korumasının anlattığına göre, Şin-Bet’in
hazırladığı başbakana suikast düzenleyebilecekler listesinde yıllarca yer
almıştır.
Güvenilmez
olan sadece İsrail değildir. Trump’ın da ne zaman ne yapacağı belirsizdir;
hatta tutarsız söylemleri ve eylemleriyle öngörülemezliği onun en büyük kozu ve
gücüdür. Netanyahu’yla el ele vererek aylarca iyi polis-kötü polis oyunuyla
Ortadoğu’da aldatma politikası uygulamış ve –İran örneğinde çarpıcı şekilde
görüldüğü üzere– İsrail’in hasımlarını gafil avlamasını sağlamıştır. Trump
ateşkesten ve Filistin devletinden bahsederken İsrail soykırımı
derinleştirmiştir. Bu defa barışta samimi görünmektedir. Ama bir garantisi var
mıdır? Hele de ateşkes ve barış planına paralel olarak savaş hazırlıkları ve
ABD’nin en gelişmiş silah sistemlerini İsrail’e ve bölgeye sevkiyatı tüm
hızıyla sürerken... İsrail tarafından kabul edilen ve dünyaya ilan edilen Gazze
planı, sekiz Arap ve İslam ülkesi liderlerinin üzerinde uzlaştığı metinden
farklıdır. Uygulama aşamasında metnin İsrail’le her görüşmede tekrar tekrar
değişeceği aşikardır. Kritik nokta, garantörlerin Trump’ı Filistinliler lehine ne
ölçüde ikna edebileceğidir.
Son
olarak gerek İsrail gerekse Amerikan yönetiminde Mesih bekleyenler ve ‘Büyük
İsrail’ vizyonuna tutkuyla bağlı olanlar vardır. Trump’ın seçim mitinginde
suikasttan kıl payı kurtulması Tanrı’nın bir mucizesi, omuzlarındaki ilahî
misyonun (Mesih’i getirtme) bir tezahürü olarak görülmüştür. Trump’ın ekibi,
sadece pragmatik işadamlarıyla değil, İsrail’den fazla İsrailci ve aşırı
İslamofobik Evanjelik Hristiyanlarla da doludur. Dahası, 2022’de Teksaslı
Evanjelik bir Hristiyan’ın çiftliğinde doğurtulan ve İsrail’e getirtilen
kusursuz kızıl düvelerin kurban edilmesiyle ahir zamana geçileceği ve Mescid-i
Aksa’nın yıkılıp yerine tapınağın yeniden inşa edilmesiyle İsa Mesih’in
yeryüzüne döneceği ve bin yıl sürecek Tanrı Krallığının kurulacağına inanç
diridir. Kassam Tugayları’nın Aksa Tufanı operasyonuna kalkışma nedeni de
İsrail’deki Mesihçi-Tapınakçı ekolün 2024’ü tapınağı yeniden inşa yılı ilan
etmesiydi. Gazze savaşı yüzünden ertelense de Yahudi ve Hristiyan
fundamentalistler bu hayallerinden vazgeçmiş değiller. Trump’ın planı, Mesihçi Siyonizmin
planlarını saf dışı bırakıp İsrail güvenlik aklının modelini hayata geçirmeye
odaklanmaktadır. Ama iki ekolün Trump’ı ikna rekabeti sürecektir.
Umutsuz görünen
tabloya rağmen barış için yine de imkân vardır. İsrail’in eli en zayıfken,
küresel imajı dipteyken ve Siyonistlerin komploları ortaya dökülürken masaya
oturtulup tavize zorlanması mümkündür. Yine Netanyahu o kadar çok yalan
söylemiş, müttefiklerinin arkasından o kadar çok iş çevirip onları zor durumda
bırakmış ve çıkarlarına zarar vermiştir ki kendisinden kurtulmak isteyenler
çoktur. Tam da bu yüzden Trump bu sefer İsrail’e artık yeter diyebilir. Yine Gazzelileri
desteleyen Türkiye’nin garantör olarak devreye girmesi de bir ümit kaynağıdır.
Ancak İsrail Gazze’nin geleceğinde Türk rolünü baltalamak için elinden geleni yapacaktır.
Ateşkes
ve dolayısıyla barış, pamuk ipliğine bağlıdır. İsrail’e sürekli büyük bir baskı
uygulamadan ve ciddi müeyyide tehdidinde bulunmadan ateşkesin sürdürülmesi ve
bölgesel barışa ulaşılabilmesi mümkün değildir. Öte yandan iki yıldır ABD’nin
Gazze’de çözüm namına ortaya attığı hiçbir öneri ve uygulamaya koyduğu hiçbir
plan Gazzelilerin direnişi karşısında tutmamıştır; çünkü İsrail’in çıkarları
öncelendiğinden planlar saha gerçeklerinden kopuktur. Mevcut ateşkes planıyla
Gazze’de murat edilen düzen de kurulamayacaktır. Orta veya uzun vadede bu sürecin
bir şekilde barışa evirileceği kesin olmakla birlikte kısa vadede Gazze veya
İran’da savaş ihtimali daha baskındır. Mesele, Filistin meselesi çözülmeden Arap
ülkelerinin İbrahim Mutabakatı’na razı gelip gelmeyeceğidir.