FİLİSTİN’DE BİR HAYAT TARZI OLARAK DİRENİŞ
Zahide
Tuba Kor
Platform
web sitesi, 16 Eylül 2024
https://platform.ilke.org.tr/analiz/filistin-de-bir-hayat-tarzi-olarak-direnis
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri ancak kaynak
göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
“Onların (Filistinlilerin) hiçbir zaman geri dönmemesi
için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız… Yaşlılar ölecek ve gençler unutacak.”
İsrail’in
kurucu başbakanı David Ben-Gurion hatıratına böyle yazar. 14 senelik
başbakanlığı boyunca Filistinli mültecilerin varlığını ve geri dönüş hakkını
inkâr ettiği gibi, 1948’de ele geçirdikleri topraklarda kalan “istenmeyen
misafir” olarak gördüğü Filistinlilerin hayatını da OHAL kanunları ve askerî
yönetimle dar eder; asimilasyon politikasıyla da köklerinden koparmaya,
Filistinlilik kimliğinin oluşmasını engellemeye çalışır. 1949-1966 arası İsrail
içindeki Filistinlilere yönelik yürürlükteki bu model, 1967 işgalinden sonra
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde uygulanır.
Gelinen
noktada ne 1948 ve 1967 savaşlarıyla yersiz yurtsuzlaşıp mülteci konumuna
düşenler ne de topraklarında kalıp işgalcinin fiziki, iktisadi ve psikolojik
baskısı altında hayata devam edenler, geçmişlerini unutur ve unutturur. 1948
Nekbe’sini (Büyük Felaket) yaşamışlardan birçoğunun torunları, dedelerinin ve
ninelerinin hafızasıyla yaşarlar. Tam da bu yüzden İsrail’in asimilasyon
politikasına -bazıları yenik düşmekle, bazıları da mecburen boyun eğmekle
birlikte- büyük bir kısmı türlü yollarla direnişi sürdürür.
Filistin
direnişi denince akla ilk olarak silahlı direniş gelse de aslında direniş çok
boyutludur. İsrail işgal yönetiminin içeride her türlü silahlı direniş imkân ve
kabiliyetini şiddetle bastırdığı, hayatları dayanılmaz kılıp terke zorladığı
bir ortamda Filistinlilerin başlarına ne gelirse gelsin sabrederek ve sineye
çekerek gündelik hayatlarını metanetle sürdürme çabası bile başlı başına bir
direniştir. Hatta buna “sumud” denir. Geçmişten beri Filistin’de pasif direniş,
silahlı direnişten çok daha yaygın olup kadınlar bunun öncüsüdür.
Filistinli
Kalmak
Filistinlilerin
direnişi daha dünyaya gelmeden anne karnında başlar; İsrail’in uyguladığı
maddi-manevi baskıları çok erken tadarlar. Buna karşı aktif veya pasif direniş
ruhunun yeni nesillere aşılanmasında en kritik rolü anneler oynar. Filistin’in
kadınları güçlüdür, cesurdur, fedakardır. Hayatlarının hemen her alanı
direnişin bir parçasıdır: Çok çocuk sahibi olmak (yani Filistin’in
Yahudileştirilmesine karşı demografik bir savaş yürütmek) ve çocuğunu elden
geldiğince iyi eğitmek; fakirleştirme politikalarıyla boğuşmak; işgalcinin
fiziki ve psikolojik şiddetine ve aşağılamalarına direnmek; hareket
kısıtlamalarıyla mücadele etmek; İsrail’in yok saydığı Filistin kimliğini
korumak ve toprakla güçlü bir aidiyet bağı kurmak, Filistin kültürünü sürdürüp
yeni nesillere aşılamak; direniş ruhunu ve hafızasını canlı tutup çocuklarına
aktarmak; işgalcinin sürekli korku salmasına karşı çocuklarına korkmamayı,
cesareti, aciz görünmemeyi, üzüntüye teslim olmamayı öğretmek...
Bilhassa
Gazzeliler ölümle iç içe yaşarlar; dolayısıyla çocuklar ölümden korkmama
bilinciyle yetiştirilirler. Dünyadan tecrit edilmiş halde kaderlerine terk
edilmiş olsalar bile annelerinden sürekli “Allah bize yeter” minvalinde sözleri
duyarak büyürler. Hemen her ailede bir şehit, sakat, tutuklu veya kayıp
varken ve gündelik hayattaki baskı ve şiddet işgali her an hatırlatırken,
direniş ruhunun ve hafızanın taze kalmasını sağlayan ana aktör de aslında
İsrail’in bizzat kendisidir.
İşgal
altında yaşanan zorluklar ve şiddet, Filistinlileri daha güçlü kılar ve vatan
toprağına bağlar. Ama Filistinlilerin en büyük güç ve direniş kaynağı Kudüs ve
Mescid-i Aksa’nın varlığıdır. Ne yaşarlarsa yaşasınlar sabredip “Son nefesimize
kadar kutsal toprakların murabıtları, koruyucuları olacağız.” zihniyetiyle
hareket ederler. Bunu kaderlerine yazılmış bir vecibe addederler. Ebeveynler
“Çocuklarım Mescid-i Aksa uğruna feda olsun” derler. Müslüman-Hristiyan,
dindar-laik, hatta ateist bütün Filistinlileri birleştiren ortak sembol
Kudüs’tür. Doğu Kudüs’te yaşamak çok zordur ve bu, büyük bedeller ödemeyi
gerektirir.
Kadın ve
erkek Filistinliler eğitimlerine ayrıca ihtimam gösterir. Filistin’de yaşayan
gençlerin sahip oldukları eğitime uyumlu iyi iş bulma imkanları son derece
kısıtlıdır. Buna mukabil eğitimi, direnişin en önemli aracı, İsrail’e karşı en
büyük silahları olarak görürler. Aynı zamanda vatanını yitiren Filistinli
mülteciler de sığındıkları ülkelerde insanca muamele görebilmek için iyi
eğitimli olmayı istemektedir. Tam da bu yüzden İsrail sokağa çıkma
yasakları veya türlü yollarla eğitim hayatını engellediğinde Filistinliler
evlerini okula çevirip eğitimi yine de sürdürürler. Tıpkı 7 Ekim’den sonra
Gazze’de çadırların birer okula dönüştürülmesi gibi.
Direnişin
Kalesi: Gazze
Gazze
diğer Filistin bölgelerinden biraz daha farklıdır. Abluka altında tüketim
toplumunun nimetlerinden uzak yaşayan Gazze’de -1978’den itibaren Şeyh Ahmed
Yasin ve arkadaşlarının faaliyetleri neticesinde- dindarlık derecesi oldukça
yüksektir. Gazzeliler Kur’an-ı Kerim’le ve hadislerle bağlantılı bir hayat
sürmeye, siyer ve peygamberler tarihinden beslenmeye çalışırlar. Hafızlık
yaygındır. Aileler çocuklarını normal eğitim kadar hafızlığa da teşvik eder.
Tarihten
beri Akdeniz sahilinde kritik bir noktadaki Gazzeliler dirençli ve
direnişçidir. İsrail’e karşı her dönemde direnişin ilk patladığı ve şiddetle
bastırıldığı, büyük bedellerin ödendiği bir bölgedir. Gazze’yi genelde yaşadığı
acılarla tanısak da Gazzeliler -tıpkı diğer bölgelerdeki Filistinliler gibi-
üzüntüye teslim olmayıp mutluluk vesilesi ararlar. Savaşa ve ablukaya rağmen
bayramları bayram gibi kutlarlar, neslin devamlılığına çok önem verirler, büyük
ve neşeli düğünler yaparlar, özel günlerini kutlarlar, fakir bile olsalar
komşudan borç alıp misafirlerini en iyi şekilde ağırlarlar, ağlayıp sızlamak
yerine sıkıntılarını bile nükteyle anlatırlar… Abluka altında nefes aldıkları
tek yer Akdeniz olup doyasıya yüzerler, sahilde eğlenme amaçlı türlü etkinlikler
düzenlerler. Bütün bunlar direnmenin farklı bir yoludur. Çünkü insanoğlu
sürekli stres, kaygı ve acı hissederek yaşayamaz; yoksa akıl ve ruh sağlığını
yitirir. Tam da bu yüzden direnişin gerektiği anlarda var güçleriyle mücadele
yürütürler, çatışmalar bittiği anda sanki hiçbir şey olmamışçasına normal
hayata geçerler, hatta oynamaya ve eğlenmeye başlarlar. Bu şekilde hem acıya
boyun eğmeyip toparlanmaya hem de ağlaşıp aciz görünerek işgalciyi
sevindirmemeye çalışırlar.
İsrail
Gazze’yi haritadan silme planları yapsa da Gazzelilerin hayatta kalma azmi
tükenmez. Her zorluğun kolaylığını, her yokluğun alternatifini bulmaya
çalışırlar. İsrail bir yolu kapattığında Gazzeliler başka bir yerden yolu yine
açarlar. Daha 2014’te Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası raporlarında
Gazze’nin 2020’de yaşanamayacak bir bölgeye dönüşeceğine dair ikazlar yapılsa
da ve Aksa Tufanı’ndan yıllar evvel bu noktaya varılsa da üretkenlikleri
sayesinde hayatlarını sürdürüyorlardı. Hala öyle. Üretkenliğin
ve icatçılığın en çarpıcı örneği, İsrail’in on aydır yok etmekten aciz
kaldığı hem sivil hem askeri amaçlı kullanılan yeraltı tünelleri ağıdır.
Hayatları
zor olsa da güzelleştirmek için ellerinden geleni yaparlar. “Kim bir iş yaparsa
en iyisini yapsın” hadis-i şerifi Gazzelilerin hayat felsefesidir. Şehit olmak
istedikleri kadar hayatı da sever ve önem verirler; hayatları da ölümleri de
güzel ve manalı olsun isterler. Belki de bu arzularının bir neticesi, on
aydır Gazze’de on binler Kudüs ve Mescid-i Aksa uğruna feci şekilde canlarından
olurken, dünyanın dört bir yanında ölü toprağı serpilmiş insanları İslam’la
buluşturarak onlara can katıyorlar.
Zulme
Boyun Eğmeyen Umutlar
İsrail’in
Filistinlilere uyguladığı her politikanın bir de psikolojik çökertme boyutu
vardır. Adeta Filistin topraklarını bir laboratuvar, Filistinlileri de birer
kobay olarak kullanır; sadece yeni geliştirdiği teknolojileri ve silahları
denemek değil, aynı zamanda hangi baskı ve zulme ne kadar dayanabileceklerini
test etmek için. Tam da bu yüzden her uygulaması keyfidir,
öngörülemezdir. Filistinliler, başlarına ne zaman ne gelecek bilemedikleri için
uzun vadeli plan yapmaları pek mümkün değildir; o ân neyi gerektiriyorsa onu
yaparak, adeta ânın tadını çıkararak yaşarlar. Hayatı ertelemezler; savaş
esnasında bile evlenirler, çocuk sahibi olurlar, tezlerini yazar eğitim
hayatını sürdürüler. Bunların hepsi birer pasif direniştir.
Gazzeliler,
dünyanın başka bölgelerinde normal insanların kaldıramayacağı kadar büyük
travmatik olaylara maruz kalsalar da travma ve depresyona dirençlidirler.
Allah’a olan imanları ve tevekkülleri sayesinde ayakta
dururlar. Gazzelilerin savaş biter bitmez ertesi gün “normal”e
dönebilmeleri, sanki hiçbir şey olmamışçasına hayata devam etme ve yaralarını
sarma çabaları İsraillilerin baş edemediği özelliklerindendir.
Direnişin
en çarpıcı boyutu, İsrail tarafından birkaç defa müebbet veya on yıllar boyu
hapis cezasına çarptırılan genç Filistinli mahkumların birçoğunun ümidini
yitirmek yerine hapishanede çeşit çeşit yabancı diller öğrenmeleri, uzaktan
liseyi ve üniversiteyi bitirmeleri, hatta bazılarının yüksek lisans ve doktora
yapmalarıdır. En çarpıcı örnek, Hamas’ın yeni lideri Yahya Sinvar’dır. Dört
defa müebbet hapis cezasına çarptırıldığı halde hem hapishanede ileri seviyede
İbranice öğrenip lisans ve lisansüstü eğitimlerini tamamlamış hem yakalandığı
beyin kanserine yenik düşmemiş hem de İsrail toplumunun ve askeri-güvenlik
bürokrasisinin zihin yapısını ve iş tutuş biçimini çok iyi çözmüştür. Sinvar ve
diğer birçok mahkûm, normalde hapisten kurtulma imkân ve ihtimalleri olmadığı
halde Allah’a olan tam tevekkülleri ve güvenleri sayesinde hapishaneyi eğitim
yuvasına çevirmiş ve anın acılarına teslim olmayıp geleceğe odaklanmış, on
yıllar sonra rehine takası sayesinde serbest kaldıklarında hayata atılacak
bilgi donanımına sahip olmuşlardır.
İsrail’in
70 küsur yıldır silahlı gruplar dışında kimlere suikast düzenlediğinin izi
sürüldüğünde Filistin direnişinin çok boyutluluğu daha iyi anlaşılır. Mesela
geçmişte Filistinli romancı ve gazeteci Gassan Kenefani ve Hanzala karakterinin
çizeri karikatürist Naci el-Ali, son yıllarda önemli Filistinli mühendisler; 7
Ekim’den sonra yüzlerce kameraman, gazeteci, doktor, sağlık görevlisi, ambulans
şoförü, arama-kurtarma görevlisi, akademisyen, öğretmen, âlim, sanatçı,
mühendis, insani yardım görevlisi… Katledilen on binlerce kadın ve çocuk…
Bunların hepsi direnişin farklı yollarla birer parçasıdır.
Sonuç
olarak Filistin’de yaşamayı sürdürmek bile başlı başına direniştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder