ZAHİDE TUBA KOR İLE AKSA TUFANI
HAKKINDA RÖPORTAJ
Röportajı yapan: Ala İslam Çelik
Davet Mektebi dergisi,
Ocak-Şubat 2024, sayı 105, sf. 24-38
NOT: Blogda yer alan 900 küsur
içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
HAMAS’ı Aksa Tufanı operasyonuna
gerçekleştirmeye iten sebepler nelerdir?
Birçok sebebi var. Birincisi, İsrail
1967’de işgal ettiği Gazze’den 2005’te askerlerini ve yerleşimcileri geri çekse
de havadan, karadan ve denizden kuşatarak bir açık hava hapishanesine dönüştürdü.
2006 Ocak’ında HAMAS’ın Filistin seçimlerini %60 oyla kazanıp tek başına
iktidar olmasının ardından bir cezalandırma aracı olarak başlayan abluka ve
ambargo 17 yıldır devam ediyordu. Gazzelilerin hayat şartları yıllar geçtikçe
daha da kötüleştiği halde dünyanın umurunda bile değildi. Oyunun kuralları
değişmeden abluka ve ambargonun kırılabilme ihtimali yoktu.
İkincisi, 7 Ekim yaşanmasaydı şu
an biz İsrail-Suud barışını ve doğmakta olan yeni bölgesel düzeni, yeni
yatırımları, boru hatlarını ve ticaret yollarını vs. konuşuyor olacaktık.
2020’den bu yana “İbrahim Anlaşmaları”yla -Filistinliler pahasına- kurulan bölgesel
düzenin tesisinde son aşama Suud’la anlaşma olacaktı. Filistin meselesi adeta tarihin
çöp sepetine atılmak üzereydi. HAMAS, Aksa Tufanı’yla bizi yok sayarak yeni bir
düzen kuramazsınız, yüzyıldır Ortadoğu’nun en temel meselesi Filistin’dir dedi.
Üçüncüsü, İsrail bugün tarihinin
en aşırı sağ hükümetiyle yönetiliyor. Öyle ki 1990’larda ABD ve İsrail
tarafından Yahudi terör örgütü ilan edilen ekolün siyasi uzantıları hükümette
maliye ve iç güvenlik gibi kritik bakanlıkları elinde tutuyor. İktidardaki dinî
Siyonist ekol, Suud’la barışa vardıktan sonra Batı Şeria ve Kudüs üzerindeki
emellerini hayata geçirmeyi planlıyordu. Yani Batı Şeria’yı ilhak ve MS 70’te
Romalılar eliyle Kudüs’te yıkılan tapınaklarını (Mescid-i Aksa ve
Kubbetu’s-Sahra üzerinde) yeniden inşa etmeyi… Son bir yılda Batı Şeria’da
Yahudi yerleşimcilerin İsrail ordusuyla el ele verip düzenlediği saldırılar
sonucunda Filistinliler yirmiye yakın köyü boşaltmak zorunda kalmıştı. İşte HAMAS,
işgale ve Batı Şeria ile Kudüs’ün Yahudileştirilmesi planına da karşı koymak
istedi.
Bu arada İsrail hükümeti, 2021
ve önceki tecrübelerine binaen, Gazze’de direnişi bertaraf etmeden Batı Şeria
ve Kudüs üzerindeki emellerini gerçekleştirmeyeceğinin farkındaydı. Bu nedenle
2023’ün sonlarına doğru Gazze’ye saldırma planı zaten yapıyordu. Hatta 7 Ekim
günü Gazze çevresindeki İsrail kışlalarından elde edilen belgelerde müstakbel
savaş planları da bulundu. HAMAS, bir bakıma İsrail’e savaş hazırlıklarını
tamamlamadan ön alıcı bir savaş açtı. 7 Ekim günü Gazze konusunda uzman askerî
kadroyu ya esir aldı ya da öldürdü ve İsrail’in planlarını altüst etti.
Dördüncüsü, yüzlerce İsrailliyi
esir alıp bunları İsrail hapishanelerindeki 5000 Filistinli mahkûmu kurtarmak
ve başka kazanımlar elde etmek için kullanmayı hedefliyordu.
Aksa Tufanı operasyonu bölgesel
gelişmeler bağlamında önemli bir kırılma noktası oluşturur mu?
Evet, bölge tarihi yazılırken 7
Ekim’in bir kırılma noktası olarak zikredileceği kanaatindeyim. Hem de 1948 ve
1967 Arap-İsrail Savaşları, 1979 İran İslam Devrimi, 11 Eylül saldırıları
ölçeğinde bir kırılma noktası…
Bölgede kırılma noktası
oluşturan bu operasyon küresel gelişmeleri etkiler mi?
Hâlihazırda etkilemiş durumda. 7
Ekim’in ana kaybedeni ABD’dir. 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan ve
Irak maceralarıyla bir bataklığa saplandı ve bu süreçte Çin ile Rusya yükselişe
geçti. Daha oğul Bush’un son döneminde başlayan, Obama döneminde hız kazanan
ABD’nin Ortadoğu’dan çekilip Rusya’ya karşı NATO sınırlarına ve Çin’e karşı da
Asya-Pasifiğe odaklanma hayali, Trump ve Biden döneminde “İbrahim Anlaşmaları”
bağlamında gerçekleşmek üzereyken 7 Ekim’de acı bir şekilde sona erdi. ABD,
savaş gemilerini Asya Pasifik yerine İsrail’in bekası için Doğu Akdeniz’e
demirlemek zorunda kaldı. Envanterinde ne kadar silah ve savaş araç gereci
varsa İsrail’e yolladı. Buna mukabil, İsrail’in kendisini bile koruyamadığı
görüldü ki ABD’nin bölgeden çekildiği bir ortamda müttefiki Arap rejimlerini
nasıl savunabilsin. 7 Ekim, ABD’yi Rusya ve Çin’e odaklanmaktan alıkoydu,
Ortadoğu’ya geri dönmeye zorladı. Bunun ilk sonucunu Ukrayna’da görüyoruz.
Ukrayna, Rusya’ya karşı Batı cephesini korumanın jeopolitik olarak en kritik
noktasıydı. İsrail’in bekasının söz konusu olduğu bir ortamda ABD ve AB’nin
Ukrayna’ya odaklanma ve silah yığma imkânı kalmadı. Bu kış Ukrayna’da dengeler
Rusya lehine değişebilir.
Bir de 2008’den bu yana iktisadi
ve askerî alanda Amerikan hegemonyası zayıflasa da “evrensel” değerler sistemi ve
kültürel hegemonyası hala ayaktaydı. Dünyanın gözü önünde Gazze’de yaşanan
soykırım ve bunda ABD’nin dahli, Amerikan yumuşak gücünün temeli olan değerler
sistemini ve normları Batı’da ve kendi ülkesinde dahi sorgulatıyor. Yani ABD, İsrail’e
verdiği kayıtsız şartsız desteğin bedelini, kendi meşruiyet zeminini kaybederek
ödeyebilir. Bütün bunlar rakip güçler Çin ve Rusya’ya yarayacaktır.
HAMAS’ın operasyon öncesi
hedefleri nelerdi ve gelinen nokta itibariyle hedeflerini gerçekleştirdi mi?
HAMAS’ın ana hedefi, İsrail’i en
gafil olduğu anda avlamak ve yenilmezlik mitini yıkmaktı. Bunu, 7 Ekim’de
İsrail’e tarihi boyunca hiç tatmadığı büyük bir şok ve kayıp yaşatarak kesin
olarak başardı. İsrail’in zannedildiği gibi kadir-i mutlak bir güç olmadığını,
zafiyetlerle malul olduğunu dünyaya gösterdi. 1948’den bu yana İsrail’in güvenlik
ve dış politikasının temeli, aşırı güç kullanarak düşmanlarını caydırmaktı. Bu
şekilde hem Filistinlilere ve Araplara bana bulaşırsanız akıbetiniz feci olur
mesajı vererek kendisine yönelik saldırıları asgaride tutuyor hem de aşırı güç
kullanımıyla kendi halkına özgüven ve özsaygınlık kazandırıp dünya Yahudileri
için en güvenli vatan olduğu hissini perçinliyordu. Ayrıca mesela 1967’de altı
günde işgali altındaki toprakları üç kat genişleterek ordusu ve istihbaratıyla kimsenin
alt edemeyeceği yenilmez bir güç olduğu kanaatini bölge halklarının ve
rejimlerinin zihinlerine yerleştirmişti. İsrail’in Ortadoğu’ya verdiği en büyük
zarar, ardı ardına yaşattığı mağlubiyetlerle halkların özgüvenini ve
özsaygınlığını yitirtmesi ve bizden adam olmaz fikrini yerleştirmesiydi. İşte 7
Ekim bunu da bozdu.
Yine HAMAS, İsrail’in -tıpkı
dünyadaki diğer güçler gibi- ancak içeriden çökertilebileceğinin farkında. Biz
savaşın sadece fiziki çatışma boyutuna bakıyoruz; oysa direnişin etkili bir
şekilde yürüttüğü bir de psikolojik savaş var. Yayınladığı videolar, yaptığı
açıklamalar ve esir takasında izlediği yöntemle hedefi, 7 Ekim’den evvel karpuz
gibi ortadan bölünmüş haldeki İsrail toplumunu ve siyasetini daha da parçalayıp
birbirine düşürmekti. Bunu da başardı. İsrail siyaseti, toplumu, ordusu ve
istihbaratının bu şoktan toparlanabilmesi ve iyice derinleşen iç ihtilafları
atlatabilmesi hiç kolay olmayacak.
Diğer bir hedefi de İsrail’in
gerçek yüzünü bütün dünyaya göstermek ve bu şekilde halklara kendi
yönetimlerine politikalarını değiştirtmek için baskı yaptırmaktı. Bu hedefinde
de başarılı sayılır. Biden yönetimi, hem içeriden hem de dışarıdan yükselen
tepkiler karşısında artık İsrail’e ilk günlerdeki gibi kayıtsız şartsız destek
veremiyor. İmaj İsrail için her şeydir; on yıllar içinde ince ince dokuduğu bir
imaj vardır. İşgal politikalarını hem kendi halkının hem de dünya kamuoyunun
dikkatini celp etmeyecek şekilde hukuki, siyasi, iktisadi, kültürel vb.
kılıflar altında yürütmekteydi. Ama 7 Ekim’den sonra kaba kuvveti soykırıma
varacak şekilde kullanmak suretiyle özenle oluşturduğu imajını kendisi yıktı.
Yine HAMAS, İsrail-Suud barışını
erteletti ve Ortadoğu’da Filistinliler yok sayılarak yeni bir düzen kurulamayacağını
dosta, düşmana göstermiş oldu. Bir müddet sonra İsrail’in Filistin tarafıyla
masaya oturmak zorunda kalacağı kanaatindeyim. Son sözde barış masası 2014’te
kurulmuştu.
Son olarak kadın, çocuk ve yaşlı
esirleri sadece Filistinli mahkûmlarla takas bağlamında serbest bıraktı. Büyük dış
baskılara rağmen geri kalanları, özellikle askerleri, tüm Filistinli
mahkûmların salınması karşılığında serbest bırakmamaya kararlı. İsrail ordusu
tüm çabalarına rağmen şimdiye kadar tek bir esiri dahi kurtaramadı; her esir
kurtarma operasyonu bir fiyaskoya dönüştü ve esirlerin ölümüne yol açtı.
Ama başaramadığı şeyler de var: Birincisi,
Arap ve İslam dünyasından -gerek halklar gerekse yönetimler nezdinde- İsrail’e
karşı çok daha etkili bir tepki ve -tıpkı 2021’de olduğu gibi- Batı Şeria,
Kudüs ve İsrail içindeki Filistinlilerin Gazze’ye destek olmak için topyekûn
ayaklanmasını bekliyordu. Ama dış devletler Gazze’nin başına gelen feci akıbete
duçar olmak veya kazanımlarını yitirmek istemediği için, işgal altındaki
Filistinliler de İsrail güvenlik güçlerinin çok sıkı takibatına uğradığı için
direnişe beklediği ölçüde destek ver(e)medi. İkincisi, İsrail’i Batı Şeria ve
Kudüs’le ilgili politikalarında -2021’de olduğu gibi- caydırmaya ve geri adım
attırmaya niyetlenmişti; ama bunu da başarabilmiş değil. İsrail ordusu 7
Ekim’den bu yana Batı Şeria ve Kudüs’te hemen her şehre, mahalleye ve mülteci
kampına baskınlar düzenleyip 5000 Filistinliyi daha tutukladı, yüzlercesini
öldürdü ve yaraladı. Keza yüzlerce evi yıktı veya yıkım için tahliye emrini
adreslere yolladı. İçeride ve dışarıda tepki çekmemek için yıllardır planladığı
ama hayata geçiremediği projeleri başlatma kararı aldı. Filistinlilerin
Mescid-i Aksa’da kalabalık bir cemaatle Cuma namazı kılmasını 7 Ekim’den bu
yana engelliyor. İntikam için hapishanelerdeki Filistinli mahkûmların hayatını
tam bir kâbusa çevirdi, işkencelerle öldürdüğü mahkûmlar oldu. Yahudi
yerleşimcileri kendilerini koruması (ve Filistinlilere saldırması) için daha
fazla silahlandırıyor. Üçüncüsü, kimsenin beklemediği ölçüde başarılı bir
direniş sergilese de, Gazze’deki akıl almaz yıkımı ve soykırımı engelleyebilmiş
değil. İsrail’in karada ilerleyişini sekteye uğratsa ve birçok noktadan geri
çekilmeye zorlasa da hava üstünlüğü hala İsrail ordusunda.
Bu operasyonun sonucunda HAMAS’ın
istediği gibi bir Filistin devleti kurulur mu?
HAMAS 2017’de iki devletli
çözümü kabul etmek zorunda kalmıştı. Ama bunun gerçekleşebilir bir çözüm
olduğunu düşünmüyorum. Çünkü 1990’lardaki barış sürecinde iki devletli çözüm
dense de Filistinlilere sunulan şey sadece özerk bir yönetimdi, o kadar. Altına
imza konan yazılı metinlerde hiçbir zaman devlet kelimesi geçmedi. İsrail sözde
barış süreci yürürken Batı Şeria’nın toprak bütünlüğünü bozup muhtemel bir
devlet oluşumunu engelleyecek şekilde Yahudi yerleşimlerini her yere yaydı. Şu
an Filistin Devlet Başkanı dediğimiz Mahmud Abbas yönetiminin tam veya kısmi
kontrolündeki alanlar Batı Şeria’nın sadece %40’ı, kalanı İsrail’in işgali
altında. Gazze ile Batı Şeria coğrafi bakımdan tamamen birbirinden kopuk
olmakla kalmayıp Batı Şeria içinde Filistin yönetiminin kontrolündeki alanlar
-araları Yahudi yerleşimler, otoyollar ağı, askerî alanlar, atış alanları,
duvarlar, kontrol noktaları, doğal rezerv alanlarıyla vs. dolu- irili ufaklı
toplamda 220 adacıktan müteşekkil. İsrail’in Filistin devletinin toprak
bütünlüğüne, yerin altında ve hava sahasında egemenliğine, kendi su
kaynaklarını kullanmasına, ordusunun olmasına, Doğu Kudüs’ü başkent edinmesine,
kendi para birimine ve bağımsız bir ekonomiye sahip olmasına vs. kesinlikle
karşı çıktığını da hatırlatayım. Sizce böyle bir devlet olabilir mi? Aksa
Tufanı’yla aldığı darbeden sonra İsrail’in barış masasına oturmak ve bazı
tavizler vermek zorunda kalacağı kesin, tıpkı 1973 Savaşı’ndan birkaç yıl sonra
buna mecbur kaldığı gibi. Ama gerçek bir çözüme varmak için İsrail’in on
yıllardır benimsediği politikalardan ve ayak oyunlarından vazgeçmesi, bunun
için de kendisine zihnî bir format atması gerekir. İşte bunu çok zor görüyorum.
Yani barış masası illaki gelecektir, ama çıkacak sonuçtan ümitvar değilim.
Öte yandan savaştan sonraki ilk
hedef, barış masasına oturmak ve bir Filistin devleti kurmak değil, Gazze’nin
HAMAS’sız nasıl yönetileceği ve savaşta yok edilemeyen direnişin masada nasıl
bertaraf edileceği olacak gibi görünüyor. Hem enkaza dönen Gazze’nin yeniden
inşa edilebilmesi için dış finansmana ve inşaat malzemelerine ihtiyaç var hem
de Gazzelilerin ekmek-su-ilaç gibi en temel ihtiyaçlarına erişebilmesi dış
yardımların ulaşması gerekiyor. İşte yaraların sarılma sürecinde dış güçler
HAMAS’sız bir Gazze önşartını dayatabilir. Bunda da başarılı olacaklarını
zannetmiyorum ama silahlar sustuğunda masada çetin bir siyasi mücadele devam
edecektir.
Arap devletlerinin İsrail’in
yaptığı soykırımlarla ilgili tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Aksa Tufanı, Arap devletleri ya her
alanda derin iç krizlerle boğuşurken ya da İsrail’le barışmış veya barışmak
üzereyken gerçekleşti. Dolayısıyla ya elleri çok zayıf ya İsrail’le
planladıkları yeni projelerin ve bölge vizyonunun baltalanmasının huzursuzluğu
içindeler ya da Gazze’de yaşananların kendilerini etkilemesinden korkuyorlar.
Fas, Ürdün, Yemen gibi ülkelerde kitlesel gösteriler yapıldı, yapılıyor.
Ama mesela Suudi Arabistan ve BAE’de Gazze’deki soykırım konusunda bir karartma
var. Bahreyn ve Umman İsrail’le normalleşme bağlamında attıkları bazı adımlardan
vazgeçip anlaşmaları iptal etti. Şimdiye kadar en cesurca adımı, Yemen’deki
Husiler, İsrail ve bağlantılı gemilerin Babu’l-Mendeb Boğazı’ndan geçişini
engelleyerek yaptı. Bu, kanaatimce 1973 Savaşı’nda Suudi Kralı Faysal
öncülüğünde uygulanan petrol ambargosundan bu yana dünya ticaretini etkileyen
en önemli silah oldu.
Kritik olan, komşuların tutumu.
İsrail’in Gazzelileri Mısır’a, Batı Şerialıları Ürdün’e gönderme planı 1967’den
beri vardı; Aksa Tufanı’ndan sonra para karşılığında bunu hayata geçirmek için
rejimlere büyük baskı yaptı. Mısır da, Ürdün de buna direniyor. Tabii ki
Filistin topraklarının Yahudileşmesini engelleme gibi bir şuurla değil;
Filistinlileri kendi bekalarına yönelik bir tehdit gördükleri için… İsrail’in
kuzeyde Lübnan’a (Hizbullah’a ve bu ülkede yerleşik HAMAS unsurlarına) yönelik
bir cephe açma ihtimali en baştan beri vardı; bu, Batı tarafından şimdiye kadar
engellenmeye çalışıldı. Çünkü Lübnan, yasama-yürütme-yargı erkleri çalışmayan,
ekonomisi tamamen çökmüş, parası adeta pul olmuş, eğitim ve sağlık sistemi
büyük darbe almış, doğru düzgün elektriği bile olmayan, halkın %70’inin
fakirlik sınırı altında yaşadığı bir ülke olup İsrail saldırısına uğradığı
takdirde tamamen çökme ihtimali var. Suriye zaten savaştan belini
doğrultabilmiş değil, sefalet diz boyu. Savaş uzadıkça komşu Mısır ve Ürdün
ekonomisi de çok ağır bir darbe alacak. Lübnan’a savaş ihtimali de ortadan
kalkmış değil.
Burada asıl mesele, HAMAS’ın
Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olması ve 2013’ten bu yana bölgedeki bazı
rejimlerin Müslüman Kardeşleri bir iç tehdit olarak görüp bu hareketle
bağlantılı bütün yapılanmaları terör örgütü kapsamına alıp
gayrimeşrulaştırması. Bu rejimler, kamuoyu önünde İsrail’in soykırımını kınasa
da, kapalı kapılar ardında HAMAS’ı yok etmesi için Netanyahu yönetimini teşvik
ediyor. Çünkü Gazze’de Filistin direnişinin başarısı, kendi ülkelerinde
rejimden rahatsızlık duyan kitleleri on iki yıl sonra sokağa dökülme noktasında
yeniden cesaretlendirebilir.
Bu arada Arap rejimlerinin
birçoğu İsrail ve Amerikan desteği sayesinde ayaktalar. Koltuğunu İsrail’e
borçlu olanların soykırıma karşı dik ve kararlı bir duruş sergilemesi
beklenemez. Geçmişteki dört Arap-İsrail savaşının şahidi eski Arap liderler
kuşağı çoktan öldü veya iyice yaşlandı. Özellikle Körfez’deki genç liderler
kuşağı, İsrail’in değil, İran’ın baş tehdit olduğu bir dünyaya gözlerini açtılar.
Onların tehdit algılamasında baş sırada İran, Türkiye ve kendi halkları var ve
Filistin diye bir davaları yok.
İran ve Türkiye’nin Aksa Tufanı operasyonu
ile ilgili duruşlarını nasıl değerlendirebiliriz?
İran da, Türkiye de yıllardır
Filistin davasını savunan ve kullanan önemli bölge ülkeleri. Özellikle 7
Ekim’den sonra İran’ın Lübnan, Suriye ve Irak’taki müttefiklerini Gazze’ye
destek için harekete geçirir mi diye bir endişe duyuldu. ABD’nin Doğu Akdeniz’e
derhal donanma yollamasının ana nedeni savaşın başka cephelere yayılmasını
caydırmaktı; çünkü İsrail aynı anda birkaç cephede savaşabilecek durumda
değildi. Öte yandan İran, geçtiğimiz on yılda Ortadoğu’daki düzeni ABD’yle
uzlaşma içinde kurmuş aktördür. Bunca yıllık emekle ve kan dökerek elde ettiği
büyük kazanımlarını Gazze için feda etmek istemiyor. Ama bunca yıldır “direniş
cephesi” adı altında Filistin’i kullanıp da en zor zamanında Gazzelileri
yüzüstü de bırakamazdı. Dolayısıyla Gazze’ye kara harekâtını kırmızı çizgisi
ilan etse de İsrail harekâta giriştiğinde vekil güçlerini sahaya sürüp topyekun
bir savaşa girmek yerine Suriye ve Irak cephelerinde Amerikan üslerinin
vurulması, Lübnan’dan İsrail’e angajman kuralları dahilinde saldırılar
düzenlenmesi ve Yemen’de Husilerin Babu’l-Mendeb Boğazı’nı tutması gibi daha az
riskli yöntemleri tercih etti. Bu bakımdan Gazze’deki direnişi de hayal
kırıklığına uğrattı.
Türkiye en baştan beri savaşın
bölgeye yayılmasını engellemek, bir an evvel tarafları ateşkese vardırmak ve
insani yardım girişini sağlamak için uğraşıyor. Aslında arabuluculuk adımları
çok doğru ve önemli. Ama muhatap İsrail olunca bu çabalar nafile kaçıyor. Perde
arkasından önemli adımlar atılıyordur, ama sahada somut adımlara
dönüşemediğinden Gazzelileri biz de hayal kırıklığına uğratmış durumdayız. Bu
arada yılladır Diriliş Ertuğrul gibi dizilerle Filistinlileri de,
Ortadoğu halklarını da çok büyük bir beklenti içine soktuk. Bizi hakikaten bir
kurtarıcı olarak görüyorlardı. Zannedersem artık acı bir şekilde bir
yanılsamadan uyandılar.
Kaybedeceği çok şey olan
devletler ve aktörler, arkasında tam bir Amerikan desteği olan İsrail gibi bir
soykırımcı yapıyla savaşa girmeye cesaret edemezler.
HAMAS’a operasyon öncesi askeri
lojistik desteğini sağlayanlar kimler olabilir?
Büyük ölçüde kendi çabasıyla bu
silahları ürettiği söyleniyor. Beni en şaşırtan, mesela geçtiğimiz yıllarda
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın batırdığı İngiliz savaş gemisini Gazze
sularının derinliklerinde bulan dalgıçlar, batıktaki bombaları tek tek çıkartıp
bunlardan roketler üretip 2021’deki savaşta İsrail’e fırlatmışlardı. Soba
borusundan bile roket üretecek bir kafa yapısına sahipler. Gazzeliler icatçı
bir toplumdur; İsrail’in 17 yıldır uyguladığı ablukalar da bu özelliklerini
perçinledi. Tabii yeraltındaki tüneller aracılığıyla İran gibi ülkelerden gelen
silahlar veya teknik ekipman vardır, ama bunlar sınırlı. İran’ın mali ve
lojistik desteği HAMAS’tan ziyade İslami Cihad örgütüne. Bu arada HAMAS’a
destek sağlayan İsrailliler de var olmalı ki 7 Ekim’de İsrail yönetimi ve
güvenlik birimleri, şoka uğrayıp kendi içlerindeki “düşmanla işbirliği yapan hainleri”
bulabilmek için epey uğraştı. Hatta harekâtın hemen başlamama nedenlerinden
biri önce kendi içlerinde temizlik yapmaktı. Sonuç ne oldu bilmiyorum.
HAMAS, operasyonu İran, Katar, Türkiye
veya herhangi başka bir devletin istekleri doğrultusunda mı gerçekleştirdi?
Direnişe destek veren bu ülkelerden
herhangi biri, 7 Ekim operasyonundan haberdar olsaydı engellemeye çalışırdı.
Çünkü Aksa Tufanı, sadece İsrail-Körfez ülkeleri değil, bütün bölge çapında
eski düşmanlarla ilişkileri düzeltme, milli menfaat ve iktisadi fayda
doğrultusunda yeni bir düzene geçme çabaları iyice ilerlemişken yaşandı. Mesela
7 Ekim olmasaydı Netanyahu Türkiye’yi ziyaret edecekti; Doğu Akdeniz’de Türkiye
karşıtı ittifak zayıflatılmaktaydı. İran, Suud’la bile barışmıştı, müttefiki
Esed yeniden meşru aktöre dönmekteydi. Eğer böyle bir operasyonu isteseydi,
sonrasında savaşa müdahil olup Gazze’deki müttefiklerini bu denli hayal
kırıklığına uğratmazdı. Katar yıllardır Gazze’nin hamisi ve ana finansörüydü;
ekonomisi çok kötü olan bölgede memur maaşlarını ödüyor, inşaat ve yatırımları
yapıyordu. Bunca yıldır yaptığı bütün yatırımları İsrail savaşta yerle bir
etti. Hatta hava bombardımanına Katar’ın inşa ettiği, Gazze’nin orta ve üst
sınıfının yaşadığı lüks Rimel Mahallesini yerle bir ederek başladı. İsrail,
savaş sonrası Gazze’nin geleceğinde hami güç olarak -HAMAS’ın güçlenmesinin baş
sorumlularından gördüğü- Katar’a bir daha rol vermemeye kararlı; onun baş
rakibi BAE ve Suudi Arabistan’ı yeni hami güçler olarak devreye sokma
niyetinde. Katar Gazze’deki kazanımlarının ve yatırımlarının bir çırpıda yok
olmasını istemezdi herhalde.
HAMAS’ın Gazze içindeki siyasi
kanadının operasyondan son anda haberi oldu; Katar gibi ülkelerde yaşayan
sürgündeki siyasi liderler ise tıpkı bizler gibi 7 Ekim sabahına şok içinde
uyandı. HAMAS’ın siyasi kanadı bile habersizken bölgesel güçlerin parmağı bu
işin içinde nasıl olsun? Öte yandan ABD’yle mücadele bağlamında Rusya veya
Çin’in dolaylı desteği veya teşviki bana daha mümkün görünüyor.
Operasyon tarihi olarak neden 7
Ekim seçildi?
İsraillilerin en gafil olduğu
anı kolladılar. 15 Eylül’de Yahudi bayramları sezonu başlamıştı; ardı ardına
bayramlar yaşanıyordu. İsrailliler bir haftadır devam eden Sukkot Bayramı’nın
son günü 6 Ekim’i 7 Ekim’e bağlayan gece boyunca içmişlerdi ve sarhoştular. 7
Ekim sabahı, yani Yahudiler açısından kutsal Şabat (Cumartesi) günü operasyon
başladı. Bayramlar sezonu olduğu için de askerî-güvenlik birimlerindekilerin
bir kısmı izindeydi. Bu arada İsrail, Batı Şeria ve Kudüs’ü kaşıdığı için
patlamayı oradan bekliyordu ve ordusunun büyük kısmını o cephelere sevk
etmişti. Bir de 6 Ekim, aynı zamanda 50 yıl evvel İsrail’in Mısır-Suriye ortak
saldırısıyla şoka uğradığı 1973 Savaşı’nın da başlangıç tarihi. Bir sembolik
anlamı ve benzerlikleri de var.
ABD uluslararası kamuoyunda
tepki görmesine rağmen neden ısrarla İsrail’i desteklemeye devam ediyor? İsrail
bu desteği nasıl elde ediyor?
İsrail’i kuran ve bugüne kadar
ayakta kalmasını sağlayan zaten -İngiltere ile birlikte- ABD’dir. Yani
Protestan aklı, parası ve gücüyle ayaktadır. İsrail, ABD’nin şımarık çocuğudur,
bölgesel hedeflerine ulaşmak için kullandığı bir araçtır. ABD ile İsrail
arasında simbiyotik bir ilişki biçimi vardır. İsrail, ABD için sadece bir dış
politika değil, aynı zamanda bir iç politika meselesidir. İsrail lobisi,
Amerikan iç siyasetinde önemli bir güçtür ve her iki partinin de ana
sponsorlarındandır. Dolayısıyla hiçbir Amerikalı siyasetçi kolay kolay onları
göz ardı edemez ve hilafına hareket edemez; bunu yapmaya kalkışanlar, aleyhte
büyük bir medya kampanyasıyla sindirilir, pişman edilir. Geçmişte New York’ta
İsrail’in BM büyükelçiliği görevini yürüten Binyamin Netanyahu şöyle demişti:
“ABD hükümeti İsrail siyasetine karşı çıkacak olursa Amerikan kamuoyunu kendi
hükümetine karşı nasıl manipüle edeceğimi biliyorum.”
Amerikan kamuoyunda tepki
gösterenler daha ziyade Demokrat Parti tabanı; yani Biden’ın seçmen kitlesi
sokaklarda. Kahir ekseriyeti Cumhuriyetçileri destekleyen Evanjelik
Hristiyanlar ise Yahudilerden daha fazla İsrailci olup kayıtsız şartsız Netanyahu’ya
destek veriyorlar… 2021’deki savaşın 11 gün sürmesi ve Netanyahu’nun çok
istemesine rağmen kara operasyonuna girişememe nedeni, Amerikan Başkanı
Biden’ın yeşil ışık yakmamasıydı. Hem Netanyahu’nun seçim sürecinde Biden’a
karşı Trump’a açık ve tam destek vermesinin yol açtığı şahsi husumet hem de
Demokrat seçmenin sokaklarda Filistin yanlısı eylemleri bunda etkili olmuştu.
Ama Biden yönetimi, 7 Ekim’i İsrail için bir beka, yani varoluş meselesi olarak
görüp İsrail ordusuna Gazzelilerin soykırımında tam destek verdi. Bu arada biz
ABD’nin İsrail’e Gazze’yi yerle bir etmesinde nasıl bu denli destek çıktığına
şaşırıyoruz; oysa Amerikan ordusu aynısını başta Irak olmak üzere işgal ettiği
coğrafyalarda yaptı.
Filistin yıllardır büyük bir
saldırı altında. Dünya çapında halklar nezdinde kitleler halinde çok büyük
tepkiler alan İsrail daha önce böyle bir durumla karşılaşmış mıydı? Bu tepkiler
İsrail’i zor durumda bırakacak şekilde çok daha geniş kitlelere yayılır mı?
2021 savaşında dünyanın her
yerinde aynısı yaşanmıştı. Amerikan ve İngiliz tarihinin en büyük Filistin’e
destek gösterileri yapılmış ve savaş bittikten sonra bile kitleler eylemlerine
devam etmişti. O dönem Avrupa yönetimleri bu gösterileri yasaklamaya
kalkışmamıştı; çünkü Kudüs’te İsrail’in haftalardır yaptığı kışkırtmalar ve
saldırılar sonucunda Gazze devreye girmişti.
Gerek 2021’de gerekse
hâlihazırda bu kitleselliğin temel nedeni, sosyal medyanın İsrail’in propaganda
tekelini kıracak şekilde geleneksel medyaya alternatif bir mecra olarak
yükselişi ve Filistinlilerin bu mecrayı maharetle kullanması. 24 saat canlı
yayın yapan el-Cezire etkisi de yaşananları dünya gündemine taşımakta
önemli bir faktör. İsrail’in dehşet verici katliam görüntüleri sürdükçe dünya
çapında eylemler daha da yayılacaktır.
Bu arada hem 2021’de hem de bugün
İngilizce yayın yapan İsrail medya organlarında en temel tartışma konularından
biri, yıllarca özenle kurdukları propaganda tekelinin kırılmasından duydukları
rahatsızlık ve bunu nasıl telafi edip dünya kamuoyunu ikna edecekleri. Yine
İsrail aleyhtarı diasporadaki Yahudilerle kopan güven bağını nasıl tesis
edeceklerini de tartışıyorlar.
İsrail yaklaşık 3 aydır çok
yoğun bir saldırı altında. Tarihten gelen çok ağır travması olan bir millet
olduklarını biliyoruz. Bu saldırılar sonrası kendi halkı nasıl etkilenmiştir?
Bu durumun İsrail iç siyasetinde ne gibi etkileri olacaktır?
Çok derinden etkilendiler. Bu
travmayı kısa sürede atlatabilecekleri kanaatinde değilim. İlk kez kendi
evlerinde vuruldular; geçmişte İsrail bütün savaşlarını düşmanlarının
topraklarında vermişti. Yenilmezlik miti yerle bir oldu; ordularının ve
hükümetlerinin kendilerini koruyamadığını gördüler. Dahası, tanıklar konuştukça
yalan propagandalar açığa çıkıyor, 7 Ekim’de kendi ordularınca havadan
bombalandıkları ve yakıldıkları gerçeğini öğreniyorlar. İsrail toplumunda güven
problemi başladı. Ayrıca hem hükümet içinde hem de askerî ve sivil kurumlar
arasında güvensizlik had safhada. Güven, güvenliğin önşartıdır; güven olmadan
güvenlik sağlanamaz. Gerek Gazze çevresindeki gerekse kuzeydeki İsrailliler
çoktan evlerini terk edip Tel Aviv’de vs. otellere sığındılar; ilk kez yerinden
oluşu tadıyorlar. Keza Gazze’de çok fazla İsrail askeri öldü, yaralandı veya
sakat kaldı; bunların sayısını resmen açıklayamıyorlar bile. İsrail işgücünün
önemli bir kısmı yedek asker olarak silahaltına alındı; bu da İsrail
ekonomisini, üretim çarklarını olumsuz etkiliyor. Bütün bunların İsrail
siyasetine yansımaları olacaktır. Netanyahu’nun sürekli yalan söylediğini,
adeta bir yalan makinesi olduğunu artık fark ediyorlar. 7 Ekim’de siyasi hayatı
biten ve savaşı uzatarak uzatmalara oynayan Netanyahu ateş kesildikten sonra
hapse girecek. Hatta kendisine yönelik bir suikast da olabilir. Ama Netanyahu
sonrası da İsrail siyasetinin kısa sürede rayına girebileceği kanaatinde
değilim. Çünkü 2018’den beri siyasi kriz içindeler ve 3,5 yılda 5 genel seçim
yapmalarının nedeni, sadece Netanyahu yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden keskin
kutuplaşma değil, aynı zamanda yapısal problemler ve demografik değişimdi. Bu
arada 7 Ekim’den sonra beka kaygısı iç ihtilafların üzerini kısa süreliğine
örtse de, toplumda laikler ile aşırı sağcılar arasındaki kutuplaşma daha da
derinleşiyor. İsrail’in artık güvenli bir vatan olmadığını düşünen ve “canının
kıymetini bilen” İsrailliler ülkeyi terke çoktan başladı. Savaş sürdükçe bu
eğilim devam edecektir.
Son olarak şunu da eklemek
isterim: İsrail hükümetinin 7 Ekim’den sonraki ana hedefi, tıpkı 2006’dan bu
yana olduğu gibi, HAMAS’ı ve altyapısını yok etmekti. Ama Gazze’nin önemli bir
kısmını yerle bir ettiği halde direniş hala ayakta. Üstelik İsrail ordusunun
tam kontrolümüze aldık dediği bölgelerden İsrail’in içine roket atışları devam
ediyor. HAMAS’ın önemli komutanlarından hiçbirini öldürebilmiş değil. Asıl
önemlisi, her askerî operasyonun bir siyasi planı ve çıkış senaryosu olmalıdır.
Ama Netanyahu hükümetinin üzerinde uzlaşılmış böyle bir planı ve senaryosu hala
yok. Gazze ile ilgili seçeneklerin tamamı kötü. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte
İsrail hükümeti kötünün iyisi bir senaryoya razı gelirken hem iç kamuoyunun
öfkesini çekecek hem de koalisyon hükümetinin dağılmasıyla iç siyasi krizler
derinleşecektir. Çünkü 7 Ekim’le birlikte İsrail, hem Filistin içinde hem de
bölgede oyun kurma veya dayatma gücünü yitirdi.