ESED'İN KADERİ
Ali
Hüseyin Bakir (Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Türkiye'nin Katar
Büyükelçiliğinde Siyasi Danışman)
El-Cezire
Arapça, 1 Nisan 2016
Arapçadan
tercüme eden: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme, el-Cezire Turk web sitesinde 13
Nisan 2016’da “Esed’in Akıbetini Hiç Böyle Okumadınız” başlığıyla
yayınlanmıştır. http://www.aljazeera.com.tr/gorus/esedin-akibetini-hic-boyle-okumadiniz)
Suriyelilerin kahir ekseriyeti, Mart 2011’de
devrim için sokaklara döküldüğünde, aslında Esed’in kaderi hakkında kararını
vermişti demek, hiç de abartı sayılmaz. Zira Esed, Suriye Devrimi’nin patlak
vermesiyle birlikte öteden beri suni olan meşruiyetini kaybetti ve aslında 2012
yılında fiilen iktidardan düştü. Bu tarihten itibaren günümüze kadarki süreç,
bölgesel ve küresel güçler arasında –bizzat Esed’in kendisi için değil ama–
Esed üzerinden yürütülen bir nüfuz ve çıkar mücadelesinden ibarettir.
Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Rus
mevkidaşı Sergey Lavrov’la Moskova’daki görüşmesinin ardından, 25 Mart’ta Rus
Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, şu an için Beşşar Esed’in geleceğini
tartışmamayı veya bu aşamada onu müzakere gündemine getirmemeyi teklif eden
Moskova’nın pozisyonunu ABD’nin anlayışla karşıladığını ifşa etti.
Obama yönetimi bunu anında yalanladı ve ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby konuyu şöyle yorumladı: “Esed’in
geleceğiyle ilgili görüşümüzün değiştiğine dair söylentilerin hiçbirisi doğru
değil. Esed iktidar meşruiyetini kaybetti ve biz bu konuda duruşumuzu
değiştirmedik.”
Ancak Amerika’nın yalanlaması Rusların
açıklamasıyla kesinlikle çelişmiyor, aykırı da düşmüyor: Esed meşruiyetini
kaybetmiştir demek, asla Obama yönetiminin onu denklemden çıkarmak için
herhangi bir adım atma niyetinde olduğu anlamına gelmiyor – konuyu sadece ve
sadece müzakere masasına taşımak da dâhil. Amerikan tarafı tam altı senedir
Esed’in meşruiyetini yitirdiğini sürekli tekrarlayıp duruyor, ama bu konuda
kesinlikle hiçbir şey yapmıyor. Büyük ihtimalle bu açıklamanın şu anda hâlâ
tekrarlanıyor olması, Amerikan tarafının hiçbir şey yapmamakta ısrarcı olduğu
anlamına geliyor.
Bu tutum, sadece son Kerry-Lavrov görüşmesine
indirgenemez; zira “meşruiyetini kaybeden” Esed’i siyasi denklemden çıkarmak
için hiçbir ciddi adımın atılmamasına kasten göz yuman ABD’nin politikasının
bir devamıydı. Bundan dolayı Suriye’de siyasi, iktisadi ve toplumsal süreçlerin
yanı sıra güvenlik alanında ilerleme sağlanamadı.
Uluslararası belgelerde, BM kararlarında ve
kapalı toplantıların beyanatlarında hep Esed’e atfın göz ardı edilmesi,
çatışmanın devam etmesini sağlamak içindi; zira çatışmaların devamı, bazı
devletlerin Suriye krizini yönlendirmek suretiyle kendi çıkarlarına
ulaşmalarına yardımcı oluyor. Bunu gerekçelendirmek için ABD, Rusya ve İran’da
bahaneler her zaman mevcuttu.
Bununla birlikte, 30 Haziran 2012’de yayınlanan
Cenevre-1 belgesi, özellikle “tam yürütme yetkisine sahip bir geçiş hükümeti”ne
işaret etmek suretiyle, Esed’in kaderine dolaylı da olsa değinen en net belge
olarak görülüyor. Eğer hayata geçirilirse, bu da fiilen cumhurbaşkanının tüm
yürütme yetkilerinin devralınması, böylece Esed’in yetkisiz bırakılması,
denklemden çıkarılması ve hukuken pozisyonunun sona ermesi anlamına geliyor.
İşte bu yüzden Suriye muhalefeti her şeyden evvel bu kararın uygulanması
gerektiğinde ısrarcı.
ABD, Suriye dosyasını Rusya’ya
devrederken
Birçoklarının bugüne kadar bilmediği bir husus
da şu: Ağustos 2013’te Esed’in kimyasal silahla gerçekleştirdiği katliamın
ardından yavaş yavaş ABD, Suriye dosyasını resmen Rusya’ya “devretme”ye
başladı. Washington’ın rolü, sadece Esed’e karşı çıkan devletleri zapt ederek
hepsini kendi liderliği altında –diğerlerinin pozisyonlarını dikkate bile
almaksızın– kendisi için uygun gördüğü çözüme doğru çekmekten ibaretti.
2014 Ocak’ında Cenevre-2 toplandı ve bu
toplantıda ABD’nin pozisyonundaki değişim pekişti. Şöyle ki, Amerikan yönetimi
Rusya tarafına yeni tavizler verdi ve –muhalefetle bölgesel destekçilerinin
ısrarlarına rağmen Esed’in görevinden uzaklaştırılmasını ve Suriye halkının
meşru taleplerini desteklemek yerine– teröre karşı savaşı ana gündem maddesi
haline getirdi.
2015’e gelindiğinde Amerikan Dışişleri Bakanı
John Kerry, Suriye’nin Dostları Grubu’na dahil olan ülkelerle kapalı kapılar
ardında yaptığı toplantılarda, Suriye dosyasında Rusya’nın daha büyük bir rol
almasının önemini ve Rusları muhatap almanın gerekliliğini ısrarla vurguladı.
Bunun Esed’in görevden uzaklaştırılmasını isteyenleri hedefine ulaştıracağını
ima etti. Bu toplantılarda Kerry, bizzat mevkidaşlarını Suriye konusunda
–krizin anahtarlarını elinde tuttuğu gerekçesiyle– Rusya’yla iletişim halinde
olmaya teşvik etti; her ne kadar Moskova’nın, tüm gücüyle Esed’i destekleme
kararlılığında olduğunu itiraf etse de…
Suriye’de siyasi sürecin hızlandırılmasını
tartışmak üzere 2015 yılı ortasında Fransa’da Suriye’nin Dostları Grubu’na üye
ülkeler arasında üst düzey bir toplantı gerçekleştirildi. Bazı ülkeler Esed’in
denklemden çıkarılması gerektiğini dillendirirken, bazıları ise ona güvenli bir
sığınak sağlanmasını önerdi ve o dönemde sığınabileceği ülkeler arasında adı
geçenler Rusya, İran, Cezayir ve Umman’dı.
Özellikle bu toplantıda Amerikan tarafı iki
noktayı vurguladı: Birincisi, ABD için de önem arz etmesi nedeniyle, Rusların
Suriye meselesine dahil olmasını sağlamak. İkincisiyse, süreci kolaylaştıracağı
gerekçesiyle, Esed’in geleceğini görüşmek de dahil hiçbir şeyi ön şart olarak
dikte etmemek.
Buna dayanarak, 2015 Haziran’ından Eylül’üne
kadar uzanan dönemde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Mısır
ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeden heyetler Moskova’yı ziyaret etti.
Katar’ın başkenti Doha’da Amerikan, Rus ve Suudi dışişleri bakanları Kerry,
Lavrov ve Adil el-Cübeyr’i bir araya getiren üçlü bir toplantı yapıldı.
Rusya’sız asla
Ancak daha sonra, ABD’nin Rusya’nın sürece
dahil olmasını, Esed’in saf dışı bırakılması karşılığında değil, Moskova’nın
müdahilliğini meşrulaştırmak için istediği ortaya çıktı.
Aynı dönemde Suriye’nin durumuna ilişkin bazı
belgeler ve teklifler devletler arasında gidip geldi. Bunların en önemlisi,
Ağustos ayında teklif edilen ve grupların oluşturulması fikrine odaklanan
belgedir. Bu fikir, şu anda Cenevre’de yürütülen Suriye krizi çözüm çabaları
kapsamında insani eylem grubu, askeri grup ve siyasi grup gibi yapılanmalarla
hayata geçirildi.
Söz konusu belge, doğrudan Esed’in
kaderine değinmeyi göz ardı etmekle kalmayıp bir de ortaya attığı iki aşamalı
bir geçiş sürecinde onun varlığını zımnen kabul etmiş de oldu. Şöyle ki, ilk
aşamada geçiş hükümeti heyetine seçilmiş belirli bazı yetkiler veriliyor,
ikinci aşamada ise heyete şeklî veya sembolik yetkiler dışında tam yetki
veriliyor. Bu şeklî veya sembolik yetkilere atıf da dolaylı olarak Esed’in
kalıcılığına işaret ediyor.
Washington, Esed düğümünün çözümü için
Rusya’yla iletişimi artırmak gerektiğine diğerlerini ikna etmeye çalışırken,
diğer taraftan Rusya, askeri müdahale için ön hazırlıklarını tamamlıyordu. Bu
müttefiklerine ve dostlarına ima ettikleriyle de tamamen çelişiyordu. Rusya’nın
siyasi ve askeri müdahalesi, Moskova’nın inisiyatifi ele almasına ve Esed’e
siyasi ve askeri destek vererek gasp ettiği iktidarda ona biçilen ömrün
uzamasına zemin hazırladı.
Viyana’da ne oldu?
30 Ekim 2015’te toplanan Viyana Konferansı’nda
ABD daha da fazla taviz verdi. Washington sadece Rusya’yı sürece dahil etmekle
yetinmedi; Suudi Arabistan’ın tüm itirazlarına rağmen Cenevre-1’e katılmayan
İran’ı da davet etti. Suudilerin itiraz gerekçesi, Tahran’ın ‘tam yürütme
yetkisiyle donatılmış bir geçiş hükümeti’ kurulmasını içeren Cenevre-1 sonuçlarını
kabul etmemesiydi.
İran’ın konferansa davet edilmesi, Amerika’nın
Esed’in görevi bırakması talebinden vazgeçtiğini veya en azından artık onu
hesaba katmadığını resmen itiraf etmesi anlamına geliyordu.
Özellikle 30 Ekim 2015 tarihli genişletilmiş
ilk Viyana bildirisi yeni bir teklif içeriyordu: “güvenilir, kapsayıcı ve etnik
ya da mezhebi temeli olmayan bir geçiş hükümeti” kurulması. Toplantı
sonuçlarının Esed’in kaderi konusunda Rus-İran gündemini yansıttığı ve
Cenevre-1’in dahi gerisinde kaldığı çok açıktı.
Toplantının sona ermesinin ardından Kasım
2015’te Rusya, Suriye’de çözüme ilişkin duruşunu ve vizyonunu içeren sekiz
maddelik resmi bir belgeyi birçok ülkeye yolladı. Daha sonra bu iki sayfalık
belge, özü itibarıyla, bugün Suriye’de siyasi çözümden anlaşılan şeye dönüştü.
Bu belgede Moskova, Esed’in denklemden
çıkarılmasından bahsetmiyordu. Bunun yerine yeni anayasanın hazırlanmasından
sorumlu Anayasa Komisyonu’na Suriye Cumhurbaşkanı’nın değil, oybirliğiyle
seçilen başka bir adayın başkanlık yapacağını belirtirken, aslında Esed’in
görevde kalacağını da ima etmiş oldu.
14 Kasım 2015’te gerçekleşen ve Uluslararası
Suriye Destek Grubu toplantısı olarak da bilinen Viyana-2’de “güvenilir,
kapsayıcı ve etnik ya da mezhebi temeli olmayan bir geçiş hükümeti” konusu
vurgulandı; ancak geçmişteki korkuları azaltmak için Cenevre-1 Bildirisi’ne de
işaret edildi. Katılımcı devletlerin kahir ekseriyeti, dışa kapalı
toplantılarda siyasi geçiş sürecinin başladığı ilk günden itibaren Esed ve
çevresinin iktidarı bırakıp ülkeyi terk etmesini talep etse de, buna Rusya ve
İran çok açık bir dille, diğer bazı devletler ise üstü kapalı bir şekilde karşı
çıktı.
15 Aralık 2015’te Suriye’deki geçiş sürecine
ilişkin bir belge daha ortaya çıktı. Belgede Esed’in “bazı” yetkilerini kendi
tayin edeceği yardımcısına devir etmesi önerisi vardı. Aynı belgede, düzenli
ordu ile silahlı muhalefet gruplarından oluşturulacak Askeri Konsey’in başına
Alevi bir komutanın tayini teklif ediliyordu.
Esed’in kaderi bir kez daha göz
ardı edilirken
18 Aralık 2015’te kabul edilen ve Cenevre-1
süreciyle Viyana sürecini birleştiren BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı
kararıyla Esed’in kaderi bir kez daha göz ardı edildi.
Şubat 2016’da Cenevre-3 müzakerelerinin ilk
turu başarısız oldu ve 2016 Mart’ında Suriye muhalefetinin tüm ağırlığını
koyduğu ikinci tur da sona erdi. Buna rağmen gayet net görünüyor ki rejim,
siyasi geçiş süreci ve Esed’in geleceği meselelerini tartışma gibi herhangi bir
hakiki niyeti olmaksızın konuları hilelere başvurarak geçiştirdi.
Esed ve heyeti bugüne kadar hiçbir gerçek
baskıya maruz kalmadı. Müzakerelerin ilan edilmiş asıl hedefi, Esed’siz bir
siyasi geçişi sağlamak olsa da Washington, Esed konusunun müzakere masasına
gelmemesinden dolayı huzursuzluk, öfke veya rahatsızlık duyduğunu gösteren
hiçbir emare ortaya koymadı.
Eğer ki Cenevre’nin üçüncü turunda geçiş süreci
öncelikli olarak tartışılmazsa ve yine eğer ki “güvenilir, kapsayıcı ve etnik
ve mezhebi temeli olmayan bir yönetim”den kasıt, “tam yürütme yetkisine sahip
bir geçiş hükümeti” olmazsa, en azından ilk altı ayda Esed’in başta kalacağı ve
yine ortalama bir tahminle sürecin başlamasından itibaren 18 ay boyunca da varlığını
koruyacağı aşikâr. Uzun vadeye gelince, zikredilen bütün bu belgelerde Esed’in
de, işlediği suçlarla meşhur rejimin adamlarının da, onlara bağlı olan veya
onlar adına iş tutanların da gelecekteki seçimlerde adaylıklarına engel koyan
hiçbir madde yok.
Burada söylenmek istenen şu: ABD tek bir gün
dahi Esed’in görevini bırakmasını Suriye’deki bir önceliği olarak görmedi.
ABD’nin Esed’in görevi bırakmasını dayatmak
veya hatta bu konuyu tartışmaya açmak için bırakın askeri mücadeleyi,
diplomatik veya siyasi bir mücadele yürütmeye dahi hazır olduğuna dair ortada
herhangi bir emare yok. Ve bu, Rusya pozisyonunu değiştirmediği sürece de
gerçekleşmeyecek.
Obama Yönetimi kırılgan bir ateşkes ve
tökezleyen müzakereler gibi küçük şeklî başarıları ön planda tutarak iktidardan
ayrılana kadar çözüm konusunu geçiştirmeyi tercih edebilir. Ancak bu, siyasi
sürecin tamamen çöküşü tehlikesini doğuruyor veya doğurabilir.