GAZZE ÖĞRETMENİNİN İNSANLIĞA ÖĞRETTİĞİ DERSLER
Zahide Tuba Kor
Nida dergisi, Ocak-Mart 2024, s.214, sf.23-28.
NOT: Blogda yer alan 900 küsur
içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
7 Ekim 2023, ileride Ortadoğu tarihi yazılırken bir dönüm noktası
olarak kayıtlara geçecek kritik bir tarih. O gün sadece kurulmakta olan yeni
bölgesel düzen ve İsrail’in en aşırı sağ hükümetinin Filistin’e dair planları
bozulmadı. Akabinde yaşanan savaş ve soykırım, bir yüzyıllık Filistin-İsrail
çatışması tarihine ve Siyonist devletin dış destekle (Protestan aklı ve
gücüyle) kurulup ayakta kaldığına ışık tuttuğu gibi, İsrail’in yenilmezlik
imajını ve propaganda tekelini de yıktı. Dahası, Gazzelilerin yaşadıkları
soykırım karşısındaki duruşları dünyayı şoka uğrattı. Gazze, ezberlerimizi
bozan, bilgilerimizi ve hayatlarımızı sorgulatan, bütün dünyaya türlü türlü
dersler veren bir okul oldu.
Filistinli, bırakın büyükleri, çocukların bile İsrail saldırıları
karşısında dik duruşu ve özgüveni, buna mukabil takdir-i ilahiye teslimiyeti ve
adanmışlığı, direniş azmi ve ölümle kurdukları ilişki biçimi, yaşananları takip
eden dünya halklarını şaşkına çevirdi. Dünyanın dört bir yanında
gayrimüslimleri İslam’ı araştırmaya ve materyalist hayat tarzlarını sorgulamaya
sevk ederken, bizlere de mü’minliğin belli ibadetleri, emirleri ve nehiyleri
ifadan ibaret olmadığını, İslam’ın bambaşka bir anlam dünyası, değerler sistemi
ve hayat felsefesi ürettiğini, bunu unutup küreselleşmenin ve tüketim
kültürünün cazibesine kapıldığımızdan İslam algımızın özden kopuk şekilcilikten
ibaret kaldığını hatırlattı, hatta imanımızı sorgulattı. İslam’ın ayetler ve
hadislerle üretmeyi hedeflediği insan modeli, abluka altında dünyadan tecrit
edilen Gazze’de karşımıza çıkıverdi. Başka türlü bir hayatın mümkün, hatta daha
anlamlı olabileceğini düşündürdü. Gazze örneği, İslam’ın 21. yüzyılda da
yaşanabileceğini gösterdi. Hakiki imanın ve Allah’a teslimiyetin ne demek
olduğunu, bütün ailesini yitiren Gazze’nin yetim ve öksüz çocukları da,
yavrularını metanetle toprağa gömen ebeveynler de dünyaya öğretti; tıpkı
Peygamber Efendimizin de bir yetim ve öksüz olması ve bütün oğullarını
minicikken toprağa vermesi gibi... Ölümün korkulacak bir yok oluş değil, eğer
imanlı ve anlamlı bir hayat yaşandıysa diriliş olduğunu hissettirdi. Gazzeliler
şehadet mertebesine erip canlarından olurken, dünyanın dört bir yanında ölü
toprağı serpilmiş insanlara hayat tarzlarını ve felsefelerini sorgulatarak ve
hal diliyle İslam’ın özüne dönüş çağrısı yaparak onlara can verdiler.
Adeta bir hapishane hayatına doğan ve defalarca yıkıcı savaşlar
yaşayan Gazzeli çocukların olgunlukları ve felaketler karşısındaki sabırlı
duruşları, hem çocuğa bakışımızdaki hem de çocuk yetiştirmedeki yanlışlarımızı
gösterdi. Elini suya sabuna dokundurtmadan, tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla
karşılayarak, hayatın zorluklarıyla ve tehlikeleriyle yüzleştirmeden, hiçbir
sorumluluk yüklemeden çocuk büyütmek ve bununla övünmek, dünyadaki varlık
gayemiz olan imtihan olgusundan habersizliğimizin en açık göstergesi. Sıkıntı
çekmeden büyüyenler mücadeleyi, sabrı ve tevekkülü öğrenemezler. Bir dâva eri
olamazlar. Çünkü rahatlık insanoğlunu çürüten en baş düşmandır. Meydan okumalar
ve imtihanlar ise bünyeyi güçlendirir; bireyleri, toplumları ve medeniyetleri
üretken kılar. Tam da bu yüzden İsrail’in karadan, havadan ve denizden kuşatıp
bir açık hava hapishanesine dönüştürdüğü ve her türlü mal girişini kontrolünde
tuttuğu Gazze’nin halkı icatçıdır, her zorluğun bir kolaylığını mutlaka bulur.
İsrail’in 17 yıldır uyguladığı abluka ve ambargo Gazzelilerin hayat kalitesini
iyice düşürse de onlar yaşayabilmek ve geçinebilmek için alternatif yollar ve
araçlar üretiyor. Keza kısıtlı imkânlara rağmen işgalciye direnebilmek için
kendi silah sistemlerini ve mücadele yöntemlerini geliştiriyor. Bugün tam da o
icatçılıkları sayesinde, -İsrail’in her türlü mal girişini engellemesine,
elektrik ve suyu kesmesine rağmen- üç aydır hayattalar ve direnişi
sürdürüyorlar. İsrail ordusunun bir türlü etkisizleştiremediği mühendislik
harikası tüneller ağından çıkan direnişçiler işgalci askerlerin kâbusu oluyor.
Kısaca Gazze öğretmeni diyor ki mahrumiyetler, zorluklar ve imtihanlar
zannettiğiniz kadar kötü değildir. Kötü olsaydı Allah bu dünyadaki en çetin
imtihanları kendi seçtiği peygamberlerine ve salih kullarına yaşatmazdı. Önemli
olan zorlukları ve imtihanları aşabilecek becerilerle çocukları donatmak.
Gazze demokrasi, insan hakları, hürriyet ve adalet dersi veren
Batı yönetimlerinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha ifşa etti. Hür ve insanca
yaşamak ve adalet için Batı’ya koşanlarımıza, Batılı değerlere sadece beyaz
Batılıların ve kendilerine tam anlamıyla boyun eğen Doğuluların layık
görüldüğünü gösterdi. Yine rejimler ile halklar arasındaki farklılıkları,
halkların da kendi içindeki çeşitliliği gözler önüne serdi. Kimin vicdan
sahibi, kimin çıkarcı olduğunu ortaya dökerek safları berraklaştırdı. Dünya sokakları
vicdanlılığın, insaniliğin ve ahlakiliğin belli bir dine, ırka veya millete
mahsus olmadığına ve yine hiçbir kesimin Filistin dâvasını tekeline
alamayacağına ayna tuttu. ABD’de ellerinde Free Palestine pankartlarıyla
yürüyen, Kongre binasını basıp “Bu savaş bizim savaşımız değil” diyerek acil
ateşkes isteyen Amerikan Yahudilerinin varlığı, hiçbir milleti ve halkı tek bir
bütün saymamak gerektiğini öğretti. Her Yahudi’nin Siyonist olmadığını, her
Siyonistin de Yahudi olmadığını, önemli bir Hristiyan ve Müslüman Siyonist
kitlenin bulunduğunu ve İsrail’in tam da bu kesimlerden güç aldığını ortaya
döktü.
Bunca yıldır Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Yemen’e İslam
coğrafyasında kan akarken ve İslam beldeleri yerle bir olurken umursamayan
bizleri Gazzeliler gaflet uykusundan uyandırıp harekete geçirdi. Bugün
Gazze’deki soykırıma sessiz kalan, hatta alenen destek veren Batılı rejimleri
ikiyüzlülükle suçlayan bizler, geçtiğimiz yıllarda kapı komşumuz Suriye ve
Irak’ta benzer ablukalar ve bombardımanlar altında milyonla sivil can verirken
acaba neredeydik? Gazzelilerin yaşadıklarının bir benzerini yıllarca -işgalci
dış düşman değil- bizzat kendi rejimi ve ordusu eliyle yaşayan Suriyeliler
aleyhine neler dedik? Suriye’de yaşayan yüz binlerce Filistinlinin de
evlerinden olduğunu, içeride daha güvenli yerlere veya Türkiye ve Avrupa’ya
sığındığını, binlercesinin Esed rejiminin ve Rusların bombardımanında ve İran
destekli milislerin saldırılarında hayatını kaybettiğini, mülteci kamplarının
birçoğunun kısmen veya tamamen yerle bir olduğunu, başkent Şam’ın
güneydoğusundaki Yermük Kampı’nda rejim ablukasının ve açlığın boyutu karşında
kedi-köpek yenebilir fetvaları verildiğini hiç duyduk mu? Onların yaşadığı
zulüm ve ölüm, hem içeriden sürekli haber veren güvenilir haber kaynaklarının
yetersizliği hem de Suriye gündemimizi esir alan PKK-PYD kontrolündeki alanlara
uzaklığı yüzünden Gazzeliler kadar dikkatimizi çekmedi. Gazze öğretmeni diyor
ki zalime ve zulme karşı duruşta dürüst ve ilkeli olun, ikiyüzlü Batılılar gibi
çıkarlarınıza göre seçmece davranmayın. Yoksa Gazze’de ölen Filistinliler için
ağıtlar yakarken Suriye’de ölen Filistinlileri umursamaz, savaştan kurtulup
ülkenize gelenlere bunların burada ne işi var dersiniz…
İsrail hükümetleri 2000’li yıllardan itibaren istikrarlı bir
şekilde aşırı sağa kayıyor. Bugün tarihinin en aşırı sağ hükümeti iktidarda;
öyle ki iktidarın ortağı dinî Siyonist partiler 1990’larda ABD ve İsrail
tarafından terör örgütü sayılan Yahudi hareketin siyasi uzantıları.
Destekçileri sokaklarda yıllardır “Araplara ölüm!” sloganlarıyla geziyor. Gazze
öğretmeni, dünyadaki aşırı sağcı hareketlerin ve partilerin İslam karşıtlığı
bağlamında İsrail’le ortaklıklarını gözler önüne serdi. Keza ülkemizde ve dünyada
görünüşte mülteci düşmanlarının gerçekte İsrail muhibbi birer İslam düşmanı
olduğunu da ifşa etti. Yıllardır Türklüğü koruma kisvesi altında milli
değerleri istismar eden ve Suriye/Arap düşmanlığını körükleyen kesimlerin 7
Ekim’den itibaren nasıl da gözü kara birer İsrail savunucusuna dönüştüklerini,
hatta bazı parti mensuplarının Gazzelilerle savaşmak için İsrail ordusuna
katıldıklarını veya boykot listesindeki küresel markaların tüketimine devam
edilmesi için propaganda yürüttüklerini gördük. Türkiye’nin Ortadoğu’da attığı
kritik adımları dışarıdan engelleyemeyen güçlerin içeriden bu piyonları
kullanarak baltalamaya çalıştıkları bugün artık gün gibi ortada.
Üzücü olan, ABD ve Avrupa üniversitelerinde gençliğin
azımsanmayacak bir kısmı Gazzeliler için mücadele yürütürken ve İsrail’e karşı
boykota katılırken, kendi ülkemizde sosyal medya fenomenleri üzerinden yayılan
“Araplar bizi arkadan vurdu”, “Filistinliler topraklarını sattı”,
“Filistinliler Kıbrıs’ı tanıdı mı?” gibi kolayca çürütülebilecek iddiaların
gençlerimizi cezbetmesi veya en hafifinden zihinlerini bulandırması. İsrail’le
iltisaklı kesimlerin gençlerimizin vicdanlarını köreltecek kadar ifsat edebilmesinin
asıl sorumlusu, bilgi üretme ve yaymanın önemini hafife alan bizleriz.
Geçtiğimiz yıllarda mülteci düşmanı çevreler alabildiğine yalan haberler
yayarken ve nice mazlumun hayatını karartırken sessiz kalmamızın bedelini şimdi
ödüyoruz. Gençlerin artık bilgi kaynaklarını sorgulama, büyüklerin de doğru
bilgiyi üretip gençlerin ilgisini çekecek şekilde onlara sunamamalarının
nedenleri üzerinde düşünme vakti geldi de geçiyor. Zira Hucurat suresi 6.
ayetteki “Ey iman edenler! Size bir fâsık bir haber getirirse, bilmeyerek bir
topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu
araştırın.” emrine uymak Müslümanlığın bir gereği.
Ülkemizde geçmişten bugüne Türkçüler Türk dünyasını, İslamcılar
İslam dünyasını, Batıcılar Batı’yı, komünistler Sovyet tecrübesini bütün
boyutlarıyla bilmeden sloganik ve sahadaki gerçeklerden kopuk söylemler üretti.
Filistin’i dert edinip bu ‘bilinç’ ile yetişenler de bir istisna değil. 7 Ekim
akabinde İsrail muhibbi çevrelerin işlettiği yalan-yanlış propaganda çarkları
karşısında düştüğümüz acziyet, bilgi sahibi olmadan bilinç sahibi
olunamayacağını net bir şekilde gösterdi. Nasıl ki ensar-muhacir edebiyatı
mülteci meselesini anlatmakta son derece yetersiz kaldıysa Kudüs ve Mescid-i
Aksa dâvası söylemi de Gazze’yi savunmak için yetersiz. Nitekim bu dâvayı
savunanların bile 7 Ekim Aksa Tufanı yaşandığında zihinleri allak bullak
oluverdi. İyi niyetliler “Neden durup dururken bunlar yaşandı? Acaba Hamas
İsrail’in oyununa mı geldi?” diye düşünürken, kötü niyetliler “Hamas zaten
İsrail’in bir piyonu, onun kurduğu oyunu oynadı. Bize ne? Kendileri etti,
kendileri buldu” moduna girdiler. Nasıl ki İslam’ın ilk emri “Oku” ise, bir dâvayı
sahiplenebilmenin de ilk şartı okuyup öğrenmek ve slogan değil bilgi
üretmektir. Gazze öğretmeni bize, artık tembel öğrenciler olmayı bırakın,
dostunuzu ve düşmanınızı doğru düzgün tanıyın, bilgi temeliniz sağlam olsun ki
fâsıkların ve cahillerin tuzaklarına düşmeyin diyor.
Zihinlerin allak bullak olmasının diğer nedeni, son yıllarda
dünyada ve ülkemizde yaşanan her şeyi kadir-i mutlak üst akıllara bağlama
kolaycılığımızdı. Sahanın gerçeklerini bilmeye hiç gerek yoktu;
petrol-doğalgaz-ABD-İsrail-BOP dediniz mi en büyük uzman oluveriyordunuz! Zaten
Ortadoğu’da hiçbir aktör ve hiçbir halk kendi kaderini çizecek bir akla ve güce
sahip olamazdı. Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen Allah’ın tarihin, toplumun ve
kâinatın akışına müdahalesi anlamına gelen sünnetullah kavramı da neydi? Uluslararası
ilişkilerde Allah’ın ne gibi bir rolü olabilirdi? Kısaca Allah’ın dünyanın
gidişatıyla bağlarını kopartıp O’nun esmasını ve sıfatlarını tanrılaştırdığımız
üst akıllara yakıştırarak yıllardır imani-akidevi bir çıkmaza düştüğümüzün ve
kendi kendimizi akılsızlaştırdığımızın ve acizleştirdiğimizin farkında bile
değildik. İşte Gazze öğretmeni, hem İsrail’in zannettiğimiz gibi es-Semi (her
şeyi duyan), el-Basir (her şeyi gören), el-Alim (her şeyi bilen) vs. olmadığını
hem de Allah’ın -ayetlerde buyurduğu gibi- tuzak kuranların en hayırlısı
olduğunu gösterdi. Güçlü bir ordusu ve istihbaratı olmasına rağmen kibir ve
gaflet tuzağına düşen İsrail’in de bir yığın hatalar yapabildiğini gözler önüne
serdi. Keza izzet sahibi Gazzelilerin, birkaç yıldır Filistinliler yok
sayılarak kurulmakta olan yeni bölgesel düzeni sabote edip kendi kaderleriyle
ilgili inisiyatif alabildiğini göstererek de ezberlerimizi bozdu. Gazze bize
diyor ki Ortadoğu’ya yaklaşımınızdaki temel problemlerle artık yüzleşin.
17 yıldır dünyadan tecrit edilen, en küçük şehrimiz Yalova’nın
yarısı kadar yüzölçümüne sahip Gazze, İsrail’in yenilmezlik mitini yıktı ve
zaaflarını bir bir ortaya döktü. Mayıs 2021’de 11 gün süren savaş ateşkesle
sona ererken ertesi günü bir sonraki mücadele için hazırlıklara başlayan
Filistin direnişi, tam da İsrail’in o zaaf noktalarını maharetle kullanarak 7
Ekim’i İsrailliler için kalıcı bir şoka ve travmaya dönüştürdü. Şu an biz
sadece Gazze’deki fiilî savaşa, yıkıma ve insanlık dramına odaklansak da
direniş, yürüttüğü psikolojik savaşla o zaafları İsrail toplumunu ve yönetimini
kalıcı olarak birbirine düşürecek ve toparlanmasını iyice zorlaştıracak şekilde
başarıyla kullanıyor. Tarih boyunca güçlü devletlerin çoğu gibi İsrail’in de
ancak içeriden bir darbeyle yıkılacağının bilinciyle İsrail siyaseti ve
toplumundaki mevcut fay hatlarını iyice derinleştiriyor. Dahası, İsraillilerin
on yıllardır özenle inşa ettiği imajı, İsrail ordusunun ve yönetiminin
yalanlarını bir bir ifşa ederek ve maskelerini düşürerek yıkıyor, uluslararası
alanda yalnızlaştırıyor. Nitekim şu sıralar İsrail’in en büyük dertlerinden
biri, uluslararası alanda yitirdiği inandırıcılığını ve propaganda tekelini
nasıl yeniden tesis edeceği. Bu haliyle zihinlerimizden geçen “Hamas Gazze’nin
ve Gazzelilerin başına gelecekleri öngöremedi de mi 7 Ekim’i yaptı?” sorusunun
anlamsızlığını ortaya koyuyor.
Biz Gazze’nin savaş öncesi gerçeklerinden habersiz, sıcak
evlerimizden “Ama Hamas da saldırmasaydı bu kadar masum yavrucak ölmez ve Gazze
yıkılmazdı!” diye sayıklarken o masum yavrucaklarını toprağa gömen, evleri
başlarına yıkılan annelerin ve babaların direniş aleyhine tek bir kelam
etmemesi ve bir kısmının alenen direnişe desteğini ilan etmesi hiç dikkatinizi
çekti mi? Gazze, bombardıman altında sahip olduğu her şeyi yitirmesine,
sakatlanmasına, kışın soğuğunda aç açıkta kalmasına ve hastalanmasına rağmen
Rabbine hamd edebilen kullarla dolu (Aynı kulları Suriye’de de bizzat gördüm).
Geçmiş savaşlarda olduğu gibi Gazzeliler, sadece bitmek bilmeyen bombardımana
ve yıkıma değil, aynı zamanda Siyonist düşmana verdirdikleri muazzam kayıplara
ve her şeye rağmen direnişi sürdürebilmelerine odaklanıyor. Çünkü geçmişten
beri yıkım da, yaşama arzusu da Gazze’nin bir gerçeği ve onlar ölümü modern
insan gibi bir yok oluş olarak görmüyor.
Gazze’de olan biteni ekranlarda izlerken elden bir şey
gelmemesinin çaresizliğini ilk kez bu denli derinden hissettik. Oysa aynı
çaresizliği gerek Filistinliler gerekse Arap ve Müslüman halklar kâh
Siyonistler kâh emperyalist güçler eliyle en az yüzyıldır hissediyordu.
İsrail’in bölge halklarına verdiği en büyük hasar, aşırı güç kullanarak
uğrattığı mağlubiyetler sonucunda özgüvenlerini ve özsaygılarını yitirtmesi,
bizden adam olmaz fikrini zihinlerine zerk ederek mücadele azmini kırmasıydı. 7
Ekim ve Gazze direnişi bu algıyı tersine çevirdi. 1948 ve 1967’deki etnik
temizliklerin ardından işgal altında boyun eğdirilmeye ve asimile edilmeye
çalışılan Filistinliler, her direniş girişimlerinde şiddetle bastırıldı. Ama
bastırılan her direniş, Filistinlilerin bir süre sonra yeni bir silahla
işgalcinin karşısına dikilmesini sağladı. Öyle ki en sonunda İsrail’e tarihinde
hiçbir gücün verdiremediği kadar büyük bir kayıp yaşatmayı başardılar. Gazze
öğretmeni, işgalci ölüm saçsa da direniş fikrinin ve ruhunun dinmeyeceğini,
Filistinlilerin topraklarını terk etmeyeceğini bir kez daha gösterdi. İsrail
geçmişte Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz Rantisi, Yahya Ayyaş gibi Hamas’ın öncü
isimlerini katletse de bayrağı Muhammed Deyf, Muhammed Sinvar, Ebu Ubeyde vs.
devraldı. Çünkü direniş fikri ve İslam’ın kutsallarını savunma arzusu askerî
metotlarla yok edilemez.
7 Ekim sonrası başlayan dünya çapında boykot seferberliği, tüketim
kültürünün esiri olmuş bizlerin hayatın her alanında düşmanlarımızın
ürettikleriyle beslendiğimizi, onların pervasızca İslam dünyasına saldırmasına
ve sömürmesine dolaylı yoldan çanak tuttuğumuzu gözler önüne serdi. Gazze
öğretmeni, tüketimi bırakın, üretim toplumuna geçin dedi. Sadece mal ve gıda
üretimi değil, aynı zamanda bilgi ve etkili söylem üretimi, bilimsel ve
kültürel üretim, silahların ve her türlü mücadele araçlarının üretimi, ideolojilerden
ve önyargılardan bağımsız insani ve vicdani duruşun üretimi, yitirdiğimiz
değerlere ve hikmete dönüş… Bütün bunlar aynı zamanda küresel markalarda,
tüketimde, psikologlarda ve yaşam koçlarında aradığımız ama bulamadığımız
mutluluğa ve mutmain olma haline bizi ulaştıracak yolun ta kendisi. Kısaca
Gazze diyor ki kendi özgür iradenizle şekillendirdiğinizi zannettiğiniz
hayatınızı ve düşüncelerinizi esir almış prangaları artık kırın ve öz
değerlerinize dönerek özgürleşin.
Son olarak, Gazze ekranlarda izlediğimizden çok daha büyük bir
yıkım aldı; elektriksizliğin, susuzluğun, açlığın, salgın hastalıkların ve
tedavi imkânından yoksunluğun bilançosu, bombardımanların ve fiilî savaşın
bilançosundan çok daha ağır olabilir. Gazze öğretmeni, savaş bittikten bir ay
sonra Gazzelileri unutup gideceğimizi geçmiş tecrübelerden de hareketle çok iyi
biliyor ve şöyle diyor: Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı savunmak adına çıktığımız
yolda yıkılırken yanımızda yoktunuz; bari ateşkes sonrası yaralarımızın
sarılmasında ve yeniden inşada ellerinizi taşın altına koyun!