İSRAİL’İN
STRATEJİK KIRILGANLIĞI
Goerge Friedman (Amerikalı siyaset bilimci, Stratfor’un kurucusu ve
2015 yılına kadar başkanı, Geopolitical Futures’ın kurucusu ve yöneticisi)
Geopolitical Futures,
26.2.2016
Tercüme: Zahide
Tuba Kor
İsrail’in
Ortadoğu’daki pozisyonunun gücü son dönemde yazılan makalelere konu oluyor.
İsrail’in bölgede güçlü olduğu gayet net, en azıdan şu an için. Asıl konu bunu
ne kadar sürdüreceği. Komşularındaki mevcut durum İsrail’in muazzam bir
avantaja sahip olduğunu gösteriyor; ama daha dikkatli bir okuma, aslında
pozisyonunun görünenden daha kırılgan olduğunu ortaya koyuyor.
İsrail’in güçlü
bir stratejik pozisyonu olduğu argümanı ikna edici. Gazze’ye yönelik
İsrail-Mısır ortak mücadelesi Hamas’ın operasyonlarını kısıtladı ve bir ölçüde
otoritesini zayıflattı. Bu durum Filistin Ulusal Otoritesi’ni güçlendirmedi;
nitekim onun da Batı Şeria’daki parçalı Filistin toplumunu bir arada tutma
konusunda kendi problemleri söz konusu. İsraillilere yönelik son dönemde artan
bıçaklı saldırılar da İsrail’in stratejik pozisyonunu tehdit edemez.
Mısır’ın
İsrail’le barış antlaşması bölgenin en kalıcı özelliklerinden biri (…) ve bu
ilişki, bölgedeki büyük güçlere karşı iki ülke arasında bir derece işbirliğini
beraberinde getiriyor. Ürdün İsrail’in stratejik şemsiyesi altında. Baş
düşmanlardan olan Suriye iç savaşla o derece paramparça oldu ki, kaosun sonunda
ortaya ne çıkacağını bir kenara bırakın, belini doğrultması en az bir nesil
alacaktır. Lübnan’da Hizbullah, Suriye savaşına müdahil olarak iyice zayıfladı
ve İsrail’le yeniden bir çatışma başlatabilecek bir pozisyonda değil.
Belirli bir
toprak parçası üzerinde İslam Devleti’nin yükselişi de gerektiğinde İsrail’in
baş edebileceği bir şey. Ama İslam Devleti Suriye ve Irak’ı
istikrarsızlaştırmak suretiyle aslında [normalde] İsrail’e karşı kullanılabilecek
Arap gücünü çok büyük ölçüde [başka yöne, yani İslam Devletine doğru] saptırdı.
Suriye’ye Rus müdahalesi de hem İslam Devleti’nin daha da genişlemesini bloke
ederek hem de felce uğrayan Esed rejimini sağlama alarak İsrail’e yaradı ki
İsrail için bundan daha iyi bir sonuç olamazdı. Rusya’yla karşı karşıya gelen
Türkiye’yi de İsrail’le gergin olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye
zorladı. Ayrıca İslam Devletinin yükselişi Arap Yarımadasındaki devletleri,
bilhassa Suudi Arabistan’ı alarma geçirdi ve İsrail’le işbirliğini artırmasına
yol açtı.
Son olarak
İsrail, İran’a karşı muazzam nükleer avantajını koruyor. İsrail Suriye’deki
İran birliklerinin yol açtığı tehditten bahsetse dahi bunu ciddiye almak zor.
(…) İran tehdidi teorik kalıyor.
Son olarak
İsrail’in ABD’ye bağımlılığı azalmakta. Stratejik durumundaki iyileşme, ABD’ye
daha az bağımlı olmasını sağlıyor ve gerektiğinde ona manevra alanı açıyor.
İsrail’in en büyük stratejik zafiyeti, üretimden insan gücüne kadar birçok
alandaki mevcut kapasitesinin ulusal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya
yetmemesiydi. Bu yüzden bir büyük gücün himayesine ihtiyaç duyuyordu ve bu da
İsrail’in en ciddi kırılganlığıydı – eğer çıkarları 1967’den beri baş hamisi
olan ABD’yle farklılaşırsa tehlikeli bir duruma düşecekti. Bölgesel tehditlerin
azalması İsrail’i, en azından sınırlı da olsa, Amerikan kontrolünden azade
kılıyor ve bu da onun stratejik avantajına. En azından şimdilik.
Bu
değerlendirmenin problemi, Arap dünyasındaki mevcut geçici durumu kalıcı farz
etmesi. Ama aslında öyle değil. Halihazırdaki kaos hali, İngilizler ve
Fransızlarca oluşturulan devletlerin çöküşünden kaynaklanıyor ve, kaçınılmaz
olarak, korkunç bir savaşın ardından yeni bir devletler ve ilişkiler sistemi
ortaya çıkacak. Bu yeni sistemde ana model, yönetimi temelden çöken ve bir dizi
hizbin güvenlik ve üstünlük savaşı verdiği Lübnan [olabilir]. Bu
dinamik, 1970’lerde başlayarak nesiller boyu devam etti. Çeşitli şekillerde
İsrail, ABD, SSCB ve İran’ı da içine çeken çatışmalar, vakti geldiğinde
Lübnan’da yeni ve karmaşık bir istikrar yaratan yeni bir anayasayla sonuçlandı.
Hiçbir çatışma ebedi değildir ve çatışma sona erdiğinde de ortaya çıkan, sadece
yeni değil, aynı zamanda çoğunlukla savaş tecrübesiyle yoğrulan güçlerdir.
İslam Devleti
veya ona halef bir yapının zamanla İsrail’i tehdit eden büyük bir güç olarak
ortaya çıkması mümkün. Ama bana göre bu büyük bir tehdit değil. Nihai olarak
ortaya çıkacak güç Türkiye’dir. Türk hükümetinin halihazırdaki karmaşık
hesapları her ne olursa olsun, güney sınırı boyunca devam eden bir kaosu kalıcı
olarak kabullenemez. Ruslar bölgeyi sükunete kavuşturmaktan acizler ve
nihayetinde –bölgeye Rus müdahilliği, ikmal hatlarının Boğazlar üzerinden
geçmesini gerektirdiğinden- Türkiye’nin güvenliği için de bir tehdit. ABD yeni
bir Irak’ın tekerrürüne izin vermeyecektir; Irak’ta kararlı bir düşmana karşı
sınırlı bir güçle sınırsız bir işgal savaşını yürütmek zorunda kalmıştı.
Bu da bölgeyi
istikrara kavuşturmaktan çıkarı olan iki güç olduğu anlamına geliyor: Türkiye
ve İran. Türkiye büyük bir güç; İran ise daha zayıf olsa da sahaya önemli bir
kuvvet salabilir durumda. Her ikisi de bir Arap devleti değil ve her ikisi de
mevcut çatışmanın sonucunda önceki devletlerden daha büyük bir ulus-devletin
–yani 1950’lerin sonunda modern Mısır’ın kurucusu Cemal Abdünnasır’ın inşa
etmeye çalıştığı Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin gerçek bir biçiminin- ortaya çıkabileceğinden kaygılı. Bunun
alternatifi ise, hiç beklenmedik sonuçlarıyla, giderek tırmanan sürekli bir
kaos hali olacaktır. Suriye ve Irak’ın Lübnan modelini takip etmesi her iki
Arap olmayan gücü de endişelendirecektir. İran’ın Irak’ta derin çıkarları var.
Türkiye de Suriye’de derin bir çıkar gütmek/yakından ilgilenmek zorunda
kalacaktır, bilhassa istikrara kavuşmaya başladıkça.
Bu, İsrail’in
problemi. İsrail için ideal durum halihazırdaki durumun devam etmesi. Ancak
eğer ki bölge giderek istikrar kazanacak olursa, İsrail’e düşman bir birleşik
Arap devletinin ortaya çıkması, Türkiye ve İran müdahalesine kıyasla daha az
imkan dahilinde. Her iki durumda da İsrail’in stratejik pozisyonu erimeye
başlayacaktır. Şu anda İran’ı dikkate almaması/önemsememesi halinde İsrail,
uzun vadeli niyetleri net/belirgin olmayacak güçlü bir Türkiye’yle yüz yüze
gelecektir. Savunmacı bir problemi çözmek için taarruza geçtiğinde de savunmacı
problemler birikmeye başlayacak ve daha fazla taarruz operasyonlarını
gerektirecektir.
Mevcut durum
tabiatı gereği sürdürülemez. Mantıki sonuç ise Türkiye ve İran’ın muhtemel
hasım devletlerin ortaya çıkmasını engellemek için müdahil olmasıdır. Bu
durumda Türk askeri birlikleri bir yerden sonra İsrail sınırına uzanacaktır.
Buna Ürdünlülerin nasıl karşılık vereceğini de Mısır’ın yükselen bir Türkiye’ye
tepkisini de tahmin edemeyiz. Problem şu ki İsrail başka ülkelerin
hareketlerini hesaplayamaz durumda. Kaos sayesinde güçlü bir pozisyonda olduğu
ise aşikar. Ama işte tam da bu kaos çok daha ciddi bir stratejik tehdit
yaratabilir. Mevcut kaos ya rakiplerin uzlaşması ve yeni ve daha bütünleşmiş
bir ulus-devletin doğmasıyla ya da diğer bölgesel güçlerin müdahalesini
tetikleyecek Lübnanvari bir çözümle sonuçlanacaktır.
Bundan sonra,
daha evvel belirttiğim gibi, İsrail-Mısır ve İsrail-Ürdün ilişkilerinin
geleceği son derece önemli bir ulus-devletin niyeti ve kapasitesine bağ(ım)lı
hale gelecektir. Türkler, fiiliyatta –rakiplerinden kendisini korumak için
çeşitli yönlerden olaylara müdahale eden- Osmanlı İmparatorluğu modelini takip
edeceklerdir. Tahminim o ki müdahale vakti geldiğinde Türkiye İsrail’i bir
rakip olarak görecektir.
Şimdiye kadar
İsrail, sınırlarında zayıf ulus-devletlerle yaşıyordu ve ABD’yle yakın
ilişkileri sürdürüyordu. Şimdi ise çatışmacı bir sınırla ve ABD’yle zayıflayan
bir ilişkiyle karşı karşıya. Bence bu, fırtına öncesi bir sessizlik hali; öyle
bir fırtına ki 10 yıl veya daha sonra gelecek dahi olsa [şimdikinden] daha
az tehlikeli olmayacak. İsrail ya doğusunda birleşik bir Arap oluşumuyla ya da
kuzeyinde Türkiye’yle yüz yüze kalacak. Türk inkişafına/gelişimine ilişkin
Amerikan görüşünü de [şimdiden] tahmin edemeyiz. Mesela ABD Türkiye’nin
Suriye’ye müdahalesini teşvik ediyor. Aşikar ki ABD, Türkiye’yi bu problemi
çözmede bir anahtar, İsrail’i ise daha az önemi haiz bir aktör olarak görüyor.
Bu tarz şeyler devletler arasında değişebilir ama bu, İsrail’in en uyanık ve
temkinli olması gereken fikir olmalıdır.