TUNUS’TA 25 TEMMUZ DARBESİ’NİN SİYASAL VE TOPLUMSAL ARKA
PLANI VE MUHTEMEL SENARYOLAR
Zahide Tuba Kor
26 ve 27 Temmuz tarihlerinde Twitter hesabımdan yaptığım
paylaşımları bir araya getirip yeniden düzenleyerek ve bazı eklemeler yaparak
blogumda istifadenize sunuyorum. Yeni tvitler attıkça metnin sonuna eklemeye
devam edeceğim. Lütfen kaynak göstermeden kullanmayınız.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
26 Temmuz 2021 Pazartesi
Tunus’ta anayasal darbenin ayak sesleri aslında
aylardır duyuluyordu. 23 Mayıs’ta Middle East Eye internet sitesi genel
yayın yönetmeni David Hearst, konuyla ilgili Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in
hukuk danışmanlarının hazırladığı “çok gizli” statüdeki bir belgeyi kamuoyuna
ifşa etmişti. (“Top secret Tunisian presidential document outlines plan for ‘constitutional dictatorship’”)
Muhtemelen ifşa nedeniyle plan aynen uygulanamadı; devletin 2 ve 3 numaralı isimleri,
yani meclis Başkanı Raşid Gannuşi ve Başbakan Hişam el-Meşişi tutuklanmadı.
Bir anayasa profesörü olan Cumhurbaşkanı
Said, Anayasa’nın 80. maddesini gerekçe gösterse de yetkisini aşmış durumda. İlgili
madde aldığı kararlara hukuki meşruiyet sağlamıyor. Ancak Tunus’ta 2014 Anayasası’yla
sistem değişikliğine gidilirken siyasal erkler arasındaki sürtüşmelerde nihai
karar verici olması öngörülen Anayasa Mahkemesi, metinde yer almasına rağmen yedi
yıldır kurulamadığından Cumhurbaşkanı’nın kararları meşru mu değil mi
tartışmasını karara bağlayacak bir üst merci bulunmuyor. Üstelik Cumhurbaşkanı
yeni anayasayı hazırlayan komisyonda yer alan isimlerden biri olduğundan bu
hukuksuz adımı taraftarlarınca maddenin meşru bir yorumu olarak savunuluyor.
Said, bir aylığına meclisi askıya aldığını
ilan etse de sürecin çok daha fazla uzayacağı aşikar. İçerideki toplumsal ve
siyasal güçlerin, daha da önemlisi güvenlik aygıtlarının ve dış dünyanın vereceği
desteğin biçimine göre süreç şekillenecek.
Cumhurbaşkanının kullandığı en önemli
malzeme, Tunus’ta halkın çoğunun siyasete ve siyasetçilere karşı yılladır
birikmiş öfkesi. Halk, öfkesini çok çeşitli şekillerde şimdiye kadar ortaya
koydu. En çarpıcı mesaj, 2018 belediye ve 2019 parlamento ile cumhurbaşkanlığı
seçimleriydi.
Tunus siyasetinin nasıl kaynadığını ve
halkın siyasete öfkesini sandıklara nasıl yansıttığını anlamak isterseniz 2019’da
Şark Forum için Arapçadan Türkçeye tercüme ettiğim iki analizi okumanızı hararetle
tavsiye ederim. Çünkü Tunus siyasetini Türkiye tecrübesi üzerinden okumak son
derece yanıltıcı olur.
Tercüme ettiğim analizlerden ilki,
Tunuslu siyasetçi ve araştırmacı Abdelhamid Jlassi’ye aitti: “Uzun Seçim Mevsimi Akabinde Tunus ya Yeni Bir Devrim Evresinde ya da Bir Belirsizlik Süreci Arifesinde” İkinci tercümem, siyasal İslami hareketler, jeopolitik ve uluslararası
ilişkiler alanında çalışan doktora adayı Tarek Chamkhi’ye aitti: “İki Üstadın Uzlaşması Sonrası Nahda Hareketinin Seçenekleri” Bu iki analizle Tunus’taki gerilimleri daha iyi
anlayacaksınız.
2019 seçimleri, sadece Tunus’u değil,
Arap dünyasındaki genel siyaseti ve halkın yöneticilerine mesajını anlamak
açısından son derece kritikti. Seçmen, 2014 ve 2019 seçimlerinde ekonomik ve
güvenlik sorunlarını çözemeyen dönemin iktidar partilerine ağır bir yenilgi
tattırmıştı. 2011’den bu yana iktidara ortak olan partilerden bugün sadece
Nahda hala ayakta, ama o da ciddi bir oy kaybıyla...
Seçmenin siyasetçileri cezalandırdığı
son seçimden Nahda, 217 milletvekilliğinden sadece 52’sini alarak ilk sırada
çıktı. İkinci parti Tunus’un
Kalbi 38, üçüncü parti Demokratik Akım 22 vekillik aldı. Yani muazzam bir parti enflasyonun olduğu ülkede
iyice bölünmüş ve zayıf bir parlamento oluştu. Bu konuya ileride tekrar
gireceğim.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelince,
Nahda’nın karizmatik adayı Abdülfettah Moro’nun ilk turda %13’lük oyla üçüncü
sırada çıkarak ikinci turda yarışma hakkını kaybetmesi büyük bir hayal
kırıklığı yaratırken, seçmen siyasette iki yepyeni yüzü ikinci turda
yarıştırdı. Biri siyasetle bağlantısız, anayasa hukuku profesörü şimdiki
Cumhurbaşkanı Kays Said (ilk turda %18 oy aldı); diğeri “Tunus’un Berlusconi’si” lakaplı, seçimlerden
1,5 ay evvel yolsuzluk ve vergi kaçırma suçlamasıyla hapse atılmış bir TV patronu
Nebil el-Karuvi (%15,6 oy aldı) idi. Halk, diğer adayın hapiste olduğu
bir ortamda Kays Said’i ikinci turda %70 küsur oyla seçti; Nahda da dahil
birçok siyasi parti ona destek çıktı.
Said partisiz bir adaydı, siyasette
yeniydi. Halkın siyasi partilerden bıktığı, hepsini yozlaşmış gördüğü ve
parlamento seçimlerinde cezalandırdığı bir ortamda parlayan yıldız oldu.
Velhasıl 2019 seçimlerini, aslında 2011 devrimi sonrası kurulan sistemin bir yenilgisi olarak okumak yanlış
olmaz.
Cumhurbaşkanı göreve geldikten sonra,
mevcut iktisadi krizin koronavirüsle iyice ağırlaştığı, son derece kırılgan
siyasal ortamda sembolik cumhurbaşkanlığı makamını yürütme yetkileriyle yeniden
donatmak ve hükümete müdahale etmek için çeşitli hamleler yaptı. Ve attığı son
adım bugünkü darbe oldu.
2019’daki Tunus seçimlerinde halkın
mesajını gördüğümden beri her vesileyle şunu söyledim: Ortadoğu’da siyaset,
sorunları çözücü bir mekanizma olmaktan çoktan çıktı, tam aksine sorunların bizzat
kaynağına dönüştü. Bu durum sadece Tunus’a has da değil; Lübnan’dan Irak’a,
Cezayir’den Filistin’e, hatta İsrail’e kadar her yerde bu şekilde.
Tunus’ta anayasal darbenin ardından yeni
dizaynın ne olacağı henüz net değil. Siyasetçilerden arınmış, teknokratlardan
ve askeri bürokratik seçkinlerden oluşması beklenen yeni hükümetin başarılı
olma ihtimali düşük. Ortadoğu’nun tarihi ve bugünü bunun bir ispatı sayılır.
Aslına bakarsanız Arap ülkelerinin
çoğunun on yılların birikmiş yapısal sorunlarıyla bükülen bellerini bir çırpıda
doğrultacak mucize bir kadro da ortada yok. Ne Mısır’ın Sisi’si ne Sudan’ın
darbecileri ülkelerinin hiçbir sorunu çözemediği gibi, bütün sosyoekonomik
göstergeler yerlerde sürünüyor. Halk, dipçiklerin gölgesinde çok daha ağır
sorunlarla boğuşuyor. Bu demek değil ki sivil siyasetçiler daha başarılı.
Darbelere ve iç savaşlara düşmemiş ülkelerde sivil siyasetin hali de tam bir ümitsiz
vaka; az evvel de belirttiğim gibi, sorunların ana kaynağı.
Tunus’ta bugüne kadar tarafsızlığıyla
diğer Ortadoğu ordularından ayrışan askeriyenin siyasi süreçte ne ölçüde rol
alacağı henüz net değil. Eğer rol alırsa bu Tunus tarihinde yepyeni bir dönemin
habercisi demektir. Zira Tunus’ta polis ve iç güvenlik teşkilatları
siyasallaşmış olup şimdiye kadar rejimin bekçiliğini onlar yapmıştı; kasıtlı
olarak gayet zayıf tutulan ordu ise siyaset dışı, tarafsız bir aktördü.
Tunus’un sivil toplumu ve sendikaları,
diğer Ortadoğu ülkelerinin aksine, gayet güçlü birer aktördür. Daha evvel
olduğu gibi bu örgütler, yine mevcut siyasal gerilimi düşürücü ve arabulucu bir
rol mü üstlenecek, yoksa Cumhurbaşkanı’nın etrafında mı kenetlenecek bu da henüz
net değil.
Şu an net olan, Tunus’ta Nahda
yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden yürüyen siyasal kutuplaşmanın daha da
derinleştiği. Uyguladığı denge ve uzlaşma siyaseti sayesinde on yıldır zor da
olsa siyasette kalabilen tek aktör Nahda hareketi oldu. Dolayısıyla ülkenin devrim
sonrası ağırlaşan bütün problemlerinin faturası, koalisyonların kesintisiz
ortağı Nahda’ya kesiliyor.
Yıllardır medya propagandasıyla yayılan
Nahda nefreti ve siyasal kavgalardan bıkkınlık, toplumun azımsanmayacak bir
kısmını Cumhurbaşkanı Kays Said etrafında birleştirdi. Nahda, 2011 sonrası
oluşan statükonun ve çözümsüzlüğün temsilcisi; Said ise siyaset üstü muhtemel
bir kahraman olarak görülüyor. Tabii bu kahraman algısının ne ölçüde devam
edeceği önümüzdeki süreçte cumhurbaşkanının atacağı adımlara bağlı.
Bu süreçte Nahda’nın diğer siyasal
aktörleri ve sivil toplumu yanına çekecek adımlar atması son derece önemli. Partinin
geçmiş tutumlarını dikkate alırsak tabanını sokağa dökücü ve şiddeti
tetikleyici bir tavır alması pek mümkün görünmüyor, hele de Mısır’daki acı
deneyimden sonra...
Tabii işin bir de bölgesel ve
uluslararası boyutu var. Halkın memnuniyetsizlikleri istismar edilerek Mısır’dan
biraz daha “yumuşak” bir darbe yapılmaya çalışıldığı aşikar. Karşı-devrimlerin
merkezi Birleşik Arap Emirlikleri’nin etkisi yakında ortaya çıkacaktır. Öte
yandan Mısır ile Tunus aslında birçok bakımdan birbirinden çok farklı ülkeler.
Dolayısıyla Said’in Sisi’ye, Tunus’un Mısır’a dönüşeceğini iddia etmek biraz fazla
zorlama olur. Ama şu an Tunus’ta ve bölgede dokunulmazlıkların kaldırılıp tüm
Nahda kadrosunun hapse atılmasını sabırsızlıkla bekleyenler olduğuna hiç şüphe
yok.
Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in
anayasal darbe hazırlıklarını ilk kez ifşa eden David Hearst, Middle East
Eye’da “Tunisia: There is nothing
constitutional about Kais Saied's coup” başlıklı yeni bir yazı kaleme alarak bugünkü
darbenin anayasayı çiğneyen tam anlamıyla bir darbe olduğunu anlatmış.
Bu arada halkın siyasilere öfkesinden
bahsetmiştim; ama önemli bir not düşmek isterim. Cumhurbaşkanı, bugün görevden
uzaklaştırdığı Başbakan Hişam el-Meşişi’yi, tam bir sene evvel siyasi partiler
önermediği halde bizzat kendisi bu göreve atamıştı. Kendisinin eski hukuk
danışmanıydı. Aynı zamanda yine Cumhurbaşkanı’nın beş ay evvel atadığı ama
başbakana yönelik yolsuzluk suçlamaları nedeniyle meclis tarafından güvensizlik
oyuyla düşürülen hükümette de içişleri bakanlığı yapmıştı. Meşişi, krizden
çıkış için bir teknokratlar hükümeti kurmuştu; mevcut hükümette Nahda’dan da diğer
siyasi partilerden de bakan yoktu. Buna rağmen ülkedeki krizin faturası
siyasilere ve özellikle Nahda’ya kesilmeye çalışılıyor. Çünkü geçtiğimiz
aylarda teknokratlar hükümetine siyasi partilere yakın isimlerin de eklenmesi
yönündeki çaba, devletin zirvesinde ciddi bir kavgayı tetiklemiş, Cumhurbaşkanı
siyasal aktörlerin hükümete girmesine ve kendisine yakın bakanların görevden
alınmasına şiddetle karşı çıkmıştı.
27 Temmuz 2021
Dün hızlı geçtiğim bazı konuları
ayrıntılandıracağım. Parti enflasyonu demiştim. Mesela 2019 milletvekilliği
seçimlerinde 695’i parti, 707’si bağımsız ve 190’ı koalisyon olmak üzere
toplamda 1592 liste yarışa girdi. Partilerden sadece 10’u tüm seçim
çevrelerinde aday çıkardı.
“2 solcu bir araya gelince örgüt kurar”
diye bir espri vardır. Bu tabloya bakınca espriyi “2 Tunus bir araya gelince
parti kurar” diye değiştirebiliriz. Bunların kahir ekseriyeti mecliste temsil
edilmese de kadar çok parti hiç şüphesiz siyasal sistemi istikrarsızlaştırıyor.
Tabii bu partilerin bir kısmının sistemi sulandırıp halkın temsili demokrasiye
olan güvenini kırmak için Körfez paralarıyla kurulduğu iddiaları da var.
Her halükarda Tunus halkı, son
seçimlerde yepyeni kurulmuş partileri tercih ederek devrim sonrası kurulan eski
partileri sandıkta boğdu ve ayakta kalan tek parti Nahda’ya da güçlü bir ikazda
bulundu. Bu durum sadece Tunus’a mahsus da değil. Arap halklarının eski-yeni
tüm siyasi aktörlere ve sisteme karşı güven bunalımını anlamak için iki sene
evvel tercüme ettiğim, Ürdün eski dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı Mervan
Muaşir’in “Arap Baharı 2.0 mı?” yazısını mutlaka okumalısınız.
Gelelim mevcut Cumhurbaşkanı Kays Said’e. Kendisinin siyaset dışı, partisiz bir aktör olduğunu yazmıştım. Parlamenter demokrasiye ve siyasal partilere tamamen karşı. Hatta siyasi partilerin artık dünyada miadını doldurduğunu düşünüyor. Kendisi yepyeni bir Tunus inşa etme hevesinde bir ütopyacı. Siyaset mantığından çok uzak, katı bir hukuk zihniyetine sahip ki bu bakımdan eski cumhurbaşkanlarımızdan Ahmet Necdat Sezer’i de andırıyor. Tam da bu zihniyeti nedeniyle uzlaşmaya ve tavize kapalı. Son dönemde yükselen ulusal diyalog çağrılarına hep olumsuz yanıt verdi. Hatta yaptığı darbe sonrası Tunus’ta tüm siyasi taraflar diyalogu kabul ederken o hala buna yanaşmamakta diretiyor, yozlaşmanın müsebbibi saydığı siyasi partileri muhatap almak istemiyor.
Cumhurbaşkanının ütopyası, parlamenter
demokrasiyi ve seçimleri bırakıp ülkeyi, doğrudan demokrasi yoluyla, yerelden
yönetimin güçlendirileceği adem-i merkeziyetçi bir federasyona dönüştürmek. Bu
ütopyası aslında devrik lider Muammer Kaddafi’nin ülkesi Libya’da on yıllar
evvel uygulamaya çalıştığı garip ütopyasını da andırıyor.
Bu ütopyasıyla gerçek bir devrim ve
radikal bir değişim isteyen gençleri cezbediyor. Çünkü halk, Bin Ali’nin
başkanlık sisteminden de, devrim sonrası parlamenter sistem-başkanlık sistemi
karışımı modelden de bıkmış durumda. Hiçbir meselelerini çözemeyip sürekli kriz
üreten mevcut siyasi sistem felç içinde olup yüksek enflasyon ve işsizlik almış
başını gidiyor. Tunuslu gençler tıpkı diğer Arap halkları gibi ümitlerini
yitirmiş olup bir şekilde Avrupa’ya kapat atmaya çalışıyor.
Tabii 2020’den beri yaşanan krizlerde
Cumhurbaşkanı Said’in de doğrudan etkisi var. Yürütme gücünü kendi kontrolüne
alma arzusuyla başbakanlığa kendi güvendiği adamları getirip sonra da birçok
icraatlarına engel olup sistemi kilitledi ve onları kendine ihanet etmekle
suçladı.
Siyasi partilerle birlik olup kendisine
ihanetle suçladığı eski danışmanı Başbakan Meşişi’yi dün devirdi. Said’in
siyasetten değil hukuk alanından gelmesi dik başlılığının ve uzlaşma
kültüründen yoksunluğunun başlıca sebebi. Kendisinin mevcut 2014 Anayasası’nı
hazırlayan ekipte olduğunu yazmıştım; şimdi bu anayasayı değiştirecek. Baş
belası olarak gördüğü parlamenter sistem yerine başkanlık sistemini getirerek
yetkilerini artırmaya çalışacak.
İlginç olan, onun bir destekçisinin dün
bir Arap kanalında “Türkiye bile parlamenter sistemi bırakıp başkanlık
sistemine geçti” diye Said’i savunmasıydı. Tunus’ta durum şu şekilde: 25 Temmuz
Tunus darbesine karşı olanlar 15 Temmuz örneğini vererek tabanlarını Türk halkı
gibi demokrasilerini ve anayasalarını savunmaya çağırıyor. Darbeyi
destekleyenler de işlemez sistemi değiştirerek Türkiye’nin yolundan gideceğiz
diyor.
Devrim sonrası yeni anayasa
hazırlanırken Tunusluların örnek aldığı sistemlerden biri Türkiye’nin
parlamenter sistemiydi. Şimdi darbeci ekip anayasayı değiştirirken halk
nezdinde meşruiyet sağlamak için görünen o ki Türkiye’nin yeni sistemini örnek
gösterecek.
28 Temmuz 2021
Tunus’ta “devrim” sonrası kurulan
hükümetlerin -ki Meşişi hükümeti son 10 yılda kurulmuş 9. hükümetti- kendilerinden beklenen performansı gösterememelerinin birçok
nedeni var. En başta, içeride ve dışarıda karşı-devrimci cephenin 2013’ten bu
yana el ele vererek çıkardıkları bitmek tükenmek bilmeyen krizlerle sistemin
işleyişini sürekli tıkamaları, siyasetçileri sürekli iç kavgalarla oyalamaları.
Bu süreçte istikrarsızlık çıkarmak için terör örgütlerinin suikast ve
saldırılarından tutun medya propagandasına ve halk ayaklanmalarına kadar bütün
imkanlar seferber edilmiş durumda. Körfez finansmanı bu noktada önemli bir rol
oynuyor. Tunus’un devrim sonrası demokratik yollarla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı
Munsif Merzuki’nin makalelerinden tercüme edip yayına hazırladığım Arap Dünyasının Krizleri kitabı bu sürecin işleyişi konusunda ayrıntılı bilgiler
sunuyor.
Bir diğer neden, Tunus’ta son derece güçlü
olan İslamcılar ile modernist-seküler kesim arasındaki nefret. Seküler kesimin
önemli bir kısmının ne kadar taviz verirse versin Nahda hareketinin yönetimdeki
varlığını hiçbir şekilde kabullenemediğini, uluslararası alanda İslamofobi'nin ve Ortadoğu'da İhvanofobi'nin körüklendiği ve her fırsatta operasyonlar çekildiği bir ortamla birleştiğinde, bunun sıradan halkı da bezdiren daimi
bir iç siyasi kavga unsuru olduğunu belirtelim. Ve ne yazık ki ideolojik kavgalar halkın karnını doyurmuyor.
Bu ikisinin dışında siyasal başarısızlığın
başka birçok sebebi var. Ancak bunları atlayarak devrim sonrası yüksek
beklentilere giren halkın büyük hayal kırıklığına geçelim. Tunus’taki “Yasemin
Devrimi”nin 10. yıldönümünde, yani Ocak 2021’de halk bir kez daha sokaklara
döküldüğünde atılan sloganlar ve taşınan pankartlar bu noktada çok anlamlıydı: “İşsiz
kalmamızı mı istiyorsunuz? Yakında hurda metal yiyeceğiz! Yakında birbirimizi
yiyeceğiz!” “Sayın Cumhurbaşkanı, siyasi partileri ortadan kaldır; onlar ülkeyi
enkaza çevirenler!” “Meclisi lağvet!” Tam da meydanlardan yükselen bu sloganlar
Cumhurbaşkanı’nın yaptığı darbenin zeminini oluşturuyordu.
Öte yandan Zeynel Âbidin bin Ali’nin
devrilmesinin ana sebeplerinden rüşvet ve yolsuzluk hala o denli yaygın ki aynı
gösterilerde bir Tunus vatandaşı şöyle diyordu: “Belediyeden bir belge almak
dağa tırmanmak gibidir.”
Beş sene evvel el-Cezire Türk için tercüme ettiğim, Tunuslu akademisyen Muhammed Hüneyd’in “Arap Dünyasının Yolsuzluk Sorunu” başlıklı yazısı, bölgenin en temel meselesi olan yolsuzluğu analiz eden bugüne kadar karşılaştığım en iyi yazılardandı. Bu yazıyı okuduğunuzda yolsuzluk ve rüşvetin fiili bir eylemden adeta bir kültüre, bir hayat tarzına dönüştüğü Tunus’ta ve diğer Ortadoğu ülkelerinde bir yönetici kadro veya bir sistem değişikliğiyle hızlıca düzelmeyi beklemenin aslında bir ütopya olduğu, ama bölgenin kurtuluşu için başkaca bir çarenin de olmadığı anlaşılır.
Peki, Tunus’u ne bekliyor? Öncelikle
Cumhurbaşkanının Kaddafivari kendi ütopyasını hayata geçirme ihtimali pek
bulunmuyor. Ama makamının gücünü artırıcı, sistemin parlamenter yönünü
törpüleyici adımlar atacağı muhakkak. Yani Tunus devrim öncesi rejime yakın bir
sisteme doğru kısmen evirilebilir. Bölgede “otoriter istikrar” cephesinin bunu sabırsızlıkla
beklediği de aşikar. Burada kritik nokta, Said’in halk ve sivil toplum desteğini
ne ölçüde arkasında tutacağı ve daha evvelde belirttiğim gibi güvenlik aygıtlarının nasıl bir konum alacağı. Eğer baskıcı politikaların dozunu artırırsa
kendisine verilen destek hızla azalacak, sokak gösterileri artacaktır.
Siyasal alanda partilerin büyük çoğunluğu bu
anayasa darbesine ilk günden tepki gösterdi; nihayetinde partilere düşman
Cumhurbaşkanı’nın onlar aleyhine nahoş kararlar almaya kalkışacağı aşikar. Önümüzdeki
süreçte başta Nahda olmak üzere siyasi partilere yönelik davalar ve tutuklama furyaları başlayabilir. Bu süreçte siyasilerin sindirme operasyonlarına sessiz kalmaları ve 2014 Anayasası’yla
elde ettikleri kazanımlardan kolayca vazgeçmeleri beklenmemeli. Hemen hepsi
siyasal diyalogdan yana olsa da “Robokop”
lakaplı Cumhurbaşkanı’nın siyasal manevra ve uzlaşma kabiliyetinden yoksunluğu
karşısında gerginlik giderek tırmanacaktır. Tam da bu karakterinin kendisine olan desteği orta vadede eritmesi mümkün. Her şeye rağmen Tunus’ta Mısır senaryosunun
da, Suriye senaryosunun da tekrarlanma ihtimali kanaatimce yok. Ne Tunus’un iç yapısı
ve aktörleri ne de uluslararası güçler buna izin verecektir.
Son olarak Tunus’ta yaşananlar, karşı-devrimci dalganın yeni versiyonu olsa da, olan biteni salt bir
Ortadoğu hikayesi olarak okumak yanlış. 2008’den bu yana dünyada İkinci
Dünya Savaşı sonrası kurulan ama artık sürdürülemez olan uluslararası sistemin sancılarına
şahit oluyoruz. Ortadoğu’da kanlı olduğu için çok göze batan sürecin daha ağır
çekim ve kansız benzerleri dünyanın dört bir köşesinde yaşanıyor. Siyaset kurumuna
güvensizlik, işsizlik ve iktisadi problemler, halk hareketleri vs. hemen her yerde. Artık devletler ile
uluslararası kuruluşlar ve şirketler tek aktör değil; tarihte yeni olan bir şeye,
bireyin aktörlüğüne de şahit oluyoruz. Bireylerin son derece sahici talepleri
çözüme kavuşturulmadan bölgede devrimciler de, karşı-devrimciler de kazanmış
olmayacak ve bu kavga daha uzun yıllar sürüp gidecek.