9 Aralık 2025 Salı

ZAHİDE TUBA KOR İLE ARAPÇA ÜZERİNE SÖYLEŞİ


ZAHİDE TUBA KOR İLE ARAPÇA ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Röportajı yapan: Ozan Dur

İlim ve Medeniyet Derneği web sitesi, 26.11.2025

https://www.ilimvemedeniyet.com/yabanci-dil/zahide-tuba-kor-ile-arapca-uzerine-soylesi

NOT: Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Öncelikle söyleşi teklifimiz kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizinle söyleşi yapabilmek benim için büyük bir şeref, şükranlarımı sunuyorum. Sizi tanıyanlarımız çok olduğundan ben direkt konuya girmek istiyorum. Arapça serüveniniz nasıl başladı ve öğrenmeye nasıl karar verdiniz hocam?

Kadıköy İmam Hatip Lisesi’nin İngilizce ağırlıklı kısmında okudum. O zamanlar bu liselere Süper Lise deniyordu. Diğer hocalarımızın birçoğu gibi Arapça hocalarım çok iyiydi. Lisede sağlam bir dilbilgisi temeli aldım. Bir grup arkadaşımla birlikte lisans ve yüksek lisans yıllarımda beş sene Mısır asıllı Amerikalı bir hocadan Arapça-İngilizce özel tercüme dersleri aldık. Hoca ve dersler çok iyiydi, okuduğumuz metinler kaliteli ve ufuk açıcıydı. Sorun şu ki kıymetini yeterince bilemedim. Hafta içi üniversite birinci, cumartesileri gittiğim Bilim ve Sanat Vakfı ikinci, pazar günleri gittiğim Arapça kursu ise ancak üçüncü önceliğimdi. Bir de 28 Şubat sürecini yaşadığımızdan ve üniversiteyi bitirebileceğime dair ümidim olmadığından kendimi geliştirebilmek adına nerede bir konferans, panel, sempozyum vs. varsa ona da koşar giderdim. Hal böyleyken, dersleri kaçırmadan beş yıl boyunca istikrarla gittim ama yaz tatilleri hariç dil kursu ana önceliğim olmadı; derslerden eve döndüğümde metinler üzerinde tekrar yapmaya vakit bulamadığımdan pekişmedi. Dolayısıyla maalesef ki yeterince istifade edemedim ve bunun pişmanlığını hala hissederim. Çünkü Arapçayı hayatınızın bir döneminde birincil öncelik yapmalısınız ki hedefe ulaşabilesiniz. Nasıl öğrenmeye karar verdim sorunuza gelince Ortadoğu çocukluğumdan beri ilgi alanımdı, dilini de bilmem gerekiyordu.

İlk başlarda iş ile Arapça yürümedi sanırım. Bu durumda neler yaptınız?

Evet, iş hayatına girince istikrarla dil öğrenme imkânınız pek olmuyor. Üniversite yıllarımda Arapçayı tam halledemediğim için çalışma hayatım sırasında defalarca Arapça derslerine başladım; hepsi de ya kursun seviyesinin düşüklüğü ya iş yoğunluğum ya mekânın uzaklığı ya da erkek öğrencilerin aralarında hanım öğrenci istememeleri gibi çeşitli nedenlerle yarım kaldı. Ağustos 2013’te Mısır’da Rabia Meydanı katliamı sırasında Türk TV’lerinde konuşanların hiçbiri Mısır uzmanı değildi, sahada neler yaşandığından da habersizdi, içler acısı şekilde atıp tutuyorlardı. Bu beni çok etkiledi. Arapçayı hala halledememenin ve izlediğim Arapça haber kanallarında söylenenleri tam anlayamamanın üzüntüsünü ve vebalini derinden hissettim. 2014’te son Arapça özel derse başlarken –ki kendi iradem dışında tamamen ilahi tesadüfler eseri iki aylığına başlamıştım– hiç umudum yoktu; kendi kendime bunca yıldır halledememişsin, bu yaştan sonra dil mi ilerletilir, tren kaçtı çoktan diye düşünüyordum. Suriye’den gelen Filistinli hocamın asıl mesleği Arapça öğretmenliği değildi, amatörce bu işi yapıyordu ama o iki aylık özel ders sırasında gerçekten ciddi bir ilerleme kaydettim, adeta zihnimde dil konusunda var olan bir duvarın yıkıldığını hissettim. İşte o noktadan sonra derse dört elle sarılıp hayatımın birincil önceliği yaptım. On yıldır çalıştığım Bilim ve Sanat Vakfını Arapçayı halletmek için 2014’te bıraktım. 2,5 yıl boyunca bu özel derse devam ettim. Hedefim sadece okuduğumu anlayabilmekti. Ama hocam sayesinde duyduğumu anlayabilir ve konuşabilir hale geldim. Beni en çok mutlu eden şeyi de paylaşmak isterim. Mısırlı mütefekkir Fehmi Hüveydi’nin bir makalesi Türkçeye çevrilmişti, ama metinde bilgi yanlışı vardı, çok şaşırdım nasıl böyle düşünebilir diye. Arapça hocama götürdüm metnin orijinalini öğrenmek için. Gerçekten yanlış çevrilmiş. Hocam o metni baştan sona Türkçe ve İngilizce karışık, dili döndüğünce tercüme etti. O esnada içimden “Allah’ım bir gün Fehmi Hüveydi’nin yazılarını okuyup anlayabilecek miyim acaba?” diye düşünüyor, bunun gerçekleşmesi için dua ediyordum. Bir buçuk sene sonra hocalarımdan Prof. Burhan Köroğlu, el-Cezire Türkçe haber sitesine Arapçadan Türkçeye tercüme için gıyabımda beni tavsiye etmiş. Aradılar; hiç cesaretim yoktu ama bir deneyeyim dedim. Çevirmem için verilen ilk metin Fehmi Hüveydi’nin makalesiydi. Çevirdim, ardından Arapça hocamla üzerinden geçtik. El-Cezire editörü telefonla beni arayıp şunu söyledi: “Arapça editörümüz dedi ki bugüne kadar gelen tercüme metinler arasında ilk defa hiçbir değişiklik/düzeltme yapma gereği duymadan bir metni size teslim ediyorum.” İnanamadım. Bu, benim için çok büyük bir şükür anıydı. Bir şeyi çok isteyince ve çok çalışınca Allah’ın kapıları açtığının bir ispatıydı.

Arapça ilk öğrendiğiniz dil değildi galiba. İkinci dili öğrenmek daha kolay oluyor ama Arapça yine de zor bir dil. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Evet, lisede İngilizce hazırlık okumuştum. Üniversitede lisans ve yüksek lisans da tamamen İngilizceydi. Arapça hem çok zengin bir dil hem de kural-dışılar fazla olduğundan öğrenmek zor; çok daha fazla emek vermeniz, hayatınızın bir döneminde birincil önceliğiniz yapmanız gerekiyor. Öte yandan cümle yapısı ve dil mantığı itibarıyla İngilizce ve Arapça birbirine çok benzerdir. Tam da bu yüzden Suriye’den gelen Filistinli hocam bana “Sen diğer Türk öğrencilerimden çok daha hızlı ve kolay öğreniyorsun, İngilizce bilmen sayesinde” demişti. Dolayısıyla bir dili bilen diğerini daha kolay öğrenir. Bu arada yabancı dili matematik zekasına sahip olanlar daha kolay öğrenir. Dil ile matematik arasında bağlantı vardır. Dilin de matematik gibi formülleri mevcuttur. Matematiği matematikten ibaret zannedenler var; oysa matematik, kişiye bir düşünme ve çalışma sistematiği kazandırır.

Arapçanın Ortadoğu çalışmalarındaki önemine değinebilir misiniz? Meslek hayatınızdaki yeri nedir?

Hangi bölge üzerine çalışılıyorsa onun dilini iyi bilmek lazım. Yıllarca İngilizce üzerinden Ortadoğu çalıştım. Bu dilde çok iyi eserler tabii ki bol, ama yetmiyor. Çünkü Arapçayı öğrenip olayları medyadan veya bizzat sahaya gidip takip ettiğinizde çeşitlilikleri keşfediyorsunuz. Kim kimdir öğreniyorsunuz. Ayrıntılara vâkıf oluyorsunuz. Dahası, sadece elitleri ve siyasetçileri değil, sıradan halkın sesini ve dertlerini duyuyorsunuz. En önemlisi özgüven kazanıyorsunuz. Arapçayı halletmeden evvel İngilizce kaynaklar üzerinden çalışmalarımı yürütürken sürekli bir kaygı taşıyordum, acaba okuduğum Batılı kaynaklar objektif mi, yazdıklarım ve anlattıklarım doğru mu diye. Arapçayı öğrendiğimde Arap halklarıyla ve coğrafyasıyla aramdaki engel kalktı; artık birincil ağızdan öğreniyorum, ikincil ağıza (İngilizceye) muhtaç kalmadan. Bu arada dil, klasik ilim tasniflerinde “alet ilmi” olarak geçer. Yani ilmin kendisi değil, ona giden yoldur, ilme ulaşma aracıdır. Ortadoğu alanında uzmanlaşmak için de -çalışılan konuya göre- Arapça, Farsça, İbranice veya Kürtçe dillerini bilmek gerekir.  

Arapça öğrenirken nasıl bir yol izlediniz ve hocanız nasıl anlattı dersi?

Ya özel ders aldım ya da çok az arkadaşımın katılımıyla özel gibi dersler aldım. Kalabalık kurslar benlik değildi. Çünkü benim ilgi duyduğum alan basın Arapçasıydı. Lisede Cezayirli bir hocanın kursuna katılmıştım; kap kacak gibi kelimelerle dolu metinler veriyordu. Bu kelimeler ne işime yarayacaktı? İki ders gidip bırakmıştım. Yine ben gittiğim derste ciddiyet ve disiplin ararım; bunlarsız değil dil, hiçbir şey öğrenilmez. Çalışırken mesai saatlerim içinde izin alıp Fatih’te bir kursa başlamıştım; hocası İstanbul Arap dilinden bir profesördü. Ama derste telefonu çaldığında açıp “Eee daha daha nasılsın, çocuklar nasıl, hanım nasıl” diyerek 5 dakika telefonda konuşmuştu; yine katılanların çoğu üniversite öğrencisi olduğundan gereksiz bir sürü sorular sormuşlar, vakit doğru düzgün bir şey öğrenmeden geçmişti. Bir daha gitmedim. Ondan sonra hep özel dersi tercih ettim.

Okuma, dinleme, konuşma ve yazma hepsi farklı metotlarla gelişir. O yüzden hepsi üzerine ayrı ayrı eğilmek gerekir. Mısırlı Amerikalı hocam önemli Arapça basın-yayın kuruluşlarında çıkan makaleleri verirdi; okuyup tercüme ederdik. Aynı metodu Filistinli hocamla da sürdürdük.. Bu metinler sadece dilimizi değil bilgi birikimimizi de geliştirdi. Önemli Arap entelektüelleri ve yazarları bu dersler sayesinde tanıdım. Bu, dille birlikte kültürü de öğrenmeme vesile oldu. Mesela el-Cezire’de yayınlanan makalelerini tercüme ederek Diktatörlük ile Devrim Arasında Arap Dünyasının Krizleri başlığı altında yayınladığım Munsif Merzûkî’yi bu şekilde tanıdım. Hocam makalesini ilk getirdiğinde tek bir cümle bile anlamamıştım, çünkü yazarın muhteşem bir Arapçası vardı. Cümle cümle bana tercüme etmesiyle başlayan yolculuğun sonunda makalelerini anlamaya başladım ve nihayetinde çok önemli bir entelektüel olan Merzûkî’yi ilk kez Türk okurla buluşturdum, tanıştırdım. Son özel derste konuşma için hocam, el-Cezire Arapça kanalının tartışma programlarında sorulan soruları verirdi. Evde bu soruların cevapları üzerine kafa yorar, bilmiyorsam konuyu araştırır, ilgili tartışma programını da dinleyerek hazırlık yapardım. Her hafta 1-1,5 saat konuşurdum, hocam hatalarımı düzeltirdi. Benim açımdan çok verimli geçti bu dersler. Yazmam için de yine o haftanın Ortadoğu’daki önemli gelişmelerinden birini konu olarak verirdi. Bu sayede günceli takip ederdim. Ama Arapça metin yazmam yeterince gelişmedi.

Bu arada yabancı dil yazarak öğrenilir, hocayı dinleyerek veya metne bakarak değil. Kelimeleri kâğıda yazmak zihne yazmayı kolaylaştırır. Bir de Arapçada birbirine çok benzeyen harfler vardır. Eğer kelimeleri yazarak öğrenmediyseniz mesela he, ha veya hı harfi mi unutursunuz; keza sin, sat ve peltek se veyahut zel ve zı harflerini de karıştırırsınız. O yüzden dil öğreniminde eski eğitim metodundan vazgeçmemek lazım.

Arapça öğreniminiz kaç yıllık bir süreç ve Basın Arapçasını nasıl öğrenebildiniz? Basın Arapçası için tavsiyeleriniz neler olur?

Dilbilgisi orta okul ve lise yıllarımdan. Sonraki süreçten bahsetmiştim zaten. 2000-2005 arası İngilizce-Arapça tercüme kursuna gittim. Sonrası kopuk kopuk dersler. Kimine bir-iki defa gittim, kimine aylar boyunca. Arapçayı hallettiğim son eğitim sürecim 2,5 yıl sürdü. Tabii bu 2,5 yıl sadece dili geliştirmekle geçmedi; aynı zamanda evden çalışmayı sürdürdüm.

Basın Arapçası sürecimi zaten anlattım. İlave söyleyebileceğim şey şu: Bu süreçte derslere ilaveten, başlangıçta anlamasam bile Arapça haberleri sürekli dinledim. El-Cezire kanalı benim için çok faydalı oldu. Bu arada ben uluslararası ilişkiler mezunuyum; hedefim kendi alanımın kelimelerini Arapça iyi öğrenmekti. Basın Arapçası bu noktada çok faydalı oldu.

Doğu medeniyetinden ülkemizdeki gençlere bir dil öğrenmesini söyleseydiniz Arapça ilk sırada olur muydu ve neden?

İlla şu dili öğrenin demem. Herkes hangi bölgeye ilgi duyuyorsa öncelikle onu öğrensin. Mesela Doğu Asya, Çin veya Japonya çalışana önce Arapça öğren demek anlamsız olur. Zaten dili zor öğrenen bir milletiz, önce ihtiyaç duyulan öğrenilmeli. Eğer bir bölge çalışmıyorsa Arapça öğrenebilir. Veya İngilizce gibi kolay bir dil olduğundan Farsça da öncelenebilir. Bu arada Arapçayı öğrenen de hangisini öğrenecek? Kur’an Arapçası veya klasik Arapça ile basın Arapçası da birbirinden farklı. Veya benim gibi fasih mi öğrenecekler yoksa yanına ammiceyi de ekleyecekler mi, ekleyeceklerse hangi yörenin ammicesi? Dolayısıyla Arapçaya başlamadan evvel de hedefi doğru belirlemeli.

Arapça öğrenirken şaşırdığınız ve ilginç bulduğunuz şeyler oldu mu?

Dilin zenginliği. Kur’an-ı Kerim’in mucizesinin dili olması boşuna değil… Bizdeki tek bir kelimenin karşılığı olarak Arapçada ince farklılıkları olan bir yığın kelime var. İngilizceden ve Arapçadan Türkçeye tercüme yaparken öztürkçeleştirme adı altında dilimizi nasıl kısırlaştırdığımızı ve mahvettiğimizi fark ettim ve çok üzüldüm. Açık söyleyeyim, biz bir dil soykırımı yaşadık. Anadil ve kullanılan kelime sayısı çok önemlidir; kişinin anlam ve düşünce dünyasını, zihni ve entelektüel kapasitesini kullandığı dil ve kelimeler şekillendirir. Kelimelerle düşünür, anlar, kavrarız. Kelime bilgimiz ne kadar azsa düşünce ve anlam dünyamız ve entelektüel kapasitemiz o kadar zayıf ve sınırlıdır. İnsanlar hep çocuğuna küçüklükten itibaren yabancı dil öğretme hevesinde. Diyorum ki önce çocuklarınıza zengin bir anadil öğretin ki zihni açılsın, kendini ifade edebilir hale gelsin, söyleneni anlayabilsin. Bazı çocuklar görüyorum, kelime bilgileri o kadar kıt ki kendilerini/duygularını sadece küfürle ifade edebiliyorlar. Gerçekten yazık.

Diğer bir şaşırdığım husus da şuydu. Merzûkî’nin makalelerini çevirdikten sonra Arapça hocamla üzerinden geçiyorduk. Metinlerde mesela 900’lü, 1000’li yıllarda yaşamış büyük Arap şairlerden beyitler vardı, tabii bunları çeviremiyordum. Arapça hocam bana beyitleri açıklarken baktım ki şiirlerin tamamını ezbere biliyor. Şaşırdım. Siz bunları nereden biliyorsunuz diye sordum. Anaokuldan itibaren büyük Arap şairlerin şiirleri ezberletilir dedi. 2022’de Özbekistan’a gittiğimde Özbek rehber mikrofonu eline aldığından konuyla ilgili Firdevsî, Ali Şir Nevaî gibi büyük şairlerden Farsça şiirlerle söze başlıyordu. Ona da hayretler içinde sordum, bunları nasıl öğrendiniz diye. Özbekistan’da da ilkokulda geçmiş büyük şairlerin şiirleri ezberletilirmiş. Kendimden çok utandım ve üzüldüm. 1980’lerde ilkokulda bize ezberletilenler ne kadar saçma sapan şiirlerdi. Alfabe ve medeniyet değişikliğiyle kökümüzden ne kadar kopartıldığımızı ve sığlaştığımızı bu vesileyle idrak ettim. Düşünün, Özbekistan ne kadar uzun süre Rus işgalinde kaldı, Ruslaştırıldı; buna rağmen kökünden bizim kadar kopmuş değiller.

Arapçayı kullanarak yaptığınız kitap çalışmaları oldu. Bu süreçten de bahsedebilir misiniz? Arapça öğrendikten sonra birçok gencimiz dili kullanmaktan imtina edebiliyor. Siz dili aktif olarak da kullanıyorsunuz. Bu bağlamdaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Daha evvel bahsetmiştim, Arapçadan Türkçeye çevirdiğim makalelerle Arap Dünyasının Krizleri kitabını derledim. Kitap için iki defa Munsif Merzûkî’yle röportaj yapıp kitapta yayınladım. Ezberleri bozucu ve ufuk açıcı çok önemli bir kitap. Yine Arapçam sayesinde Suriyeli yüzlerce kişiyle sahada röportajlar yaptım, savaş ve göç sırasında yaşadıklarını öğrendim. Bunların bir kısmını Tuz ve Taş Üstünde: Suriye’de Rejim, Savaş ve Göç başlığı altında kitap olarak yayınladım. Bu kitapları okuduğunuzda çalıştığınız bölgenin dilini bilmenin önemini kavrayacaksınız. Çünkü Arap rejimlerinin tabiatına, halklarına yaşattıklarına, diktatörlüğün gerçekte ne demek olduğuna, halkların neden isyan ettiğine, gittikleri ülkelerde neler yaşadıklarına dair hiçbir yerde bulamayacağınız bilgilere erişeceksiniz. Komplo teorilerinden ve boş ezberlerden kurtulmanın en önemli yolu, sahayı bilmek ve sahanın gerçeklerine yerel dil üzerinden erişmektir. Yine Arapçam sayesinden başka ülkelerden de birçok kişiyle röportajlar yaptım, Ortadoğu Günlüğü blogumda yayınladım. Ben dili aktif kullanıyorum, çünkü kendi alanım. Herkes alanı olduğu için dil öğrenmiyor, dolayısıyla benim gibi dili kullanma imkânı bulamayabilir.

Bu arada her dil bilen iyi tercüme yapamaz. Tercüme yapabilmek için sadece yabancı dili değil, kendi dilinizi de iyi bilmeniz gerekir. Yine iki dilin mantığını da. Anadili iyi olmayan düzgün ve anlaşılabilir bir tercüme yapamaz, keza dillerin mantığını bilmeyen de. Yine her konuda tercüme yapılmamalı. Hangi alanda uzmansanız, hangi alanın kavramlarını ve literatürünü her iki dilde de biliyorsanız o alanda tercüme yapın. Yoksa yeni kavramlar uyduruluyor ve konu yanlış anlaşılıp yanlış tercüme ediliyor, bu da ülkemizde doğru ve güvenilir bilgi problemine yol açıyor. Tercümeye başlamak için öncelikle iyi tercüme yapanların eserleri iki dilde incelenebilir, neyi nasıl kullanmışlar görmek için.

Dili öğrendikten sonra bırakmamak gerekir. Çünkü dil nankördür, çabuk unutulur. Gerçi yeniden başlandığında hatırlamak da kolaydır, ama onca emek verdikten sonra neden unutulsun? Okuyarak, dinleyerek, konuşarak veya yazarak kendi kendilerine dili aktif kılabilirler. Ama en iyisi tabii ki işleri ile dillerini buluşturacak şeyler yapmaları. Bu illa ana işleri olmak zorunda değil, dillerini ikinci-üçüncü işe de dönüştürebilirler.

Arapça öğrenenlere bu söyleşide neler tavsiye edersiniz?

Dil öğrenmek kolay değildir, sabırla ve istikrarla çalışmayı gerektirir. Üniversiteyi bitirmeden dillerinizi halletmeye bakın ki sonrasında bizim halimize düşmeyin. Özellikle yaz aylarını tamamen dile ayırın. Çalışma hayatı ile süreklilik gerektiren dil öğrenimi bir arada çok zor oluyor. Öğrencilik hayatı en boş yıllarınız, bu dönemi boşa geçirmeyin. Hayatınızın bir aşamasında dil öğrenmeyi öncelik edinin. Bu arada hep “Dakikasını boş geçiren bir gencin aklına şaşarım” diyorum. Zihniniz açık, öğrenme kapasiteniz yüksek, sorumluluğunuz azken heybenizi olabildiğince çok bilgiyle doldurun. Yaş ilerledikçe kişinin öğrenme kapasitesi düşer, isteseniz de gençlikteki verimi alamasınız, daha çok emek sarf etmek zorunda kalırsınız. İnşirah suresini hayatınıza rehber edinin. Özellikle 7. ayette “Bir işi bitirince diğerine koyul” buyurulur. Boş kalanın yoldaşı “şeytan”dır. Şeytan kelimesini en geniş manasıyla kullanıyorum. Dinlenmek boş kalmakla değil, meşgalenizi değiştirmekle olur. Bunu hayat felsefenize dönüştürürseniz dil öğrenmek kolaylaşır.



4 Kasım 2025 Salı

Z.T.KOR: GAZZE’DE ATEŞKES VE ORTADOĞU’DA BARIŞ MÜMKÜN MÜDÜR?


GAZZE’DE ATEŞKES VE ORTADOĞU’DA BARIŞ MÜMKÜN MÜDÜR?

Zahide Tuba Kor

Bu yazı, GENAR Türkiye Raporu’nda (Ekim 2025, sayı 13, sf. 85-101) yayınlanmak üzere kaleme alınmıştır. 

Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


İsrail’in 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı Operasyonu akabinde başlattığı Gazze soykırımı ve yüzyıl evvel kurulan Sykes-Picot düzenini değiştirme ve yayılma amaçlı bölge ülkelerine yaptığı saldırılar ikinci yılını doldururken Amerikan Başkanı Donald Trump’ın baskısıyla Gazze’de ateşkes ve Ortadoğu’da barış için bir umut ışığı doğmuştur. Ateşkesi mümkün kılan koşullar nelerdir? Gazze ateşkesi neleri içermektedir? Ateşkesin kalıcı olma ve Ortadoğuya barış getirme ihtimali var mıdır? Sürecin önündeki meydan okumalar nelerdir? Yazımız bu konuları ele alacaktır.

Öncelikle, Trump’ın ilk başkanlık döneminde mimarı damadı Jared Kushner olan ve “Yüzyılın Anlaşması” diye pazarlanan “Ortadoğu Barış Vizyonu” ve merkezinde İsrail ile Körfez ülkelerinin olacağı İbrahim Mutabakatları, Filistinliler yok sayılarak yeni bir bölgesel düzenin kurulmasını içermekteydi. Dahası Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ne istediyse yaparak ABD’nin Filistin-İsrail çatışmasındaki bütün kırmızı çizgilerini aşmıştı. Öyle ki 2020’de Filistin’le ilgili konuşmalarımda şu cümleleri kullanmaktaydım: “İsrail, bölgede ve uluslararası alanda, tarihinde hiç olmadığı kadar meşrulaşmış durumda. Filistinliler ve Filistin Yönetimi ise tarihinde hiç olmadığı kadar yalnız ve zor durumda. Filistin Yönetimi’nin çökme ihtimali var ve Gazze’de muazzam bir insani kriz hali söz konusu. Filistin davası artık bitme aşamasına geldi.” Tam da bu düzenin Suud-İsrail barışıyla jeopolitik ve jeoekonomik bakımdan nihai şeklini alması arifesinde Gazzeli örgütler Aksa Tufanı Operasyonu’yla “Filistin’i yok sayamazsınız” mesajını vermiştir.

İkinci başkanlık dönemi kısa bir ateşkesle başlasa da akabinde Trump’ın onayıyla Gazzeliler soykırımın, yıkımın ve açlık savaşının en şiddetli aşamasına maruz kalmıştır. Gazze Rivierası projesiyle tehcir ve ilhak gündeme gelmiştir. Yine de Gazzeliler teslim olmamıştır. Sonunda 10 Ekim 2025’te kalıcı ateşkes ilan edilmiştir.

Ateşkesi mümkün kılan koşullar nelerdir?

(i) Trump, kendini tüm savaşları bitiren başkan olarak sunmaktadır ve –Demokrat Obama-Biden ikilisiyle rekabeti bağlamında– Nobel Barış Ödülü’nü almayı bir takıntıya dönüştürmüştür. Bu ateşkes ve barış planı da Şarm eş-Şeyh zirvesinde görüldüğü üzere Trump’ın Nobel için bir PR hamlesi ve gövde gösterisidir.

(ii) “Önce Amerika” ve “Amerika’yı yeniden büyük yapma” vaadiyle başa geçen Trump, Netanyahu’ya yedi ay boyunca tam destek verip Gazze soykırımına ve İran saldırısına yeşil ışık yakarken Katar saldırısı bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü –her ne kadar ABD’den habersiz yapılmasa da– İsrail’in Katar’da HAMAS müzakere heyetine saldırısı, Körfez’i ABD’yle ilişkilerini gözden geçirme ve Pakistan gibi yeni güvenlik ortakları bulma arayışına sokmuştur. Bu da 3,2 trilyon dolarlık anlaşmaları riske attığından Trump yönetimini panikletmiş ve İsrail’i dizginleyerek barış sürecini başlatmıştır. Yani Körfez lobisinin paraları Netanyahu’nun planlarına ağır basmıştır.

(iii) ABD’nin baş rakibi yükselen güç Çin olup Asya-Pasifik’e odaklanabilmesi için ilk başkanlık döneminde temellerini attığı İbrahim Mutabakatları düzenine geri dönülmesi gerekmektedir.

(iv) Filistin davasının dünyada müthiş bir ahlaki üstünlük kazandığı ve İsrail’in –BM Genel Kurul yeni dönem açılış toplantısında görüldüğü üzere– iyice yalnızlaştığı, meşruiyet temellerinin sarsıldığı ve müttefiklerinin iç ve dış politikasında bir yüke, hatta seçim kaybettirici bir mevzuya dönüştüğü, silah ambargolarının konduğu bir dönemde barış hamlesiyle İsrail soykırımının aklanması ve unutturulması gerekmektedir.

(v) Gazze’deki soykırım karşısında rejimlerin tepkisizliği ve acziyeti yahut işbirlikçiliği vicdanlı halkların hayal kırıklığını derinleştirmiş ve bazı ülkelerde sosyal patlama ihtimali belirmiştir. 2011’deki gibi bir yeni isyan dalgası başlamadan evvel Gazze soykırımını bitirmek, müttefik bölge yönetimlerinin bekası için de elzemdir. 

(vi) İsrail ordusu açlık silahını ve soykırımı son raddesinde kullanmasına rağmen işi, Trump’ın istediği gibi hızlı ve ‘temiz’ bir şekilde bitirememiştir. Bunda Gazzelilerin her ne pahasına olursa olsun ölümüne direnişi ve teslim olmaması etkilidir. Şimdi esirler geri alındıktan sonra silahsızlandırma görevi, ateşkes yoluyla Arap ve Müslüman ülkelere havale edilecektir.

(vii) 7 Ekim sonrası Netanyahu Ortadoğu’yu artık barışla değil, savaşla yeniden dizayna ahdetmiş; ABD de İsrail’in birçok ülkeye saldırmasına, düzenli orduları ve silahlı örgütleri güçten düşürmesine izin vererek yüzyıl evvel İngiliz-Fransız ortaklığıyla kurulan düzenin bozulmasına yeşil ışık yakmıştır. Savaşma kapasitesi zayıflayan veya kalmayan ülkeleri ve grupları barışa zorlamak, kaostan kurtuluş için yeni bir düzen dayatmak üzere devreye girme sırası Trump’a gelmiştir. Yani İsrail’in “demir duvar” doktrini ve “kuvvet yoluyla barış” ilkesi doğrultusunda hareket edilmektedir.

(viii) ABD İsrail soykırımı için iki yılda 33 milyar dolar harcamıştır. Trump savaşlara para akıtmak istemediği gibi, Gazze savaşının ve yeniden inşasının maliyetini Körfez ülkelerine ödetmeyi düşünmektedir. Bunun için de İsrail’i dizginlemek zorundadır. 

(ix) Netanyahu içeriğinde değişiklikler yaptırdığı ateşkes metnini kabul ederken nasılsa değişen metni HAMAS reddeder, bu da ordunun daha şiddetli saldırmasını meşrulaşırtırır beklentisiydi. Yani ateşkesi, uygulamak değil, soykırımı sürdürmek için kabullenmişti. Ama Türkiye’nin iknasıyla HAMAS’ın metni muğlak bir şekilde kabulü hesaplarını altüst etmiştir.

Ateşkesin hedefleri ve barış planının öngördükleri

Açıklanan 20 maddelik plan, derhal ateşkes ilan edilmesini, İsrailli bütün esirlerin ve cesetlerin iadesini, Filistinli mahkumların 2000 kadarının serbest bırakılmasını, acil insani yardımın girişini, İsrail’in Gazze’den kademeli geri çekilmesini ve bir daha arabulucu Katar’a saldırmamasını, Gazze’nin silahsızlandırılmasını, bölgenin terör ve radikallikten arındırılmasını, halka gönüllü göç ve geri dönüş hakkının tanınmasını, uluslararası bir istikrar gücünün bölgeye konuşlandırılmasını, “Barış Kurulu”nun uluslararası denetimi altında Filistinli teknokratlardan müteşekkil apolitik geçici bir yönetimin tesisini, geniş çaplı yeniden inşa faaliyetlerini, Batı Şeria’daki Filistin yönetiminin reformunu ve eğer ki belirli koşullar sağlanırsa Filistin devletine giden yolun açılmasını öngörmektedir. Yine planın garantörü dört ülke (Türkiye, Katar, Mısır ve ABD) olacaktır.

Gazze’de ateşkes kalıcı olarak sağlandıktan sonra ise sıranın bölgesel barışa gelmesi, –Filistin’de nihai barışın sağlanması ve Gazze’nin ayağa kaldırılması beklenmeden– İbrahim Mutabakatlarının bütün bölge ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi, böylelikle İsrail aleyhine tüm tehditlerin bertaraf edilmesi Trump’ın hedefidir. Tabii bunun için Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin kurulması önşartından geri adım atması gerekir.

Gazze Rivierası planından, dolayısıyla yeniden işgal, ilhak ve tehcirden geri adım atılması Gazzeliler için en büyük kazanımdır. Soykırımın durması ve insani yardımların girişi de hayati önemdedir. Ama çok büyük şeyler beklememek gerekir. Zira Trump’ın anladığı barış ile bizimki, hele de Gazzelilerinki çok farklıdır. Amerikan ve İngiliz yönetimlerinin zihninde geçmişten bugüne Filistinliler, yaşadıkları topraklar üzerinde ulusal hakları olan bir halk değildir; onları İsraillilerle eşit görmemişlerdir. Problem de burada başlamaktadır. Gazze’de ateşkes ve barışla hedefleri, bu toprakları Gazzeliler için yeniden inşa edip yaşanabilir bir vatan kılmaktan ziyade kendileri için emlak projeleri ve iş imkânları oluşturmak ve İsrailliler için burayı daha güvenli hale getirmektir. Onların zihninde sorunun kaynağı, İsrail’in Filistin topraklarını işgali ve yayılmacılığı değil, ona direnen radikal ‘teröristler’in varlığıdır. Bu ‘teröristler’ ya silah bırakıp boyun eğmeli ya da topraklarını terk etmelidir ki Amerikan müttefikleri huzura kavuşsun, bölge vizyonunu bir daha sabote eden çıkmasın.

Gazze için öngörülen en çarpıcı şey, yüzyıl sonra manda yönetiminin geri getirilmesidir. “Barış Heyeti”nde ismi geçenlerin ekseriyeti skandaldır, bunların Gazzelileri değil İsrail’i koruyup kollayacakları aşikardır. Tony Blair, sadece 2003 Irak işgalinin değil, 2006 seçimleri sonrası Filistinlileri siyasi tercihleri nedeniyle cezalandıran Gazze ablukasının da mimarlarındandır. Yani ateşkes uygulanabilirse işgal ve kuşatma yeni bir form kazanacaktır, uygulanmazsa Gazzeliler için bir rahatlama ve toparlanmanın ardından savaş yeniden başlayacaktır. Bu arada Trump, bazı ülkelere ‘haraç’ keserek bazılarının yeraltı kaynaklarına veya stratejik noktalarına göz dikerek dünyada yeni-sömürgecilik çağını açmıştır. Gazze’de bundan bağımsız değildir.

Asıl hedef, kapsamlı barıştan ziyade soykırımı unutturmaktır. Şarm eş-Şeyh’teki Ortadoğu barış zirvesine Gazze soykırımında doğrudan veya dolaylı dahli olan bütün dünya liderleri katılmıştır. Netanyahu ise Türkiye ve Irak’ın itirazları sayesinde gelememiştir. Yine bu süreçte Filistin Yönetimi’nin muhatap alınmasının önşartı, İsrail aleyhine açılan uluslararası mahkemelerdeki davaları düşürmesidir. Yani barış iklimiyle soykırımı cezasız kılmaktır. Geçmişten beri İsrail her ne zaman savaş veya katliamlarla köşeye sıkışsa ve dünya ayağa kalksa bozulan imajı benzer barış oyunuyla düzeltilmiştir.

Filistin devleti planda var gibi hissettirilmekle birlikte yoktur. 1990’lar da dahil geçmiş hiçbir barış süreci metninde bu ifade yer almamış ama sürecin devlete evirileceği varsayılmıştır. İsrail’in razı geldiği Filistin özerkliğidir, devleti değil. 1967’de –tarihçi Ilan Pappe’nin deyimiyle– “ilhaksız ilhak” ettiği Batı Şeria’dan vazgeçmesi, iki devletli çözüme razı gelmesi mümkün değildir.

Ateşkesin önündeki meydan okumalar nelerdir?

Geçmişten beri metinleri muğlak olan, uygulaması zamana yayılan ve yazılı garantilerin verilmediği her ateşkes veya barış süreci sonunda İsrail lehine dönmüştür. Mevcut ateşkes metni son derece muğlak olup her aşamada çetin ve bezdirici müzakereler sonucunda ayrıntılandırılacaktır. Şeytan da ayrıntılarda saklıdır. Yine metin tuzaklarla doludur. İsrail, esirlerini aldıktan sonra kendi yükümlülüklerini yerine getirmemek ve savaşa geri dönmek için her fırsatı kollayacaktır. Ateşkesi Lübnan’daki gibi sık sık ihlal edecektir (bir senede ihlal sayısı 4000 küsurdur). Trump’ın güvenlik garantisi olarak kendisini göstermesi bir problemdir; zira İsrail tarafının Trump’ı veya çevresini ikna edip süreci lehine çevirmek ve garantörleri etkisizleştirmek için elinden geleni yapması muhtemeldir. 1948’den beri İsrail tarihi, ateşkes ve barış süreçlerini engelleyip veya anlaşmaları ihlal edip suçu Filistin/Arap tarafına atmakla geçmiştir. Kısaca İsrail müzakere taktikleri ve propagandaları dikkate alındığında önümüzde kolay bir süreç yoktur.

Siyonist liderlerin projelerini ilk ortaya attıkları günden beri değişmeyen şey, Filistinlileri bir halk olarak yok saymaları, örgütlü yapıları muhatap almamaları, en önemlisi Filistinlilerin kaderini ya dönemin süper gücü ya da bir bölge ülkesiyle anlaşarak belirlemeye kalkışmalarıdır. Yine Filistinlileri milli davaları olan bir halk değil, parayla satın alınabilecek veya zorla boyun eğdirilebilecek bir güruh olarak görmeleridir. Trump’ın 2020’deki Ortadoğu Barış Vizyonu da bu bakışın tipik bir ürünüydü. Mevcut ateşkeste de Filistinlileri temsil eden örgütlere Gazze’nin geleceğinde ya yer verilmemekte ya da reformdan geçme şartı koşulmaktadır. Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’ne Gazze’de rol verilmesinin ve devletleşmenin önşartı, kapsamlı reformdan geçmesi, şehit ailelerine aylık yardımları kesmesi, İsrail aleyhine uluslararası davaları düşürmesi, okul müfredatlarını değiştirmesi ve medyayı kontrol altına almasıdır. Yine ateşkes anlaşmasının ilk maddesi, terör ve radikal unsurlardan arındırılmış bir Gazze öngörmektedir. Peki İsrail toplumunu ve siyasetini, özellikle Yahudi yerleşimcileri radikallikten kim arındıracak? Filistinlileri şeytanlaştıran ve soykırımı alkışlatan İsrail’in okul müfredatını kim değiştirecek? Filistinliler aleyhine bitmek tükenmek bilmeyen Siyonist medya yalanlarını kim durduracak? Eğer ki gerçek bir barış niyeti varsa Filistinlilerden beklenen reformlar İsraillilere de şart koşulmalıdır. Filistin yönetiminin kapsamlı reformunu bütün Filistinliler yıllardır istemektedir; ama burada reformla kastedilen, halkın istediği şekilde gerçek reform değil, İsrail’e daha fazla bağımlılıktır.

Ateşkeste en önemli düğüm noktası silahsızlandırmadır. Ne tamamen silahsızlandıkları takdirde başlarına neler geleceğinin farkında olan Gazzeli örgütler buna yanaşacaktır ne de İsrail teslim edilen silahlarla tatmin olacaktır. Dolayısıyla İsrail’in ateşkesi bozması veya tıpkı Lübnan’daki gibi hedefli saldırılar düzenlemesi mümkündür. Gazze tam silahsızlandırılırsa İsrail’in Filistin toprakları üzerindeki emellerini –Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, Batı Şeria ile Gazze’nin ilhakı ve halkın tehcirini– gerçekleştirmesi önünde bir engel kalmayacaktır. (Güvenlik garantilerinin işe yaramadığının en çarpıcı örneği, 1982’de FKÖ’nün –Reagan yönetiminin verdiği garantilerle– Beyrut’tan çekilmesinin akabinde İsrail ordusu himayesinde Hristiyan milislerce Sabra ve Şatila kamplarındaki binlerce Filistinlinin korkunç şekilde doğranarak katledilmesidir.) Dahası, Batı Şerialılar büyük ölçüde silahsızdır ve kendilerini savunacak araçlardan mahrumdur; ama toprakları her geçen sene küçülmekte ve her gün fanatik Yahudi yerleşimcilerin –İsrail askerleri eşliğinde– saldırılarına ve ev/toprak gasplarına maruz kalmaktadırlar. Problem, Filistinlilerin silahsızlanması için ısrarcı olunurken, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da Yahudi yerleşimci fanatiklerin İsrail devleti eliyle tepeden tırnağa silahlandırılmasına ve ‘gönüllü’ tehcir amaçlı saldırılarına göz yumulmasıdır. Ve yine İsrail ordusu karşısında Filistinlilerin kendilerini savunacak direniş örgütleri dışında hiçbir mekanizmasının bulunmamasındadır. İstikrar gücü bir alternatif olarak düşünülebilir. Ama 1949’dan beri ne Mısır ne Suriye ne de Lübnan sınırındaki BM barış gücü misyonları İsrail’in saldırılarını engelleyebilmiştir.

İsrail’in, hele de Netanyahu’nun lügatinde uzlaşma ve taviz yoktur. Kurucu Başbakan David Ben-Gurion’a göre barış, Araplarla müzakere ve taviz yoluyla değil, onları yıldırıp zorlayarak, gözdağı vererek mümkün olabilir. Bu anlayış hiç değişmemiştir. Netanyahu kariyerini toprak tavizini, Filistin’le barışmayı ve devletleşmeyi engellemeye vakfetmiştir. 1990’larda barış sürecini rayından çıkaran, 2005’te Başbakan Ariel Şaron Gazze’den çekilme kararı aldığında en büyük itirazı gösterip partisi Likud’dan istifaya zorlayan da odur. Babası revizyonist Siyonizmin ideologlarındandır, kendisi de bu ekolden olup ‘Büyük İsrail’ doktrinine bağlıdır. Bu arada geçmişte ABD’de görev yapmış Netanyahu “ABD hükümeti İsrail siyasetine karşı çıkacak olursa Amerikan kamuoyunu kendi hükümetine karşı nasıl manipüle edeceğimi biliyorum” diye övünen biridir. 7 Ekim’den sonra bu bilgisini fazlasıyla kullanmıştır.

Savaşın uzamasının ana nedeni, hem İsrail halkının ekseriyetinin soykırımı desteklemesi hem de 7 Ekim’de siyasi kariyeri biten Netanyahu’nun hapse gireceğini bilmesidir. Bu yüzden savaş tiryakisine dönüşmüştür; yani bir cephede savaşı bitirirken diğerinde başlatmak zorundadır ki erken seçim taleplerini bastırabilsin ve yargılanmasın. Gazze’de ateşkese bağlı kalırsa içeride Batı Şeria ve Kudüs’ü karıştırması, dışarıda da İran, Lübnan, Suriye, Irak veya Yemen’e savaş açması muhtemeldir. Trump’ın İsrail cumhurbaşkanından Netanyahu’yu affetmesini istemesi, şahsi bekası için barış sürecini engellemesini ve yeni cepheler açmasını önleme amacı taşımaktadır.

Öte yandan 2018’den beri siyasi kriz içindeki İsrail (2019-2022 arasındaki 3,5 yılda tam 5 defa erken seçime giderek rekor kırmıştır), 7 Ekim sonrası doğan atmosferde artık savaşsız yaşayamaz. Çünkü tüm tehditlerin bertaraf edildiği bir bölgesel barış, hem siyaseti ve toplumu aşırı kutuplaşmış hem de bütün devlet kurumları birbiriyle hesaplaşma içindeki İsrail’de iç çatışmayı tetikleyecektir. İsrail ancak iç problemlerini dışsallaştırarak ve bir dış tehditle boğuşarak iç huzurunu sağlayabilir. Bu yeni de değildir. Eski başbakanlardan İzak Şamir on yıllar önce şöyle demiştir: “Savaşmak, sadece İsrail’in hayatta kalması için gerekli değil, aynı zamanda takdire şayan bir hayat tarzıdır. Savaş olmadan bireyin hayatının hiçbir amacı, ülkenin ise hayatta kalma şansı yoktur.” Son iki yılda her bakımdan yıpransa ve ateşkese muhtaç olsa da iç siyasi mülahazalar kalıcı barış önünde bir engeldir.

Siyonist projeyi kurtarmak için yönetim değişikliği elzemdir. Trump’ın ateşkes planı, Netanyahu’nun palazlandırdığı Mesihçi ekolden kurtulmayı ve daha pragmatik bir yönetim kurulmasını gerektirmektedir. Ancak komplocuların şahı Netanyahu’nun da Mesihçilerin de suhuletle kenara çekilmesi beklenmemelidir. Öte yandan halefleri, zihniyet bakımından Netanyahu’dan farklı olmayacaktır. Çünkü İsrail toplumu 2000’li yıllarda eğitim sisteminin de etkisiyle giderek radikalleşmiş, siyaset istikrarlı şekilde sağın da sağına kaymış ve 1990’larda ABD ve İsrail tarafından Yahudi terör örgütü ilan edilen ekolün siyasi uzantıları hükümete girmiştir. Toprak tavizine ve Filistin devletine razı gelecek bir başbakanın kaderi, 1995’te İzak Rabin’inki gibi suikasta uğramak olacaktır. Halihazırda Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Netanyahu’nun eski korumasının anlattığına göre, Şin-Bet’in hazırladığı başbakana suikast düzenleyebilecekler listesinde yıllarca yer almıştır.

Güvenilmez olan sadece İsrail değildir. Trump’ın da ne zaman ne yapacağı belirsizdir; hatta tutarsız söylemleri ve eylemleriyle öngörülemezliği onun en büyük kozu ve gücüdür. Netanyahu’yla el ele vererek aylarca iyi polis-kötü polis oyunuyla Ortadoğu’da aldatma politikası uygulamış ve –İran örneğinde çarpıcı şekilde görüldüğü üzere– İsrail’in hasımlarını gafil avlamasını sağlamıştır. Trump ateşkesten ve Filistin devletinden bahsederken İsrail soykırımı derinleştirmiştir. Bu defa barışta samimi görünmektedir. Ama bir garantisi var mıdır? Hele de ateşkes ve barış planına paralel olarak savaş hazırlıkları ve ABD’nin en gelişmiş silah sistemlerini İsrail’e ve bölgeye sevkiyatı tüm hızıyla sürerken... İsrail tarafından kabul edilen ve dünyaya ilan edilen Gazze planı, sekiz Arap ve İslam ülkesi liderlerinin üzerinde uzlaştığı metinden farklıdır. Uygulama aşamasında metnin İsrail’le her görüşmede tekrar tekrar değişeceği aşikardır. Kritik nokta, garantörlerin Trump’ı Filistinliler lehine ne ölçüde ikna edebileceğidir.

Son olarak gerek İsrail gerekse Amerikan yönetiminde Mesih bekleyenler ve ‘Büyük İsrail’ vizyonuna tutkuyla bağlı olanlar vardır. Trump’ın seçim mitinginde suikasttan kıl payı kurtulması Tanrı’nın bir mucizesi, omuzlarındaki ilahî misyonun (Mesih’i getirtme) bir tezahürü olarak görülmüştür. Trump’ın ekibi, sadece pragmatik işadamlarıyla değil, İsrail’den fazla İsrailci ve aşırı İslamofobik Evanjelik Hristiyanlarla da doludur. Dahası, 2022’de Teksaslı Evanjelik bir Hristiyan’ın çiftliğinde doğurtulan ve İsrail’e getirtilen kusursuz kızıl düvelerin kurban edilmesiyle ahir zamana geçileceği ve Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine tapınağın yeniden inşa edilmesiyle İsa Mesih’in yeryüzüne döneceği ve bin yıl sürecek Tanrı Krallığının kurulacağına inanç diridir. Kassam Tugayları’nın Aksa Tufanı operasyonuna kalkışma nedeni de İsrail’deki Mesihçi-Tapınakçı ekolün 2024’ü tapınağı yeniden inşa yılı ilan etmesiydi. Gazze savaşı yüzünden ertelense de Yahudi ve Hristiyan fundamentalistler bu hayallerinden vazgeçmiş değiller. Trump’ın planı, Mesihçi Siyonizmin planlarını saf dışı bırakıp İsrail güvenlik aklının modelini hayata geçirmeye odaklanmaktadır. Ama iki ekolün Trump’ı ikna rekabeti sürecektir.

Umutsuz görünen tabloya rağmen barış için yine de imkân vardır. İsrail’in eli en zayıfken, küresel imajı dipteyken ve Siyonistlerin komploları ortaya dökülürken masaya oturtulup tavize zorlanması mümkündür. Yine Netanyahu o kadar çok yalan söylemiş, müttefiklerinin arkasından o kadar çok iş çevirip onları zor durumda bırakmış ve çıkarlarına zarar vermiştir ki kendisinden kurtulmak isteyenler çoktur. Tam da bu yüzden Trump bu sefer İsrail’e artık yeter diyebilir. Yine Gazzelileri desteleyen Türkiye’nin garantör olarak devreye girmesi de bir ümit kaynağıdır. Ancak İsrail Gazze’nin geleceğinde Türk rolünü baltalamak için elinden geleni yapacaktır.

Ateşkes ve dolayısıyla barış, pamuk ipliğine bağlıdır. İsrail’e sürekli büyük bir baskı uygulamadan ve ciddi müeyyide tehdidinde bulunmadan ateşkesin sürdürülmesi ve bölgesel barışa ulaşılabilmesi mümkün değildir. Öte yandan iki yıldır ABD’nin Gazze’de çözüm namına ortaya attığı hiçbir öneri ve uygulamaya koyduğu hiçbir plan Gazzelilerin direnişi karşısında tutmamıştır; çünkü İsrail’in çıkarları öncelendiğinden planlar saha gerçeklerinden kopuktur. Mevcut ateşkes planıyla Gazze’de murat edilen düzen de kurulamayacaktır. Orta veya uzun vadede bu sürecin bir şekilde barışa evirileceği kesin olmakla birlikte kısa vadede Gazze veya İran’da savaş ihtimali daha baskındır. Mesele, Filistin meselesi çözülmeden Arap ülkelerinin İbrahim Mutabakatı’na razı gelip gelmeyeceğidir.

 


15 Ekim 2025 Çarşamba

Z.T.KOR: GAZZE ATEŞKESİ ÜZERİNE X HESABIMDA YAZDIKLARIM


GAZZE ATEŞKESİ ÜZERİNE X HESABIMDA YAZDIKLARIM

29 Eylül-13 Ekim 2025

Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


Ateşkesle ilgili görüşlerimi Türkiye Araştırmaları Vakfı’nın düzenlediği online “7 Ekim’den Bugüne: Gazze” panelinde anlatmıştım. Linkten izleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=LRX481TmXWk


13 Ekim 2025

https://x.com/ztkor/status/1977673461918212440

Bugün bir barış tiyatrosu izleyeceğiz.

İngiliz gazeteci Robert Fisk, Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi kitabında “Her gazeteci arka cebinde bir tarih kitabı taşımalıdır” der. Kanaatimce sadece gazeteci değil, her siyasetçi, bürokrat ve karar alma merciindeki kişi de. Hatta siyasete girmeye niyetlenen herkes önce sağlam bir tarih dersi almalıdır ki tarih tekerrür etmesin.

Eğer Arap-İsrail çatışması tarihini çalışmasaydım İsrail’in hakikaten elinin en zayıf olduğu şu anda masaya çekmenin çok büyük başarı olduğunu düşünürdüm, ümit beslerdim. Problem şu ki İsrail geçmişte ne zaman savaş ve işlediği katliamlarla köşeye sıkışsa ve dünya ayağa kalksa bir barış oyunuyla bozulan imajı düzeltilmiş, çöken ekonomisi toparlanmış, meşru ve makbul bir aktör dönüştürülmüş ve Filistinliler bu süreçte tüm kazanımlarını kaybetmiştir.

1973 Savaşı ve sonrası ortamı, savaşla sıkışan İsrail’in Mısır’la barışla nasıl nefes alıp Filistin üzerindeki baskısını artırdığını daha yeni Anadolu Ajansı için yazdım. https://aa.com.tr/tr/analiz/yom-kippurdan-aksa-tufanina-1973-savasi-bugune-nasil-ayna-olur/3708659 I. İntifada sonrası Oslo barış süreciyle de Filistinliler umduklarını bulamadı.

Tek umudum ateşkesin İsrail siyaseti ve toplumunu birbirine daha fazla düşürecek olması. Ama bu da içeriyi teskinleştirmek için yeni savaşlar açması demek maalesef. Önümüzdeki günlerde soykırımcı İsrail’i sevimlileştirme kampanyalarına ve soykırım izlerinin silinmesine hazır olun.

İnşallah yanılırım. İnşallah tarih bilgim ve İsrail’in zihniyetine ve iş tutuş biçimine dair bilgilerimden hareketle bu öngörülerim tutmaz da bu defa yanılırım.

***

https://x.com/ztkor/status/1977779572965044583

Bayrakları inceliyorum, iki yıldır İsrail’in soykırımına doğrudan veya dolaylı her türlü desteği vermiş, elinde Gazzelilerin kanı olan birçok ülke koşmuş Ortadoğu barış zirvesine! Şaka gibi. 2 milyon Gazzeli içinde yaşadığımız dünyanın ne denli iğrenç olduğuna ayna tuttu bir daha.

Resim

Ortadoğu barış zirvesi! Tıpkı 1990’lardaki gibi. Filistinlilere boş ümit verilen, İsrail’in Filistin politikasının barış adı altında yutturulduğu ve sadece İsrail’in dünyada meşrulaşmasını sağlayan on yıldı. İki intifada arası bir dinlenmeydi. Bu da iki soykırım arası bir es olmaz inşallah.

7 Ekim Aksa Tufanı’nı organize eden o şehitler şu toplantıyı görseler ne yaparlardı acaba? Gerçek kahramanlar şehit olup toprağın altında; onların kanı üzerinden kurulan sözde barış sahnesinde liderler soykırım suçlarını aklama ve yeniden inşadan pay kapma yarışında. Tam rezillik.

Filistinlilerin %60’ının yerinden edildiği, 15.000’inin katledildiği 1948 etnik temizliği üzerine dünya İsrail’in bağımsızlığını tanımıştı. Biz de. Sonra tutup utanmadan Filistinliler toprağını sattı veya Arap liderler istediği için kendileri terk etti propagandası yürütülmüştü.

Şunu bilin: Bu “barış” süreci sonunda Filistinliler acılarıyla baş başa kalırken Arap ve İslam ülkeleri İbrahim Anlaşmalarına imza koymak için yarışacak ve İsrail kendini aklayacak; gelecek nesil “7 Ekim’de Gazzeli teröristler masum İsraillilere soykırım yaptı” diyecekler. Dünyanın gözü önünde Gazze’de yaşanan soykırımı kim unutur/unutturur demeyin. Sanal dünyada İsrail soykırımının kanıtlarını silme hazırlığı yapıyorlar ve 7 Ekim 2025’ten beri çok çirkin bir propaganda atağı başlattılar. Unutmak/hatırlamak hafıza işi değil, siyasi bir tercihtir!

Bana Siyonist İsrail ne zaman çöker diye soranlara şunu diyordum: “İsrail kendi haline kalsa çöküşü yakın; ama dünya, çökmemesi için elinden gelen her şeyi yapacak Hristiyan ve Müslüman Siyonist liderlerle dolu.” Bu barış zirvesi işte bunun bir kanıtıydı.

Zirveye Netanyahu’nun gitmesini engellememiz, Cumhurbaşkanı’nın duruşu çok önemli. Ama o sahnede bir tek soykırımcının kendisi yoktu, bütün ortakları varken. Utanmadan o soykırımcılar Gazzelilerin ve Filistinlilerin kaderini şekillendirmeye kalkışacaklar, 100 yıldır olduğu gibi.

Ortadoğu’da 80 yıldır dökülen kanların, yaşanan savaşların, diktatörlüklerin varlığının ve halklarına zulümlerinin temel müsebbibidir İsrail. Siyonistler güven içinde yaşasın diye bölge halklarının çekmediği kalmadı. Gazze ne ilkti ne de son olacak.

Trump İsrail’in küresel imajını bozan soykırımı bitiren Gazze ateşkesini dünyaya Ortadoğu barışı diye pazarlıyor. Filistin devleti kurulması yine gündemde yok. Sadece Gazze’nin İsrail için bir tehdit olmaktan çıkarılıp yeniden inşası var. Hedef Filistinsiz yeni Arap-İsrail düzeni.

 

9 Ekim 2025

https://x.com/ztkor/status/1976242261349499108

Gazzeliler varılan ateşkesi kutluyor; onların rahatlamaya çok ihtiyacı var, kutlamak da hakları. Ancak her kim İsrail’in Trump’ın 20 maddelik planına tam uyacağını ve barışa ulaşılacağını zannediyorsa hayal kırıklığına uğrayacaktır. Bunun için İsrail’e zihni format atılması lazım.

Netanyahu suikastla veya askeri darbeyle temizlenmezse, rehineleri geri aldıktan sonra türlü bahanelerle ateşkesi bozacaktır. İran, Irak veya Yemen’e saldırının da eli kulağında. Çünkü Netanyahu bir savaş tiryakisi; hapisten kaçmak için birini bitirirken öbürünü başlatmak zorunda. Yine Gazze’de ateş kesilirken Batı Şeria ve/ya Kudüs’e saldırıları artıracaklardır.

Nobel’i alma hırsıyla yanıp tutuşan Trump, eğer ateşkesin bozulmasını engelleyebilirse bu durumda İsrail iç siyaseti karışacaktır. Hesap, Netanyahusuz bir İsrail’le soykırımcı imajını temizlemek. Gazze’nin kahir ekseriyetinin yerle bir edilmesi, tam ablukayla insanları açlıktan öldürmek, BM ve uluslararası STK’ları saf dışı bırakıp sözde insani yardım noktaları kurmak ve buralarda 2000 küsur Gazzeliyi katletmek hepsi Trump’ın onayıyla gerçekleşti. Şimdi barış adamı olacak. Netanyahu ve dini Siyonist mesihçi bakanları bütün suçların kaynağı olarak gösterilip hem ABD ve İngiltere hem de İsrail’in müesses nizamı kanlı ellerini yıkayıp başarılı bir medya hamlesiyle soykırımdan kendilerini aklayacaklar. Trump Nobel’i de aldı mı görev tamamdır.

Bu ateşkes sürecinin bir hayrı varsa o da şu olacak: Hem İsrail kendi içinde daha fazla karışacak, Mesihçiler kazan kaldıracak hem de İsrail ile ABD ilişkileri iyice gerginleşecek. En merak ettiğim konu, komplocuların şahı Netanyahu nasıl bir hamleyle kendini kurtarmaya çalışacak.

İşte Netanyahu’nun beka hamlesi büyük ihtimal İran’a yeni bir savaş başlatmak olur. Veya daha mütevazı bir hamle Suriye, Irak, Lübnan veya Yemen’e saldırı olabilir. Kesin olan şu: Netanyahu kan dökmeden koltuğunda kalamaz; hayalindeki İsrail tarihinin üçüncü büyük liderine dönüşemez!

Ateşkes döneminde ilk yapacakları iş, tarihin en büyük propaganda hamlelerinden birini başlatıp dünyada İsrail’in imajını temizlemek, bunun için 7 Ekim üzerinden Gazzeliler ve Hamas aleyhine propaganda yürütmek olacak.

Ülkemizde Siyonizmle iltisaklıları tespit etmenin tam vakti. 7 Ekimden sonra bunlar kendilerini ifşa etmişlerdi ama liste çıkarma vaktimiz olmamıştı. 7 Ekim 2025’ten bu yana kim ne yazıyor, kaydedin. Böyle bir fırsat bir daha doğmaz. Hepsi değil ama bunların bir kısmı İsrail’in paralı propagandacıları. Buyurunuz, bakın kendileri de yazmaya başladılar. Sıkı durun, başlıyor ülkemizde ve dünyada İsrail güzellemeleri ve Siyonistlerin masumiyetini ispat girişimleri... https://x.com/ztkor/status/1976298132674670865

 

30 Eylül 2025

Savaş ve soykırımla İsrail-ABD ikilisinin tüm gücü kullandığı ama hedefine ulaşamayıp bir süre bizi ateşkes ve barış hikayesiyle oyalayacağı bu dönemde, İsrailli tarihçi Avi Shlaim’in Demir Duvar kitabını alıp geçmiş barış süreçlerinde çevrilen dolapları okumanın tam zamanı

 

29 Eylül 2025

https://x.com/ztkor/status/1972726041941807295

Netanyahu-Trump hala ateşkes pazarlığı yapıyor. Baştan söyleyeyim, fazla ümitlenmeyin. Ne ateşkes ne de barış dediklerinde kasıtları, bizim ve Filistinlilerin anladığı anlamda gerçek bir ateşkes ve barış. Neler olabileceğini Mayıs ayında Gazze kitabımın sonuç bölümünde yazmıştım.

Lübnan’da ateşkesle Hizbullah’ın silahsızlandırılması Lübnan ordusu ve hükümetine, Gazze’de ateşkesle HAMAS’ın silahsızlandırılması Arap ve Müslüman ülkelere bırakılıyor! Neden? Çünkü İsrail HAMAS’ı da Hizbullah’ı da ortadan kaldıramadı. Sıra Müslümanları birbiriyle çatıştırmakta. Bir müddet sonra İsrail Hizbullah ve HAMAS silahsızlandırılamadı diye yeniden saldıracak.

Ateş kesilince bir anda İsrail’in soykırımcı olduğu bir medya hamlesiyle unutturulacak. Hele İsrail başbakanı değişirse Müslüman ülke liderleri İsrail’le iyi ilişki kurma kuyruğuna girecek.

Ama o aşamalara gelinemeyebilir de. İsrail iç siyasetinde kıyamet kopacağı ve koalisyonu dağılacağı için Netanyahu kısa süre sonra ateşkesten cayıp HAMAS barış istemiyor deyip bütün suçu Gazzelilere atacaklar. Tıpkı 1990’lar ve 2000’lerde FKÖ’ye karşı yaptıkları gibi. Hikaye aynı.

İsrail aşırı sağı Gazze’den çekilmeyi kabul etmeyecektir. Öyle ya? Onca askeri neden kaybettiler! İsyan çıkacaktır. En önemlisi, Mesih’i dünyaya getirtme hedefinden vazgeçtiler mi? Hayır.

Yıllardır defalarca Netanyahu’yu canlı dinledim. Hiç bu kadar çökük değildi. 7 Ekim’den sonra bile böyle bir bitkin ses tonu duymamıştım. Toplantıda planı kabule zorlandığı, baskı yapıldığı kesin. Ama emin olun, suçu HAMAS’ın üstüne atıp ateşkesten bir süre sonra cayacaklar.

27 Kasım 2024’te Lübnan cephesinde Hizbullah’la ateşkese vardığından beri İsrail bin küsur defa saldırı düzenleyerek ateşkesi ihlal etti. Hala korkunç bombardımanlarla Lübnan’da binaları vurmaya devam ediyor. İsrail bütün ateşkesleri hep ihlal eder ve suç hepsinde muhatabıdır.

Farz edelim ki ateşkes gerçekleşti, yine de Gazze’de kurmaya çalışacakları düzen işlemeyecektir. İki yıldır ABD’nin Gazze’de çözüm için ortaya attığı hiçbir öneri ve sahada uygulamaya konduğu hiçbir plan tutmadı. Bu 21 maddelik plan da öyle olacaktır.

Gazze kitabımın 24 sayfalık sonuç bölümünün Trump Gazze’de ateşkes dediğinde ne anlamalıyız, HAMAS’ın/Gazze’nin silahsızlanması ne demektir konularını anlattığım 10 sayfasının fotoğrafını aşağıda paylaşıyorum. 384-387. sayfalar arasını buyurunuz. https://x.com/ztkor/status/1972751628269912487 ABD Gazze’de ateşkes dediğinde ne kast eder ve HAMAS’ın silahsızlanması ne demektir? Gazze kitabımda sayfa 388-391 arası aşağıda. https://x.com/ztkor/status/1972752233574842692 Kitabımın sonuç kısmından sayfa 392-393’ü paylaşıyorum.

1990’lar ve 2000’lerdeki barış süreçlerini biliyorsanız bunun da koca bir aldatma süreci olduğunu anlarsınız. Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine Filistin kitabında 2003 Yol Haritası bölümünü yazmıştım. Onu da okuyabilirsiniz. https://x.com/ztkor/status/1972753313671360884

Gazze kitabımda “Trump’ın Başkan Olduğu Bir Dünyada Filistinli Olmak” başlıklı 40 sayfalık bir bölüm var. Trump seçildikten sonra Konya’da yaptığım konuşmanın genişletilmiş hali. Trump’ın ilk başkanlık döneminde Filistin-İsrail barışını nasıl imkansız hale getirdiğini anlatıştım.

Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi 7 Ekim’i lanetleyerek, 3. İntifada’yı başlatmak isteyen Batı Şerialı gençleri tutuklayarak, öldürerek İsrail ve Batı’ya yaranacağını sanmıştı. Gazze’nin geleceği planında hiçbir rol verilmedi. Efendisine köpeklikle kazanacağını sananlara bir ders.

 

9 Ekim 2025

Evet, ABD İsrail soykırımı için 33 milyar $ harcadı. (1946-2023 arası yardımı da 300 milyar $ idi.) Ama Trump savaşın ve yeniden inşanın parasını Körfez’i haraca bağlayıp çıkartıyor. 2 yıl soykırıma seyirci kalır, ekonomik gücünüzü kullanmazsanız bu şekilde soyup soğana çevirirler. https://x.com/ztkor/status/1976285508176076862

 

 

Z.T.KOR: YOM KİPPUR’DAN AKSA TUFANI’NA: 1973 SAVAŞI BUGÜNE NASIL AYNA OLUR?


YOM KİPPUR’DAN AKSA TUFANI’NA: 1973 SAVAŞI BUGÜNE NASIL AYNA OLUR?

Zahide Tuba Kor
Anadolu Ajansı, 6.10.2025,
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yom-kippurdan-aksa-tufanina-1973-savasi-bugune-nasil-ayna-olur/3708659  

 

Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

“Yom Kippur Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ve akabindeki Gazze soykırımı süre ve vahşet bakımından çok farklı olmakla birlikte, upuzun bir benzerlikler listesine de sahip. Gazze’de ateşkes ümitlerinin belirdiği bu dönemde gidişatı kestirebilmek için, 1973 Savaşı sonrası ateşkes ve zorlu barış sürecini iyi bilmek gerekir.”

 

Orta Doğu uzmanı, yazar ve mütercim Zahide Tuba Kor, 1973 Yom Kippur Savaşı’nı, savaşın Filistin’e yansımalarını ve bu savaştan sonra İsrail’in yerleşimci işgalci hedeflerinin nasıl arttığını AA Analiz için kaleme aldı. 

 

Bundan yarım yüzyıl evvel Filistin’le ilgili olmadığı halde kaderini doğrudan etkileyen ve 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonuna metot bakımından ilham kaynağı olan bir savaş yaşandı: 1973 Yom Kippur (Kefaret Günü) veya Ekim Savaşı. Bu savaş mevcut, müstakbel seyri ve neticeleri itibarıyla günümüzle bolca benzerlikler taşıyor.

Mısır ve Suriye, 1967’de altı günde topraklarını üç kat genişletmenin kibri ve özgüveniyle işgal toprakları üzerinde hiçbir müzakereye yanaşmayan İsrail’i masaya çekebilmek için Yahudilerin en kutsal gününde (aynı zamanda Ramazan’dı) sürpriz ve sınırlı bir savaş açtılar. İlk başta İsrail ordusunu mevzilerinden püskürttüler. Ancak ABD, tarihin o güne kadarki en büyük hava koridorunu kurup İsrail’e silah ve gıda dahil her türlü ihtiyacını yolladı. Bu sayede bir hafta sonra toparlanan İsrail ordusu, bir karşı saldırıyla çekildiği yerleri geri alıp Mısır ve Suriye toprakları içinde ilerledi. Soğuk Savaş şartlarında süper güçler ABD ve SSCB’nin devreye girmesiyle savaş, net bir galibi olmadan yirmi günde bitirildi.

 

1973 Savaşı İsrail’in yenilmezlik efsanesine darbe vurdu

1973 Savaşı İsrail’de deprem etkisi yaptı. Araplar ilk kez güce başvurup kısmi başarı elde etmiş ve İsraillilerin onsuz yaşayamayacağı özgüvenine, caydırıcılığına ve yenilmezlik mitine darbe vurmuştu. Savaşın üçüncü gününde Maariv gazetesi başyazısı, adeta 7 Ekim sonrası İsrail ordusunun yapmaya çalıştığı şeyi talep ediyordu: “Karşı saldırımız Arapların kolektif bilinçlerinde ulusal bir travmaya yol açacak şekilde şiddetli, yıkıcı, acımasız ve gaddarca olmalı. Arapların Yom Kippur macerası onlara öylesine pahalıya mâl olmalı ki bu türden bir maceraya bir daha girişmeleri halinde korkuyla titresinler. Aklın sınırlarını aşan öyle bir darbe indirmeliyiz ki Arapların kendilerini koruma güdüsü İsrail’in varlığını kabul etmelerine yol açsın.”

Savaşta ilk kez birçok İsrail askeri esir alınıp aşağılanırken 2 bin 700’ü de öldürüldü. Bu, düşmanı karşısında ezici zaferlere alışmış İsrail ordusu, yönetimi ve halkı için travma oldu. 1973 Savaşı, İsrail’i sadece askeri değil psikolojik, ideolojik, diplomatik ve ekonomik bakımdan da sarstı. Ordu ve siyaset karıştı. Halk sivil ve askeri otoritelere ateş püskürdü. Kurucu Avrupa kökenli Yahudiler (Aşkenazi) ile Doğulu Yahudiler (Sefaratlar ve Mizrahiler) arasında sosyal çatışmalar yoğunlaştı. İsrail’e göç azaldı. Ekonomi öylesine darbe aldı ki ağır kemer sıkma önlemlerine başvuruldu. Ancak İsrail ileriki yıllarda ABD desteğiyle toparlanacaktı. İsrail’e gelen Amerikan yardımı 1968’de 77 milyon dolarken 1975’te 1 milyar doları aştı. İsrail Mısır’la barıştan bu yana ise her yıl 2 ila 3 milyar dolarlık yardım alıyor. Kısacası bu savaş İsrail’e ne denli dışa bağımlı olduğunu gösterdi.

1973 Savaşı İsrail siyasetini vurdu. Arap ordularının hareketliliğini önceden fark edemeyip savaşa hazırlıksız yakalanan ve ülkeyi “ulusal felakete” sürüklediği düşünülen Başbakan Golda Meir 1974’te istifa etti. Yerine 1967 Savaşı’nın muzaffer genelkurmay başkanı İzak Rabin geçti. Ancak asıl şok, 1977 seçimleriyle geldi. Bu, alt sınıf sayılan Sefarad ve Mizrahi Yahudilerinin Aşkenazi elite karşı bir isyanı olup tarihe “İsrail’in deprem seçimleri” olarak geçti. 29 yıl ülkeyi yöneten İşçi Partisi ilk kez yenilirken Siyonizmin fanatik ve yayılmacı kanadı olan revizyonistlerin Likud’u hükümeti kurdu. Bu aşırı milliyetçi sağ kanat, 1980’ler ve 2000’lerde İsrail siyasetine damga vuracaktı. İşçi Partisi’nin bir yandan etnik temizlik uygulayıp diğer yandan Batılı söylemlerle dünyayı aldatma politikasını bırakan ve dünyanın tepkisini umursamayan Likud döneminde İsrail’de militanlaşma ve aşırılıklar arttığı halde ABD, politikalarını gözden geçirmeyecekti. Çünkü Hristiyanlığın siyasallaştığı 1980’lerde Cumhuriyetçi Ronald Reagan’la birlikte İsrail’i korumayı dini vecibe sayan Evanjelikler iktidara taşınacaktı. 

 

Yom Kippur Filistin’i dünya gündemine taşıdı

Bu savaşta ABD’nin İsrail ordusuna hava köprüsüyle tam desteğine tepki olarak Arapların ilk ve son kez petrolü bir koz olarak kullanması sayesinde Filistin dünya gündemine oturdu. Birçok devlet Filistin politikasını gözden geçirdi. Bu sayede Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1974’te Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler’de (BM) Filistinlilerin tek meşru temsilcisi olarak tanındı, hatta FKÖ’ye BM’de “gözlemci örgüt” statüsü verildi. BM’de dengelerin aleyhine değiştiği İsrail, dünyada ürkütücü bir diplomatik yalnızlık yaşadı ve tek gerçek dostunun ABD olduğunu gördü. Siyonizmin ve İsrail’in geleceği hakkında derin endişeler ortaya çıktı. Araplar ve Filistinliler gelişmelerin İsrail aleyhine dönmesini kalıcı zannetti. Hatta Siyonizm zirvesine 1967’de ulaştı; 1973, Siyonist gerilemenin başlangıcıdır diye yazılıp çizildi. Ancak İsrail’in Mısır’la barışı bu gidişata darbe vuracaktı.

 

Orta Doğu’da Mısır’sız savaş Suriye’siz barış olmaz denklemi 

1973 Savaşı Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirdi; sonuçta bölgede Mısır’sız savaş, Suriye’siz barış olmaz denklemini ortaya çıkacaktı. İşçi Partisi hükümetleri müzakereleri oyalarken ülkenin ilk revizyonist Başbakanı Menahem Begin, neden 1979’da Mısır’la barışıp “vadedilmiş” topraklar olan Sina’dan çekildi? En güçlü Arap ülkesiyle barışıp hem Arap ordularıyla birkaç cephede savaşma ihtimalini sona erdirdi hem kapsamlı bir bölgesel barışı engelledi hem de barış görüntüsü altında İsrail’i dünyadaki dışlanmışlıktan kurtardı. 

30 yıl evvel Filistin Mandası’nın baş teröristi olan Irgun çetesi lideri Begin, 1978’de Mısır lideriyle birlikte Nobel Barış Ödülü aldı. Sina’dan çekilirken Gazze ve Batı Şeria’da işgali ilhaksız kalıcılaştırma, Kudüs’ü daha fazla Yahudileştirme, 1980’de Suriye/Golan’ı ilhak ve 1982’de Lübnan’ı işgal imkanına kavuştu ve bölgedeki tartışmasız gücünü yeniden kazandı. İsrail bir daha herhangi bir düzenli Arap ordusuyla savaşmayacak; 1980’lerden itibaren Hamas, Hizbullah gibi örgütlerle mücadele devri başlayacaktı. Ahde vefası olmayan İsrail bir anlaşmaya uyuyorsa mutlaka çok daha büyük kazanımlar elde edeceğindendir. Mısır bunun tipik örneğidir ancak İsrail’in bu anlaşmaya uyması da öyle kolay olmadı.

 

1977 ve sonrası: İsrail’in yerleşimci işgali genişledi

1973 Savaşı, Filistin uğruna değildi ama onlara yaramıştı. Ancak 1979’da imzalanan Mısır-İsrail barışı ise Filistinlilere darbe vurdu. Mısır, barışa tepkileri dindirme amaçlı Filistinlilerin gıyabında İsrail’le göstermelik bir “Orta Doğu’da Barış İçin Çerçeve Anlaşması” hazırladı ve İsrail Başbakanı Begin ve ABD’ye Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planını onaylattı. Buna göre resmen ilhak olmadan işgal altındaki bütün topraklar İsrail’in elinde kalacak; askeri üsler yerinde duracak, yerleşimler genişleyecek, Yahudi göçü ve ekonomik hegemonya sürecek; sadece sivil idare yükü yerel halkın veya kısmen Ürdün’ün elinde olacaktı. İşgal böylelikle fiilen meşruiyet kazandı.

1967 Savaşı’nda altı günde kazanılan mutlak zaferle İsrail’de dini Siyonizm ve apokaliptik-mesihçi beklentiler, revizyonist Siyonist akımla birlikte yükselişe geçmişti. Bu çevrelerin 1977’de iktidar olmasıyla yerleşimci hareketi, özellikle Guş Emunim (İnananların Birliği) güçlendi. 1967’de İşçi Partisi iktidarında daha ziyade güvenlik ve stratejik gerekçelerle ve -Kudüs’tekiler hariç- çoğu Filistinlilerin yaşadığı yerlerden uzakta kurulmaya başlanan Yahudi yerleşimleri, Likud iktidarıyla birlikte dini-tarihi iddialara dayandırılarak her yere yayıldı. Hatta yerleşimci işgalciler Filistinlilerin hayat alanlarının ortasına yerleşmek için kaba güce, ekonomik engellemelere ve yarı hukuki gerekçelere başvurdular.

Mısır’la Camp David Anlaşmaları’nın imzalanmasından bir ay sonra Ekim 1978’de Guş Emunim’in öncülük ettiği yerleşim stratejileri, Dünya Siyonist Örgütü’nün resmi manifestosuna Drobles Planı olarak yansıdı. Buna göre, işgal topraklarında yerleşim merkezleri kurmak bir güvenlik ve hak meselesiydi; bir an evvel mümkün olan azami Arap toprağı ele geçirilmeliydi. Bu, Begin’in ABD’ye sunduğu Filistin “özerkliği/öz yönetimi” planıyla çelişiyor gibiydi. “Dahiyane bir içtihatla” özerkliğin topraklara değil, sadece üzerinde yaşayan Arap nüfusa uygulanacağı duyuruldu. Batı Şeria’daki bütün kamu ve işlenmeyen boş arazilerin ele geçirilmesi için harekete geçildi. Daha fazlası için kamu yararından yol inşasına kadar her türlü kılıfa başvuruldu. Sonuçta Mısır Sina’sına ve ekonomik kaynaklarına kavuşurken Batı Şeria’nın yüzde 55 veya 60’lık toprağı İsrail’in eline geçti.

Liberal ekonomi politikası benimseyen Begin yönetimi, özel müteahhitleri “Büyük İsrail’in” inşası için teşvik etti. Ordu kamu arazilerine el koyup kâr peşinde koşan girişimcilere bu toprakları değerinin yüzde 5’i fiyatla satıyordu. Bu sayede Likud’un seçmen kitlesi orta veya alt sınıflar Batı Şeria ve Gazze’de üçte bir, hatta dörtte bir fiyata ev sahibi olabiliyordu. Güvenlik açısından riskli bölgeler diye burada kurulan işlerde vergi muafiyeti getirildi. Bu şekilde Batı Şeria’da yaşayan İsraillilerin sayısı 1977’de 3 binken 1981’de 21 bini ve 1986’da 100 bini buldu.

Likud döneminde dindar milliyetçi yerleşimcilere hem silah hem de özgürce hareket izni verildi. Onlar da kendilerini yasaların üzerinde saydı ve Filistinlilere saldırıp hayatlarını cehenneme çevirerek göçe zorlama yöntemini benimsedi. Arap karşıtı ırkçılığın ve Yahudi mesihçiliğin karışımı dini propagandalar buralarda yayıldı. Bazıları devlet içinde devlete dönüştü ve devletin laik karakterine de meydan okudu.

1973 Savaşı sonrası şekillenen İsrail ve onun Filistin politikaları, 21. yüzyıl Filistin ve İsrail’i üzerinde belirleyici olmuştur. Tam yarım yüzyıl arayla başlayan Yom Kippur Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu ve akabindeki Gazze soykırımı süre ve vahşet bakımından çok farklı olmakla birlikte, upuzun bir benzerlikler listesine de sahip. Gazze’de ateşkes ümitlerinin belirdiği bu dönemde gidişatı kestirebilmek için, 1973 Savaşı sonrası ateşkes ve zorlu barış sürecini iyi bilmek gerekir.

 

Kaynakça:

David Hirst, Silah ve Zeytin Dalı: Ortadoğu’da Şiddetin Kökenleri, İyidüşün Yayınları.

Avi Shlaim, Demir Duvar: İsrail ve Arap Dünyası, Küre Yayınları.

Ilan Pappe, Yeryüzünün En Büyük Hapishanesi: İşgal Altındaki Toprakların Tarihi, Küre Yayınları.

William Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Yayınları.