SAVAŞTA
ÇOCUK OLMAK: SURİYE ÖRNEĞİ
22-23
Mayıs 2024
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Yeryüzü
Çocukları Derneği, 25-26 Mayıs 2024 tarihinde gerçekleştireceği “Kriz
Bölgelerinde Çocuk Olmak” çalıştayında bendenizden “Savaşta Çocuk Olmak: Suriye
Örneği” başlıklı bir konuşma isteyince geçmişte yaptığım röportajlarla yetinmeyip
tanıdığım Suriyeli gençlere yeni sorular yolladım. Gelen cevapları aşağıda
paylaşıyorum.
İlkokul
ve ortaokul çağında bizzat savaşı yaşamış, bugün 20’lerine adım atmış 11 Suriyelinin
dilinden çarpıcı savaş tecrübelerini ve çocuklar üzerindeki kalıcı tesirlerini
öğrenmek için buyurunuz…
Sorularım
şunlardı: Çocukluğun nasıl geçti? Savaş sırasında neler yaşadın, neler
hissettin, neler düşündün? Savaş, hem senin hem de diğer çocukların hayatını
nasıl değiştirdi? Aile içi ilişkileriniz değiştir mi? Eğitim hayatınız ve sağlığınız nasıl etkilendi?
Türkiye’deki çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğu arasında ne gibi farklar
var?
Çalıştayda
yaptığım konuşmaya https://www.instagram.com/p/C7YpBckiI0b/
linkinden ulaşabilirsiniz.
Şam’da
doğmuş, çocukluğunu Şam Kırsalı’nda savaş altında geçirmiş, şu an Suriye’nin
kuzeyinde yaşayan bir genç:
“2013’te
savaş başladı; bazı çocuklar iki sene boyunca hiç eğitim alamadı. Çok kötüydü. Rejim
sivilleri çok şiddetli bombalıyordu. Aile boyu ölenler oldu. Çocuklar bombalar
ve füzeler altında hayatta kalmaya çalıştı. Elektrik, içme suyu ve doğru düzgün
yiyecek yemek yoktu. İneklere, koyunlara verilen hayvan yemlerini yemek zorunda
kaldılar. Bazı çocuklar savaşçılardan arta kalan yiyecekleri bulabilmek için
cepheye gittiler. Bazı çocuklar elma, muz gibi meyveleri hiç hayatlarında
görmediler. Travmaya girdiler; küçük bir seste bile ödleri patlıyordu. Okullar
bombalandığı ve eğitim imkânı olmadığı için istikballeri karardı. Bazı çocuklar
ailesinin karnını doyurabilmek için işe girmek zorunda kaldı. Bazı çocuklar
patlamayan bombaları bulup satmaya başladı ki bu çok riskli bir işti. Daha
sonra okullar açıldı; ama çocuklar okuma-yazma, matematik vs. bilmiyordu veya
unutmuştu. Bu açılan okullar da bombalanmasın diye bodrum katlarındaydı; yani
gerçek bir okul olmaktan uzaktı. Buralarda hızlandırılmış eğitim vermek zorunda
kalındı. Çocuklar her üç ayda bir sınıf atlıyordu. 2017-2018’de bazı insanlar
önce (TSK-ÖSO’nun kontrolüne giren) kuzeye, oradan Türkiye ve Avrupa’ya
gittiler. Savaş yüzünden bazı çocuklar hiçbir eğitim alamadı. O çocuklar artık
büyüdü, genç oldu. İstikballeri mahvoldu.”
2014’te
köyü Dâbık IŞİD’in kontrolüne giren, 2015’te Türkiye’ye sığınan 2005 doğumlu
bir genç:
“Savaş
altında yaşamak en temel ihtiyaçları bile karşılayamamak demektir. Okulunu
kaybedip eğitimsiz kalmak, çocukluğunu yitirmek, oynamanın ne demek olduğunu
bilmemektir. Güvenlik hissini yitirmektir. Hayaller değişir; iyi bir yerde
rahat yaşamak değil, savaşın olmadığı güvenli bir yere sığınmak tek hayal
haline gelir. Karamsarlık çöker; hep ya anneme-babama ya da bana kötü bir şey
olursa korkusu yaşarsınız, psikolojiniz bozulur.
Savaşta
çocukların bazıları ebeveynini kaybetti. Çocukluklarının geçtiği evler ya
tamamen ya kısmen yıkıldı. Bazı çocuklar yaralandı veya uzuvlarını kaybetti. İhtiyaçları
karşılamak çok zorlaştığından bazı ailelerde ilişkiler yıprandı, anne-baba
arasındaki kavgalar çocukları olumsuz etkiledi.
9
yaşındayken IŞİD memleketim Dâbık’ı ele geçirdi. IŞİD’in âdeti, girdiği köyün
okulunu karargâha çevirmekti. Evimizden 100 metre ötedeki okula da üslendi. Eğitim
imkanı kalmadı.
Her sabah
rejim uçakları gelir, bazen bombalar bazen bombalamazdı. Her uçak gelişinde babamın
en güvenli yer dediği merdiven altına sığınırdık. Köyümüz küçük olduğundan füze
atılınca tüm köy sallanırdı. Füzeler IŞİD sebebiyle atılsa da ne hikmetse genellikle
siviller hayatını kaybederdi.
Hiç unutmam,
bir gün rejimin attığı füzeyle 13 kişilik aile can verdi. Sadece o sırada evde olmayan
nine kurtuldu. Geri döndüğünde ailesinin etlerini kendi elleriyle topladı. Çünkü
insanlar füzeyle vurulduğunda sadece ölmüyor, parçalanıyordu. Babam paramparça
cesetleri görmeyelim diye evden çıkmamıza izin vermedi.
IŞİD
mesela sigara içeni ‘ıslah’ için merkezlerinde eğitip beyin yıkardı. 15-16
yaşında gençleri de İslam adı altında kandırır, silah altına alırdı. Babamın
arkadaşının 12-13 yaşındaki oğlu bile örgüt saflarına katıldı; çocuktan bir
daha haber alınamadı. IŞİD kadısıyla görüşmek için karargaha gidenler orada el
kadar çocuklar görüyordu. Bunlardan bazıları eğitim alıyor; komutan onlara
güvenirse belli bir görev veriyor ya da cepheye yolluyordu. Ailelerinin buna
karşı çıkma hakkı yoktu. IŞİD’e katılmasını kabul etmedi diye uyurken annesini
katleden bir genç bile oldu.”
15
yaşında rejim bombardımanında babasını kaybeden Hamalı genç:
“Savaş
çok kötü bir şeydir. Bir zamanlar ebeveynim ve kardeşlerimle çok mutlu bir
hayatımız vardı. Bir anda her şey altüst oldu. Babamla fırına ekmek almaya
gitmiştik. Fırında ne zaman ekmek çıksa bütün köy halkı almaya giderdi, yoksa savaş
şartlarında ekmeksiz kalırdık. Ben arkadaşlarımla oynarken bir anda 3 uçak
geldi, ödümüz patladı. Son duyduğum, babamın ‘Oğlum saklan’ sesiydi. Sonra
kendimi hastanede buldum. Hastane dediğim, birkaç doktorun yaralılara baktığı derme
çatma bir yerdi. Bombardımanda başıma 5 küçük şarapnel isabet etmiş; doktor sadece
birini çıkarabildi, dördü hala başımda.
Doktordan
çıkarken babamı sordum, annem ağlıyordu. Birlikte babamla ekmek alacağımız yere
gittik. Keşke gitmeseydim; aklımdan o manzara hiç silinmeyecek. Sadece etrafa
savrulmuş ayaklar, eller, başlar ve et parçaları gördüm. Sonra annem beni çağırıp
‘Bu ayak babanın; ayakkabısı buydu’ dedi. Babamın sadece sağ ayağını son defa
görebildik, o kadar. Babamın bir kabri yok. İnsan ölen babasını özlediğinde
kabrine gidip bir Fatiha okur, değil mi? Ama benim böyle bir imkânım hiç
olmadı. Babam öldüğünde 15 yaşındaydım; şimdi ben de babayım, annemle
kardeşlerime de bakıyorum. O gün babamla birlikte tam 300 kişi hayatını
kaybetti; hiçbirinin kabri yok. Maalesef ne hissettiğimi anlatabilecek durumda
değilim; çünkü artık hiçbir şey hissedemez oldum. Çocukluğum böyle geçti işte,
buna çocukluk denebilirse...”
Halep kırsalından
2015’te Türkiye’ye sığınan 2002 doğumlu bir genç kız:
“Savaş
altında yaşamak korkunç bir şeydir; evimizin üzerimize her an yıkılabileceği
fikri beni çok huzursuz ederdi. Sabah uyandığımda akşamı edeceğime emin
olamazdım. Ama aynı zamanda insan bir noktadan sonra en kötü duruma bile
alışıyor ve garipsemez oluyor. Biz de alıştık; sanki savaş altında yaşamak
normalmiş gibi gelmeye başladı. Dış dünyada bambaşka bir hayatın olduğu gerçeği
aklımızdan çıktı.
Çocukluğum
açıkçası pek iyi geçmedi. Savaş yüzünden birçok şeyden mahrum kaldık. Oyuncak
almak bile bizim için imkansızlaştı. Bazı bölgelerde sokaklara çıkmak çok
tehlikeliydi.
Türkiye’ye
gelmek aile içi ilişkilerimizi etkiledi. Küçükler taşıyabileceklerinden çok
daha büyük sorumluluklar üstlenmek zorunda kaldı ve bazı yerlerde ebeveynler
ile çocukların rolleri değişti.
Türkiye
ile Suriye arasında çok büyük farklar var. Türk çocukların aynı arkadaşlarla,
aynı öğretmenle, aynı okulda okuma şansı var; eğitimden mahrum kalma
ihtimalleri de yok. Ama biz okula her gün son günmüş gibi giderdik. Türk
çocukların yaşadığı yerler daha güvenli ve dolayısıyla hayatları çok daha
kaliteli.
Savaş
her şeyi değiştirdi. Hani coğrafya kaderdir denir ya, coğrafyanın değişmesiyle
benim için her şey değişti. Savaş olmasaydı ülkemde istediğim üniversite bölümüne
çok daha kolay girebilirdim; sistem değişikliği yaşamadan, dil zorluğu çekmeden
ve harç olarak tonlarca para ödemeden.”
Sorularımı
Hatay’dan bir Suriyeli hanıma yolladım. Savaşı çocukken yaşamış gençlerin cevaplarını
bana iletti. Cevabı verenlerin kimlik bilgilerini soramadım.
“Çocuktum,
savaş nedir bilmez ama çok korkardım. Özellikle babam işteyken uçak, bombalama
ve kurşun sesi duyduğumda dilim tutulur, tir tir titrerdim. Anneme koşardım;
annem babama sürekli dua eder ve ağlayarak ‘inşallah sağ salim döner’ derdi.
Sonra ortalık sakinleşince babamı beklerdik; kapıyı çaldığında annem çok mutlu
olurdu. Yine seslerden çok korktuğum bir gün babam bana neler olup bittiğini
anlattı; Suriye’de savaş var, uçaklar bombalıyor, insanlar ölüyor diye.
12
yaşındaydım; okulda kim Beşşar taraftarı kim değil diye çok tartışmalar olurdu.
Babam, sakın tartışmalara girme, sonra hapse atarlar diye beni uyarırdı. İçimde
hep büyük bir korku vardı. Okuldayken uçaklar bomba attığında dışarı kaçardık.
Yollarda insanlar oradan oraya koşar, falanca yakınım öldü diye feryat figan
ağlardı. Ezan sesleri tekbir seslerine karışırdı. Ben de ağlayarak eve
dönerdim. O anları hiç unutamıyorum. 22 yaşına geldim, Türkiye’deyim ama hala
uçak sesi duyunca çok korkarım, ellerim kaskatı kesilir, kalbim küt küt atmaya
başlar.
Çocukluğum
savaş altında geçti ve birçok okul arkadaşım öldü. Biz de sonunda Türkiye’ye sığındık.
Ama üzerinden kaç bahar geçse de içimdeki o acı hisler hiç geçmiyor.”
***
“Türkiye’deki
çocuklar ile Suriye’dekilerin çocukluğunu kıyaslamak çok zor. Savaş yaşayan bir
çocuk ile yaşamayan arasında dağlar kadar fark vardır. Suriyeliler çocukluğunu
yaşayamadı. En basit hakkından bile mahrum kaldı. Mesela babası ölen ya da
hapse düşüp bir daha haber alınamayan yahut kardeşleri veya bütün ailesi
kaybedilen ve bu hayatta tek başına kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluğu
olabilir sizce? Bir çocuğun en rahat yeri evidir; evini ve oyuncaklarını terk
etmek zorunda kalan bir çocuğun nasıl bir çocukluk hatırası olabilir ki? Allah
sizi korusun ve güvende tutsun, Türk çocukların çocukluklarını yaşadıkları
gözlerinden bile belli. Ebeveyniyle birlikte, kendi evinde, odasında,
yatağındalar. İstediği oyuncağı ve elbiseyi aldırabiliyorlar, istediğini yiyip
içiyorlar. Türk aileler çocukları için her şeyi yapıyor. Maddi durumu kötü olsa
bile en azından sizin çocuklarınız huzur içinde uyuyabiliyor. Sizin emniyet
hissiniz var, polis gördüğünüzde güven hissediyorsunuz. Suriyeli çocuklar ise
en basitinden sokakta polis görse geçmişten beri yolunu değiştirir; çünkü bizde
polis görmek emniyet hissinin kalmaması demektir.
Bildiğim
bir şey var ki o da şu: Bu dünya adil bir dünya değil. Suriyeli çocuklar
başlarını yastıklarına koyup huzur içinde uyuyamıyor, karınları çoğu zaman aç
ve korku hissediyor. Dahası, sığındıkları yerlerde insandan daha aşağı
görülüyor ve hissettiriliyor. Oysaki her çocuğun yaşama ve gülme hakkı vardır.
Savaş altındaki çocuklar unutulmuş, kendi kaderlerine terk edilmiş durumda.
Sizin çocuklarınız huzur içinde büyürken bizler sabırla, tevekkülle büyüyoruz.”
***
“Savaş hayatımı
altüst etti; daha çocuk yaşta vatanımı, dilimi, okulumu, arkadaşlarımı terk
edip başka bir ülkeye sığınmak, yeni bir dil öğrenmek, yeni bir çevre edinmek
zorunda kaldım. Çok zordu. Çoğumuzun hayatı kayıp gitti. Evet, yeni duruma
alışmaya çalıştık, yeni okullarda başarılı da olduk. Ama içimizde yitip gitme
hissi hep var. Biz kimiz, nereye aitiz, ne yaptık, suçumuz neydi diye kendi
kendimize soruyoruz. Nereye kadar istenmediğimiz bir diyarda kalmayı sürdüreceğiz,
bilmiyoruz. Bir insan, bir çocuk olarak haklarımız nelerdi, onu da bilmiyoruz.”
***
“Küçük
yaşta evimi, yatağımı, oyuncaklarımı bırakıp dilini bilmediğim yabancı bir
diyara göçmek çok kötü bir şeydi. Suriye’de çok başarılıyken Türkiye’de tek
kelime bile anlayamayan bir öğrenciye dönüştüm.
Uçak/tank
sesi duyduğumuzda ‘artık sıra bize geldi, ölmek üzereyiz’ diye düşünürdük.
Evimizi polisler bastığında babamızı alıp gidecekler, bir daha hiç görmeyeceğiz
korkusuna kapılırdık. Elektriksiz, susuz, ekmeksiz geçirdiğimiz günler… en
basit haklarımıza bile ulaşamazdık. ‘Bizim artık yaşama hakkımız yok; neden
hala ölmüyoruz?’ diye sorguladığımı hatırlıyorum. O korkunç günlerin üzerinden
yıllar geçti; ama hiçbir şey aklımdan silinmedi, silinmeyecek de.”
***
“Savaş
ve göçle birlikte aile içi ilişkiler ya çok güçlendi ya da çok zayıfladı. Fakirlik
berbat bir şey. Eskiden her şeyi olanların hayatı bir anda altüst oldu, her şeylerini
yitirdiler. Bazı çocuklar bunu kaldıramadı. Kimi ailesini bırakıp gitti, kimi içe
çekildi, kimi de bu zorlu hayatla mücadeleye girdi.
Bizim aile
içi ilişkilerimiz güçlendi; çok kayıp verdiğimiz için hayatta kalanların kıymetini
bildik. Aileden kimsenin başına bir şey gelmesin diye birbirimizi kolluyoruz. Türkiye’de
genç kızlar olarak sorumluluğumuz arttı. Özellikle büyük çocuklar çalışmak
zorunda kaldı. Ama yaşımız küçüktü; çalışma iznimiz ve haklarımız yoktu, azıcık
ücretle çalıştırıldık. Çok zor günlerdi.”
***
“Bombardımanlarda
organlarını kaybedenler var. Hatay/Reyhanlı’ya gelirseniz ayaklarını, gözlerini,
ellerini vs. kaybedenleri görürsünüz. Vücudu sağlam olanların da psikolojisi
çökük.
Suriye’de
hastaneler paralı ve tedavi için gerekli teçhizat da son derece yetersiz. Bazı
insanlar ayağı iyileşme imkânı olduğu halde parasızlıktan vaktinde tedavi
ettiremedi ve sonunda kesildi. İnsanların Suriye’de sağlığı kötü. Kamplarda
yaşamanın da bunda etkisi var. Yetersiz besleniyorlar. Yardım gelirse veya
ailede çalışan varsa yiyebiliyorlar yoksa açlar. Bombalarda kullanılan maddeler
yüzünden birçok anne engelli çocuk doğurdu; epilepsi hastaları ve böbrek
yetmezliği çekenler çoğaldı. Türkiye’de yaşayanlar en azından hastaneye
gidebiliyor; Suriye’dekiler ise tedavi imkanından mahrum.”
Kısa süre evvel Türkiye’ye üniversite okumaya gelen, savaşı Suriye’de şehirden şehre
göçerek geçirmiş 20'li yaşların başında bir genç. Babası emekli asker.
“Savaşı
başından sonuna aynı bölgede geçiren neredeyse hiçbir aile ve çocuk yoktur. Ben
3 şehir ve tam 8 okul değiştirdim ki akranlarıma göre çok daha şanslıydım. Yurtdışında yaşayan ağabeyim çalışıp bize para yolluyordu. Diğer ağabeyim ve babam da
Suriye’de çalışıyordu. O yüzden durumumuz birçoklarından daha iyiydi. Ama bir
yerde savaş başladığında ancak diğer şehre gidebiliyorduk. Ülke dışına çıkacak
kadar paramız yoktu, ebeveynim de yaşlıydı.
Ben ilkokul
3. sınıftayken savaş başladı. İlk önce Şam’a taşındık. Savaş yüzünden başkentte
bile devlet okulları çok kötüydü. 4. sınıfta okuma-yazma bilmeyen çocukları
kendi gözlerimle gördüm.
İkinci
şehre gittiğimizde ben de pastanede çalışmak zorunda kaldım. Şam’a geri
döndüğümüzde eczanede işe başladım. Hem çalışıp hem okuduğum için eğitimim
olumsuz etkilendi. Ama öğrencilerin çoğu benim gibiydi.
Ailem çok
meşguldü. Babam ve ağabeyim çalışırken annem de ev işleriyle boğuşuyordu. Çünkü
Suriye’de elektrik günde sadece iki saat gelirdi ve o sırada yemek pişirmek,
elektrikli eşyalarla yapılması gereken ev işlerini yapmak; telefonları, pilleri
ve aydınlatıcıları vs. şarja takmak zorundaydı. Su da günde birkaç saat
geliyordu.
Ekmek,
mazot, tüp, pirinç, şeker gibi temel ihtiyaçları karşılayabilmek için kuyruğa
girmek zorundaydık. Isınabilmek için mazot kullanılırdı; ama kuyruk çok uzun ve
ümitsiz vakaydı. Devletin sübvanse ettiği ekmek çok ucuzdu (normal ekmek
yaklaşık 10 kat pahalıydı); ama devletten ekmek fişi almak gerekiyordu ve bu
fiş de upuzun bir kuyruğu girmeyi gerektiriyordu. 2-3 ayda bir devlet
tarafından mutfak tüpü veriliyor ve ancak 3 hafta yetiyordu. Mecburen
elektrikle yemek pişirmek zorunda kalıyorduk. Bu da tam bir krizdi. Çünkü yemek
yeme vakti diye bir şey yoktu. Yemek ve içmek elektriğin geleceği vakte
bağlıydı. Babam ve ağabeyim çalıştığı için her gün ekmek, iki-üç ayda bir de
mazot, tüp, pirinç, şeker vs. kuyruğuna girmek zorundaydım. Bütün bunlar biz
öğrencilerin eğitim başarısını olumsuz etkiliyordu.
Savaş
altında yaşamak zordu. 2017’de IŞİD taşındığımız son şehre girdi. Rejim
tarafından kuşatıldık ve gelişigüzel bombalandık. Üzerimize yağdırılan varil
bombalarının hiçbiri IŞİD’i hedef almıyordu. Rejim havadan ölüm yağdırırken
IŞİD de karada insanları katlediyordu. Komşularımızı öldürdü. Sokak ortasında amcamın
eşinin kardeşinin kafasını kesti. Askerleri ve devlet memurlarını da sokakta
öldürüyordu. Her caddede cesetler vardı. İbret-i alem için 10 gün cesetler
sokaklarda kalır, gözümüzün önünde çürürken berbat kokardı. Bu şekilde halkın
kalbine korku salıp boyun eğdirirlerdi. O korkunç manzaralar karşısında şoka
uğrar, ne yapacağımızı bilemezdik. Henüz lise çağına girmiştim ve o manzaralar
hafızama kazındı, çok kötü etkilendim.
Türkiye ve
Suriye’deki çocukluk arasındaki farka gelince, Suriyeli çocukların cep telefonu
yoktu. Oynamak için de, ders için de ebeveynimizin telefonunu kullanırdık. Üniversite için buraya gelince ağabeyim bana ilk laptopu ve cep telefonunu aldı. Suriye’de
sizdeki gibi serbest bir sosyal medya yoktu. İnternet de, bağlanılan siteler de
sınırlıydı; birçok internet sitesi yasaklıydı. Teknolojinin ve sosyal medyanın
yokluğunda güzel bir toplumsal hayatımız vardı. Yaşadığımız zorluklar biz Suriyeli
çocukları daha güçlü kıldı ve sorumluluk sahibi yaptı.
Devrim
ve akabinde tutuklamalar başladığında ebeveynler çocuklarının geleceğinden korkup
onları dini eğitimden ve camiden uzak tuttu. Bu süreçte cehalet iyice yayıldı.
Devletin adamları ise Allah’a ve dine küfür ve lanet etmeye başladı; sosyal
medyada da benzer bir cereyan vardı. Rejim bölgesindekiler 2011-2017 arası internetten
de, camiden de dini eğitim alamadı. (2017’de Fethi Safi isimli bir şeyh ortaya
çıktı, cami cami gezip vaaz verdi. Bundan sonra insanlar yavaş yavaş dine meyledip
camiye gitmeye başladı.) Böyle bir ortamda çocukların dini ve ahlaki seviyesi
iyice geriledi. Okullarda bile birçok öğretmen edeben ve ahlaken ağza
alınmayacak küfürler ederdi. Savaşta dinden uzaklaşan önemli bir kitle oldu.
5-6 yaşında küçücük çocuklar Allah’a küfrediyordu. Teröristlikle yaftalanıp
tutuklanma korkusuyla Allah’a küfredenlere bir şey diyemiyorduk.
Aile
ilişkileri de çok değişti. Çünkü savaş yüzünden insanlar her şeylerini kaybedip
göç etmek ve akrabalarının evlerine sığınıp birlikte yaşamak zorunda kaldı.
Büyük ailevi ve toplumsal problemler ortaya çıktı. Kalabalıklık ve fakirlik
yüzünden boşanmalar iyice arttı. Problemlerin ana kaynağı cehaletti, hem dini
hükümler hem de insanlara muamele kurallarında bilgisizlik büyüktü. Suriye’de
insanlar ailesini geçindirebilmek için iki-üç işte çalışmak zorunda olduğundan
öğrenmeye, eğitime hiç vakitleri kalmadı. Fakirlik ailevi ilişkileri en çok
etkileyen faktördü.
Savaş ve
eğitimimin gecikmesi sağlığımı değil, psikolojimi olumsuz etkiledi; ama İslami
eğilimim sayesinde yavaş yavaş düzeldim. Peygamber Efendimizin de başına
musibetler geldiğini bildiğimden sabredebildim… Nice Suriyelinin gözlerini,
kollarını, bacaklarını veya akıl sağlığını kaybettiğini veya öldüğünü düşününce
benim başıma gelen musibetler bir hiç.
Savaşın
benim açımdan olumlu tarafı şu oldu: Arapçayı çok iyi kullanan ve şiir
yazanlarla dolu bir muhitte büyüdüm. Bu sayede -okul eğitimim sıkıntılarla dolu
olsa da- anadilimi çok geliştirip zenginleştirdim.”