IRAK’TAN
UKRAYNA’YA SAVAŞ-MEDYA İLİŞKİSİNDE ÇARPICI DEĞİŞİM
Zahide
Tuba Kor
Üsküdar
Kültür, Sanat ve Medeniyet dergisi, 14. Sayı, 2022/1, sf. 105-110
https://independent.academia.edu/UskudarDergisi
linkinden dergideki tüm yazılara ulaşabilirsiniz.
NOT:
Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla
kullanabilirsiniz.
Özet: “Batı’nın
kendisinden olanı savunma noktasında geçmişten bugüne hep bir tutarlılık içinde
olduğunu kim inkâr edebilir? Peki, bizler konu kendi coğrafyamız olduğunda aynı
hassasiyetle ve iç tutarlılıkla yaklaşabildik mi?”
Tanzanya’ya
bağlı Zanzibar adasından Nisan ayında dönen arkadaşım Ayşenur Gönen, herkesin
Ukrayna savaşını konuştuğunu ve Ukraynalı mülteciler için çok dertlendiklerini
anlattı. Zanzibarlılara bir benzerinin on yıldır Suriye’de yaşandığını, tıpkı
Ukraynalılar gibi milyonlarca Suriyelinin hem Rus hem de kendi rejimlerinin
bombardımanından kaçarak Türkiye’ye ve komşu ülkelere sığındığını anlattığında
şaşırıp kalmışlar. Müslüman olan ada sakinleri, Suriye diye bir devlet olduğunu
hayatlarında ilk kez duymuşlar. Bunu öğrendiğimde savaş ve medya ilişkisinde
dünyada yepyeni bir sayfanın açıldığını fark ettim.
1991
Körfez Savaşı, CNN International üzerinden 24 saat naklen yayınlarla
dünyaya sunulan ilk savaştı. Tam da Soğuk Savaş’ın sona ermekte olduğu bir
dönemde Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin rejimi 20. yüzyılın en ağır -yani
askerî tarihin en yoğun- bombardımanıyla 42 günde dize getirilirken ekranlardan
Amerikan gücünün yenilmezliği ve “Yeni Dünya Düzeni” cümle âleme ilan
ediliyordu. 80 binden fazla sortinin yapıldığı ve 60 milyon kilodan fazla
bombanın atıldığı bu savaşta görevli iliştirilmiş gazetecilerin yayınlarında
tabii ki Irak’ın aldığı akıl almaz yıkım ve halkın yaşadığı dehşet yoktu. Zafer
sahanın gerçekleriyle lekelenmemeliydi. Keza Kuveyt işgali nedeniyle konan, ama
Irak askerleri 6 ay sonra geri çekildiği halde 12 yıl boyunca kaldırılmayan
ambargoların nasıl halkı sefalete sürüklediği, yüz binlerce bebeğin canını
aldığı, kültürel hayatı ve eğitim sistemini mahvettiği de medyaya yansımayacaktı.
ABD’nin Saddam
Hüseyin’i devirme ve “Yeni Amerikan Yüzyılı”nı tesis etme hayaliyle giriştiği
2003 Irak işgalinin ağır bilançosu da küresel medyanın ilgisine mazhar
olmayacaktı. Ne de olsa Iraklılar, Amerikan işgali sayesinde Saddam gibi bir
diktatörden kurtulup “özgürlük ve refah”a kavuşacaklardı! Sonrasında yıllar
boyu oluk gibi akacak kan mı? Bu tabii ki “medeniyet görmemiş” Arapların “vahşi
tabiat”ından ve “geri kalmışlığı”ndan kaynaklıydı!
Naklen
yayınlarla savaşların seyirlik bir nesneye dönüşmesinin üzerinden 30 yıl
geçmişti ki Ukrayna Savaşı bir milat oldu. İlk kez bir savaşın sivil halk ve
şehirler üzerindeki ağır tahribatı, hem geleneksel medyada naklen yayınlarla
hem de sosyal medyada teyitsiz, bol dezenformasyonlu anlık paylaşımlarla gözler
önüne serildi. İlk kez savaşın kurbanı olan ölenler, yaralananlar ve mülteciler
birer istatistik malzemesi olmaktan çıkıp hikâyeleri zikredilmeye değer birer
özneye dönüştü. Bu bağlamda ilk kez savaştan kaçarak canını kurtarmaya çalışan
sivillere dünyanın dört bir yanından muhabirler mikrofon uzattı, Rus işgalci
eliyle yaşadıkları dehşete kulak verildi. Dahası, herkesin kendi mecrasında bir
muhabir hüviyetine bürünebildiği iletişim teknolojileri çağında ilk kez savaş
mağduru Ukraynalıların çektiği görüntüler sosyal medya şirketlerinin nefret
söylemi ve kışkırtma gibi sansürlerine takılmadan dünyaya ulaştı. Bu sayede
Ukraynalılar, dünya çapında yoğun bir propaganda eşliğinde bir empati ve sempati
odağına dönüştü. Yıllardır mültecilere karşı sınırlarına duvar ören devletler,
Rus saldırganlığına maruz kalmış kendi bağırlarından çıkan “beyaz, Batılı,
medeni” masumlara kapılarını açma yarışına girdi.
Medyanın
işgalcinin askerî-siyasî zaferlerini bırakıp da savaşın sahadaki yıkıcılığına
ve sivillerin travmalarına odaklanması çok önemli bir gelişme. Bizler ilk kez
savaşın gerçek yüzünü idrak ediyoruz. Yani Ortadoğu’nun her cephesinde görev
yapmış İngiliz savaş muhabiri Robert Fisk’in deyimiyle, “savaşın aslında zafer
veya yenilgi değil, ölüm ve ölümün ızdırabıyla ilgili olduğu”na, “insan ruhunun
topyekûn başarısızlığını temsil ettiği”ne şahit oluyoruz (Büyük Medeniyet
Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi, s.18). Ancak bu doğru ve gecikmiş değişimin
temel saiki, Batı medyasının habercilik zihniyetindeki hakiki bir dönüşümden
ziyade, saldırganın bu defa ABD değil de Rusya olması ve savaşın NATO’nun
sınırlarında patlak verip Batı çıkarlarını tam kalbinden vurması ve küresel
sistemin geleceğini şekillendirecek olması.
Dünya medyasının
Ukrayna’da görece daha rahat görevini icra edip yaşananları belgeleyebilmesi de
bu değişimi kolaylaştıran faktörlerden. Bir mukayese yapmak gerekirse, Suriye’de
Esed rejimini parlatan yerli ve yabancı medya organları dışında tarafsız
muhabirlerin iş yapması son derece zordu. Sahada haber yapan gazeteciler kâh
rejimin ve dış müttefiklerinin, kâh IŞİD’in, kâh diğer örgütlerin
saldırılarının kurbanı oldular, vahşice katledildiler. Gerçekleri dünyaya
yaymaya çalışan Suriyeli gazeteciler kısıtlı teknik imkânlarla çok zor şartlarda
ve kelle koltukta görev yaptılar. Kısaca Suriye’den dünyaya bilgi akışı sınırlı
kaldı. Tam da bu yüzden Suriyelilerin neler yaşadıkları pek bilinmedi,
anlaşılmadı.
Diğer
bir yenilik de, Filistin-İsrail çatışması veya Irak ve Afganistan savaşları söz
konusu olduğunda “objektif habercilik”, işgalci safında durmayı veya en azından
tarafsız kalmayı gerektirirken ve aksi bir duruş “terör destekçiliği” anlamına
gelirken, Ukrayna’da işgale uğrayanı var gücüyle savunmak haline geldi. İsrail
yanlısı Batı basını tarafından Filistinli çocukların taş atması bir terör
eylemi ve 15 yıldır abluka altında yaşayan Gazzelilerin ucuna yanıcı madde
bağlayıp İsrail tarafına saldıkları uçurtmalar ve balonlar füzeye eşdeğer gibi
sunulurken bir de baktık ki Ukraynalıların Molotof kokteyli hazırlayıp
işgalcisine karşı kullanması vatanseverliğin bir alameti sayılıp naklen
yayınlarda göklere çıkarıldı. Ortadoğu’da yabancı savaşçı olgusu terörizmle
eşitlenirken Zelenski’nin gönüllü yabancı savaşçılara kapıları açması ayakta alkışlandı.
İsrail’in ihlallerini dünya kamuoyunun dikkatine sunan Filistinlilerin sosyal
medya hesapları nefret söylemi, kışkırtma, saldırgan içerik, teröre destek vs.
kapsamına sokularak sansüre uğrar ve hatta kapatılırken, Ukraynalıların işgalci
Rusya aleyhine yayınları -hakikaten kışkırtıcı, saldırgan ve dezenformatik bile
olsa- her türlü hoşgörüyü hak etti. Kısaca Filistinlilerin vatan savunması veya
Suriyelilerin kendilerini katleden rejimlerine karşı direnişi terörizmin
zirvesi sayılırken Ukrayna’yı savunmak kutlu bir davaya dönüştü.
Bu 180
derecelik tutum değişikliğini sadece medyada görmüyoruz. Suriye’de kendi rejiminin
ve Rusların hava bombardımanıyla katledilen bir halka sahada dengeleri
değiştirecek türde silahlar on yıldır bilinçli olarak verilmezken Batı’dan her
türlü gelişmiş silah Ukrayna ordusuna ve paramiliter güçlere aktı. İsrail
bombalarıyla defalarca yıkılan Gazze’ye inşaat malzemesi yollamak terörü
cesaretlendireceği gerekçesiyle yıllardır engellenirken Ukrayna’nın yeniden
inşası için çoktan kollar sıvandı. İsrail’in işgaline, katliamlarına ve
uluslararası hukuku ihlallerine karşı 70 yıldır kılını bile kıpırdatmayan,
dahası Batılı sivil toplumun İsrail’e karşı kurduğu BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırım)
hareketini yasaklamaya ve İsrail’e boykot uygulamaya kalkışan bireyleri ve
kurumları cezalandırmaya tevessül eden Batı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali
karşısında hem kendi hem de dünya ekonomisini altüst etme pahasına derhal en
ağırından türlü türlü yaptırımlara başvurdu.
İşgalciye
ve işgal edilene, işgale uğrayanın kendini savunma hakkına ve mültecilere
bakışın her devletin kendi kimliği, çıkarları ve değerleriyle bağlantılı olduğu
aşikâr. Ukrayna savaşı bu bakımdan oldukça öğretici. Evet, Batı’nın
ikiyüzlülüğünü faş etti. Ancak medyanın propaganda tarzındaki değişimi iyi okursak,
Batı’nın kendisinden olanı savunma noktasında geçmişten bugüne hep bir
tutarlılık içinde olduğunu kim inkâr edebilir? Peki, bizler konu kendi
coğrafyamız olduğunda aynı hassasiyetle ve iç tutarlılıkla yaklaşabildik mi?
En başa
dönelim. Batı’nın Ukrayna için dönen propaganda çarkları sayesinde Hint
Okyanusu’ndaki Zanzibar’da bile Rus işgali makes bulurken ada sakinlerinin
Suriye(liler)den bîhaber oluşları garip geldiyse, güney komşumuz Iraklıların
1991’den ve Suriyelilerin 2011’den bu yana neler yaşadığını Türk halkı olarak
bilmeyişimiz çok daha acayip. Ülkemizde Suriyeliler hakkında kamuoyunda
yerleşik kanaatlerin %90-95’inin yalan ve yanlış olduğunu biliyor muyuz?
Suriyelilerle
tek bir gün dahi empati kuramamış kitleler bugün Ukraynalılara üzülüp sempati
besleyebiliyorsa bu, medyamızın Batılı muadillerine ayak uydurup sahaya muhabirler
yollaması ve insanî bir yayın çizgisine geçip Ukraynalılara mikrofon uzatması
sayesinde. Bu bakımdan Suriyeliler çok bahtsız. Evet, tehlikeli olduğundan
Suriye içine muhabirler gönderemedik. Ama muhabirlerimiz, Türkiye’ye
sığındıklarında kendilerine neler yaşadınız da vatanınızı ve sahip olduğunuz
her şeyi terk etmek zorunda kaldınız diye tek bir kere bile sormadı. Medyamız
görevini doğru düzgün yapmadı diye kızma hakkımız baki. Peki biz, Suriyeliler
apartman komşumuz veya okul veya mesai arkadaşımız olduklarında hikâyelerini
öğrenmeye hiç tenezzül ettik mi?
Bir dış
gücün işgaline karşı vatan savunması ile iç savaş -yani kardeşin kardeşi
öldürmek zorunda kaldığı cinnet hali- arasındaki muazzam farkı bile idrak
edemedik. Rejimin havadan yağdırdığı varil bombalarıyla tam bir ölüm ve yıkım
aygıtına dönüştüğü bir ortamda, karada en yiğit savaşçının bile MANPAD’ler vs. olmadan
direnemeyeceğini düşünemedik. Bütün imkânsızlıklara rağmen rejimle savaşırken felç
kalmış, kolu bacağı kopmuş, kör olmuş Suriyeli genç erkekleri de, eşlerini veya
babalarını cephelerde yitirmiş dul ve yetimleri de hiç fark edemedik. Hala
Suriyelilere “Ukrayna’nın kadınları bile vatanları için yiğitçe savaşırken siz
haince ve korkakça kaçtınız” diyebiliyoruz. Suriyelilerin kendi rejimleri
eliyle her şeylerini yitirdiklerini bile bilmiyoruz. İşte bu, Suriye sahasında
neler olup bittiğinden ve Suriyelilerin hayatından habersizliğimizin en çarpıcı
kanıtı.
Ukrayna
savaşının kanaatimce en önemli sonucu, sivil-insanî olanın en az askerî-güvenlik
unsurları kadar önem taşıdığını ve olayları masa başında yorumlayanların değil
içeriden, sahadan bilgi ulaştıranların değerli olduğunu bize göstermesi. Unutmayın,
masa başında gelişmeleri yorumlayanlar, Rus ordusu Ukrayna kapısına
dayandığında bile bize hepsi ABD’nin bir uydurması, Rusya’nın işgal etme
ihtimali yok diyorlardı.