3 Eylül 2022 Cumartesi

Z.T.KOR: IRAK’TAN UKRAYNA’YA SAVAŞ-MEDYA İLİŞKİSİNDE ÇARPICI DEĞİŞİM


IRAK’TAN UKRAYNA’YA SAVAŞ-MEDYA İLİŞKİSİNDE ÇARPICI DEĞİŞİM

Zahide Tuba Kor

Üsküdar Kültür, Sanat ve Medeniyet dergisi, 14. Sayı, 2022/1, sf. 105-110

https://independent.academia.edu/UskudarDergisi linkinden dergideki tüm yazılara ulaşabilirsiniz.


NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.

 

Özet: “Batı’nın kendisinden olanı savunma noktasında geçmişten bugüne hep bir tutarlılık içinde olduğunu kim inkâr edebilir? Peki, bizler konu kendi coğrafyamız olduğunda aynı hassasiyetle ve iç tutarlılıkla yaklaşabildik mi?”

 

Tanzanya’ya bağlı Zanzibar adasından Nisan ayında dönen arkadaşım Ayşenur Gönen, herkesin Ukrayna savaşını konuştuğunu ve Ukraynalı mülteciler için çok dertlendiklerini anlattı. Zanzibarlılara bir benzerinin on yıldır Suriye’de yaşandığını, tıpkı Ukraynalılar gibi milyonlarca Suriyelinin hem Rus hem de kendi rejimlerinin bombardımanından kaçarak Türkiye’ye ve komşu ülkelere sığındığını anlattığında şaşırıp kalmışlar. Müslüman olan ada sakinleri, Suriye diye bir devlet olduğunu hayatlarında ilk kez duymuşlar. Bunu öğrendiğimde savaş ve medya ilişkisinde dünyada yepyeni bir sayfanın açıldığını fark ettim.

1991 Körfez Savaşı, CNN International üzerinden 24 saat naklen yayınlarla dünyaya sunulan ilk savaştı. Tam da Soğuk Savaş’ın sona ermekte olduğu bir dönemde Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin rejimi 20. yüzyılın en ağır -yani askerî tarihin en yoğun- bombardımanıyla 42 günde dize getirilirken ekranlardan Amerikan gücünün yenilmezliği ve “Yeni Dünya Düzeni” cümle âleme ilan ediliyordu. 80 binden fazla sortinin yapıldığı ve 60 milyon kilodan fazla bombanın atıldığı bu savaşta görevli iliştirilmiş gazetecilerin yayınlarında tabii ki Irak’ın aldığı akıl almaz yıkım ve halkın yaşadığı dehşet yoktu. Zafer sahanın gerçekleriyle lekelenmemeliydi. Keza Kuveyt işgali nedeniyle konan, ama Irak askerleri 6 ay sonra geri çekildiği halde 12 yıl boyunca kaldırılmayan ambargoların nasıl halkı sefalete sürüklediği, yüz binlerce bebeğin canını aldığı, kültürel hayatı ve eğitim sistemini mahvettiği de medyaya yansımayacaktı.

ABD’nin Saddam Hüseyin’i devirme ve “Yeni Amerikan Yüzyılı”nı tesis etme hayaliyle giriştiği 2003 Irak işgalinin ağır bilançosu da küresel medyanın ilgisine mazhar olmayacaktı. Ne de olsa Iraklılar, Amerikan işgali sayesinde Saddam gibi bir diktatörden kurtulup “özgürlük ve refah”a kavuşacaklardı! Sonrasında yıllar boyu oluk gibi akacak kan mı? Bu tabii ki “medeniyet görmemiş” Arapların “vahşi tabiat”ından ve “geri kalmışlığı”ndan kaynaklıydı!

Naklen yayınlarla savaşların seyirlik bir nesneye dönüşmesinin üzerinden 30 yıl geçmişti ki Ukrayna Savaşı bir milat oldu. İlk kez bir savaşın sivil halk ve şehirler üzerindeki ağır tahribatı, hem geleneksel medyada naklen yayınlarla hem de sosyal medyada teyitsiz, bol dezenformasyonlu anlık paylaşımlarla gözler önüne serildi. İlk kez savaşın kurbanı olan ölenler, yaralananlar ve mülteciler birer istatistik malzemesi olmaktan çıkıp hikâyeleri zikredilmeye değer birer özneye dönüştü. Bu bağlamda ilk kez savaştan kaçarak canını kurtarmaya çalışan sivillere dünyanın dört bir yanından muhabirler mikrofon uzattı, Rus işgalci eliyle yaşadıkları dehşete kulak verildi. Dahası, herkesin kendi mecrasında bir muhabir hüviyetine bürünebildiği iletişim teknolojileri çağında ilk kez savaş mağduru Ukraynalıların çektiği görüntüler sosyal medya şirketlerinin nefret söylemi ve kışkırtma gibi sansürlerine takılmadan dünyaya ulaştı. Bu sayede Ukraynalılar, dünya çapında yoğun bir propaganda eşliğinde bir empati ve sempati odağına dönüştü. Yıllardır mültecilere karşı sınırlarına duvar ören devletler, Rus saldırganlığına maruz kalmış kendi bağırlarından çıkan “beyaz, Batılı, medeni” masumlara kapılarını açma yarışına girdi.

Medyanın işgalcinin askerî-siyasî zaferlerini bırakıp da savaşın sahadaki yıkıcılığına ve sivillerin travmalarına odaklanması çok önemli bir gelişme. Bizler ilk kez savaşın gerçek yüzünü idrak ediyoruz. Yani Ortadoğu’nun her cephesinde görev yapmış İngiliz savaş muhabiri Robert Fisk’in deyimiyle, “savaşın aslında zafer veya yenilgi değil, ölüm ve ölümün ızdırabıyla ilgili olduğu”na, “insan ruhunun topyekûn başarısızlığını temsil ettiği”ne şahit oluyoruz (Büyük Medeniyet Savaşı: Ortadoğu’nun Fethi, s.18). Ancak bu doğru ve gecikmiş değişimin temel saiki, Batı medyasının habercilik zihniyetindeki hakiki bir dönüşümden ziyade, saldırganın bu defa ABD değil de Rusya olması ve savaşın NATO’nun sınırlarında patlak verip Batı çıkarlarını tam kalbinden vurması ve küresel sistemin geleceğini şekillendirecek olması.

Dünya medyasının Ukrayna’da görece daha rahat görevini icra edip yaşananları belgeleyebilmesi de bu değişimi kolaylaştıran faktörlerden. Bir mukayese yapmak gerekirse, Suriye’de Esed rejimini parlatan yerli ve yabancı medya organları dışında tarafsız muhabirlerin iş yapması son derece zordu. Sahada haber yapan gazeteciler kâh rejimin ve dış müttefiklerinin, kâh IŞİD’in, kâh diğer örgütlerin saldırılarının kurbanı oldular, vahşice katledildiler. Gerçekleri dünyaya yaymaya çalışan Suriyeli gazeteciler kısıtlı teknik imkânlarla çok zor şartlarda ve kelle koltukta görev yaptılar. Kısaca Suriye’den dünyaya bilgi akışı sınırlı kaldı. Tam da bu yüzden Suriyelilerin neler yaşadıkları pek bilinmedi, anlaşılmadı.

Diğer bir yenilik de, Filistin-İsrail çatışması veya Irak ve Afganistan savaşları söz konusu olduğunda “objektif habercilik”, işgalci safında durmayı veya en azından tarafsız kalmayı gerektirirken ve aksi bir duruş “terör destekçiliği” anlamına gelirken, Ukrayna’da işgale uğrayanı var gücüyle savunmak haline geldi. İsrail yanlısı Batı basını tarafından Filistinli çocukların taş atması bir terör eylemi ve 15 yıldır abluka altında yaşayan Gazzelilerin ucuna yanıcı madde bağlayıp İsrail tarafına saldıkları uçurtmalar ve balonlar füzeye eşdeğer gibi sunulurken bir de baktık ki Ukraynalıların Molotof kokteyli hazırlayıp işgalcisine karşı kullanması vatanseverliğin bir alameti sayılıp naklen yayınlarda göklere çıkarıldı. Ortadoğu’da yabancı savaşçı olgusu terörizmle eşitlenirken Zelenski’nin gönüllü yabancı savaşçılara kapıları açması ayakta alkışlandı. İsrail’in ihlallerini dünya kamuoyunun dikkatine sunan Filistinlilerin sosyal medya hesapları nefret söylemi, kışkırtma, saldırgan içerik, teröre destek vs. kapsamına sokularak sansüre uğrar ve hatta kapatılırken, Ukraynalıların işgalci Rusya aleyhine yayınları -hakikaten kışkırtıcı, saldırgan ve dezenformatik bile olsa- her türlü hoşgörüyü hak etti. Kısaca Filistinlilerin vatan savunması veya Suriyelilerin kendilerini katleden rejimlerine karşı direnişi terörizmin zirvesi sayılırken Ukrayna’yı savunmak kutlu bir davaya dönüştü.

Bu 180 derecelik tutum değişikliğini sadece medyada görmüyoruz. Suriye’de kendi rejiminin ve Rusların hava bombardımanıyla katledilen bir halka sahada dengeleri değiştirecek türde silahlar on yıldır bilinçli olarak verilmezken Batı’dan her türlü gelişmiş silah Ukrayna ordusuna ve paramiliter güçlere aktı. İsrail bombalarıyla defalarca yıkılan Gazze’ye inşaat malzemesi yollamak terörü cesaretlendireceği gerekçesiyle yıllardır engellenirken Ukrayna’nın yeniden inşası için çoktan kollar sıvandı. İsrail’in işgaline, katliamlarına ve uluslararası hukuku ihlallerine karşı 70 yıldır kılını bile kıpırdatmayan, dahası Batılı sivil toplumun İsrail’e karşı kurduğu BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırım) hareketini yasaklamaya ve İsrail’e boykot uygulamaya kalkışan bireyleri ve kurumları cezalandırmaya tevessül eden Batı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında hem kendi hem de dünya ekonomisini altüst etme pahasına derhal en ağırından türlü türlü yaptırımlara başvurdu.

İşgalciye ve işgal edilene, işgale uğrayanın kendini savunma hakkına ve mültecilere bakışın her devletin kendi kimliği, çıkarları ve değerleriyle bağlantılı olduğu aşikâr. Ukrayna savaşı bu bakımdan oldukça öğretici. Evet, Batı’nın ikiyüzlülüğünü faş etti. Ancak medyanın propaganda tarzındaki değişimi iyi okursak, Batı’nın kendisinden olanı savunma noktasında geçmişten bugüne hep bir tutarlılık içinde olduğunu kim inkâr edebilir? Peki, bizler konu kendi coğrafyamız olduğunda aynı hassasiyetle ve iç tutarlılıkla yaklaşabildik mi?

En başa dönelim. Batı’nın Ukrayna için dönen propaganda çarkları sayesinde Hint Okyanusu’ndaki Zanzibar’da bile Rus işgali makes bulurken ada sakinlerinin Suriye(liler)den bîhaber oluşları garip geldiyse, güney komşumuz Iraklıların 1991’den ve Suriyelilerin 2011’den bu yana neler yaşadığını Türk halkı olarak bilmeyişimiz çok daha acayip. Ülkemizde Suriyeliler hakkında kamuoyunda yerleşik kanaatlerin %90-95’inin yalan ve yanlış olduğunu biliyor muyuz?

Suriyelilerle tek bir gün dahi empati kuramamış kitleler bugün Ukraynalılara üzülüp sempati besleyebiliyorsa bu, medyamızın Batılı muadillerine ayak uydurup sahaya muhabirler yollaması ve insanî bir yayın çizgisine geçip Ukraynalılara mikrofon uzatması sayesinde. Bu bakımdan Suriyeliler çok bahtsız. Evet, tehlikeli olduğundan Suriye içine muhabirler gönderemedik. Ama muhabirlerimiz, Türkiye’ye sığındıklarında kendilerine neler yaşadınız da vatanınızı ve sahip olduğunuz her şeyi terk etmek zorunda kaldınız diye tek bir kere bile sormadı. Medyamız görevini doğru düzgün yapmadı diye kızma hakkımız baki. Peki biz, Suriyeliler apartman komşumuz veya okul veya mesai arkadaşımız olduklarında hikâyelerini öğrenmeye hiç tenezzül ettik mi?

Bir dış gücün işgaline karşı vatan savunması ile iç savaş -yani kardeşin kardeşi öldürmek zorunda kaldığı cinnet hali- arasındaki muazzam farkı bile idrak edemedik. Rejimin havadan yağdırdığı varil bombalarıyla tam bir ölüm ve yıkım aygıtına dönüştüğü bir ortamda, karada en yiğit savaşçının bile MANPAD’ler vs. olmadan direnemeyeceğini düşünemedik. Bütün imkânsızlıklara rağmen rejimle savaşırken felç kalmış, kolu bacağı kopmuş, kör olmuş Suriyeli genç erkekleri de, eşlerini veya babalarını cephelerde yitirmiş dul ve yetimleri de hiç fark edemedik. Hala Suriyelilere “Ukrayna’nın kadınları bile vatanları için yiğitçe savaşırken siz haince ve korkakça kaçtınız” diyebiliyoruz. Suriyelilerin kendi rejimleri eliyle her şeylerini yitirdiklerini bile bilmiyoruz. İşte bu, Suriye sahasında neler olup bittiğinden ve Suriyelilerin hayatından habersizliğimizin en çarpıcı kanıtı.

Ukrayna savaşının kanaatimce en önemli sonucu, sivil-insanî olanın en az askerî-güvenlik unsurları kadar önem taşıdığını ve olayları masa başında yorumlayanların değil içeriden, sahadan bilgi ulaştıranların değerli olduğunu bize göstermesi. Unutmayın, masa başında gelişmeleri yorumlayanlar, Rus ordusu Ukrayna kapısına dayandığında bile bize hepsi ABD’nin bir uydurması, Rusya’nın işgal etme ihtimali yok diyorlardı.