28 Temmuz 2024 Pazar

Z.T.KOR: GAZZE İLE İLGİLİ BU HABERİ MUHTEMELEN NEDEN OKUMAYACAKSINIZ?

 

GAZZE İLE İLGİLİ BU HABERİ MUHTEMELEN NEDEN OKUMAYACAKSINIZ? 

Zahide Tuba Kor

Fayn Press, 25.7.2024

https://www.fayn.press/gazze-ile-ilgili-bu-haberi-neden-okumayacaksiniz/

 

NOT: Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri ancak kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.

 

Spot: İsrail, ateşkese gitmek bir yana dursun saldırılarını git gide artırırken Filistin meselesi neden artık tepki çekmiyor? Sebebi yaz rehaveti mi, her gün değişen gündem mi yoksa “Türk tabiatı” bunu mu gerektiriyor? 

Tarih, 13 Temmuz 2024; yer, Han Yunus’un batısında İsrail’in sözde “güvenli bölge” ilan ettiği el-Mevasi. 80 binden fazla Gazzelinin çadırlarıyla dolu alana İsrail’in yaptığı saldırı öylesine dehşet vericiydi ki çığlık ve tekbir sesleri altında göğe yükselen kara kesif duman, 2020’de Beyrut Limanı’ndaki 2750 ton amonyum nitrat dolu deponun patlama anını hatırlattı. 

Biden yönetiminin uzun süre direnip sonunda İsrail’e yolladığı 900 kiloluk bombaların ve füzelerin hedefi, güya Hamas’ın askeri kanadı İzzettin Kassam Tugayları komutanı Muhammed Deyf’ti. (Tabii ya, İsrail’in defalarca suikast girişiminden kurtulmuş, 2014’te eşini ve çocuğunu İsrail saldırısında yitirmiş Deyf, öyle saf ve akılsızdı ki -yerin üstünde ajanlar cirit atarken ve kendisini ararken- tünellerden çıkıp Hamaslı komutanlarla toplantı yapacak, direniş planları hazırlayacaktı!)

Dokuz aydır kesintisiz, yıllardır da belli aralıklarla İsrail bombalarını ve füzelerini tatmaya alışmış Gazzeli tanıklar, “Ömrümüzde böyle bir katliam görmedik; manzarayı tasvir mümkün değil” diyorlardı. “Yer deprem gibi sarsılmış, toz dumandan gökyüzü kararmıştı.” 

Saldırı mekânında 18 metre çapında koca bir krater açılırken kumlar birçok çadırı içindekilerle birlikte yuttu. Gazzeliler o kraterin dört bir yanını elleriyle veya kazma küreklerle kazarak yakınlarını bulmaya çalıştı. Kumların yuttukları şanslı sayılırdı; bir kısmı sağ çıktı, ölenler de tek veya birkaç parçaydı. Diğerlerinin ise bedenleri patlamanın etkisiyle paramparça etrafa savrulup sağ kalanların üzerine yağdı, kimisi yandı. Krater ve çevresinde hiçbir şey kalmadı… 

Saldırı sonrası yaralıları kurtarmaya koşan sivil savunma ekipleri ve ambulansların, havadaki SİHA’larca bombalanarak olay mahalline ulaşmaları tam yirmi dakika engellendi. İnsanlar yaralılarını at ve eşek arabalarına doldurup kendi imkanlarıyla hastanelere götürmeye çalıştı. SİHA’lar gökyüzünden çekildikten sonra cenazeler üst üste ambulanslara dolduruldu.

Saldırılarda yüzlerce çadırın yanı sıra bir yardım dağıtım merkezi, deniz suyunu tuzdan arındırma tesisi ve gıda dağıtım yeri de kullanılamaz hale geldi. Aynı gün Şati mülteci kampında açık alanda cemaatle namaz kılan kalabalık da vuruldu, yine bir yığın Gazzeli namazda öldürüldü ve yaralandı. 

Peki ama neden?

Kaybetmeye ve düşmanının taleplerini de gözeten bir ateşkese varmaya hiç alışkın ve hazır olmayan İsrail, içte ve dışta artan baskıya rağmen, “Hiçbir hedefine ulaşamadan savaşı bitirdi” gibi gözükmemek için saldırılarını akıl almaz boyutlara taşıdı. Öyle ki yakıcı sıcaklarda açlık, susuzluk ve hastalıklara eşlik eden çılgınca bombardımanlar ve katliamlar altında Gazzeliler dokuz ayın en kötü günlerini yaşadıklarını söylüyorlar. 

Ama ne “güvenli bölge” el-Mevasi’deki ne de diğer yerlerdeki katliamlar ABD Başkan Adayı Donald Trump’a yönelik suikast girişimi, evsiz köpekler ya da Avrupa Futbol Şampiyonası kadar gündemimiz oldu. 

Peki ama Gazze’ye bu ilgisizlik neden?

Bunun hem zamanlamayla hem “Türk tabiatımız”la hem de ideolojik konumumuz ve inançlarımızla bağlantılı çeşitli gerekçeleri var.

Ateş saçan havalarda ateş altındaki Gazze

Zamanlamayla başlayalım… 

Gazze gündemini diri tutmaya çalışan programlar ve çalışmalar, yaz aylarının gelmesiyle büyük ölçüde sonlandı. Kimse havalar mevsim normallerinin üstünde ateş saçarken bir de ateş altındaki Gazze’nin bunaltıcı gündemini takip etmeye gönüllü değil. Dahası 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası varken, çeyrek finalde elenip Avrupa’yı futbolla “fethetme” imkanını kaçırsak da, Gazze’nin ve Ortadoğu’nun bitmeyen kanlı gündemi o kadar da heyecan verici durmuyor sanki?

Peki ya yaz rehaveti, futbol heyecanı ve Trump’a suikast girişimi olmasa el-Mevasi katliamını duyacak, bilecek miydik? Muhtemelen hayır… İşte bu noktada da “Türk tabiatımız” devreye giriyor. 

Türkiye gündeminin civcivli hali

Türkiye’nin iç gündemi her daim o kadar olaylı ve civcivlidir ki herhangi bir konunun uzun süre, istikrarlı bir şekilde gündemimizde kalması pek vaki değildir. Bu, hem hafızamızın kısa dönemli çalışmasından hem de emek ve odaklanma gerektiren sorumluluklardan kaçmamızdan kaynaklanıyor. Kriz anlarında bir kıvılcım gibi hızla parlayıp seferber oluyor, ardından kısa sürede sönüyoruz. 

Hatırlayalım, 2022 Şubat’ında Rusya Ukrayna’ya savaş açtığında dünya medya kuruluşları gibi bizim muhabirlerimiz de sahaya koşmuş, Ukraynalıların dramı haftalarca ana gündem maddemiz olmuş, ama sonra sanki savaş bitmişçesine konu kapanmıştı. Rusya’nın Ukrayna’da İsrail’i aratmayan saldırıları ve katliamları şu an kimin gündeminde? Peki geçmişte kanlı savaşlar yaşamış Suriye, Irak ve Afganistan’daki feci katliamlar gündem olmuş muydu? Yani Gazze’ye mevcut duyarsızlığımız bir istisna değil. 

Bu tabiatımızın en çarpıcı örneklerinden bir diğeri ise 6 Şubat depremleriydi. Felaket duyulur duyulmaz ülkemizin dört bir yanında halkımız hızlıca seferber olmuş ve bölgeye çok büyük yardımlar akmıştı. Fakat eş zamanlı akış yüzünden yardımların epeyce bir kısmı çöp olmuş, bir müddet sonra depremzedelere halkın bireysel yardımları kesilivermişti. Üzerinden 1,5 sene geçen o büyük felaket bugün kaçımızın gündeminde? Kendi insanımızın acısını bile uzun süreli paylaşamazken, başka ülkedekilerin katliamlarını nasıl daimi gündemimiz kılabiliriz ki? 

En büyük problemimiz, İsrail’i kuran ve ayakta tutan Siyonist önderlerin tam aksine, süreklilik içinde ve uzun vadeli iş tutabilme becerisine sahip olamayışımız. Tam da bu yüzden Gazze’de olaylar patlak verdiğinde tepkisini eylemlerle ve başka yollarla ifade eden insanlarımızın bir kısmı, aradan geçen dokuz ayda geri çekildiler. 

Bunda bazılarının Gazze’deki katliamları izledikçe elinden bir şey gelmemesinin acziyeti içinde psikolojik çöküntü yaşayıp takibi bırakmasının payı var. Bazıları da “Devletimiz en doğrusunu yapar” refleksine ve bahanesine sığınıp gevşediler. 

Medyamız mı? Onların da birer ticari kuruluş olduğunu, reytinglere ve ticari bağlantılara bağlı hareket ettiklerini anımsamakta fayda var. Dış haberlere yönelik zayıf ilgi nedeniyle dünyada ne yaşansa ekranlarda Türkiye üzerinden okunur ve bizi yok etme girişimlerine bağlanır ki izlenme oranı artabilsin. Çünkü çoğumuzun dünya algısı adeta 783.562 km2’lik T.C. sınırlarıyla kısıtlıdır. 

Aslında uzun süren her savaş, işgal ve yıkıcı gelişme bir noktadan sonra sıradanlaşıp gündemden düşer ve bu, sadece biz Türklere mahsus bir refleks de değildir. 

 

Suriye savaşıyla ilgili haberlerin okunma/izlenme oranı da el-Cezire takipçileri arasında dahi 2012-2013 gibi çok erken bir tarihte azalmaya başlamış; 2015’ten sonra -dış askeri müdahalelerle katliamların en büyüklerinin işlenmesine ve halk zorla göç ettirilmesine rağmen- savaş dünyanın ve ana akım medyanın gündeminden düşmüş, Suriye haberleri mülteci meselesine indirgenmişti. 

Uzayan ve tırmanan her şiddetin kanıksanmaya mahkum olduğunu dünyada en iyi bilenlerin başında işgalci İsrail yönetimleri gelir. Dünya vicdanını yaralayan ve infiale yol açan en haksız ve hukuksuz eylemlerinde dahi izledikleri “geri adım atmayıp zamana yayma taktiği” sayesinde yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını sayısız defa deneyip gördüler. Bugün yaşananlar ve halkın kayıtsızlığı da bu deneyimin getirdiği güvenin bir sonucu…

Kimin neyi savunduğuna göre pozisyon almak ya da almamak

Gelelim ideolojik konumlara ve inançlara… 

Aslında bu, son dönemde Gazze’nin gündemden düşme gerekçesi değil, ilk günden beri farklı kesimlerin tepkisi(zliği)nin nedeni diyebiliriz. En son evsiz köpekler meselesinde de gördüğümüz üzere, her şeyin aşırı siyasallaştığı ve kutuplaşma konusu olduğu ülkemizde -inançlardan, ideolojilerden ve siyasetten bağımsız- ahlaki ve vicdani bir duruş sergileyebilenler hakikaten az. 

Uzun yıllardır uzmanlarımızın neredeyse tamamen askeri-güvenlik ve/ya ekonomi-politik eksenli analizleri de insani-vicdani perspektifi azaltan diğer bir faktör.

Geçmişte Filistin davasını savunmakla övünen solcuların birçoğu bugün sessiz; sırf İslami direniş örgütleri öncü diye… Yıllarca antiemperyalizm vurgusu yapanlar, 21. yüzyılın tipik bir sömürgeci gücü olan işgalci İsrail’in katliamlarına karşı bir pozisyon alamıyorlar. Oysa şu an Gazze’de laik ve sol silahlı örgütler de İslami örgütlerle birlikte İsrail’e karşı savaşıyorlar. 

Keza sığınmacı düşmanlığı altında aslında Arap ve İslam düşmanlığını yayan aşırı sağcı-ırkçı çevrelerin yıllardır yürüttükleri tezvirat da Gazze’deki katliamlara seyirci kalmanın, umursamamanın nedenlerinden biri oldu. 7 Ekim’den sonra gençlerin takip ettiği mecralarda “Araplar bizi sırtımızdan vurdu”, “Filistinliler topraklarını sattı”, “Filistinliler Kıbrıs’ı tanımadı” tarzı çok rahat çürütülebilecek iddiaların devreye sokulması da katliamlar karşısında kayıtsızlığın “meşrulaştırıcı” gerekçelerindendi. 

Kısaca ideolojik saiklerin devreye girmesiyle Türkiye’nin entelektüelleri, sanatçıları, akademisyenleri, üniversite öğrencileri -Batı’daki muadilleriyle kıyaslandığında- kötü bir performans sergilediler. Filistin’de direnişin bayraktarı örgütler geçmişteki gibi seküler çizgide olsaydı acaba pozisyonlar aynı mı kalırdı? Halbuki gerçek hak ve adalet savunucuları, ötekinin hakkını ve adaletini de savunabilenler arasından çıkar. 

Hafıza sorunlarımız ve sabırsızlığımız

Tavırsızlığımızda önemli bir faktör de bilgi seviyemizin düşüklüğü ve bir nevi hafıza problemimiz… 

7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu gerçekleştiğinde istisnasız bütün kesimlerin zihinleri allak bullak oldu. “Durup dururken” Hamas neden İsrail’e saldırmıştı? Bu soru, hem İsrail’in 76 yıllık işgal tarihinden hem de Filistinsiz kurulmak üzere olan yeni bölgesel sistemden habersizliğin bir ürünüydü. Filistin konusunda cehaletimiz yeni değil. Geçtiğimiz yıllarda ABD-İsrail ikilisi Filistin’de işgali kalıcılaştırma yolunda çok kritik adımlar atarken yayınlanan analizler ve haberler de rağbet görmüyordu. “Filistin benim davam” diye sahiplenenlerin bile bilgi seviyesi çok düşüktü. 7 Ekim, bilmeden bilinç ve vicdan sahibi olunamayacağını bir kez daha gösterdi.

Velhasıl, Gazze’ye karşı çeşitli kesimlerde baştan beri var olan duyarsızlık, duyarlı kesimlerde de yaz rehaveti ve ümitsizlik nedeniyle yayılmışa benziyor. Buna bir de savaşın süresinin uzaması eklenince, ilk anda verilen refleksler gittikçe zayıflıyor. Halbuki yanıbaşımızda bir etnik temizlik yaşanırken en çok sahip olmamız gereken yetiler, sabırla olayları takip etmek ve parlayıp sönmeye müsaade etmeden tepkilerimizi sürekli kılabilmek olmalı. 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder