MÜLTECİLİK
NE DEMEKTİR? MÜLTECİLER NE YAŞAR, NE HİSSEDER?
Zahide Tuba Kor
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html
linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
20
Haziran, Dünya Mülteciler Günü… Mültecilik ne demektir? Mülteciler ne yaşar, ne
hisseder? Mülteciliği mültecilerin dilinden anlamak için Tuz ve Taş Üstünde:
Suriye’de Rejim, Savaş ve Göç kitabımda yayınladığım röportajlardan bazı
bölümleri paylaşıyorum.
XX
(Hollanda’da yaşayan, Filistinli Suriyeli tanınmış bir iktisatçı ve yazardır.
Filistin meselesi üzerine birçok kitabı ve makalesi vardır.)
Mülteci
olarak dünyaya geldiniz ve 60 yaşında 2. defa mülteci konumuna düştünüz. Bir
Filistinli olarak mülteciliğin, vatanı kaybetmenin, yersiz yurtsuzlaşmanın ne
demek olduğunu herkesten iyi biliyorsunuz. Filistinliler ile Suriyelilerin
mültecilik tecrübesini kıyaslar mısınız?
“Ailesi
1948’de Suriye’ye sığınmış bir Filistinli mülteci olarak benim ve Suriye,
Lübnan ve Ürdün’e sığınmış diğer tüm Filistinlilerin ortak bir azılı düşmanı
vardı: Vatanımızı elimizden almış işgalci İsrail. Ebeveynimiz bize düşmanın
İsrail fikrini süt içirir gibi aşılamışlardı. Mültecilik hiç şüphesiz bizim
için tehlikelerle dolu bir süreçti. Ama kaybettiğimiz toprakları geri alabilmek
için –mülteci kamplarında zor şartlarda yaşayanlar da dahil– var gücümüzle
çalışıp didindik, okuduk, kendimizi yetiştirdik. Özellikle Suriye’de eğitim,
sağlık, hukuk, gazetecilik gibi her türlü alanda aramızdan çok önemli
şahsiyetler yetişti. Daha Şükri Kuvvetli ve Edib Çiçekli’nin cumhurbaşkanlığı
yaptığı 1950’lerde Suriye’de biz Filistinlilere iktisadi alanın kapıları açıldı.
Yine de gözümüz hep kaybettiğimiz vatanımızdaydı. Bizi bir araya toplayan
Toprak Günü gibi andığımız milli günlerimiz vardı; bunlar acılarımızı
hafifletiyordu. Vatan sevgisi nesilden nesle geçiyordu.
Biz
Filistinlilerin Nekbe’sine (Büyük Felaket) kıyasla Suriyelilerin Nekbe’si çok
daha büyük ve karmaşık. 1948’de 1,4 milyon Filistinliden 850 bini, yani
nüfusumuzun yüzde 60’ı tehcir edilmişti. Suriye’de de 10 yılda 24 milyonluk
nüfusun yarıdan fazlası tehcir edildi, milyona yakın Suriyeli katledildi veya
zorla kaybedildi. Ama Suriye söz konusu olduğunda halkı katleden ve tehcir eden
katil, dışarıdan gelen bir yabancı işgalci değil, Suriye halkının bir parçası
olup rejimin başındaki Beşşar Esed ve çeteleriydi. O yüzden Suriyelilerin acısı
ve sıkıntısı bizimkinden çok daha zor ve dayanılmaz…
Bizdeki
yabancı bir işgalci olduğundan direne direne sonunda zafere ulaşma ümidimiz
çoktu. Suriyelilerde ise gelecekte ülkeyi kimin yöneteceği konusunda tam bir
muamma var. Uluslararası güçler Esed’den daha beter bir subayı ülkenin başına
geçirebilirler. Biz vatanımızdan tehcir edilerek bir tek Büyük Felaket’e duçar
olmuştuk. Suriye halkı ise bir Büyük Felaket içinde birçok Büyük Felaketler
yaşıyor. Dahası, Suriyelilerde her bir aile, hem ülke içinde hem de dışında bir
yığın felaketle yüzleşiyor. Suriye’de yaşamış biz Filistinliler de son 10 yılda
Suriyelilerle aynı acıları çektik; onlar gibi katledilmekten, işkence ve kötü
muameleden kaçtık.”
***
XX
(2012’de Hama’dan Türkiye’ye yaşlı annesi, biri tam engelli 2 ablası ve 2
yaşında kızı ile sığınan dul bir sınıf öğretmenidir. Ordudan firar eden subay
eşi şehit edilmiş. 2022 yılı sonunda İsveç’e yerleşti.)
“Bize
neden ülkeni terk ettin diye soruyorlar. Bu kolay mıydı sanıyorsunuz?
Suriye’den çıkmadan bir yıl boyunca savaş bugün-yarın biter, köyümüze döneriz
umuduyla köyden köye sığınarak bekledik. Ama savaş bitmek bilmedi, daha da
yayılıp şiddetlendi. Son vardığımız nokta Türkiye sınırına yakın bir köy
okuluydu. Burada 80 gün kaldık. Türkiye devletinden Allah razı olsun, bizi
kabul edip kurtardı. (…)
Savaştan
evvel öğretmendim, müstakil bahçe içinde çok güzel bir evimiz vardı, eşim
subaydı. Her şey boldu, ucuzdu. Çarşıya çıktığımızda şimdiki gibi 2 domates, 4
elma değil, her şeyi kasalarla alırdık. Yarın yiyecek bir şey bulabilecek miyiz
derdimiz yoktu. Eskiden bir evim, eşim, işim, vatanım, kimliğim, aidiyetim,
itibarım vardı; ama bir anda her şeyimi yitiriverdim. Bütün bu kayıplar
arasında en kötüsü vatanımı yitirmekti. Ben şimdi kimim, burada ne yapıyorum,
nereye savrulacağım, gelecekte ne yaşayacağım diye kendi kendimi yıllardır
sorguluyorum. Eskiden bir ismim vardı, öğretmen hanım diye itibarlı bir konumum
vardı; ama artık bana sadece mülteci diyorlar. Nereye gidersem gideyim artık
sadece bir mülteciyim. 10 yıldır Türkiye’deyiz, ama istikrara kavuşamadık.
Şimdi İsveç’e gidiyorum; ama başıma ne gelecek hiç bilmiyorum. İstikrarsız ve
belirsiz bir şekilde yaşamak çok zor; kendimi çok yorgun hissediyorum.”
***
XX
(2012’de ordudan firar eden, muhaliflerin kontrolüne geçen memleketi Yebrûd’da
insani yardım temini görevini yürüten, 2014’te rejimin bombardımanında
yaralanarak Lübnan’a tedaviye götürülen, 2016’da Türkiye’ye göçen bir elektrik
mühendisidir)
“Mülteciler
için hayat çok zordur. Annem ve babam Suriye’de devlet memuruydu; evlerimiz,
çiftliğimiz ve hırdavat dükkânımız vardı. Rabbim bize her türlü nimeti
bahşetmişti. Ama bir anda bir gece yarısı Suriye’yi terk edip Lübnan’a sığınmak
zorunda kaldık. Artık ne evimiz vardı ne de gelirimiz. Başlangıçta hayat o
kadar zordu ki. Üstelik kendim de yaralıydım. 1,5 sene sonra amcamdan borç alıp
Türkiye’ye geldim. Çünkü Suriye’den getirdiğimiz tüm birikimimizi Lübnan’da
tüketmiştik. (…) Türkiye’ye geldikten sonra çalışmaya ve ailemi yavaş yavaş
geçindirmeye başladım. Babam da Lübnan’da iş buldu. Allah’ın yardımıyla
toparlandık. Ama gerçekten çok zor bir süreçti. Düşünsenize, eviniz,
dükkânınız, çiftliğiniz, arabanız varken ve bütün aile bir arada mutlu mesut yaşarken
bir anda her şeyinizi kaybedip zillete düşüyorsunuz, aileniz dağılıyor ve tek
başınıza kalakalıyorsunuz. İnsanlar size acıyarak bakıyor, acıyarak yardım
yapıyor. Hiç kolay bir durum değil.”
***
Abdülhakim
Kuteyfan (Hâlihazırda Almanya’da yaşayan, geçmişte 200’e yakın dizide ve filmde
rol almış Suriye’nin meşhur tiyatro sanatçısıdır)
Suriye’yi
neden terk ettiniz?
“Ciddi
tehdit altındaydık; ailemi ve kendimi korumak için.”
Savaş ve
göç hayatınızı nasıl değiştirdi?
“Hayatımız
çok zorlaştı, son derece acı ve gayriinsani bir hale geldi. (…) Ailemizden ve
sevdiklerimizden uzak düştük. Sürekli memleketimizde kalanların başına ya bir
şey gelirse korkusunu yaşıyoruz. Toplumsal derinliğimizi yitiriyoruz. Evladımız
gurbette halkını tanıyamadan yetişiyor, vatanıyla bağları kopuyor. Ailemizin
kalanıyla ancak sosyal medya üzerinden görüşebiliyoruz. Kendimizi köklerimizden
kopartılıp uzak diyarlara fırlatılmış gibi hissediyoruz. Daimi bir gurbet acısı
yaşıyoruz, vatanımıza ve insanlarımıza özlemle yanıp tutuşuyoruz. İçimizde
sürekli bir elem hissediyoruz. Avrupa’dayız diye bize imrenmeyin; vatanımızdan
bu şekilde çıkartılmak çok acı bir şeydir.”
***
Âmir
Münir Gadban (1980’de 14 yaşındayken ailesiyle birlikte mülteci konumuna düşen
Şam doğumlu bir psikologdur. 2011-2020 yılları arasında Ürdün’e sığınan
Suriyeli mültecilere ve yaralılara psikososyal destek vermiştir. 3 yıldır
İstanbul’da Suriyelilere ve Araplara psikolojik danışmanlık hizmeti
vermektedir.)
Tecrübeli
bir psikolog olarak uzun yıllardır mültecilerle ilgileniyorsunuz. Hangi
davranışlarımız veya sözlerimiz Suriyeli mültecileri incitiyor, hayatlarını
olumsuz etkiliyor?
“Psikolojik
danışmanlık hizmeti verdiğim Suriyelilerden sıkça duyduğum şey, ‘Ben
mülteciyim, herkes gibi bir vatandaş değilim’ yakınması. Yani ‘mülteci’
kelimesinin kendisi bile insanları çok rahatsız ediyor. ‘Burası senin ülken
değil’ sözü, hatta olumlu çağrışımları olan ‘ülkemizde misafirsiniz’ sözü bile
üzüyor. Çünkü mülteciler farklı değil, herkes gibi olmak, normal bir insan
muamelesi görmek istiyorlar. Bu arada aynı rahatsızlık Suriye’nin içinde de
var. Biliyorsunuz, savaş yüzünden bir köyden bir köye veya ülke içinde farklı
yerlere göçenler çok. Onlara da ‘yerinden edilmişler’ deniyor. Bu kelime için
de ‘Bizi içten yaralıyor, bunu duymaktan hiç hoşlanmıyoruz’ diyorlar. (…)
Suriyelileri çok yaralayan şeylerden biri de Türkiye’de ev sahiplerinin ‘Evimizi
yabancıya kiraya vermeyiz’ demeleri. Bu çok yaygın bir söz. İnsanlar ev
bulmakta aşırı zorlanıyorlar. (…) Biz burada istenmiyoruz, bize burada bir
gelecek yok duygusunu pekiştiriyor; bulduğum ilk fırsatta Türkiye’den
ayrılmalıyım düşüncesini yerleştiriyor.
Buna
mukabil Türkiye’de Suriyelileri bağrına basanlar da çok. Gerek toplumda gerekse
devlet kurumlarında çok olumlu tutumda olanlar var. Ama insanların burada
istikrara kavuşamaması olumsuz tepkilere odaklanmalarına yol açıyor.
Öte
yandan siyasi süreçler de bunda etkili. Seçim dönemlerinde basında ‘Artık
yeter! Burada fazla kaldınız’ haberleri yaygınlaşıyor. Oysa Suriyelilerin
Türkiye’deki mevcudiyeti kendi iradeleriyle ve tercihleriyle olan bir şey
değil. Ev sahipliği yapan ülkelerin halkları bunun pek farkında değiller. Ben
şahsen tam 43 senedir vatanıma dönmek istiyorum, ama dönemiyorum.”
Ülkemizdeki
Suriyeli kadınların, erkeklerin ve gençlerin psikolojik problemleri arasında ne
gibi farklılıklar var?
“Babalar,
Türkiye’de en çok yalnızlık hissediyorlar. Çünkü onlar girdikleri yeni topluma
en az uyum sağlayabilenler; hem yeni dili öğrenmekte zorlanıyorlar hem de
ülkelerinde geçirmiş oldukları uzun bir geçmişleri ve bıraktıkları çok fazla
hatıraları var. Memleket hasretini ve yabancılık hissini çok şiddetli
yaşıyorlar.
Kadınların
iki büyük sıkıntısı var: (i) Burada kadınlar çoğu ağır sorumluluklar altına
giriyorlar, özellikle de eşi olmayanlar. Kimisi dul kalmış, kimisinin eşi ise
Körfez’de, Avrupa’da vs. çalışıyor. Anneler çocuklarıyla tek başına kalıp
ailenin tüm sorumluluğunu üstlendikleri için çok ciddi bir psikolojik stres
altındalar. (ii) Çocuklarını yetiştirirken sıkıntılar yaşıyorlar.
Gençlere
gelince, Türkiye’ye tek başına gelip burada çalışmaya hayatına atılan genç
erkekler depresyona giriyorlar. Bu arada Türkiye’deki şu an 20’li yaşlardaki
gençlerin çoğu buraya aşağı yukarı 15 yaşında geldiler. Aileler, çocuklarını
Suriye ordusu zorla askere alıp savaştırmasın, kardeş kanı dökmesin diye
mecburen yolladılar. Düşünsenize, 15 yaşından itibaren bu çocuklar, burada
yapayalnız çok zor sorumluluklar altına girdiler. Uzun mesailerle çok zor
şartlarda çalışıp hayata tutundular. Yeni hayata uyum sağlamakta zorluklar
çektiler. Depresyona girmeleri kaçınılmazdı.
Yeni
aile kurma noktasında da sıkıntılar mevcut. Türkiye’de çalışan genç erkekler,
evlenmek istedikleri Suriye içindeki genç kızları buraya getirememenin
üzüntüsüyle psikolojik sıkıntıya düşüyorlar. Kanaatimce şu an Türkiye’de en
fazla psikolojik desteğe ihtiyacı olan grup genç erkekler ve genç kızlar. 20’li
yaşlardaki gençler çok fazla gelecek kaygısı taşıyorlar. Bu sorunları aşmak
için topluma daha fazla entegre olmaya çalışıyorlar.
Genç
kızlara gelince, Türkçeyi iyi öğrendikleri için aile sorumluluğunu almak
zorunda kaldılar. Ailenin dışarıyla ilişkilerini, resmî işlemleri,
kardeşlerinin eğitimle ilgili işlerini hep 17-18 yaşındaki genç kızlar
yürütüyor. Bütün ailenin sorumluluğunu üstlenme yüzünden kendilerini stres
altında hissediyor.”
***
Vaad
el-Hatîb (Halep’teki savaşı anlatan ödüllü For Sama belgesel filmini
çeken Suriyeli gazeteci, yönetmen ve siyasi aktivisttir.)
“Mülteciler
yaşadıkları onca travmalardan sonra kendi dertleriyle boğuşuyor, gittikleri
yerlerde yapayalnız hayata tutunmaya çalışıyor ve birçok sıkıntılarla
karşılaşıyorlar. ‘Mültecilerin burada ne işleri var?’ diye hedef alınıyorlar.
Nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadele aslında bütün toplumun sorumluluğu.
Otobüste, hatta aile içinde dillendirilen herhangi bir nefret söylemini
susturma, söyledikleri sözden dolayı utandırma gücüne sahipsiniz.
‘Mülteci
krizi’, sebep değil, yaşananların bir sonucudur. Mülteciler neden geldi yerine
asıl sorulması gereken soru şu: Esed neden hâlâ Suriye’yi yönetiyor? Neden biz
Suriyeliler vatanımıza dönemiyoruz? Belgeselde izlediğiniz tek bir kamera, tek
bir hastane ve tek bir ailenin hikâyesi. Komşularınızın, okuldaki
arkadaşlarınızın da birer hikâyesi var. Bizimki gibi milyonlarca hikâye mevcut.
İnsanların buraya emniyet içinde yaşamaya gelene kadar neler çekmiş
olabileceklerini bir düşünün. Mültecilerin temel isteği, bulundukları yerde
şerefleriyle yaşayabilmek.”
***
Hamza
el-Hatîb (2016 sonunda rejim ve Rusya tarafından zorla çıkartılana kadar Doğu
Halep’te kurduğu hastanede binlerce hastayı tedavi etmiş, For Sama
belgeselinin başkahramanı doktordur.)
“Ben
yüzde 1 milyon sizi temin ederim ki Suriyelilerin hiçbiri günün birinde
mülteciye dönüşmeyi hayal etmemiştir. 10 sene evvelki hayallerimin arasında, ah
günün birinde keşke İngiltere’de bir mülteci olabilsem diye bir hayalim yoktu.
Buradaki hiçbir Suriyelinin hayalinde de günün birinde Türkiye’ye sığınıp
kimlik için mücadele etmek yokmuştur. Tıpkı her normal insan gibi bizim de
kendi ülkemize dair hayallerimiz, ümitlerimiz vardı.”
***
Râid
es-Sâlih (Suriye Sivil Savunma Kurumu müdürüdür.)
“Devrime
katıldım; evimde kalsaydım ben ve ailem infaz edilirdik. Devrime katılıp
değişimi, özgürlüğü, onurlu yaşamayı ve temel haklarımızı istemenin bedeli
buydu. Ülkemden mecburen çıktım. Bu dünyada hiç kimse çadırda yaşamak için
evini, hatıralarını ve sahip olduğu her şeyi terk edip gitmez; sadece canı ve
ailesinin güvenliği söz konusuysa bunu yapar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder