20 Haziran 2024 Perşembe

MÜLTECİLİK NE DEMEKTİR? MÜLTECİLER NE YAŞAR, NE HİSSEDER?

 

MÜLTECİLİK NE DEMEKTİR? MÜLTECİLER NE YAŞAR, NE HİSSEDER?

Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 900 küsur http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü… Mültecilik ne demektir? Mülteciler ne yaşar, ne hisseder? Mülteciliği mültecilerin dilinden anlamak için Tuz ve Taş Üstünde: Suriye’de Rejim, Savaş ve Göç kitabımda yayınladığım röportajlardan bazı bölümleri paylaşıyorum.

 

XX (Hollanda’da yaşayan, Filistinli Suriyeli tanınmış bir iktisatçı ve yazardır. Filistin meselesi üzerine birçok kitabı ve makalesi vardır.)

Mülteci olarak dünyaya geldiniz ve 60 yaşında 2. defa mülteci konumuna düştünüz. Bir Filistinli olarak mülteciliğin, vatanı kaybetmenin, yersiz yurtsuzlaşmanın ne demek olduğunu herkesten iyi biliyorsunuz. Filistinliler ile Suriyelilerin mültecilik tecrübesini kıyaslar mısınız?

“Ailesi 1948’de Suriye’ye sığınmış bir Filistinli mülteci olarak benim ve Suriye, Lübnan ve Ürdün’e sığınmış diğer tüm Filistinlilerin ortak bir azılı düşmanı vardı: Vatanımızı elimizden almış işgalci İsrail. Ebeveynimiz bize düşmanın İsrail fikrini süt içirir gibi aşılamışlardı. Mültecilik hiç şüphesiz bizim için tehlikelerle dolu bir süreçti. Ama kaybettiğimiz toprakları geri alabilmek için –mülteci kamplarında zor şartlarda yaşayanlar da dahil– var gücümüzle çalışıp didindik, okuduk, kendimizi yetiştirdik. Özellikle Suriye’de eğitim, sağlık, hukuk, gazetecilik gibi her türlü alanda aramızdan çok önemli şahsiyetler yetişti. Daha Şükri Kuvvetli ve Edib Çiçekli’nin cumhurbaşkanlığı yaptığı 1950’lerde Suriye’de biz Filistinlilere iktisadi alanın kapıları açıldı. Yine de gözümüz hep kaybettiğimiz vatanımızdaydı. Bizi bir araya toplayan Toprak Günü gibi andığımız milli günlerimiz vardı; bunlar acılarımızı hafifletiyordu. Vatan sevgisi nesilden nesle geçiyordu.

Biz Filistinlilerin Nekbe’sine (Büyük Felaket) kıyasla Suriyelilerin Nekbe’si çok daha büyük ve karmaşık. 1948’de 1,4 milyon Filistinliden 850 bini, yani nüfusumuzun yüzde 60’ı tehcir edilmişti. Suriye’de de 10 yılda 24 milyonluk nüfusun yarıdan fazlası tehcir edildi, milyona yakın Suriyeli katledildi veya zorla kaybedildi. Ama Suriye söz konusu olduğunda halkı katleden ve tehcir eden katil, dışarıdan gelen bir yabancı işgalci değil, Suriye halkının bir parçası olup rejimin başındaki Beşşar Esed ve çeteleriydi. O yüzden Suriyelilerin acısı ve sıkıntısı bizimkinden çok daha zor ve dayanılmaz…

Bizdeki yabancı bir işgalci olduğundan direne direne sonunda zafere ulaşma ümidimiz çoktu. Suriyelilerde ise gelecekte ülkeyi kimin yöneteceği konusunda tam bir muamma var. Uluslararası güçler Esed’den daha beter bir subayı ülkenin başına geçirebilirler. Biz vatanımızdan tehcir edilerek bir tek Büyük Felaket’e duçar olmuştuk. Suriye halkı ise bir Büyük Felaket içinde birçok Büyük Felaketler yaşıyor. Dahası, Suriyelilerde her bir aile, hem ülke içinde hem de dışında bir yığın felaketle yüzleşiyor. Suriye’de yaşamış biz Filistinliler de son 10 yılda Suriyelilerle aynı acıları çektik; onlar gibi katledilmekten, işkence ve kötü muameleden kaçtık.”

***

XX (2012’de Hama’dan Türkiye’ye yaşlı annesi, biri tam engelli 2 ablası ve 2 yaşında kızı ile sığınan dul bir sınıf öğretmenidir. Ordudan firar eden subay eşi şehit edilmiş. 2022 yılı sonunda İsveç’e yerleşti.)

“Bize neden ülkeni terk ettin diye soruyorlar. Bu kolay mıydı sanıyorsunuz? Suriye’den çıkmadan bir yıl boyunca savaş bugün-yarın biter, köyümüze döneriz umuduyla köyden köye sığınarak bekledik. Ama savaş bitmek bilmedi, daha da yayılıp şiddetlendi. Son vardığımız nokta Türkiye sınırına yakın bir köy okuluydu. Burada 80 gün kaldık. Türkiye devletinden Allah razı olsun, bizi kabul edip kurtardı. (…)

Savaştan evvel öğretmendim, müstakil bahçe içinde çok güzel bir evimiz vardı, eşim subaydı. Her şey boldu, ucuzdu. Çarşıya çıktığımızda şimdiki gibi 2 domates, 4 elma değil, her şeyi kasalarla alırdık. Yarın yiyecek bir şey bulabilecek miyiz derdimiz yoktu. Eskiden bir evim, eşim, işim, vatanım, kimliğim, aidiyetim, itibarım vardı; ama bir anda her şeyimi yitiriverdim. Bütün bu kayıplar arasında en kötüsü vatanımı yitirmekti. Ben şimdi kimim, burada ne yapıyorum, nereye savrulacağım, gelecekte ne yaşayacağım diye kendi kendimi yıllardır sorguluyorum. Eskiden bir ismim vardı, öğretmen hanım diye itibarlı bir konumum vardı; ama artık bana sadece mülteci diyorlar. Nereye gidersem gideyim artık sadece bir mülteciyim. 10 yıldır Türkiye’deyiz, ama istikrara kavuşamadık. Şimdi İsveç’e gidiyorum; ama başıma ne gelecek hiç bilmiyorum. İstikrarsız ve belirsiz bir şekilde yaşamak çok zor; kendimi çok yorgun hissediyorum.”

***

XX (2012’de ordudan firar eden, muhaliflerin kontrolüne geçen memleketi Yebrûd’da insani yardım temini görevini yürüten, 2014’te rejimin bombardımanında yaralanarak Lübnan’a tedaviye götürülen, 2016’da Türkiye’ye göçen bir elektrik mühendisidir)

“Mülteciler için hayat çok zordur. Annem ve babam Suriye’de devlet memuruydu; evlerimiz, çiftliğimiz ve hırdavat dükkânımız vardı. Rabbim bize her türlü nimeti bahşetmişti. Ama bir anda bir gece yarısı Suriye’yi terk edip Lübnan’a sığınmak zorunda kaldık. Artık ne evimiz vardı ne de gelirimiz. Başlangıçta hayat o kadar zordu ki. Üstelik kendim de yaralıydım. 1,5 sene sonra amcamdan borç alıp Türkiye’ye geldim. Çünkü Suriye’den getirdiğimiz tüm birikimimizi Lübnan’da tüketmiştik. (…) Türkiye’ye geldikten sonra çalışmaya ve ailemi yavaş yavaş geçindirmeye başladım. Babam da Lübnan’da iş buldu. Allah’ın yardımıyla toparlandık. Ama gerçekten çok zor bir süreçti. Düşünsenize, eviniz, dükkânınız, çiftliğiniz, arabanız varken ve bütün aile bir arada mutlu mesut yaşarken bir anda her şeyinizi kaybedip zillete düşüyorsunuz, aileniz dağılıyor ve tek başınıza kalakalıyorsunuz. İnsanlar size acıyarak bakıyor, acıyarak yardım yapıyor. Hiç kolay bir durum değil.”

***

Abdülhakim Kuteyfan (Hâlihazırda Almanya’da yaşayan, geçmişte 200’e yakın dizide ve filmde rol almış Suriye’nin meşhur tiyatro sanatçısıdır)

Suriye’yi neden terk ettiniz?

“Ciddi tehdit altındaydık; ailemi ve kendimi korumak için.”

Savaş ve göç hayatınızı nasıl değiştirdi?

“Hayatımız çok zorlaştı, son derece acı ve gayriinsani bir hale geldi. (…) Ailemizden ve sevdiklerimizden uzak düştük. Sürekli memleketimizde kalanların başına ya bir şey gelirse korkusunu yaşıyoruz. Toplumsal derinliğimizi yitiriyoruz. Evladımız gurbette halkını tanıyamadan yetişiyor, vatanıyla bağları kopuyor. Ailemizin kalanıyla ancak sosyal medya üzerinden görüşebiliyoruz. Kendimizi köklerimizden kopartılıp uzak diyarlara fırlatılmış gibi hissediyoruz. Daimi bir gurbet acısı yaşıyoruz, vatanımıza ve insanlarımıza özlemle yanıp tutuşuyoruz. İçimizde sürekli bir elem hissediyoruz. Avrupa’dayız diye bize imrenmeyin; vatanımızdan bu şekilde çıkartılmak çok acı bir şeydir.”

***

Âmir Münir Gadban (1980’de 14 yaşındayken ailesiyle birlikte mülteci konumuna düşen Şam doğumlu bir psikologdur. 2011-2020 yılları arasında Ürdün’e sığınan Suriyeli mültecilere ve yaralılara psikososyal destek vermiştir. 3 yıldır İstanbul’da Suriyelilere ve Araplara psikolojik danışmanlık hizmeti vermektedir.)

Tecrübeli bir psikolog olarak uzun yıllardır mültecilerle ilgileniyorsunuz. Hangi davranışlarımız veya sözlerimiz Suriyeli mültecileri incitiyor, hayatlarını olumsuz etkiliyor?

“Psikolojik danışmanlık hizmeti verdiğim Suriyelilerden sıkça duyduğum şey, ‘Ben mülteciyim, herkes gibi bir vatandaş değilim’ yakınması. Yani ‘mülteci’ kelimesinin kendisi bile insanları çok rahatsız ediyor. ‘Burası senin ülken değil’ sözü, hatta olumlu çağrışımları olan ‘ülkemizde misafirsiniz’ sözü bile üzüyor. Çünkü mülteciler farklı değil, herkes gibi olmak, normal bir insan muamelesi görmek istiyorlar. Bu arada aynı rahatsızlık Suriye’nin içinde de var. Biliyorsunuz, savaş yüzünden bir köyden bir köye veya ülke içinde farklı yerlere göçenler çok. Onlara da ‘yerinden edilmişler’ deniyor. Bu kelime için de ‘Bizi içten yaralıyor, bunu duymaktan hiç hoşlanmıyoruz’ diyorlar. (…) Suriyelileri çok yaralayan şeylerden biri de Türkiye’de ev sahiplerinin ‘Evimizi yabancıya kiraya vermeyiz’ demeleri. Bu çok yaygın bir söz. İnsanlar ev bulmakta aşırı zorlanıyorlar. (…) Biz burada istenmiyoruz, bize burada bir gelecek yok duygusunu pekiştiriyor; bulduğum ilk fırsatta Türkiye’den ayrılmalıyım düşüncesini yerleştiriyor.

Buna mukabil Türkiye’de Suriyelileri bağrına basanlar da çok. Gerek toplumda gerekse devlet kurumlarında çok olumlu tutumda olanlar var. Ama insanların burada istikrara kavuşamaması olumsuz tepkilere odaklanmalarına yol açıyor.

Öte yandan siyasi süreçler de bunda etkili. Seçim dönemlerinde basında ‘Artık yeter! Burada fazla kaldınız’ haberleri yaygınlaşıyor. Oysa Suriyelilerin Türkiye’deki mevcudiyeti kendi iradeleriyle ve tercihleriyle olan bir şey değil. Ev sahipliği yapan ülkelerin halkları bunun pek farkında değiller. Ben şahsen tam 43 senedir vatanıma dönmek istiyorum, ama dönemiyorum.”

Ülkemizdeki Suriyeli kadınların, erkeklerin ve gençlerin psikolojik problemleri arasında ne gibi farklılıklar var?

“Babalar, Türkiye’de en çok yalnızlık hissediyorlar. Çünkü onlar girdikleri yeni topluma en az uyum sağlayabilenler; hem yeni dili öğrenmekte zorlanıyorlar hem de ülkelerinde geçirmiş oldukları uzun bir geçmişleri ve bıraktıkları çok fazla hatıraları var. Memleket hasretini ve yabancılık hissini çok şiddetli yaşıyorlar.

Kadınların iki büyük sıkıntısı var: (i) Burada kadınlar çoğu ağır sorumluluklar altına giriyorlar, özellikle de eşi olmayanlar. Kimisi dul kalmış, kimisinin eşi ise Körfez’de, Avrupa’da vs. çalışıyor. Anneler çocuklarıyla tek başına kalıp ailenin tüm sorumluluğunu üstlendikleri için çok ciddi bir psikolojik stres altındalar. (ii) Çocuklarını yetiştirirken sıkıntılar yaşıyorlar.

Gençlere gelince, Türkiye’ye tek başına gelip burada çalışmaya hayatına atılan genç erkekler depresyona giriyorlar. Bu arada Türkiye’deki şu an 20’li yaşlardaki gençlerin çoğu buraya aşağı yukarı 15 yaşında geldiler. Aileler, çocuklarını Suriye ordusu zorla askere alıp savaştırmasın, kardeş kanı dökmesin diye mecburen yolladılar. Düşünsenize, 15 yaşından itibaren bu çocuklar, burada yapayalnız çok zor sorumluluklar altına girdiler. Uzun mesailerle çok zor şartlarda çalışıp hayata tutundular. Yeni hayata uyum sağlamakta zorluklar çektiler. Depresyona girmeleri kaçınılmazdı.

Yeni aile kurma noktasında da sıkıntılar mevcut. Türkiye’de çalışan genç erkekler, evlenmek istedikleri Suriye içindeki genç kızları buraya getirememenin üzüntüsüyle psikolojik sıkıntıya düşüyorlar. Kanaatimce şu an Türkiye’de en fazla psikolojik desteğe ihtiyacı olan grup genç erkekler ve genç kızlar. 20’li yaşlardaki gençler çok fazla gelecek kaygısı taşıyorlar. Bu sorunları aşmak için topluma daha fazla entegre olmaya çalışıyorlar.

Genç kızlara gelince, Türkçeyi iyi öğrendikleri için aile sorumluluğunu almak zorunda kaldılar. Ailenin dışarıyla ilişkilerini, resmî işlemleri, kardeşlerinin eğitimle ilgili işlerini hep 17-18 yaşındaki genç kızlar yürütüyor. Bütün ailenin sorumluluğunu üstlenme yüzünden kendilerini stres altında hissediyor.”

***

Vaad el-Hatîb (Halep’teki savaşı anlatan ödüllü For Sama belgesel filmini çeken Suriyeli gazeteci, yönetmen ve siyasi aktivisttir.)

“Mülteciler yaşadıkları onca travmalardan sonra kendi dertleriyle boğuşuyor, gittikleri yerlerde yapayalnız hayata tutunmaya çalışıyor ve birçok sıkıntılarla karşılaşıyorlar. ‘Mültecilerin burada ne işleri var?’ diye hedef alınıyorlar. Nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadele aslında bütün toplumun sorumluluğu. Otobüste, hatta aile içinde dillendirilen herhangi bir nefret söylemini susturma, söyledikleri sözden dolayı utandırma gücüne sahipsiniz.

‘Mülteci krizi’, sebep değil, yaşananların bir sonucudur. Mülteciler neden geldi yerine asıl sorulması gereken soru şu: Esed neden hâlâ Suriye’yi yönetiyor? Neden biz Suriyeliler vatanımıza dönemiyoruz? Belgeselde izlediğiniz tek bir kamera, tek bir hastane ve tek bir ailenin hikâyesi. Komşularınızın, okuldaki arkadaşlarınızın da birer hikâyesi var. Bizimki gibi milyonlarca hikâye mevcut. İnsanların buraya emniyet içinde yaşamaya gelene kadar neler çekmiş olabileceklerini bir düşünün. Mültecilerin temel isteği, bulundukları yerde şerefleriyle yaşayabilmek.”

***

Hamza el-Hatîb (2016 sonunda rejim ve Rusya tarafından zorla çıkartılana kadar Doğu Halep’te kurduğu hastanede binlerce hastayı tedavi etmiş, For Sama belgeselinin başkahramanı doktordur.)

“Ben yüzde 1 milyon sizi temin ederim ki Suriyelilerin hiçbiri günün birinde mülteciye dönüşmeyi hayal etmemiştir. 10 sene evvelki hayallerimin arasında, ah günün birinde keşke İngiltere’de bir mülteci olabilsem diye bir hayalim yoktu. Buradaki hiçbir Suriyelinin hayalinde de günün birinde Türkiye’ye sığınıp kimlik için mücadele etmek yokmuştur. Tıpkı her normal insan gibi bizim de kendi ülkemize dair hayallerimiz, ümitlerimiz vardı.”

***

Râid es-Sâlih (Suriye Sivil Savunma Kurumu müdürüdür.)

“Devrime katıldım; evimde kalsaydım ben ve ailem infaz edilirdik. Devrime katılıp değişimi, özgürlüğü, onurlu yaşamayı ve temel haklarımızı istemenin bedeli buydu. Ülkemden mecburen çıktım. Bu dünyada hiç kimse çadırda yaşamak için evini, hatıralarını ve sahip olduğu her şeyi terk edip gitmez; sadece canı ve ailesinin güvenliği söz konusuysa bunu yapar.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder