22 Eylül 2019 Pazar

R.KAPLAN: ABD, ASYALI MÜTTEFİKLERİNİ ÇİN’E KAPTIRABİLİR





ABD, ASYALI MÜTTEFİKLERİNİ ÇİN’E KAPTIRABİLİR

Robert Kaplan (Amerikalı stratejist ve jeopolitikçi, Avrasya Grubu direktörü ve Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı )
Foreign Policy, 1.9.2019

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 19.9.2019 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/09/19/abd-asyali-muttefiklerini-cine-kaptirabilir/
İngilizcesi Asia’s Coming Era of Unpredictability  başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Dünyanın başka bir gerginlik noktası da Uzak Doğu. Asya’da ABD’nin güçlü donanmasına dayanan tek kutuplu düzen yıkılıyor. Çin donanma imparatorluğu kuruyor. İki Kore’nin barışmasının mağlubu olacak Japonya ise çıkış yolu arıyor. Amerika’nın önde gelen stratejistlerinden Robert D. Kaplan Foreign Policy dergisinde Asya’yla ilgili öngörülerini paylaştı.

Küresel güç dengelerinde büyük değişimler yaşanırken Amerika’nın önde gelen stratejistlerinden Robert D. Kaplan, “ABD’nin, Japonya dâhil Asyalı müttefikleri, yavaş yavaş Çin’in yörüngesine girebilir” öngörüsünde bulunuyor.
Jeopolitik ve dış politika üzerine yirmiye yakın kitabı bulunan ve birçok dile çevrilen eserleri en çok satanlar listesinde yer alan Amerikalı stratejist Robert Kaplan’ın Foreign Policy dergisinde “Asya’nın Yaklaşan Öngörülemezlik Çağı” başlığıyla yayınlanan makalesi, son aylarda Uzakdoğu ve Hindistan’da yaşanan gelişmeleri analiz ediyor.
ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarına, Temmuz ayında Güney Kore ve Japonya arasındaki gerginlik de eklenmişti. Her iki mücadele hâlihazırda yavaşlama eğilimine girmiş olan dünya ekonomisini çok daha derinden sarsacak bir potansiyele sahip. Üstelik Uzak Doğu’daki bu gerilimlere üç aydan beri devam eden Hong Kong protestoları da eklendi.
Kaplan, makalesine, ortaya attığı Kenar Kuşak (Rimland) teorisiyle (yani “Kenar Kuşak ülkelerine hâkim olan Avrasya’ya hükmeder, Avrasya’ya hükmeden dünyanın kaderini kontrol eder” fikriyle) İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan dış politikasının oluşumuna ciddi katkılar sağlamış olan stratejist Prof. Nicholas J. Spykman’ı hatırlatarak başlıyor.
Spykman, savaş sonrası kurulacak yeni düzende Çin’e karşı Amerikan-Japon ittifakını öngörmüştü. Gerçekten de 70 küsur yıldır Asya’daki istikrarın sarsılmaz temeli de Amerikan-Japon ittifakı oldu.
Kendisi de önde gelen bir jeopolitikçi olan Kaplan’a göre, Spykman’ın öngördüğü bu Asya düzeni, parçalanmaya başlamış durumda. Zira Asya, geçtiğimiz on yılda dikkat çekici bir dönüşümden geçti.

Çin damgalı yeni çağ
Tedrici ilerlediğinden ve birçok ülkeye yayıldığından çok az insanın fark edebildiği bu yeni çağa, Kaplan’a göre, çok daha iddialı ama içeride çok daha çalkantılı bir Çin damgasını vuracak.
Kaplan, gerek Hong Kong’da yaşanan krizi gerekse Güney Kore-Japonya ilişkilerindeki kötüleşmeyi, Asya’da daha geniş bir değişim döneminin sadece girizgâhı olarak görüyor.
Hâlihazırda Avrasya Grubu direktörü ve Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı olan Kaplan, daha 2000’li yılların başlarında Pekin’in yükselişine dikkat çeken ve ABD ile Çin arasında yeni bir soğuk savaşı kaçınılmaz gören belki de ilk stratejistti. Kaplan makalesinde Çin’le ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Öncelikle Çin, artık bildiğimiz Çin değil. Geçmişte çift haneli rakamlarla ekonomisi büyüyen ve –görünür olmayan, riskten kaçınan ve eşit oranda sorumluluk sahibi, görev süresi sınırlı– bir grup teknokrat tarafından yönetilen ülke, şimdilerde sadece %6 büyüyen bir ekonomiyi denetleyen, tek başına sert bir otokratın yönetimiyle yer değiştirmiş durumda. Çin, ekonomisi yavaşlarken oldukça kalifiye bir işgücünün ön plana çıktığı çok daha olgun bir sisteme dönüşüyor. Yeni orta sınıflar hem çok daha milliyetçi bir eğilimde hem de –hükümeti çok daha yüksek standartta bir performansta tuttuklarından– tatmin edilmeleri zor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, bir yandan milliyetçiliği körükleyerek diğer yandan iktisadi reformlar gerçekleştirerek, bu orta sınıfı –Avrasya boyunca uzanan limanlar ve ticaret yollarını kontrol etmek suretiyle– dünya gücü statüsüne hazırlıyor. Ama Şi aynı zamanda, kendi halkının davranışlarını takip etmek için –yüz tarama sistemi de dâhil– daha evvel görülmemiş bir dizi teknolojiyi kullanıyor. Aşırı borçlu, ihracata dayalı ekonomisini reformdan geçirirken ülkesinin siyaseten bir ve bütün kalması için, Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçev’in 1980’lerde yaptığının aksine, siyasi kontrolü sıkılaştırması gerektiğini biliyor.”

Çin’in yeni deniz imparatorluğu
Geçmişte Amerikan Deniz Harp Akademisi’nde dersler vermiş ve Pentagon’un Savunma Politikaları Kurulu üyeliği yapmış, bugün de Amerikan Donanması’nın idari heyetinde yer alan Robert Kaplan’a göre, Çin’in hızla genişleyen donanması Asya’daki dengeleri bozabilecek nitelikte. Zira Asya’da Amerika’nın kurduğu 75 yıllık tek-kutuplu deniz güvenlik düzeni, Çin’in donanma atılımı nedeniyle çok-kutuplu ve bu yüzden daha az istikrarlı bir düzene evirilebilir.
“Geçmişte tek-kutuplu deniz düzeni, Spykman’ın Amerikan-Japon ittifakı vizyonunun zımni bir anahtarıydı. Ancak çok-kutupluluğa geçiş şimdilerde başarıya ulaşmak üzere,” diyen Kaplan şöyle devam ediyor:
“Birçok gözlemci Çin’in Güney ve Doğu Çin Denizlerindeki donanma taarruzlarını münferit bir gelişme olarak görme eğiliminde; oysa fiiliyatta Batı Pasifik boyunca Amerikan deniz kontrolü üzerinde bunun bir etkisi var… Kuzey Avustralya’daki Darwin’de ve Kamboçya’da Sihanoukville yakınlarında son liman geliştirme projeleri, Çin’in Güney Çin Denizi ile Hint Okyanusu kavşağındaki denizcilik alanını nasıl da doldurduğunu gösteriyor ki aslında bu alanda son on yılda zaten bir limanlar ağına sahipti. Ancak sadece son birkaç yıldır Çin’in yeni deniz imparatorluğu aniden gündeme taşındı. Artık Hint-Pasifik bir Amerikan donanma gölü değil.”
Kaplan’a göre, Çin’in gerek Güney gerekse Doğu Çin Denizi’nde giderek artan donanma faaliyetleri daha büyük bir amaca hizmet ediyor: İki denizi birbirinden ayıran Tayvan’ı daha fazla tehdide imkan sağlama…
Kaplan, gergin Çin-Tayvan ilişkileri konusunda da Çin’in Tayvan açıklarındaki askeri tatbikatları nedeniyle sorunun tekrar alevlenebileceği uyarısında bulunuyor. Ancak ona göre Asya’daki oyunun en fazla yoğunlaştığı nokta Kore Yarımadası; zira iki Kore barışabilir.

İki Kore’nin barışmasının mağlubu Japonya olabilir
“Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’la kafa karıştırıcı görüşmeler başlatmasının beklenmedik sonucu, iki Kore’nin bir anda kendi aralarında diyaloga girişmesiydi. Bu diyalogun, zaman içinde bir Pyongyang-Seul barış antlaşmasına ve nihayetinde Güney Kore’de konuşlu 23 bini aşkın Amerikan askerinin geri çekilmesine yol açacak kendi iç mantığı ve gidişatı olacak.”
Kaplan’ın Kore Yarımadası’nda bu barış senaryosunun imkânsız olduğunu düşünenlere verdiği örnekler, 20. yüzyılın büyük kısmını bölünmüş halde geçiren Kuzey ve Güney Vietnam, Batı ve Doğu Almanya, Kuzey ve Güney Yemen’in birleşmesi…
Kore Yarımadası’nda böyle bir birleşme gerçekleştiği takdirde bunun baş mağlubu, Kaplan’a göre, Japonya olacak. Çünkü “Japonya’nın kendi güvenliği, bölünmüş bir Kore Yarımadası’nı gerektiriyor. Zira birleşik bir Büyük Kore, –İkinci Dünya Savaşı mirasını bir kenara bırakın, tam da 1910’dan 1945’e kadar Tokyo’nun bu bölgede giriştiği vahşi sömürgeleştirme süreci nedeniyle– içgüdüsel olarak Japonya karşıtı olacak.” Son dönemde Güney Kore ile Japonya arasında ticaret gerilimi, tam da Tokyo’nun savaş zamanı uyguladığı zorla çalıştırma ve cinsel kölelik politikası yüzünden dramatik bir şekilde tırmanmış durumda; Kaplan’a göre sırf bu gerilim dahi yeni birleşmiş Kore ile Japonya arasında günün birinde ne türden siyasi gerginliklerin patlak verebileceğinin bir göstergesi.
Bu noktada Kaplan, göreve gelir gelmez Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekilerek ittifak inşasına sırtını dönen ve böylelikle müttefikleriyle karşılıklı güven ve zımni anlayış ortamını ciddi şekilde sulandıran Trump yönetimini sorumlu görüyor: “Gerçekten de Trump, bölgesel bir vizyon yerine, her Asya ülkesiyle sıfır toplamlı bir çift-taraflılık politikasını tercih etmek suretiyle, Amerikan müttefiklerini birbirine düşürebilecek konularda Pandora’nın kutusunu açtı – ki bunun galibi Çin olacak.” diyor.
Her ne kadar şu sıralar Çin bir çatışma riskini göze almasa da Kaplan, artık Japonya’nın “giderek güçlenen Çin hava ve deniz kuvvetleri, kuzeydoğu Asya’da konuşlu daha az Amerikan birliği ihtimali ve Pekin’in gelecek on yılda Doğu Çin Denizi’nde yaşanabilecek bir savaşta Japonya’yı mağlup etme kabiliyeti ile tebarüz edecek bir geleceğe hazırlanması gerektiği” kanaatinde.

ABD’nin yanına Hindistan’ı alarak Çin’i dengeleme çabası
Kaplan, Washington’ın Yeni Delhi yönetimiyle yeni ittifakının ve Hindistan, Avustralya, Japonya ve Vietnam arasındaki yeni gelişen Asya güç ağı bağlantılarının zannedilenden daha az işe yarayacağını düşünüyor. Hindistan bağlamında şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Son 15 yılda ABD-Hindistan ilişkileri, –rakiplerinden biri olmakla birlikte– öngörülebilir ve yönetilebilir olan ABD-Çin ilişkileri bağlamında çarpıcı bir şekilde gelişti. Ancak gümrük vergileri üzerinden gelişen kargaşa, ABD-Çin ilişkilerinde öngörülebilirliği veya yönetilebilirliği azaltıyor. Bu örnek olayda, coğrafi bakımdan Çin’e son derece yakın olan Hindistan, sonunda iki büyük güç arasında dengeleyici, bağlantısızlık stratejisini yeniden keşfetmek zorunda kalabilir.”
Yeni filizlenen Asya güç ağına gelince, yazara göre bu, elle tutulur olmaktan ziyade göz boyayıcı bir gelişme. Zira sağlam ve öngörülebilir bir Amerikan liderliği olmadan böyle bir güç ağı pek bir işe yaramayabilir. Kaplan dış ve iç politika arasındaki bağlantıya da giriyor: “Amerikan toplumunda uzun zamandır alttan alta gelişen kültürel ve iktisadi değişimler Trump yönetimini üretti. Büyük güç olarak ABD’nin ülke içindeki durumu en nihayetinde bütün dünyayı etkileyecektir; tıpkı Çin’in kendi içindeki durumu gibi…”
Bu bağlamda Kaplan, Çin’i ancak ve ancak yine Çin’in mağlup edebileceği iddiasında: “Eğer ki Şi’nin –teknolojinin de yardımıyla– içeride uyguladığı baskıcı politikalar, önümüzdeki on yılda orta sınıf isyanını önlemekte başarısız olursa, bu durumda Çin’in yurtdışında başlattığı atılımların çoğu sorgulanabilecektir.”
Yine de Kaplan bunu ihtimal dışı bir senaryo olarak görüyor. Ona göre muhtemel olan, “Amerikan halkının İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ittifaklara duygusal bağlılığı zayıflamaya devam ederken, Çin’in gerek askeri erişimini gerekse iç pazarını Hint-Pasifik ve Avrasya çapında genişletmeye devam etmesi.” Bu senaryonun Asya’da Finlandiyalılaşmayı, yani en yakın büyük güce doğru ilan edilmeyen bir kaymayı beraberinde getireceği kanaatinde:
“Tıpkı Finlandiya’nın Soğuk Savaş’ta SSCB’yle yakınlaşması gibi, Japonya’dan Avustralya’ya kadar ABD’nin Asyalı müttefikleri de yavaş yavaş Çin’in yörüngesine kayabilir. Zira Amerikan müttefiklerinin Batı Pasifik’in coğrafi, demografik ve iktisadi düzenleyici temeli olan Çin’le aralarındaki problemleri çözüp barışmaktan başka bir seçeneği yok.”
Kaplan, bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, “Biz Spykman’ın dünyasının sonunu göreceğiz” diyerek makalesini bitiriyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder