ABD,
ASYALI MÜTTEFİKLERİNİ ÇİN’E KAPTIRABİLİR
Robert Kaplan (Amerikalı stratejist ve jeopolitikçi, Avrasya Grubu direktörü ve Yeni
Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı )
Foreign
Policy, 1.9.2019
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web
sitesinde 19.9.2019 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/09/19/abd-asyali-muttefiklerini-cine-kaptirabilir/
İngilizcesi Asia’s Coming Era of
Unpredictability başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için
TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Dünyanın başka bir gerginlik noktası da Uzak Doğu.
Asya’da ABD’nin güçlü donanmasına dayanan tek kutuplu düzen yıkılıyor. Çin
donanma imparatorluğu kuruyor. İki Kore’nin barışmasının mağlubu olacak Japonya
ise çıkış yolu arıyor. Amerika’nın önde gelen stratejistlerinden Robert D.
Kaplan Foreign Policy dergisinde Asya’yla ilgili öngörülerini paylaştı.
Küresel güç dengelerinde büyük değişimler
yaşanırken Amerika’nın önde gelen stratejistlerinden Robert D. Kaplan,
“ABD’nin, Japonya dâhil Asyalı müttefikleri, yavaş yavaş Çin’in yörüngesine
girebilir” öngörüsünde bulunuyor.
Jeopolitik ve dış politika üzerine yirmiye
yakın kitabı bulunan ve birçok dile çevrilen eserleri en çok satanlar
listesinde yer alan Amerikalı stratejist Robert Kaplan’ın Foreign Policy dergisinde “Asya’nın Yaklaşan
Öngörülemezlik Çağı” başlığıyla yayınlanan makalesi, son aylarda Uzakdoğu ve
Hindistan’da yaşanan gelişmeleri analiz ediyor.
ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarına,
Temmuz ayında Güney Kore ve Japonya arasındaki gerginlik de eklenmişti. Her iki
mücadele hâlihazırda yavaşlama eğilimine girmiş olan dünya ekonomisini çok daha
derinden sarsacak bir potansiyele sahip. Üstelik Uzak Doğu’daki bu gerilimlere
üç aydan beri devam eden Hong Kong protestoları da eklendi.
Kaplan, makalesine, ortaya attığı Kenar
Kuşak (Rimland) teorisiyle (yani “Kenar Kuşak ülkelerine
hâkim olan Avrasya’ya hükmeder, Avrasya’ya hükmeden dünyanın kaderini kontrol
eder” fikriyle) İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan dış politikasının
oluşumuna ciddi katkılar sağlamış olan stratejist Prof. Nicholas J. Spykman’ı
hatırlatarak başlıyor.
Spykman, savaş sonrası kurulacak yeni
düzende Çin’e karşı Amerikan-Japon ittifakını öngörmüştü. Gerçekten de 70 küsur
yıldır Asya’daki istikrarın sarsılmaz temeli de Amerikan-Japon ittifakı oldu.
Kendisi de önde gelen bir jeopolitikçi
olan Kaplan’a göre, Spykman’ın öngördüğü bu Asya düzeni, parçalanmaya başlamış
durumda. Zira Asya, geçtiğimiz on yılda dikkat çekici bir dönüşümden geçti.
Çin damgalı yeni çağ
Tedrici ilerlediğinden ve birçok ülkeye
yayıldığından çok az insanın fark edebildiği bu yeni çağa, Kaplan’a göre, çok
daha iddialı ama içeride çok daha çalkantılı bir Çin damgasını vuracak.
Kaplan, gerek Hong Kong’da yaşanan krizi
gerekse Güney Kore-Japonya ilişkilerindeki kötüleşmeyi, Asya’da daha geniş bir
değişim döneminin sadece girizgâhı olarak görüyor.
Hâlihazırda Avrasya Grubu direktörü ve
Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı olan Kaplan, daha 2000’li
yılların başlarında Pekin’in yükselişine dikkat çeken ve ABD ile Çin arasında
yeni bir soğuk savaşı kaçınılmaz gören belki de ilk stratejistti. Kaplan
makalesinde Çin’le ilgili şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Öncelikle Çin, artık bildiğimiz Çin
değil. Geçmişte çift haneli rakamlarla ekonomisi büyüyen ve –görünür olmayan,
riskten kaçınan ve eşit oranda sorumluluk sahibi, görev süresi sınırlı– bir
grup teknokrat tarafından yönetilen ülke, şimdilerde sadece %6 büyüyen bir
ekonomiyi denetleyen, tek başına sert bir otokratın yönetimiyle yer değiştirmiş
durumda. Çin, ekonomisi yavaşlarken oldukça kalifiye bir işgücünün ön plana
çıktığı çok daha olgun bir sisteme dönüşüyor. Yeni orta sınıflar hem çok daha
milliyetçi bir eğilimde hem de –hükümeti çok daha yüksek standartta bir
performansta tuttuklarından– tatmin edilmeleri zor. Çin Devlet Başkanı Şi
Cinping, bir yandan milliyetçiliği körükleyerek diğer yandan iktisadi reformlar
gerçekleştirerek, bu orta sınıfı –Avrasya boyunca uzanan limanlar ve ticaret
yollarını kontrol etmek suretiyle– dünya gücü statüsüne hazırlıyor. Ama Şi aynı
zamanda, kendi halkının davranışlarını takip etmek için –yüz tarama sistemi de
dâhil– daha evvel görülmemiş bir dizi teknolojiyi kullanıyor. Aşırı borçlu,
ihracata dayalı ekonomisini reformdan geçirirken ülkesinin siyaseten bir ve
bütün kalması için, Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçev’in
1980’lerde yaptığının aksine, siyasi kontrolü sıkılaştırması gerektiğini
biliyor.”
Çin’in yeni deniz imparatorluğu
Geçmişte Amerikan Deniz Harp Akademisi’nde
dersler vermiş ve Pentagon’un Savunma Politikaları Kurulu üyeliği yapmış, bugün
de Amerikan Donanması’nın idari heyetinde yer alan Robert Kaplan’a göre, Çin’in
hızla genişleyen donanması Asya’daki dengeleri bozabilecek nitelikte. Zira
Asya’da Amerika’nın kurduğu 75 yıllık tek-kutuplu deniz güvenlik düzeni, Çin’in
donanma atılımı nedeniyle çok-kutuplu ve bu yüzden daha az istikrarlı bir
düzene evirilebilir.
“Geçmişte tek-kutuplu deniz düzeni,
Spykman’ın Amerikan-Japon ittifakı vizyonunun zımni bir anahtarıydı. Ancak
çok-kutupluluğa geçiş şimdilerde başarıya ulaşmak üzere,” diyen Kaplan şöyle
devam ediyor:
“Birçok gözlemci Çin’in Güney ve Doğu Çin
Denizlerindeki donanma taarruzlarını münferit bir gelişme olarak görme
eğiliminde; oysa fiiliyatta Batı Pasifik boyunca Amerikan deniz kontrolü üzerinde
bunun bir etkisi var… Kuzey Avustralya’daki Darwin’de ve Kamboçya’da
Sihanoukville yakınlarında son liman geliştirme projeleri, Çin’in Güney Çin
Denizi ile Hint Okyanusu kavşağındaki denizcilik alanını nasıl da doldurduğunu
gösteriyor ki aslında bu alanda son on yılda zaten bir limanlar ağına sahipti.
Ancak sadece son birkaç yıldır Çin’in yeni deniz imparatorluğu aniden gündeme
taşındı. Artık Hint-Pasifik bir Amerikan donanma gölü değil.”
Kaplan’a göre, Çin’in gerek Güney gerekse
Doğu Çin Denizi’nde giderek artan donanma faaliyetleri daha büyük bir amaca
hizmet ediyor: İki denizi birbirinden ayıran Tayvan’ı daha fazla tehdide imkan
sağlama…
Kaplan, gergin Çin-Tayvan ilişkileri
konusunda da Çin’in Tayvan açıklarındaki askeri tatbikatları nedeniyle sorunun
tekrar alevlenebileceği uyarısında bulunuyor. Ancak ona göre Asya’daki oyunun
en fazla yoğunlaştığı nokta Kore Yarımadası; zira iki Kore barışabilir.
İki Kore’nin barışmasının mağlubu Japonya
olabilir
“Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’la
kafa karıştırıcı görüşmeler başlatmasının beklenmedik sonucu, iki Kore’nin bir
anda kendi aralarında diyaloga girişmesiydi. Bu diyalogun, zaman içinde bir
Pyongyang-Seul barış antlaşmasına ve nihayetinde Güney Kore’de konuşlu 23 bini
aşkın Amerikan askerinin geri çekilmesine yol açacak kendi iç mantığı ve
gidişatı olacak.”
Kaplan’ın Kore Yarımadası’nda bu barış
senaryosunun imkânsız olduğunu düşünenlere verdiği örnekler, 20. yüzyılın büyük
kısmını bölünmüş halde geçiren Kuzey ve Güney Vietnam, Batı ve Doğu Almanya, Kuzey
ve Güney Yemen’in birleşmesi…
Kore Yarımadası’nda böyle bir birleşme
gerçekleştiği takdirde bunun baş mağlubu, Kaplan’a göre, Japonya olacak. Çünkü
“Japonya’nın kendi güvenliği, bölünmüş bir Kore Yarımadası’nı gerektiriyor.
Zira birleşik bir Büyük Kore, –İkinci Dünya Savaşı mirasını bir kenara bırakın,
tam da 1910’dan 1945’e kadar Tokyo’nun bu bölgede giriştiği vahşi
sömürgeleştirme süreci nedeniyle– içgüdüsel olarak Japonya karşıtı olacak.” Son
dönemde Güney Kore ile Japonya arasında ticaret gerilimi, tam da Tokyo’nun
savaş zamanı uyguladığı zorla çalıştırma ve cinsel kölelik politikası yüzünden
dramatik bir şekilde tırmanmış durumda; Kaplan’a göre sırf bu gerilim dahi yeni
birleşmiş Kore ile Japonya arasında günün birinde ne türden siyasi gerginliklerin
patlak verebileceğinin bir göstergesi.
Bu noktada Kaplan, göreve gelir gelmez
Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekilerek ittifak inşasına sırtını dönen ve
böylelikle müttefikleriyle karşılıklı güven ve zımni anlayış ortamını ciddi
şekilde sulandıran Trump yönetimini sorumlu görüyor: “Gerçekten de Trump,
bölgesel bir vizyon yerine, her Asya ülkesiyle sıfır toplamlı bir
çift-taraflılık politikasını tercih etmek suretiyle, Amerikan müttefiklerini
birbirine düşürebilecek konularda Pandora’nın kutusunu açtı – ki bunun galibi
Çin olacak.” diyor.
Her ne kadar şu sıralar Çin bir çatışma
riskini göze almasa da Kaplan, artık Japonya’nın “giderek güçlenen Çin hava ve
deniz kuvvetleri, kuzeydoğu Asya’da konuşlu daha az Amerikan birliği ihtimali
ve Pekin’in gelecek on yılda Doğu Çin Denizi’nde yaşanabilecek bir savaşta
Japonya’yı mağlup etme kabiliyeti ile tebarüz edecek bir geleceğe hazırlanması
gerektiği” kanaatinde.
ABD’nin yanına Hindistan’ı alarak Çin’i
dengeleme çabası
Kaplan, Washington’ın Yeni Delhi
yönetimiyle yeni ittifakının ve Hindistan, Avustralya, Japonya ve Vietnam
arasındaki yeni gelişen Asya güç ağı bağlantılarının zannedilenden daha az işe
yarayacağını düşünüyor. Hindistan bağlamında şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Son 15 yılda ABD-Hindistan ilişkileri, –rakiplerinden
biri olmakla birlikte– öngörülebilir ve yönetilebilir olan ABD-Çin ilişkileri
bağlamında çarpıcı bir şekilde gelişti. Ancak gümrük vergileri üzerinden
gelişen kargaşa, ABD-Çin ilişkilerinde öngörülebilirliği veya yönetilebilirliği
azaltıyor. Bu örnek olayda, coğrafi bakımdan Çin’e son derece yakın olan
Hindistan, sonunda iki büyük güç arasında dengeleyici, bağlantısızlık
stratejisini yeniden keşfetmek zorunda kalabilir.”
Yeni filizlenen Asya güç ağına gelince,
yazara göre bu, elle tutulur olmaktan ziyade göz boyayıcı bir gelişme. Zira
sağlam ve öngörülebilir bir Amerikan liderliği olmadan böyle bir güç ağı pek
bir işe yaramayabilir. Kaplan dış ve iç politika arasındaki bağlantıya da
giriyor: “Amerikan toplumunda uzun zamandır alttan alta gelişen kültürel ve
iktisadi değişimler Trump yönetimini üretti. Büyük güç olarak ABD’nin ülke
içindeki durumu en nihayetinde bütün dünyayı etkileyecektir; tıpkı Çin’in kendi
içindeki durumu gibi…”
Bu bağlamda Kaplan, Çin’i ancak ve ancak
yine Çin’in mağlup edebileceği iddiasında: “Eğer ki Şi’nin –teknolojinin de
yardımıyla– içeride uyguladığı baskıcı politikalar, önümüzdeki on yılda orta
sınıf isyanını önlemekte başarısız olursa, bu durumda Çin’in yurtdışında
başlattığı atılımların çoğu sorgulanabilecektir.”
Yine de Kaplan bunu ihtimal dışı bir
senaryo olarak görüyor. Ona göre muhtemel olan, “Amerikan halkının İkinci Dünya
Savaşı sonrası kurulan ittifaklara duygusal bağlılığı zayıflamaya devam
ederken, Çin’in gerek askeri erişimini gerekse iç pazarını Hint-Pasifik ve
Avrasya çapında genişletmeye devam etmesi.” Bu senaryonun Asya’da
Finlandiyalılaşmayı, yani en yakın büyük güce doğru ilan edilmeyen bir kaymayı
beraberinde getireceği kanaatinde:
“Tıpkı Finlandiya’nın Soğuk Savaş’ta
SSCB’yle yakınlaşması gibi, Japonya’dan Avustralya’ya kadar ABD’nin Asyalı
müttefikleri de yavaş yavaş Çin’in yörüngesine kayabilir. Zira Amerikan
müttefiklerinin Batı Pasifik’in coğrafi, demografik ve iktisadi düzenleyici
temeli olan Çin’le aralarındaki problemleri çözüp barışmaktan başka bir
seçeneği yok.”
Kaplan, bu senaryonun gerçekleşmesi
halinde, “Biz Spykman’ın dünyasının sonunu göreceğiz” diyerek makalesini
bitiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder