NEO-CONLAR
İSRAİL’DEN NİYE RAHATSIZ?
Robert Kagan (Brookings Enstitüsü kıdemli araştırmacısı, Amerikan tarihçisi ve dış
politika yorumcusu)
Washington
Post, 12.9.2019
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web
sitesinde 18.9.2019 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/09/18/neo-conlar-israilden-niye-rahatsiz/
İngilizcesi Israel and the Decline of
the Liberal Order başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için
TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren ABD’li
neo-conlar bile, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun dış politikasından
memnuniyetsizlik duyduklarını artık gizlemiyor. Neo-conların önemli
isimlerinden Robert Kagan, İsrail’in yeni dostlarının bir kısmının antisemitik
eğilimli ve ABD öncülüğüne karşı mücadele eden liberal dünya düşmanı hükümetler
olduğunu yazdı.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun
‘evrensel liberalizmi reddedenler’le kurduğu yakın ilişki, ABD’li neo-conları
rahatsız ediyor.
Neo-conların önemli isimlerinden Robert
Kagan’ın Washington Post’ta 12 Eylül’de yayınlanan yazısına göre, 17
Eylül’de yapılan seçimlerde dış politikasını kampanya malzemesi yapan
Netanyahu’nun yeni dostları aslında Amerikan öncülüğündeki ‘liberal
imparatorluğa’ karşı mücadele edenler.
İsrail altı ay içinde ikinci defa sandık
başına giderken Başbakan Benjamin Netanyahu, yürüttüğü aktif dış politikayı her
defasında temel seçim malzemesi yaptı. ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile el sıkıştığı
seçim afişleri İsrail’in her yerinde asılıydı. Diplomatik manevraları ve seçim
öncesindeki ziyaretleriyle kendisini büyük dünya lideri olarak göstermeye
çalıştı.
2015’ten itibaren İsrail Başbakanı; sağcı
milliyetçi, liberal dünya düzenine kafa tutan veya otoriter çizgideki
Macaristan, Polonya, ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, Filipinler, Mısır,
Suudi Arabistan, BAE gibi ülkelerin liderleriyle yakınlaştı. İsrail dış
politikasının bariz şekilde liberal düzen karşıtı bir noktaya savrulmasından
endişe duyan Brookings Enstitüsü kıdemli araştırmacısı Robert Kagan, Washington
Post için kaleme aldığı “İsrail ve Liberal Düzenin Çöküşü” başlıklı uzun
yazısında Netanyahu’nun politikalarına ciddi eleştiriler getirdi.
Kagan, saldırgan ve müdahaleci bir
Amerikan dış politikasını, özellikle Irak’a müdahaleyi savunan; 1990’larda Yeni
Amerikan Yüzyılı projesinin kurucularından biri olarak yeni-muhafazakâr
(neo-con) gündemi şekillendiren bir Amerikan tarihçisi ve dış politika
yorumcusu. Kendisini “liberal müdahaleci” olarak tanımlayan Kagan gibi İsrail’e
kayıtsız şartsız desteği ile bilinen neo-con ekip içindeki önemli bir ismin bu
yazıdaki eleştirileri dikkat çekici.
İsrail’in yeni müttefikleri
Kagan’a göre, “Netanyahu seçim
propagandalarında İsrail’in uluslararası tecritten kurtulmasına öncülük
yaptığında ısrarcı olsa da, bütün bu yeni müttefiklerinin ortak özelliği
liberalizme ve liberal dünya düzenine apaçık düşmanlıkları. Hatta başbakanın
bizzat kendisi -İsrailli yorumcuların vurguladığı üzere- ‘küresel liberal
olmayan kampın merkezi bir şahsiyeti’. Öyle ki İsrailli muhafazakâr düşünür ve
bir ara Netanyahu’nun da danışmanı olan Yoram Hazony’nin de belirttiği üzere
İsrail; Macaristan, Polonya, Fransa, İtalya, İngiltere ve diğer yerlerde
‘evrensel liberalizmi reddedenler’ ile dayanışma içinde. Hepsi de Amerikan
öncülüğündeki ‘liberal imparatorluğa’ karşı mücadele veriyor.”
Yazara göre, İsrailli muhafazakârlar
arasında İkinci Dünya Savaşı sonunda kurulan liberal dünya düzeninin Avrupa
Birliği (AB), Birleşmiş Milletler (BM) ve hatta NATO gibi merkezi kurumlarının
İsrail’e düşman olduğuna ve ağızlarının payını vermek gerektiğine dair geniş
bir uzlaşma var. Buna bir örnek olarak İsrail’in eski ABD Büyükelçisi Michael
Oren’in birleşik bir Avrupa “İsrail için bir lütuf değil. Avrupa ne kadar az
birleşik olursa bizim için o kadar iyi” sözünü aktarıyor.
Kagan’a göre, Avrupa’da filizlenen
milliyetçi güçler İsrail’e liberal Avrupa’yla mücadelesinde yeni müttefikler
sağladı. Üst düzey bir İsrailli diplomat bir sene evvel Haaretz gazetesine
demiş ki “Avrupa’da büyük değişimler meydana geliyor. (Kıta) giderek daha az
liberal ve daha çok milliyetçi bir hale bürünüyor. (Macaristan’ın Orban’ı) bu
değişimin öncüsü (ve bu nedenle) Netanyahu onu kilit müttefiki olarak
destekliyor.”
“İsrail, dünya düzenin alt üst olmasında
fırsatlar görüyor”
Yazar, bu noktada üç sene evvel Trump’ın
seçilmesini de son derece önemli görüyor. Zira Trump yönetimi de Avrupa ve
diğer coğrafyalarda milliyetçi ve otoriter liderlere destek çıkıyor ve AB’ye
açıktan saldırıyor. Kagan’a göre, Trump’ın sözde “Önce Amerika” yaklaşımı,
ABD’nin onlarca yıldır süren liberal dünya düzenine destekten el çekmesinin bir
yansıması ve bu da İsrail’e sağcı milliyetçilerle ittifakını geliştirmek için
daha fazla hareket serbestisi sağlıyor.
Bu bağlamda yazar İsrail yönetiminin bazı
adımlarını hatırlatıyor: “Trump’ın seçilmesinin ardından İsrailli yetkililer,
ABD ile Putin arasında yeni bir başlangıç için arabulmaya çalıştı; Rusların
Suriye’de İran nüfuzuna karşı İsrail’e taviz vermesi karşılığında, Ukrayna’daki
adımları nedeniyle Rusya’ya uygulanan Amerikan yaptırımlarına son verecek bir
anlaşma önerdi. Hatta bazı muhafazakâr İsrailliler ABD’yi Transatlantik
İttifakı gevşetmek veya bir kenara bırakmak konusunda teşvik ettiler.”
Kagan’ın yazdığına göre, eski
diplomatlardan Avi Gil gibi bazı İsrailliler, liberal dünya düzenini kendileri
açısından hem iyi hem kötü görüyorlar; bu düzenin altüst olmasının -bazı
bakımlardan olumsuz olmakla birlikte- İsrail’e ‘yeni fırsatlar’ sunduğunu
düşünüyorlar.
Kuruluşundan beri düşmanla çevrili bir
coğrafyada liberal düzenin parçası olarak kendisini ayakta tutacağına inanan
İsrail, Netanyahu’nun sağcı yönetimi altında onlarca yıllık yaklaşımını terk
ederek yeni bir yola giriyor. Kagan bu durumu, sadece İsrail toplumu ve siyasetindeki
savrulmaların bir ürünü ve kendisi ile ülkesinin çıkarları peşinde koşan
Netanyahu’nun tercihi değil, aynı zamanda liberal dünya düzeninin çöküşünün bir
semptomu olarak görüyor.
İsrail diplomasisinin açmazı
Kagan, İsraillilerin kararlılığı ve askeri
başarılarına rağmen (…) Amerikan desteği ve daimi taahhüdü olmasa Yahudi
devletinin doğup hayatta kalamayacağını uzun uzun anlatıyor.
Tam da liberalizmin insancıl ruhu,
Holokost’tan suçluluk duygusu ve liberal demokratik değerlere bağlı ABD’deki
siyasi baskı sayesinde Washington’ın İsrail’i tanıyıp yakın ilişkiler kurduğunu
belirtiyor. Dahası -şu an bazı İsraillilerin yerden yere vurduğu- ABD’nin
‘liberal uluslararasıcılık’ ve ‘uluslararası sorumlulukları’ üstlenme kararı
doğrultusunda küresel bir aktöre dönüşmesi sayesinde Yahudi devletinin
tanınmasına uluslararası alanda öncülük ettiğini hatırlatıyor.
Yazar, İsrail’in -özellikle 1967 Altı Gün
Savaşı’ndan sonra- liberal dünyayla ilişkileri hiçbir zaman öyle kolay olmasa
da liberal kampta kalarak sağladığı faydaları ele alıyor.
Son 20 yılda, özellikle İkinci İntifada
ile birlikte İsrail siyasetinde liberal kanadın mücadele gücünün kırıldığını ve
sağda, liberal dünyadan uzaklaşarak ‘İsrail diplomasisinin çıkmazı’ndan kaçış
arzusunun giderek arttığını belirtiyor.
Yazar “Bundan on yıl evvel liberalizm
karşıtlığına dayalı bir İsrail dış politikası dünyada hoş karşılanmazdı. Ama
artık dünya değişti. Son on yılda ABD’nin Ortadoğu’daki gücü ve nüfuzu
azalırken liberalizm aleyhtarı Rusya ve Çin gibi büyük güçler boşluğu
doldurmaya başladı ve milliyetçi güçler liberal dünyayı sardı. İsrail de bu
gidişata uyum sağladı” diyor.
Kagan’a göre, son yıllarda İsrail
politikalarının Rus çıkarlarıyla uyumlulaşması, -kısmen- ABD’nin Rusya’nın
Suriye’de nüfuzunu genişletmesine, İran’la ittifak kurmasına ve Ortadoğu’da
tekrar bir oyuncu olmasına izin vermesi sayesinde. Keza İsrail, Amerikan 6.
Filosu’na sıklıkla ev sahipliği yapan Hayfa limanını Çin’e 25 yıllığına
kiralamaya kalkıştıysa bu, ABD’nin küresel rolünün azaldığı bir dönemde -diğer
ülkeler gibi- Pekin’in Kuşak ve Yol girişiminden kazanç sağlamaya çalışmasıyla
alakalı. İsrail’in Mısır, Suudi Arabistan ve Ortadoğu’nun diğer yerlerinde
diktatörlerin rakipsiz destekçisi haline gelmesi, -bir ölçüde- Obama’nın
başkanlığından beri ABD’nin bölgedeki liderlik rolünü aynı güçlere havale
etmesi gerçeğiyle bağlantılı.
Öte yandan Kagan, birçok İsraillinin 70
yıldır liberalizm ile Yahudi milliyetçiliği arasındaki zor dengeyi kurma
çabasından artık vazgeçtiğini belirtiyor. Batı Şeria’daki yerleşimleri ilhaktan
bahsedilmesi de, 2018’de İsrail meclisinden ‘ulusal kendi kaderini tayin
hakkının Yahudi halkına mahsusu olduğu’na dair çıkan kanun da liberalizmden
uzaklaşmayı temsil ediyor.
Kagan, “Milletler dahili ve toplumsal
tercihlerini bir boşlukta yapmazlar; ‘Batı karşıtı’ milliyetçilik hakim
oluyorsa bu, kısmen uluslararası düzenin buna imkan vermesinden ve yakın
dönemde bunu teşvik etmesindendir.” diyor. Bu bağlamda yazar, Avi Gil’in şu
sözlerini aktarıyor: “İnsan hakları ve demokrasiye daha az ağırlık veren bir
dünya düzeni İsrail’e daha az baskı uygulayacak” ve “İsrail’in (1967)
topraklarında tek taraflı adımlar atmasını kolaylaştıracak.”
Yine yazar, Netanyahu’nun iki sene evvel
Macar ve Polonyalı mevkidaşlarıyla toplantısında sarf ettiği şu sözleri
hatırlatıyor: “Çin’le özel ilişkilerimiz var ve Çinliler siyasi konularla hiç
ilgilenmiyorlar. Modi bana Hindistan’ın çıkarlarıyla ilgilenmesi gerektiğini
söylüyor. Rusya siyasi şartlar dayatmıyor, Afrika da. Bunu sadece Avrupa
yapıyor.”
Kagan, tarihsel olarak antisemitik
eğilimdeki Avrupa’nın sağcı milliyetçi hareketlerinin bugün tamamen İsrail
yanlısı bir pozisyona geldiğine dikkat çekiyor:
“İsrail’in savaşkan milliyetçiliğine ve
ortak düşmanları AB’ye karşı yılmaz direnişine hayranlar. Hatta Almanya’nın
aşırı sağcı milliyetçileri bugünlerde giderek milliyetçileşen İsrail’i ‘Almanya
için bir rol model’ olarak görüyorlar.”
“Sonuç ise bazı İsraillilerin artık
liberal dünya düzenine ihtiyaçları kalmadığına ve onun eleştirilerine tahammül
etmeleri gerekmediğine inanmaları. İsrail, askeri olarak güçlü ve iktisaden
başarılı; dahası, liberal mi demokratik mi olduğunu umursamayan müttefikleri
var.” diyor.
ABD’nin İsrail’de çıkarı var mı?
Peki, ülkelerin üstünlük yarışına girdiği
post-liberal bir dünyada İsrail ne yapacak? Kagan, “Öncelikle İsrail, Amerikan
desteğine güvenmeyi bırakmak zorunda kalacak” diyor. Her ne kadar İsrailliler
ABD’nin stratejik müttefiki olarak kalacaklarına inansalar da Kagan bunu kötü
bir bahis oynamak olarak görüyor. 1940’lardan bugüne Amerikan yönetimi içindeki
özellikle realist seslerin, nüfus ve doğal kaynaklar bakımından çok ileride
olan Arapları düşmanlaştırma pahasına İsrail’i tanımaya ve destek çıkmaya
itirazlarını hatırlatıyor.
Bugün İsrail kendisini terörizme ve İslami
radikalliğe karşı hayati bir müttefik olarak sunsa da aslında bu alandaki
rolünün istihbarat toplamak ve paylaşmakla sınırlı olduğunu, Avrupalıların
bundan çok daha fazlasını yaparak savaş durumunda askeri birlik de gönderdiğini
vurguluyor.
Keza kendisini İran’a karşı güçlü bir müttefik
olarak pazarlasa da ABD’nin İran’ı tehdit saymasının temel nedeninin yine
İsrail’in güvenliği olduğunu, yoksa ABD için doğrudan tehdidin (Tahran’ın da
düşmanı) Sünni radikalizm olduğunu hatırlatıyor.
Yine Trump yönetimi dış politikada adeta
parayı veren düdüğü çalar mantığıyla NATO’nun ve Avrupa’nın savunma
faturasından yakınırken, bu konuda en son konuşacak aktörün İsrail olduğunu,
zira ABD’nin İsrail’e yıllık 4 milyar dolarlık askeri yardımının Amerikalı
vergi mükelleflerinin cebinden çıktığını söylüyor.
Kagan, Trump’ın dış politikasına özgü
‘Önce Amerika’ söyleminin al-ver tarzı bir yaklaşım oluğunu, İsrail’e de
karşılıksız yardım olmayacağını Netanyahu’nun yakında öğreneceğini vurguluyor.
Filler arasında bir fare
Kagan, İsraillilerin, Washington liberal
dünya düzenine desteğini kesip İkinci Dünya Savaşı sonrası ittifaklar sistemini
dağıtmaya başlamışken, ABD’yle ittifakı sürdürecek tek aktörün yine kendileri
olacağına neyine güvenerek inandığını sorguluyor.
Yönelttiği “Her biri büyük birer nüfusa, toprağa
ve ekonomiye sahip olan Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, İran, güçlü Avrupa
ülkeleri ve ABD arasında çok kutuplu bir nüfuz ve kazanç mücadelesinin
yaşanacağı bir dünyada İsrail gibi küçücük ülkelerin kaderi ne olacak?”
sorusunu cevaben, “İsrail bugün komşularından çok daha gelişmiş, güçlü ve
başarılı olabilir ama çıkarcı egemen ulus-devletler dünyasında İsrail’in, her
biri Ortadoğu’dan bir parça isteyen fillerle kuşatılmış bir fare olacağını”
iddia ediyor.
“Etrafı düşmanlarla çevrili İsrail birkaç
milyon nüfusuyla ve Amerikan küresel hegemonyasının yokluğunda aşırı sağcıların
yönettiği Avrupa ülkelerinin desteğine güvenebilir mi?” tarzı birçok anlamlı
soru yöneltiyor. Yazar, İsraillilerin varlıklarını borçlu olduğu Amerikan
‘liberal emperyalizmi’nden şikâyet etmelerini kıyasıya eleştiriyor.
Yine yazar İsrail’in dış politika
yöneliminin İsrail dışında yaşayan milyonlarca Yahudi için iyi olup olmadığını
da sorguluyor. 2000 yıldır Hristiyan dünyada ve İsrail’in kuruluşu sürecinden
beri Müslümanlar arasında antisemitizmin kalıcı olduğunu hatırlatıyor.
Avrupa’da halihazırda hem sağ hem de sol kesimde bu eğilimin var olduğunu
belirtiyor. İsrail’in Avrupa’daki sağcı milliyetçiliklere yakınlaşmasını
eleştirirken antisemitizme liberalizmden başka bir panzehir olmadığını
vurguluyor. Özellikle Avrupa bağlamında milliyetçilik ile antisemitizm
arasındaki korelasyona dikkat çekiyor. Bugün İsrail’in -hiç de azımsanmayacak
ölçüde- Alman milliyetçiliği ile antisemitizmin birbirine karışması sayesinde
var olduğunu hatırlatıyor.
İsrail’in çoğu liberal olan Amerikalı
Yahudilerle ilişkilerinin nasıl çetrefilleştiğine de değiniyor. Ayrıca
Netanyahu hükümetinin son yıllarda ABD’deki Evanjelik Hristiyanlara yönelmesini
ele alıyor. “Evanjelikler, Amerikalı Yahudiler gibi İsrail’i eleştirmiyor.
İsrail’in ne ölçüde demokratik veya liberal olduğunu dert etmiyor.
Müslümanlarla savaştığı, liberallere karşı durduğu ve Kıyamet Günü’nün
yaklaşmasında oynadıkları kritik rol nedeniyle İsrail’i destekliyorlar. Uzun
vadede Evanjeliklerin desteğine ne denli güvenilebilir?” diyor.
ABD’nin İsrail’i, İsrail’in kendisine
yapabileceği şeyler için değil, liberal değerler nedeniyle desteklediğine
dikkat çekiyor. ABD, bazı İsraillilerin desteklediği gibi, bir küresel aktör
olarak daha da inişe geçerse “İsrail sonunda eleştiriden çok daha kötüsüne
maruz kalabilir” diye uyarıyor.
Son olarak Kagan “İsrail’in dünyaya
yaklaşımında basiretsiz bir bencillik var. (…) Şu an birçok İsraillinin artık
alternatifsiz olmadığına inanması, çağımızın bir yansıması olmakla birlikte
aynı zamanda tehlikeli bir yanılsama.” diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder