WASHINGTON’DA İRAN UZMANI VAR MI?
Jadaliyya, 4.9.2019
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web
sitesinde 12.9.2019 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/09/12/washingtonda-iran-uzmani-var-mi/
İngilizcesi The Systemic Problem of
“Iran Expertise” in Washington başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak
için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: ABD ve İran’ın çetrefil ilişkisi yıllardır sürüyor,
sürekli “ABD İran’ı vuracak” tahminleri ve karşılıklı suçlamalar geliyor. Peki,
ABD’nin İran politikalarını belirleyenler ne kadar bilgili? ABD’de ne kadar
gerçek İran uzmanı var, ne kadarına kulak veriliyor? Siyasal antropolog Negar
Razavi bu soruların yanıtını Jadaliyya sitesindeki yazısında veriyor.
Büyük güçlerin politikalarını hep büyük
hesapların ve planların bir ürünü olarak görme eğilimindeyiz. Akademisi,
istihbaratı ve diğer kurumlarıyla şekillenmiş bir uzman ordusuyla ABD’nin
dünyanın hemen her ülkesini, özellikle de düşman kabul ettiklerini avcunun içi
gibi bildiğini, bu bilgiler doğrultusunda kurguladığı büyük planlar
çerçevesinde manipüle ettiğini varsayarız. Peki, durum gerçekten böyle mi?
Siyasal antropolog Negar Razavi, Jadaliyya adlı web sitesi için kaleme aldığı
“Washington’da Sistemik ‘İran Uzmanlığı’ Problemi” başlıklı yazısında aksini
iddia ediyor. Üstelik sistemik ‘İran uzmanlığı’ problemini, ne yeni ne de
hâlihazırda ülkeyi yöneten Donald Trump’ın şahin kanadıyla sınırlı bir durum
olarak görüyor. Konuyu Washington’daki geniş ölçekli bir bilgi üretim sistemi
problemine bağlıyor.
Razavi’nin ezber bozucu tespitlerinin
gerisinde 13 yıldır sahada yürüttüğü çalışmalar var. Öncelikle çalışmalarının
arka planını yazısından aktaralım: 2006’dan bu yana İran’a yönelik Amerikan
politikaları tartışmalarını yakından takip etmiş. Üç yıl boyunca dış politika
alanında önemli bir düşünce kuruluşunda çalışarak İran İslam Cumhuriyeti
hakkında bilginin nasıl üretildiğine birinci elden şahit olmuş. Daha sonra
düşünce kuruluşu uzmanlarının ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarını
şekillendirmekte oynadığı rol hakkında araştırmalar yapmış. 2014-2016 arasında
iki yıl boyunca ABD’nin başkentinde etnografik saha çalışması yürütmüş. Bu
bağlamda Amerikan yönetiminin içinden ve dışından toplamda 180 küsur dış
politika aktörüyle mülakatlar yapmış, politika üretimiyle ilgili yüzlerce
toplantıya katılmış ve İran üzerine çalışan düşünce kuruluşu uzmanlarını şahsen
ve yazıları üzerinden takip etmiş.
Bütün bu birikimi ışığında Razavi yaptığı
temel değerlendirmesini, 10 Eylül’de ABD Başkanı Trump’ın görevden aldığı
(Bolton istifa ettiğini söylüyor) Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton
örneğine dayandırıyor. Zira 70 yaşındaki şahin siyasetçi Bolton, İran konusunda
çok sert bir politika güdülmesi taraftarıydı; hatta ABD’ye ait bir insansız
hava aracının (İHA) İran tarafından düşürülmesinin ardından askeri karşılık
verilmesini istemişti. Razavi, Bolton’a da değinerek şu yorumu yapıyor: “Trump
yönetiminin İran’a yönelik dengesiz ve tehlikeli ‘azami baskı’ stratejisi için
başta -rejim değişikliği arzusunu alenen dile getiren- (dönemin) Ulusal
Güvenlik Müsteşarı John Bolton olmak üzere en yakın müşavirlerini suçlamak
cazip olabilir. Ancak Bolton, İran hakkında niteliksiz ithamlarıyla politika
üretiminde nüfuzunu kullanabiliyorsa bu, Washington’da çok daha geniş ölçekli
bir bilgi üretim sistemi yüzünden. Bu bilgi üretim sistemi, İslam Cumhuriyeti
hakkında nitelikli, derinlemesine ve kanıta dayalı analizler yerine temelsiz,
ideolojik saikli değerlendirmeleri mütemadiyen ödüllendiriyor.”
Rezavi şöyle devam ediyor: “Amerikan dış
politika müessesesinden birçokları, Bolton’ın İran hakkındaki aşırı
görüşleriyle hemfikir olmasalar dahi bu geniş ölçekli sistemin tekrar tekrar
üretiminde sorumluluk sahibiler. Söz konusu sistemde, İran aleyhine ithamlar
Amerikan yönetiminin üst düzey yetkililerince kanıtlanmış gerçekler gibi
muamele görüyor; düzmece online karakterler Amerikan medyasında meşru
kaynaklarmış gibi kullanılıyor; kendi kendisini İran politikası uzmanı ilan
edenler uzmanlıklarını nitelikli hale getirip hakkını vermek veya menfaat
çatışmalarını deklare etmek zorunda bırakılmıyorlar.”
Rezavi’nin İran konusunda yaptığı
tespitler, aslında Amerikalı karar alıcılara ve sözde uzmanlara ilişkin genel
bir sorun. Meseleyi sadece İran’la sınırlandırmamak gerekir. ABD’nin genel
Ortadoğu politikası da diğer bölgelere bakışı da aynı problemlerle malul.
Washington’da ne türden “İran uzmanları”
dikkate alınır?
Rezavi yaptığı çalışma sırasında Amerikan
dış politika camiasının ‘İran uzmanlığı’ istismarlarını belgeleyebildiği
iddiasında. Ona göre söz konusu istismar, en sık, İran’da rejim değişikliğini
veya bir çatışmayı destekleyen kesimde görülüyor. “Bu kesim, İslam Cumhuriyeti
aleyhine ideolojik gündemlerini desteklemek amacıyla sıklıkla yanlış tercüme
ediyor, hatalı tanımlar yapıyor veya kanıtları tehlikeli şekilde
basitleştiriyor.”
Öte yandan bu şekilde uzmanlığın istismarı
sadece başkentin şahin kanadına mahsus da değil. Yazar, İslam Cumhuriyeti’yle
daha fazla diplomatik angajmanı destekleyen liberal aktörler arasında da
günümüz İran’ının karmaşıklığını anlamakta şaşırtıcı bir ilgisizlikle
karşılaşmış. Obama’nın İran’la nükleer anlaşmayı müzakere eden ekibinden birisi
kendisine “Tahran’la müzakere etme kararı alındığında İran uzmanlarına gerek
duymadık. İhtiyacımız olan sadece nükleer uzmanlardı” demiş.
Razavi, saha araştırması yaptığı 2014-2016
döneminde, Washington DC’deki önemli düşünce kuruluşlarının İran üzerine
çalışan kıdemli uzmanlarını incelediğinde şu çarpıcı sonuçla karşılaşmış:
Yaklaşık üçte biri doktoralı ve çok daha azı tezini İran ile ilgili bir konuda
yazmış (ki doktoralı olmak ABD’de yükselmek için oldukça önemli bir kriterdir.)
Dahası, söz konusu düşünce kuruluşlarının İran uzmanlarının yarısı Farsça
okumayı, yazmayı veya konuşmayı bilmiyormuş. Yine yarısı tek bir defa dahi
İran’a ayak basmamış. Seçkin bir düşünce kuruluşunda çalışan bir araştırma
asistanı kendisine, Arapça okuyabilen biri olarak, Farsça haberleri, Farsça (okuyamayan
ama) konuşabilen başka bir araştırma asistanına yüksek sesle okuyabileceğini
söylemiş. Böylelikle bu iki asistan kafa kafaya verip Ortadoğu çalışan ve
sıklıkla İran konusunda yorumlar yapan patronu için İran haberlerini ‘tercüme’
edecekmiş.
Rezavi diyor ki “Arka planlarına veya
eğitimlerine bakılmaksızın bu uzmanlar; Amerikan hükümet yetkilileri, medya ve
farklı çıkar grupları tarafından İran ile ilgili -karmaşık hükümet yapısından
tutun Tahran’ın bölgesel politikalarına, petrol üretim kapasitesinden nükleer
teknolojiye, modern tarihinden toplumsal dinamiklerine ve Şii içtihadın
çetrefilliğine kadar- hemen her konuda analizci olarak tanıklıklarına ve
bilgilerine başvurulmak üzere çağrılıyorlar.”
Konuyla ilgili yazısında çarpıcı bir örnek
de veriyor: “Hiçbir zaman resmen İran çalışmamış, Farsça bilmeyen, bu ülkeye
hiç gitmemiş ve nükleer teknoloji konusunda da teknik bilgisi bulunmayan bir
uzman, 2014-2015 yılları arasında İran konusunda bilirkişi olarak ifadelerine
başvurulmak üzere tam beş defa Kongre’ye davet edilip dinlendi.”
Buna mukabil “İran konusunda iyi
araştırılmış, derinlemesine ve incelikli değerlendirmeler yapabilecek nitelikte
analizciler, Washington’da sıklıkla ‘fazlaca anlaşılması zor’ olarak görülerek
kulak ardı ediliyor veya daha da kötüsü ‘rejim savunucuları’ iftirasına
uğruyor.” diyor. Washington müesses nizamının hep kenarında çalışmış İran
asıllı Amerikalı bir analizci meseleyi Rezavi’ye şöyle açıklamış: “İran
hakkında incelikli herhangi bir şey söylersen, anında Ayetullahların sözcüsü
olmakla suçlanırsın.”
Rezavi makalesinde bir çarpıcı örnek daha
vererek çarpıtmanın boyutlarını ortaya koyuyor: “Amerikan Dışişleri
Bakanlığı’nın ‘İran Dezenformasyon Projesi’ üzerinden barış yanlısı, İran
asıllı, Amerikalı sesleri karalamak amacıyla internet trollerini finanse
ettiğine dair Haziran ayında ortaya çıkan ifşaat, Washington’da İran üzerindeki
çekişmenin kasıtlı olarak bir cepheleşmeye doğru ne denli çarpıtıldığını
gösteriyor.”
Sistemik olarak uzmanlığın değerinin
düşürülmesi
Peki, Washington’da İran uzmanlığı
problemi nasıl ve niçin ısrarla devam ediyor? Rezavi yazısında bu sorunun da
cevabını arıyor. Üzerinde düşünülmesi gereken birçok faktör bulunduğunu,
bunlardan bir kısmının sadece İran örneğine mahsus olmayıp çok daha geniş
yapısal meselelerle alakalı olduğunu vurguluyor. Yapısal meseleleriyse şöyle
anlatıyor:
“Öncelikle, on yıllardır Washington’da
‘politika uzmanı endüstrisi’ni giderek genişleten, herhangi bir düzenlemeye
tâbi olmayan, piyasa güdümlü güçlere bakmalıyız. Bu ‘fikirler piyasası’,
gittikçe daha fazla sayıda çıkar grubunun ve yabancı hükümetin, gerek düşünce
gerekse politika araştırma kuruluşları için daha önce görülmemiş bir düzeyde
finansman sağlamasına imkan verdi. Finansman sağlamak, çıkar gruplarının ve
yabancı hükümetlerin Amerikan müesses nizamı içinde kendi menfaatlerini
meşrulaştırmalarının bir aracı oldu. Araştırmalarının sonucundan doğrudan
menfaat sağlayan bağışçılardan para alan düşünce kuruluşu uzmanları, bu menfaat
çatışmalarını hukuken deklare etmek zorunda değiller (profesyonel olarak da bu
beklenmiyor).”
“Saha araştırması sırasında görüştüğüm
politika üretenlerin çoğu, işlerini yapmak için takip etmeleri gereken günlük
analiz, haber ve sosyal medya sağanağından yakındılar. Görüşleri ve tavsiyeleri
için uzmanlara başvurduklarında, bilgiyi basit ve kolayca hazmedilebilir
şekilde sentezleyenleri, net ve uygulanmaya müsait politika tavsiyeleri
sunanları ve/ya kendi pozisyonlarını kamuoyu önünde destekleyecekleri seçme
eğilimindeler. Hal böyleyken eski Amerikan yönetimlerinden yetkililerin, güçlü
siyasi müttefikler tarafından desteklenen analizcilerin ve medyada belirgin
şekilde öne çıkarılanların politika üretenler için en değerli uzmanlar olması
hiç de şaşırtıcı değil.”
Rezavi bir de akademik burslar ile
Amerikan yönetimi arasında hesaba katılması gereken karmaşık (ve çoğunlukla
çelişkili) ilişkiden bahsediyor: “Amerikan yönetimine İran gibi bir ülke
hakkında çok ihtiyaç duyulan, daha derin analizler sunabilen (Ortadoğu
araştırmaları gibi) akademik alanlar, yurtdışında Amerikan çıkarlarına hizmet
edenlerin en kritiği olageldi. Sosyal ve beşeri bilimler alanında artan
kesintiler karşısında, birçok bölüm ve akademisyen hâlâ daha devletten
finansman arayışında ve dolayısıyla ‘işe yararlılıkları’nı göstermenin bir yolu
olarak yönetimin karar alıcılarıyla ilişkiler kuruyorlar. Bu arada
Washington’daki politika eliti, -danışman olarak ‘güven’ilemeyecekleri
iddiasıyla- akademisyenleri, Ortadoğu’da Amerikan çıkarları için ‘işe yaramaz’
veya ‘düşman’ diyerek kategorik olarak uzaklaştırıyor. Akademik sesleri, hele
de bölgede Amerikan politikaları için kritik olanları dışlamanın sonuçları
vahim olageldi. 2003 Irak Savaşı’nda, bu ülke uzmanı en ciddi akademisyenler
(ve birçok nükleer ve güvenlik uzmanı), işgale karşı uyarılar yaptığında fiilen
uzaklaştırıldılar.”
Sonuç olarak şu fotoğrafı ortaya koyuyor:
“İran örneğinde bu yapısal faktörler (yani düşünce kuruluşları için çıkar
güdümlü finansman sağlama ve yönetimin alan uzmanlığının değerini düşürmesi
faktörü), Washington’ın İran hakkında tarihsel ve günümüzdeki hoşnutsuzluk ve
şikayetleriyle kesişiyor; ki bu şikayetlerin bir kısmı meşru, diğerleri ise
daha derin paranoya ve ırkçılık formatında. Buna bir de İran karşıtı yabancı
hükümetleri ve çıkar gruplarını ekleyin; karşımıza, İran konusunda ince
ayrıntıların, karmaşıklığın ve ayağı yere basan araştırmaların en iyi ihtimalle
terk edildiği, en kötü ihtimalle hücuma uğradığı bir uzman manzarası ortaya
çıkıyor.”
İran uzmanlığı önemli midir?
Rezavi, İran konusunda ciddi uzmanlık eksikliğinin,
Obama yönetimindeki birçok muhatabınca bir sorun olarak algılanmadığına dikkat
çekiyor. “Ne de olsa nükleer programı konusunda İran’la tam bir diplomatik
çözümü, ülke hakkında derin bilgisi olan uzmanlardan çok az bir katkı alarak
müzakere edebilmişlerdi.”
Rezavi, başkentteki politika uzmanlarının,
görüşlerini -sorgulanamaz hakikatler statüsüne çıkana kadar- gerek yönetim
içinde gerekse dışında televizyon ve sosyal medya üzerinden yaydıklarını; daha
sonra Kongre önünde ifade vererek ‘İran uzmanı’ statülerini güçlendirdiklerini;
yayınladıkları raporların dışişleri bakanlığı ile savunma ve hazine
bakanlıkları çalışanlarınca alıntılandığını anlatıyor. “Uzmanlar, bu türden bir
medya görünürlüğü ve yönetime erişim sayesinde çıkar grupları, yabancı
hükümetler ve özel vakıflardan ilave finansman sağlayabiliyorlar. Ve tıpkı John
Bolton gibi bu analizcilerden bazıları, görüşlerini içeriden dayatmak üzere
kolayca bir yönetime katılıyor.” diye de ekliyor.
Rezavi, yazısında İran’la alakalı
sorgulanmayan bilgi akışı döngüsüne örnekler veriyor. Bunlardan biri de,
Yemen’deki Husilerle alakalı. Husiler, Yemen’de uzun ve karmaşık bir tarihleri
olan yerli bir Şii cemaat iken şimdilerde Amerikan yönetiminde yaygınlaşan kanaate
göre, “İran destekli Husiler” veya “İran’ın vekil gücü”ne dönüştüler. Rezavi’ye
göre, bu aşırı basitleştirici sloganlar, bir yandan Yemen halkının siyasi
failliğini yok sayarken, öte yandan Washington’ın Suudi öncülüğündeki yıkıcı
savaşına desteğinin de meşrulaştırıcısı oluyor.
Yazısının sonunda Rezavi diyor ki “İran
konusunda ayağı yere basan, nitelikli ve en önemlisi de hesap verebilir
araştırmalar olmaksızın Bolton gibi şahıslar -bizzat siyasi muhaliflerinin de
ironik şekilde yayılmasına destek olduğu- sığ değerlendirmelerle tehlikeli
politikaları meşrulaştırmaya devam edebilecektir. Müesses nizam içinde İran’a
yönelik Amerikan politikasında kalıcı bir değişim görmeyi istiyorsak en az
yirmi yıldır dış politika çevrelerini meşgul eden bu ülke hakkında daha yüksek
standartta bir uzmanlık talep etmeliyiz. Gerçeklerin tekrar tekrar
doğrulandığı, ithamların kanıta dayandırıldığı ve İran hakkında uzman olduğunu
iddia edenlerin belirli ahlaki standartlara ve niteliklere bağlı kaldığı yeni
bir sistem için bastırmalıyız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder