SUUDİ
ARABİSTAN-BAE İTTİFAKI SONA MI YAKLAŞIYOR?
El-Cezire
Arapça, 9.8.2019
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web
sitesinde 29.8.2019 tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/08/29/suudi-arabistan-bae-ittifaki-sona-mi-yaklasiyor/
İngilizcesi الإخوة
الأعداء.. هل يعلن "انقلاب عدن" نهاية التحالف السعودي الإماراتي؟ başlığıyla yayınlanan yazının tamamını
okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: BAE, başta Yemen’deki askeri varlığını küçültmek ve İran ile ilişkilerini tazelemek üzere, müttefiki Suudi Arabistan ile ayrışan dış politika adımları atmaya başladı. Arap Baharı’na karşıtlık temelinde gelişen BAE-Suudi Arabistan ittifakının sonuna gelip gelinmediğini değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı Muhammed es-Said’e göre Körfez’de kartlar yeniden dağıtılıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bir
süredir dış politikasını değiştireceğine dair verdiği sinyaller ve attığı bazı
adımlar, Ortadoğu’daki belirleyici ittifaklardan biri olan BAE-Suudi Arabistan
ittifakının da sonuna gelindiği iddialarına yol açıyor.
BAE’nin son zamanlarda attığı en dikkat
çekici adımlardan biri, Temmuz ayı başında Yemen’de İran destekli Husilere
karşı Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyona desteğini azaltarak bu ülkedeki
askerlerini geri çekeceğini duyurması.
Ayrıca BAE, Suudi Arabistan’ın hedefindeki
İran ile de ilişkilerini düzeltecek adımlar atma peşinde. Örneğin İran ve
BAE’den üst düzey güvenlik yetkilileri Temmuz ayı sonunda Tahran’da bir araya
gelerek, 6 yıl aradan sonra yeniden Ortak Sahil Güvenlik Toplantısı düzenledi.
Son olarak Ağustos ayı başında BAE
destekli ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi milisleri, -Riyad’ın destek verdiği-
meşru Hadi hükümetinin birlikleriyle şiddetli çatışmalara girdi ve geçici
başkent Aden’in ve başkanlık sarayının kontrolünü ele geçirdi. Bütün bu
gelişmeleri Al Jazeera’da yayınlanan “Düşman Kardeşler: Aden Darbesi
Suudi Arabistan-BAE İttifakının Sonunun İlanı mı?” başlıklı yazısında
değerlendiren uluslararası ilişkiler uzmanı ve araştırmacı Muhammed es-Said,
BAE’nin politikalarını gözden geçirmesinin sadece Yemen’i değil, bütün bölgeyi,
özellikle de Yemen Savaşı’nın fiili komutanı Suudi Veliaht Prens Muhammed bin
Selman’ı etkileyeceğini düşünüyor:
“Bin Selman, kazananı olmayan,
uluslararası eleştirilere giderek daha fazla maruz kaldığı bir savaşta ansızın
kendisini yapayalnız bulmakla kalmadı, aynı zamanda İran’a karşı ‘büyük kutsal
savaş’ta tek ve izole hale gelmenin -büyük bir ihtimalle- şokunu da yaşıyor. Bu
da demek oluyor ki, BAE’nin Yemen’den çekilmesi, son yıllarda Suudi-BAE
ilişkilerine indirilmiş en bariz hançer.”
Es-Said, BAE-Suudi ittifakının daha da zedeleneceğini,
zira BAE’nin Suudi Arabistan’ın pahasına da olsa, kendi özel gündemini takip
etme temayülü içinde olduğunu, iki ülke arasındaki vizyon ve çıkar
farklılıklarının da derinleşeceğini öne sürüyor.
Abu Dabi’nin oynadığı bütün bahisler
Yazara göre, 2010 yılı sonunda Arap
Baharı’na karşı koymak ve bölgede otoriter rejimlere yeniden istikrar
kazandırma arzusuyla, BAE ve Suudi Arabistan ortak çıkarlar temelinde özel
ilişkiler geliştirdi:
“Bu özel ilişkilerin ilk meyvesi, 2013
ortasında Mısır’da General Abdulfettah es-Sisi’nin askeri darbesi oldu. 2015’te
Yemen’de Husilere karşı koyma ve Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’yi
San’a’da yeniden iktidara getirme örtüsü altında başlayan Yemen’e ortak askeri
müdahale, bu ilişkilerin en net tezahürüydü. Dört küsur yıldır devam eden bu
savaş, iki ülke arasında ortak çıkarları derinleştirdi ve Abu Dabi Veliaht
Prensi Muhammed bin Zayid ile genç Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman
arasında kader ortaklığı duygusunu güçlendirdi.“
“Yemen, Suudi-BAE ittifakının en önemli
sahası haline gelirken aynı zamanda söz konusu ittifakta ilk ayrışmaların baş
gösterdiği alan oldu,” diye yazan es-Said’e göre, müttefikler arasında örtülü
ihtilaflar zaman içinde Yemen üzerinden açığa çıktı.
Riyad yönetimi, Müslüman Kardeşler’in
Yemen kolu olan ve Taiz’de en etkili güç sayılan Islah Partisi’yle ilişki
geliştirdi. BAE ise Islah hareketine karşı tavır aldı. Böylece iki müttefikin
Yemen’de kiminle iş tutmak gerektiği konusunda ortak bir yaklaşım
sergileyememeleri nedeniyle nüfuz alanlarının paylaşımı noktasında zımni bir
anlaşmaya varıldı:
“Buna göre Suudi Arabistan Husilerle
çatışmaların çoğunun cereyan ettiği, kendi sınırına yakın kuzey bölgelerinin
komutasını üstlenirken; BAE de Aden ve güneyin komutasını, yani ‘terörle
mücadele’ operasyonlarının sorumluluğunu üzerine aldı.”
Yazara göre, kısa sürede BAE, güney
Yemen’de fiili otoriteye ve iktidarı belirleyici güce dönüşerek hegemonya
kurmayı başardı. Kuzeyden ayrılmayı talep eden Güney Geçiş Konseyi başta olmak
üzere çeşitli siyasi yapılar ve milis güçleri kurarak onları destekledi. Zira,
“Yemen’in güneyinde BAE yanlısı bir devletin varlığı, Babu’l-Mendeb Boğazı’nı
ve Kızıldeniz’deki petrol akışını kontrol etmesini sağlamak için ideal
olabilirdi”
“Gelinen noktada Abu Dabi, stratejisini
değiştirmek ve askeri varlığını azaltıp daha diplomatik bir yöntem benimseyerek
Yemen çatışmasına askeri yaklaşımdan vazgeçmek zorunda kaldı. Abu Dabi,
Riyad’ın aksine, Yemen’deki özel çıkarlarını fiilen gerçekleştirdiğini ve artık
bir ufku olmayan ve açık bir düşmanı bulunmayan bir savaş için daha fazla
kaynak tüketmeye gerek olmadığını muhtemelen düşünüyor. (…) Ayrıca Abu Dabi,
Yemen’deki çatışmanın nihai sonucu olarak ülkenin bölünmesini tercih ediyor ki
böyle bir senaryoda BAE, kuzeyde Husilerden gelen tehditlerden coğrafi olarak
nispeten uzak kalırken üzerine çok fazla yatırım yaptığı güneyde hayati
stratejik çıkarlarını koruyacağını görüyor.”
Es-Sadi, BAE’nin Yemen’den çekilme
kararını güçlendiren birçok dış faktörün de olduğuna dikkat çekiyor:
“Bunların başında, Arap Körfezi ve Hürmüz
Boğazı’nda İran’ın başta BAE olmak üzere Amerikan müttefiklerine ait gemileri
ve petrol tankerlerini hedef alan son dönemdeki faaliyetleri geliyor.
Washington İran’la askeri bir karşılaşmaya isteksiz görünürken (…) Abu Dabi de
Tahran’dan gelecek herhangi bir tali zararı kontrol altına almak için Amerikan
korumasına bel bağlayamayacağını görüyor ve bu da onu ihtiyatlı olup
askerlerini kendi ülkesinin yakınında tutmaya itiyor.”
“Benzer şekilde BAE liderliği, -Amerikan
Kongre üyelerinin Suudi Arabistan’a (ve bazı önerilerde BAE’ye) silah ihracını
durdurmaya dönük karar çıkartmaya çalışması nedeniyle- Riyad’ın Amerikan siyasi
fırtınasının tam merkezinde durduğu bir dönemde, Suud’la yakın irtibattan
endişeli görünüyor. Her ne kadar Kongre kararları Trump’ın veto hakkını
kullanması nedeniyle uygulamaya geçemese de BAE, Trump’ın ve Amerikan
yönetiminin desteğine bel bağlayamayacağını idrak etmiş durumda, hele de 2020
seçimleri yaklaştığı bir dönemde etkili Kongre üyelerinin desteğini kaybederken
ve Trump yerine Demokrat bir başkanın seçilme ihtimali varken…”
Yeniden konumlanma
Es-Sadi, Yemen’den çekilme kararının
üzerinden daha bir ay geçmeden Abu Dabi’nin 26 ve 30 Temmuz tarihlerinde İran’a
peş peşe iki resmi heyet yolladığını ve akabinde de 1 Ağustos’ta sınır
güvenliği konusunda bir mutabakat muhtırası imzalandığını hatırlatıyor:
“BAE açısından İran’la çatışma, jeopolitik
nitelikli olup -Suudi Arabistan-İran örneğinde olduğu gibi- mezhepsel veya
ideolojik değil,” diyen yazar, BAE’yi oluşturan yedi emirlikten en güçlü
ikisinin yani Abu Dabi ve Dubai’nin İran konusunda farklı yaklaşımları olduğunu
dikkat çekiyor:
“BAE tarihsel olarak İran’la ilişkilerinde
çok daha diplomatik bir siyaset benimseyegeldi; her ne kadar iki ülke arasındaki
çatışma BAE’nin bağımsızlık kazandığı tarihe kadar geri gitse de. (…) BAE’nin
İran’la ilişkilerinde mevcut hasmane siyaseti, öncelikle Suud’la ittifakının
bir sonucu olup Tahran’a tamamen düşman bir Amerikan yönetiminin varlığıyla
daha da güçlendi. Abu Dabi ile BAE’ye bağlı diğer emirlikler, bilhassa Dubai
arasında İran’la ilişkiler konusunda giderek artan büyük bir ihtilaf olduğunu
iddia edersek çok da abartmış sayılmayız.”
“Petrolle zenginleşen ve İran’ı düşman
gören Abu Dabi’nin aksine, Dubai’nin iktisadi zenginliği büyük ölçüde ticaret
ve turizme dayalı olup onlarca yıldır İran’la ticari ilişkilerini korudu. Yine
Dubai’de önemli ve etkili bir Şii azınlığın yanı sıra İran kökenli çok sayıda
başarılı iş adamı da var. Dubai’deki finansal kurumlar İran’a yaptırımları
delmekte hep bir arka kanal işlevi gördü. Dolayısıyla Dubai, çoğunlukla BAE’nin
İran siyasetinin şekillenmesinde Abu Dabi’ye karşı bir karşı-denge rolü oynadı;
ta ki 2008 Küresel Finans Krizi akabinde çöküşten Abu Dabi müdahalesiyle
kurtulana kadar.”
“Sonuç olarak son yıllarda Dubai siyaseten
büyük ölçüde içe çekildi ve Abu Dabi BAE dış politika üretimini tekeline aldı.
Ancak Abu Dabi yönetiminin son yıllarda Yemen savaşı, İran’a karşı husumet
politikası ve Libya’ya müdahale gibi siyasi maceraları, Dubai ve marjinalleşen
diğer emirliklerin yöneticilerinin öfkesini çekmişe benziyor. İstihbarat
kaynaklarına göre, Dubai Emiri Muhammed bin Raşid Âl Maktum’un muhalefeti,
BAE’nin Yemen’den çekilmesinde ve son dönemde İran’a yönelik daha esnek bir siyasetin
güdülmesinde büyük bir rol oynadı.”
“Öte yandan BAE yöneticilerinin tamamı,
ülkelerinin İran’a karşı bölgesel veya küresel herhangi bir çatışmada en büyük
ve en kırılgan hedef olabileceği, bunun da son yıllarda edindikleri siyasi ve
askeri kazanımları heba edebileceği kanaatine varmış görünüyor. (…)”
Düşman Kardeşler ittifakı
“Yeni BAE siyasetinin tek kaybedeni, en
yakın müttefiki Riyad,” diyen yazara göre, Suudi Arabistan liderliği, özellikle
de Muhammed bin Selman, BAE’nin Yemen’e müdahalesinin gerçek hedeflerini
görmezden gelmenin bedelini ödemek zorunda kalacak:
“BAE’nin hedefleri hiçbir zaman tam olarak
Suud’unkilerle örtüşmedi. BAE’nin Yemen’den geri çekilme kararıyla birlikte,
Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman’ın Yemen Savaşı’nı şahsi savaşına
dönüştürmesinin siyasi faturasını sadece kendisine yüklenmiş olarak bulacak.”
Daha geniş stratejik düzeyde Suudi
Arabistan, Batı’nın İran’a karşı duruşunda herhangi bir siyasi değişimin de en
büyük bedelini ödeyecek. BAE’nin Yemen sahasında ve Körfez’deki su yollarında
İran’la çatışmadan çekilmesinin ardından Suud’un geriye kalan tek seçeneği,
Trump’ın yeniden seçilip İran’a karşı kararlı siyasetini sürdürmesi ümidiyle
2020 Amerikan seçimlerini gözetmek. Zira Amerikan yönetimi bu cepheleşmede Riyad’ın
tek ve son müttefiki haline geldi.”
Fakat yine de yazara göre, bütün bunlara
rağmen Suud-BAE ittifakı çöküşün eşiğinde değil:
“Bir yandan iki ülke, -Libya’dan
Cezayir’e, Sudan’dan Yemen’e ve hatta Katar’a yönelik ablukayla birlikte Körfez
İşbirliği Konseyi’nin resmen olmasa da fiilen dağılmasının ardından Körfez’in
bizzat kendi içinde- çeşitli çatışma alanlarında -siyasal İslamcı gruplardan
tutun Arap dünyasında devrimci değişim güçlerine kadar- ezeli düşmanlarına
karşı hâlâ birbiriyle işbirliğine muhtaç durumda.
Öte yandan BAE’nin İran siyasetindeki son
değişiklikleri, radikal bir dönüşüm değil, çatışmaların faturasını düşürmeye
dönük stratejik yeniden konumlanma olarak değerlendirmek gerekir.
Sonuç olarak, Abu Dabi ve Riyad
yönetimleri birbirlerine muhtaç olduklarını biliyorlar; ancak aynı zamanda
ittifaklarının çatışmalar ve ayrışmalardan nasibini alacağının ve önümüzdeki
dönemde yakın geçmişteki kadar etkin olamayacaklarının da farkındalar. Mevcut
etkinlikleri, bu iki Körfez ülkesini, Ortadoğu’da çoğunlukla pervasızca ve
düşüncesizce yürüttükleri siyasetlerinin etkilerinden önemli ölçüde korumuştu.
Aden’deki son darbe, bu ittifakın yeniden şekillenmesinde dönüm noktalarından
biri olabilir.”
NOT: Fikir Turu’nda yayınlanırken tercümeyi
kısaltmak adına çıkarttığımız bir bölümü aşağıya ekliyorum:
Aslında BAE’nin son dönemdeki politikalarından Suudi
Arabistan’ın endişe duymasını gerektiren her türlü neden var: Sınırda Husilerin
teşkil ettiği büyük askeri tehdit; Suudi topraklarının derinliklerini hedef
alan -ve Riyad’ın BAE’nin varlığında dahi baş etmekten aciz kaldığı- Husilerin
insansız hava aracı ve balistik füze kapasitesini geliştirmesi; ayrıca BAE’nin
çekilişinin ardından başta güneydeki sahil şehri el-Mukha, Hudeyde çevresindeki
sahil bölgesi, Perim adası ve hatta Aden şehri gibi doğrudan çatışma
alanlarında doğan askeri boşluklar… Husilerin bu alanları yeniden eline
geçmesini veya sızma yolu olarak kullanmasını engellemek için Suudi güçleri, askeri
boşlukları süratle doldurmak zorunda; bu da Suudi ekonomisinin hâlihazırda
yüzleştiği mali açığın gölgesinde son derece maliyetli görünüyor.
Görünen o ki fazla vakit geçmeden Suud’un korkuları ete kemiğe
büründü; 1 Ağustos’ta Husiler, Aden’e 2015’ten bu yana en büyük askeri saldırıyı
düzenledi. (…) Saldırı, Husilerin asimetrik gücünü gösterme ve BAE’nin geri
çekilme haberinden sonra koalisyonun moralini bozma girişimi olduğu gibi, Suudi
Arabistan’a kendisini bekleyen akıbeti de açıkça hatırlatıyordu.
(…)
Öte yandan Güvenlik Kuşağı Kuvvetleri ve BAE’ye yakın güneyli
ayrılıkçı milisler de Suudi Arabistan için ayrı bir baş ağrısı. Bu milislerin
Suudi komutası ve ona bağlı Yemen hükümeti altında hareket etmesi gerekse de fiiliyatta
Riyad’a da Hadi hükümetine de güvenmiyorlar; ayrılık ve kendi kaderini tayin
etrafında dönen kendi özel gündemlerine hizmet ediyorlar. Suudi Arabistan’ın,
milliyetçilerden dini-Selefi güçlere kadar farklı milislerin sadakatini
sağlamakta veya onları merkezi hükümetle işbirliğine sevk etmekte ve kendi
aralarındaki iç ihtilafları idare etmekte sıkıntılar çekmesi bekleniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder