10 Nisan 2018 Salı

F.GERGES: MISIR’IN GELECEĞİ İÇİN MÜCADELE






Fawaz A. Gerges (LSE Uluslararası İlişkiler Profesörü)
Project Syndicate, 23.3.2018

Tercüme: Zahide Tuba Kor

NOT: Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız.
Blogda yer alan 750 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Tıpkı sevgili yoldaşı diktatör Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi, göstermelik bir muhalefetle yarışan Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi de 26-28 Mart’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kolayca kazanacak. Bundan yaklaşık beş yıl önce iktidarı ele geçirirken Mısırlılar kendisinden büyük beklentiler içindeydi. Ancak bugün gelinen noktada Mısır hala daha 2011 Arap Baharı devriminin çalkantılarını (…) atlatabilmiş değil.
Daha da kötüsü Arap dünyasının bu en kalabalık ülkesi, Kuzey Sina’da düşük yoğunluklu bir cihatçı isyanla karşı karşıya. Şimdiye kadar binlerce sivil ve güvenlik görevlisi öldürüldü. Ayrıca uzayıp giden iktisadi kriz, fakirlikle boğuşan on milyonlarca sıradan Mısırlıya ağır bir darbe indirdi.
(…) Muhammed Mursi’nin devrilmesinden bu yana Mısır’da yaşanan siyasi kutuplaşma, bağımsızlığın ardından 1950’lerin başlarında ülkeye musallat olan İslamcı-milliyetçi ayrışmasını yansıtıyor. 60 yıllık bu mücadele, içeride ağır toplumsal ve insani maliyetlere yol açtığı gibi, bir yandan radikal İslamcılığın yükselişini diğer yandan diktatörlüklerin sağlamlaşmasını tetikleyerek Arap dünyasında siyasetin radikalleşmesini ve militerleşmesini beraberinde getirdi.

Kum üstünde fay hattı
Mısır’da ve Arap dünyasının dört bir yanında İslamcı-milliyetçi bölünmesi siyasi normalleşmenin önündeki en önemli engel [Z.T.K. Konuyla ilgili eski Tunus cumhurbaşkanı ve Arap dünyasının en önemli mütefekkirlerinden Munsif Merzuki’nin “Muhtaç Olduğumuz Fikrî Devrim” makalesini okumanızı hararetle tavsiye ederim]. Arap dünyasının etkili toplumsal hareketi Müslüman Kardeşler, ordunun öncülüğündeki Mısırlı milliyetçiler, sekülerler ve merkezcilerle savaş haline kilitlenip kaldığı sürece demokrasiye geçiş imkânı olmayacak.
Şu an savaşan taraflar arasında -hatta içinde- serbest tartışmaya veya siyasi aktivizme alan yok. Her iki taraf da Mısır’ı uzun süre siyasi istikrarsızlığa ve durgunluğa saplayacak bir yıpratma savaşı veriyor. Aslına bakarsanız Mısır siyasetinin bu zehirli hali 1950’ler ve 1960’lardakinden pek de farklı sayılmaz.
2011 Devrimi’nden sonra Müslüman Kardeşler ile Mısır devleti arasındaki çatışma hiç de kaçınılmaz değildi. Tarihin tekerrür etmesi gerekmiyordu. (…) her iki taraf da karşı taraf ve kendileri hakkında söylediklerinin mahkûmu haline geldiler. Her biri kıyametvari manalar taşıyan birbirine rakip ama paralel hikâyelerin hakiki söylemlerin yerine geçmesiyle birlikte Arap Baharı sonrasının ateşkesi kısa sürdü.
Son tahlilde çatışan çıkarlar ve karşılıklı güvensizlik herhangi bir dostane çözüm önünde aşılmaz bir engel teşkil etti. (…) her iki taraf da diğerini alt etmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler, tıpkı 1954’te olduğu gibi, 2012’de de orduyu kontrol ederek iktidarda kalabileceği bahisine oynadı. Ama İslamcılar yine generallerin üstesinden gelebilecek durumda değildi.
Dahası, Müslüman Kardeşler siyaseten kendisini afişe edip ortada bıraktığını bile bile bu yersiz riskleri göze aldı. İktidara geldiğinde teşkilatın aşırı muhafazakâr ve otokratik liderliği bu kavgaya balıklama dalmak suretiyle tekrar tekrar hesap hatası yaptılar. Sonunda Müslüman Kardeşler hem kendilerinin acemilik sanatının ustaları olduklarını ispatladılar hem de düşmanlarına ispatlattılar.

Müslüman Kardeşler’e ağıt
Kuşatılan, hırpalanan ve hayatta kalma mücadelesi veren 90 yaşına ulaşmış Müslüman Kardeşler şu an kritik bir dönemeçte. Her ne kadar teşkilat daha evvel Mısır devletinin gazabına uğradıysa da hâlihazırda kamusal itibarını yitirmesi açmazı daha da tırmandırıyor. Müslüman Kardeşler, Sisi yönetiminin teşkilata bağlı ticarethaneleri, klinikleri, okulları ve anaokullarını kapatarak toplumsal altyapısını sistematik biçimde dağıtmasıyla bir kırılma noktasına yaklaşıyor olabilir. Fraksiyonlar arasındaki iç çatışmanın teşkilatı kanlı bir savaşa saplayıp kalması gibi bir gerçek tehlike var ortada.
Yine de Müslüman Kardeşler’in öldüğünü ilan etmek için henüz oldukça erken. Zira Mısır toplumunun içine derinden yerleşmiş durumda. (…) Karizması ve halk desteğine rağmen Cemal Abdünnâsır bile teşkilatı dizginleyememiş, teolojik ve toplumsal nüfuzundan arındıramamıştı.
Nâsır, İslamcı teorisyen ve eylemci Seyyid Kutub’u 1966’da idam sehpasına yolladığında aslında hiç farkında olmadan “ölümsüz bir şehit” ve gelecekteki radikalleşen dinî faaliyetler dalgası için bir ilham kaynağı yaratmış oldu. [Z.T.K. İdamın üzerinden bir sene dahi geçmeden Haziran 1967’de İsrail’in açtığı savaşta altı gün içinde topraklarını üç katına çıkartıp Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadası’nı ele geçirmesiyle Nâsırcılık muazzam bir darbe almış ve bu, Nâsır’ın işlediği büyük günahın cezası olarak İslami çevrelerde yorumlanmıştı.] Nâsır’ın Arap milliyetçileri ile Kutub’un İslamcıları arasındaki siyasi rekabet, modern Ortadoğu tarihini şekillendiren “devletin savaşı”na dönüşerek pekişti. Bu yüzden Nâsır’ın başarısız olduğu bu alanda Sisi’nin başarıya ulaşması mümkün değil. Aksine, Sisi’nin şu anki göz açtırmayan tedbirleri, tıpkı Kutub’un idamının ardından yaşandığı gibi, yeni bir dinî radikalleşme dalgasını tetikleyebilir.
Müslüman Kardeşler’in istisnai dirençliliği, aynı zamanda devlet zulmüyle ve uzayıp giden mahkûmiyetlerle baş etmek için bilediği/keskinleştirdiği psikolojik ve örgütsel mekanizmalarının da bir yansıması. Son yirmi yılda teşkilatın sıradan mensupları defaatle bana, zorluklarla boğuşa boğuşa ilerlediklerini, zulmün ancak ve ancak kararlılıklarını daha da artırdığını söylediler. Müslüman Kardeşler yöneticileri arasında hapishanede geçirilen zaman zımnen de olsa yükselmenin bir önşartı olarak değerlendiriliyor. Hapishane yılları, teşkilat mensuplarını asabiyye (toplumsal dayanışma) ile birbirine bağlayan ortak bir tecrübe sunuyor.

Milliyetçi başarısızlıklar
Mısırlı milliyetçiler, her ne kadar bu mücadelede avantaja sahip olsalar da, sıradan insanlara refah ve adaletten yana çok az şey sunduklarından konumlarını kalıcı bir siyasi ve toplumsal sermayeye dönüştürebilmiş değiller. Kendi kendini kutsayan [milliyetçi] ulus inşacıları, bu görevlerinde henüz başarısızlığa uğramış değiller; ama [2013’te yeniden] devraldıkları ülke kurumlarının etkinliğini pek de artıramadılar.
Tabii ki mevcut rejim Mısır devletinin kusurları yüzünden [tek başına] suçlanamaz. Nâsır’ın pan-Arap milliyetçiliği kurucu miti, Araplar arası rekabetlerle ve jeopolitikle bundan çok çok evvel paramparça edilmişti. Halefi Enver Sedat’ın başlattığı iktisadi liberalleşme programı iltimasın ve yolsuzlukların önünü açtı. Ve Sedat’ın 1981’de suikasta kurban gitmesinin ardından cumhurbaşkanı olan Mübarek de benzer politikalar izleyerek sonunda Mısır’ı siyaseten ve iktisaden çürüttü.
Eski general Sisi, kendisini Nâsır’ın efsunlu havasına bürüyerek Mısır’ı İslamcı entrikalardan kurtarmayı vaat ediyor. Ancak görünen o ki Mübarek’in çıkmaza götüren yolunun aynısını izliyor. İlk dört yıllık dönemi gümbür gümbür sone ererken Mısırlılara hala daha inandırıcı bir stratejik vizyon sunabilmiş değil. 
Bunun yerine Sisi, aşırı müdahalelerle kriz üzerine kriz yönetiyor ve tıpkı selefleri gibi ülkede kontrolü sağlamak için askere ve güvenlik kuvvetlerine aşırı derecede bel bağlıyor. Sisi, Müslüman Kardeşler’le mücadeleyi -Nâsır’dan çok daha fazla- iktidarının varlık sebebi haline getirdi. Ancak Sisi, Nâsır’ın sahip olduğu karizmaya da halkın ilgisine de mazhar olmadığı gibi giderek derinleşen toplumsal ve iktisadi problemlerle yüzleşiyor.

Sen beni sırtımdan hançerledin, ben de seni hançerleyeceğim
Arap dünyasının İslamcılarla milliyetçiler arasındaki uzun mücadelesinde üçüncü bir seçenek ortaya çıkıp da statükoya meydan okuyamadı. 2010-2012 Arap Baharı isyanlarında bir alternatifin ortaya çıkacağı ümidi, iki can düşmanı arasındaki danışıklı dövüşle suya düştü. İslamcılar da milliyetçiler de birbirlerinin varlıklarından istifade ettiler. Müslüman Kardeşler, destekçilerini seküler işkencecilerine antipati diyetiyle beslerken milliyetçiler de -seküler görüşlü vatandaşların korkularını kullanarak- askerî idareyi İslamcıların yönetimi ele geçirmesine karşı zaruri bir dalgakıran olarak meşrulaştırdılar.
Bu doğrultuda Sisi, Mısırlılara Müslüman Kardeşlerin iktidarı elinde tutmasına güvenilmeyeceğini, çünkü onların vatansever olmadıklarını mütemadiyen hatırlatmakta: “Onların temel sadakatleri ülke sınırları dışındakilere.” Benzer şekilde Müslüman Kardeşler de Arap Baharı sonrası yaşadıkları bu zorlu sınavı, İslam’a karşı [Mısır] devlet[i] ve Batılı hamileri eliyle yürütülen tarihsel komplonun bir parçası olarak sunuyor.
Bugünkü çatışmada önemli bir farklılık varsa o da şu: Kutub’un takipçileri Müslüman Kardeşler saflarından açıkça ayrıldılar ve teşkilatı İslamcı kimliğinden sıyrılmakla suçladılar. Sina Yarımadası ve ötesinde İslam Devleti (IŞİD) ve el-Kaide gibi radikal gruplara katıldılar ve Mısır’ın yanısıra Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın diğer yerlerinde “mürtet” ve “hain” olarak niteledikleri rejimlere karşı topyekûn bir savaş vermekteler. Bugünün Kutubcuları, tapınağın Müslüman Kardeşler de dahil herkesin üzerine yıkılmasını isteyen put kırıcılar.
Soru şu: Acaba mevcut çatışma raundu İslamcı-milliyetçi kısır döngüsünü kırıp farklı bir siyasi sonuç üretecek mi? Bu, ordunun ne ölçüde kamu mallarını tedarik edebileceği ve gelecek için ilham verici bir vizyon ortaya koyabileceğine bağlı olacak. Aynı şekilde sonuç, Müslüman Kardeşler’in Arap Baharı’ndan sonra ve iktidardayken yaptıklarıyla halkın gözünden ne ölçüde düştüğüyle de bağlantılı olacak. Müslüman Kardeşler ya tarihten almaları gereken derse kulak verip buna göre kendilerini reformdan geçirecekler ya da geçmişin hatalarını tekrarlayıp duracaklar.

Bölünmeler ve başarısızlıklar
Müslüman Kardeşler’in ne tarafa yöneldiğini anlamak için mevcut iç dinamiklerini göz önüne almamız lazım. Teşkilat, Arap Baharı isyanlarından çok önce nesilsel, ideolojik ve toplumsal bölünmelerle zaten boğuşuyordu. Son on yılda mülakat yaptığım genç ve yaşlı üyelere göre, en tepe liderlik uzunca bir süredir teşkilat üzerinde otoriter kontrolünü sürdürmekteydi ve bu da Kutubcular ile merkezciler/orta yolcular arasında bir uçurum yaratmıştı.
Orta yolcular ve reformistler Müslüman Kardeşler’in çoğunluğunu teşkil etmekle birlikte teşkilatın politika gündemini kontrol edemediler. Sözü geçenler Kutubcu muhafazakârlardı. Arap Baharı’ndan evvel, resmî çizgiye meydan okumaya cesaret eden üyeleri cezalandırmak suretiyle iç bölünmeye dair herhangi bir belirtiyi bastırdılar. Kamusal alandan kaçınarak ve siyasi niyetlerine ilişkin karışık ve çelişkili konumlarını sürdürerek teşkilatı denetimden korudular.
Bu çelişkiler, 2011 Şubat’ında Mübarek’in devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler’in etkili ve şeffaf bir yönetime hazırlıksız olduğunun alenileşmesiyle birdenbire ortaya çıkmış oldu. Gizli iş tutan liderlik, hareketi demokratik çizgide yeniden yapılandırmaktan acizdi. İsyanın başlangıcından Temmuz 2013’te Mursi devrilene kadar Müslüman Kardeşler kendi çıkarlarını kamu yararına önceledi. Teşkilatın yeniliklerden hoşlanmayan eski ekibi, demokrasinin değişikliklerini hoş görmek yerine, halkla sonu belli olmayan bir anlaşmaya varmaktansa derin devletle ortaklığı tercih ederek karşı-devrimci bir kuvvete dönüştü.
Bu tercih, devletle onlarca yıllık karşı karşıya geliş tecrübesinden kaynaklanıyordu ve bu tecrübe Müslüman Kardeşler’e resmî mercilerle doğrudan çatışmaktan kaçınmayı öğretmişti. 1954’te yasaklanmasından sonra teşkilat bir daha resmen örgütlenemedi; bu nedenle muhafazakâr liderleri resmî tanınma için yetkililerle anlaşmaya çalıştı.
Arap Baharı sırasında ilgili resmî merciler Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi tarafından temsil ediliyordu. Yüksek Konsey ile Müslüman Kardeşler, Şubat 2011’den sonra siyasi sistemin temelini tehdit eden halk gösterilerine bir son verme konusunda anlaşmaya vardı. Her iki tarafın da statükoyu muhafazadan ve böylece mücadeleyi sokaktan seçim sandığına taşımaktan menfaatleri vardı. Müslüman Kardeşler kurallara göre oynamasının ödülünü aldı: 2012 seçimlerinde hem meclis çoğunluğunu hem de cumhurbaşkanlığını kazandı.

Mursi’nin tehlikeyle yaşadığı yıl
Müslüman Kardeşler bir çırpıda yasaklı bir yeraltı örgütü olmaktan çıkıp Mısır devletinin başına geçmişti – en azından teoride. Ama maalesef teşkilat, ülkenin çok boyutlu meydan okumalarıyla yüzleşme konusunda tamamen hazırlıksızdı. (…) yeni de facto  liderleri, hapishane yıllarında doğmuş hücre/sığınak zihniyetine sahip aşırı muhafazakâr eski Kutubculardı. Onlarca yılı teşkilatı genişletip yayarak geçirdiler; ama yönetim ve kamu politikaları konusunda ne tecrübeleri ne de eğitimleri vardı.
Ülke için stratejik bir vizyona sahip olmadığı, somut toplumsal gündeme dair diyeceği hiçbir şeyin bulunmadığı bir ortamda Müslüman Kardeşler doğaçlama hareket etmek zorunda kaldılar. Liderliğin cumhurbaşkanlığı için tercihi olan Mursi aleladeliği temsil ediyordu. Övgü ve şişirmeyi liderlikle karıştıran sınırlı zekâsıyla Mursi, abartılı vaatler verme eğilimdeydi ve bu haliyle gece yarısı şovlarının komedyenlerine sınırsız malzeme sundu. Olaylarla dolu bir yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında birçok Mısırlı, onun sadece göstermelik bir kukla başkan olduğuna, cumhurbaşkanlığının aslında Müslüman Kardeşler Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii ve sağ kolu Hayrat el-Şatır’ın kontrolünde bulunduğuna inanmaya başladı.
Bu algı, kısmen, Müslüman Kardeşler’in iktidara geldikten sonra teşkilat kurumlarını resmileştirmekte veya karar alma sürecini değiştirmekteki başarısızlığının bir yansımasıydı. Gerçekten kimin başta olduğuna dair bir netlik yoktu ve teşkilatın eski liderleri hala daha kendilerini düşman dış dünyanın kurbanları olarak görüyordu. Mursi’nin güvenlik birimleri başta olmak üzere kilit devlet kurumlarını kontrol edememesi de seçim zaferinin meyvelerini yedirmemek için bir komplonun hazırlandığı şüphesini güçlendirdi. Paranoya ve korkuyla Mursi ve üst liderlik kadrosu halkın memnuniyetsizliğinin derinliğini hafife aldılar ve artan sabırsızlığına cevap üretmekte çok yavaş kaldılar.
Seküler eğilimli milliyetçiler, merkezciler ve güvenlik kuvvetleri kamuoyunu kışkırtmak için üzerlerine düşeni yaptılar ve protestocularla aktivistleri Mursi’yi istifaya çağırması için harekete geçirdiler. Ancak Müslüman Kardeşler’in üst liderliği, başlarını kuma gömerek bu protestoların sadece ve sadece düşmanlarının sinsi kumpasının bir parçası olduğuna inanmayı tercih ettiler. Geçtiğimiz yüzyılda defalarca olduğu üzere Müslüman Kardeşler’in en büyük düşmanı teşkilatın liderleriydi.
(…) Bir Arap lideri tarafından Sisi’ye karşı önlem alması gerektiği konusunda uyarıldığında Mursi’nin, devlet kurumlarını tamamen kontrolü altında tuttuğunu belirttiği ve “Sisi tamamen benim küçük cebimde” dediği söyleniyor.

Gerçeklikle çarpışmak
(…) Mursi yönetiminin halkına iş ve ümit vermesi gerekiyordu; ancak Müslüman Kardeşler’in bu konuda bir fikri olmadığı gibi, kilit bölgesel aktörlerin desteğini almış son derece kararlı ve disiplinli bir güvenlik aygıtıyla [Z.T.K. Mısır ordusu ve diğer güvenlik birimlerini kastediyor] karşı karşıyaydı. Sonunda Müslüman Kardeşler sıklıkla yaptığını yine yaptı: Hiçbir şey.
(…) Bu süreçte birçok Mısırlı, Mursi’ye olan güvenini kaybetti ve -seküler eğilimli milliyetçiler ile liberallerin kışkırttığı bir iddiayla- Mısır ulus-devletini sinsice İslami bir devletle değiştirmeye hazırlandığına inandı. (…)
İronik olan şu ki Müslüman Kardeşler, Mısır devletini dönüştürmek yerine sahiplenmeye çalıştı. Teşkilattan ayrılanlara göre, Mübarek ile Mursi rejimleri aynı bozuk paranın iki yüzü gibiydi. Onlara göre yaşanan bir şey varsa o da Müslüman Kardeşler’in devlet tarafından kandırılarak kendi safına çekilmesiydi, aksi değil. Teşkilat devlet kurumları üzerinde kontrolünü kurmaya çalışırken iktidar başlı başına bir amaca dönüştü. Tıpkı milliyetçiler gibi İslamcılar da siyasi bir tekel kurmak istedi, her ne kadar bu onların geleneksel görüşlerini çiğnemek anlamına gelse de.
Teşkilatın muhaliflerine ve hatta bir kısım destekçisine göre, Müslüman Kardeşler’in realizmi, neredeyse bir yüzyıldır meşruiyetini dayandırdığı İslamcı projenin yanlışlığını açığa çıkardı. (…) Diğer bir deyişle, iktidar mekanizmasını kontrol etmek için Müslüman Kardeşler, artık gerçek anlamda bir İslam devleti peşinden koşuyor izlenimi dahi veremez hale geldi.
(…)

Ölümcül sahiplenme
(…) seküler milliyetçilerle İslamcılar arasındaki geleneksel ideolojik fay hattı yeniden şiddetle ortaya çıktı. Ancak mevcut çatışma, geçmiştekine kıyasla çok daha kanlı ve geniş ölçekli. Nâsır’ın 1950’ler ve 1960’lardaki operasyonları sadece onlarca cana mâl olmuşken Sisi binlerce insanı öldürdü. Şu an Mısır devletiyle İslamcı hareket arasında topyekûn bir savaş var ve her iki taraf da daha uzunca bir savaşa hazır.
(…)
Bu arada Müslüman Kardeşler’in sürgündeki fiilî liderliği ile yönetimle askerî bir çatışmayı savunan Mısır içindeki genç kadrolar arasında giderek derinleşen bir bölünme var. Bu derin yarık, eski liderliğin uzun süredir sağlamaya çalıştığını birlik görüntüsünü paramparça edebilir. Çoktan radikalleşmiş genç üyeler, teşkilatın şiddete başvurmama politikasını terk edip saldırılar düzenleyerek artık işi ellerine almakta.
Bu saldırıların teşkilat içinden çıkıp bağımsız hareket edenlerin mi yoksa bir serseri grubunun örgütlü işi mi olduğunu söylemek için henüz çok erken. Hangisi olursa olsun Mısır yönetimi, Müslüman Kardeşler ile IŞİD gibi aşırı gruplar arasında hiçbir ayrım gözetmiyor. (…)
Kesin olan şu ki Müslüman Kardeşler’in kısa süre içinde demokratik bir dönüşümden geçmesi muhtemel görünmüyor. Tarihsel olarak teşkilat ne zaman kuşatıldıysa liderleri çömeldi. Şimdi de teşkilatın örgütsel olarak ayakta kalmasını, ideolojik tartışmalara ve toplumsal tecrübeye önceleyecekler, tıpkı ayrıntılı siyasi reçeteler yerine basmakalıp sözleri tercih ettikleri gibi.  Teşkilatın mevcut kargaşası dikkate alındığında, üst düzey mensuplar, zayıf ve mütereddit bir görüntü vermemek için hatalarını kabul etmeye veya samimi bir özeleştiriye girişmeye meyyal değiller. Bunun yerine, Sisi’nin baskı altında bunalan Mısırlıları önünde sonunda hayal kırıklığına uğratacağı ümidiyle uygun fırsatı kollamaya devam edecekler. Bu strateji daha evvel işe yaradı. 1954’ten 1970’e kadar Nâsır’ın hapishanelerinde çürüyen Müslüman Kardeşler, onun ölümünün ardından yeniden canlanmıştı.
(…)

[Z.T.K. Vaktim olmadığından yazının son bölümü tercüme edemedim; aşağıda İngilizcesini okuyabilirsiniz.]
Into the Desert
Sometime after Sisi’s near-certain reelection, the Brotherhood will likely put out feelers in the hopes of striking another reconciliation deal. Restoring a cold peace is in the interest of top officials within the Brotherhood because they need to avoid a situation in which organized internal challenges to their leadership can coalesce.
So far, the Brotherhood has tried to co-opt the radicalized younger members within its ranks by promoting many of them to leadership posts. But this does not seem to have convinced other younger members to avoid violent confrontations with the authorities. If the militant faction continues to advocate for “retribution,” disaster could await the Brotherhood, and Egypt generally.
In the meantime, the Brotherhood’s old guard will count on Sisi’s heavy-handed tactics to prevent new Islamist dissenters from wielding too much public influence. They will argue that radicals are traitors to the cause, and that this is a time for solidarity, not agonizing over past mistakes. But the jailing and exile of many senior members has left a vacuum that is being filled by more extremist religious elements. Under such circumstances, the Brotherhood probably could not moderate its position even if it wanted to.
But nor will Sisi temper his own approach. His government has become increasingly intolerant of fellow liberals and nationalists calling for de-escalation and reconciliation at home. The authorities have cracked down hard on dissenting nationalist and liberal voices, to ensure that there is no serious organized challenge to Sisi’s rule. And by waging war on the Brotherhood as if it were a terrorist organization on par with al-Qaeda or ISIS, Sisi, like Nasser in the 1950s and 1960s, clearly wants to crush the movement once and for all. That will be a costly mission, with no end in sight.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder