David Ignatius (Washington Post gazetesi köşe
yazarı, ödüllü gazeteci ve kitapları en çok satanlar listesinde yer alan
casusluk romanı yazarı)
Washington
Post, 1.2.2018
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT:
Lütfen kaynak göstermeden tercümenin bir kısmını veya tamamını
kullanmayınız, alıntılamayınız, yayınlamayınız
Eğer ki
Trump yönetimi gerçekten sınırlı bir askerî saldırıyla Kuzey Kore’nin
cesaretini kırıp hırpalamayı düşünüyorsa öncelikle İsrail’in tecrübesini
dikkatlice incelemeli. Zira bu tecrübe, hem hızlı bir saldırının muhtemel
faydalarını hem de çatışma bir kere başladığında yayılmasını engellemenin
zorluğunu gözler önüne seriyor.
Tel
Aviv’de düzenlenen bir konferansta İsraillilerle yaptığımız müzakereler,
caydırmanın ne denli değerli olduğunu teyit ettiği gibi, bize bazı temel
dersler de sundu: (i) Eğer ani bir vuruş gerçekleştireceksen bundan hiç
bahsetme, (ii) hedeflerin konusunda çok iyi bir istihbarat sahibi değilsen
sakın vurma, (iii) hasmının seni uzun ve kanlı bir savaşa sürüklemeyeceğinden
hiç emin olma.
Bütün bu
üç olumsuzluk Kuzey Kore’yi vurma planlarını karmaşıklaştırıyor. (i) Trump,
“Küçük Roket Adam” dediği Kim Jong Un’a saldırma hevesini kamuoyu önünde ilan
ede ede bir hal oldu. (ii) ABD’nin Kuzey Kore’ye ilişkin istihbaratı, en hafif
deyimiyle, yetersiz. (iii) Ve (bazılarının dediği gibi) Kuzey Kore’nin bir
Amerikan saldırısını sineye çekmektense sert bir misillemede bulunması gayet
mümkün.
Son bir
hayati nokta daha sözkonusu: İsrail’in saldırdığı tüm hasımlarından farklı
olarak Kuzey Kore’nin elinde nükleer silahlar var.
Trump
yönetiminin sınırlı bir saldırı düşüncesi, (Kuzey Kore’nin burnunu sürtme
stratejisine ilişkin şüphelerini ifade etmesi üzerine Güney Kore
büyükelçiliğine adaylığı rafa kaldırılan) Victor Cha’nın kaleme aldığı,
çarşamba günü Washington Post’ta
yayınlanan görüş yazısında anlatılıyordu. Bu makale Ulusal Güvenlik
Araştırmaları Enstitüsü (INSS)’nün yıllık toplantısında epeyce tartışıldı.
Hâlihazırda
INSS’nin başkanı olan eski İsrail askeri istihbarat şefi Amos Yadlin, eğer ki
CIA neyi vuracağına dair iyi bir istihbarata sahipse Amerikan Hava Kuvvetleri
istediği her şeyi imha edebilir iddiasında bulundu. Ancak aynı oturumda konuşan
eski Amerikan savunma bakanlığı müsteşarı Michèle Flournoy, Kuzey Kore’nin
nükleer silah stokunu ülkenin muhtelif yerlerine dağıttığı ve bir kısmını yerin
derinliklerine gömdüğü uyarısında bulundu. Bu da demek oluyor ki hızlı ve tam
isabetle gerçekleştirildiği zannedilen bir Amerikan saldırısına rağmen,
kuvvetle muhtemeldir ki Kuzey Kore’nin elinde karşı-saldırı için etkili bir
cephanelik kalacak.
İsrail,
caydırıcılığı muhtemelen dünya üzerindeki herhangi bir ülkeden çok daha fazla
biliyor. Tam 70 yıldır hayatta kalmasını, kuvvet kullanma ve gerektiğinde
hasımlarına karşı önalıcı saldırılar düzenleme istekliliğinin inandırıcılığına
borçlu. Bu ödün vermez yaklaşım, çoğunlukla savaşları engellemekte veya
çatışmaların kısa sürmesinde etkili oldu. Ama bazen de İsrail’i bîtap düşüren
ve hasımlarının bir sonraki raundu planlamasını sağlayan kemikleşmiş/uzun
süreli ve maliyetli çatışmalar anlamına geldi.
INSS Başkanı
Amos Yadlin, önalıcı saldırı (preemptive
attack) doktrininin bilfiil uygulayıcısı. Bir savaş pilotu olarak, Irak’ın
Osirak nükleer reaktörünü yerle bir eden 1981’deki hava saldırısına öncülük
etti. Bu saldırı, reaktör henüz daha işletmeye alınmamışken yapıldı ve Irak’ın
nükleer silah edinmesini engelledi. Ancak Bağdat bu büyük yumruğu yiyince bu
defa gizli nükleer silah programına girişti.
İsrail’in
2007’de Suriye’ye düzenlediği ani hava saldırısı, misillemeleri önlemek için
sessiz kalmanın önemini gösteriyor [Z.T.K.
Bu konuyu “İsrail’in Suriye’ye Saldırı Muamması” başlığı altında Anlayış
dergisinin Ekim 2007 sayısında yazmıştım. Okumak için TIKLAYINIZ]. Zira İsrail, Suriye’ye ait bir
nükleer reaktörü bombaladıktan sonra -Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in kamuoyu
önünde küçük düşüp bir misillemeye gitme ihtimalini engelleme ümidiyle- bu
saldırıyı üstlenmemişti. Maalesef ki Trump’ın Kim Jong Un aleyhine tahrik edici
konuşmaları bu türden bir ölçülü/sınırlı yaklaşımı imkânsız kılmakta.
İsrail’in
Gazze ve Lübnan savaşları, caydırıcılığın kalıcı olmadığını ve kısa süreceği
ümidiyle cezalandırıcı askerî adımlara girişmenin yanıltıcı/aldatıcı
olabileceğini gösteren birer örnek. HAMAS terör örgütünün [2006’da] iktidara gelmesinden bu yana İsrail 2008-2009, 2012 ve
2014 yıllarında Gazze’de üç maliyetli savaşa girişti. HAMAS tehdidi böylelikle
kontrol altına alınsa da tamamen yok edilemedi.
İsrail, FKÖ’yle
savaşmak üzere önce 1978’de ve ardından 1982’de Lübnan’ı işgal etti [Z.T.K. Bu son işgal 18 yıl sürdü ve
2000 yılında tek taraflı olarak geri çekildi]. 1982 saldırısı sonunda
FKÖ’yü Lübnan topraklarından sürüp çıkardı. Ama bu enkazın ortasında İran, çok
daha disiplinli ve potansiyel olarak da daha ölümcül bir milis örgütünün, yani Hizbullah’ın
doğuşuna yardımcı oldu. İsrail Hizbullah’a 1993, 1996 ve 2006’da saldırdı. 2006’daki
son harekât Lübnan’da o denli büyük bir yıkıma yol açtı ki İsrail yönetimi
caydırıcılık hedefini başarmış gibi göründü. Ancak binlerce Hizbullah füzesi bugün
İsrail’i hedef alır şekilde hazır bekliyor.
1982’de
İsrail ordusunun muazzam bir yıkıcı hızla Beyrut’a doğru ilerleyişini
izlemiştim [Z.T.K. İsrail tankları
sadece bir hafta içinde Lübnan’ın başkentine ulaşıyor]; ama bir yaz boyu
süren kuşatmada batağa saplanıp kaldı. Bir sene sonra savaş kötüye gitmişken
dönemin başbakanı Menachem Begin’le bir röportaj yapmak üzere Kudüs’ü ziyaret
etmiştim. Ancak en yakın danışmanı Yehiel Kadişai beni durdurdu ve Lübnan’daki
ağır can kayıpları yüzünden “kalbinde derin bir acı olduğu”nu söyledi.
İşte bu
savaş izlenimi her başkomutanın düşünmesi gereken şey: Muhteşem bir başarı elde
edeceğine ümit bağlamayıp yıkıcı bir maliyetle gelecek riski hesap etmek.
Trump,
doğru bir şekilde Kuzey Kore’yi caydırmak istiyor; ama kısa ve hızlı bir
saldırı üzerine bahise girmekte temkinli olmalı. INSS konferansında İsrail
ordusundan en üst düzey bir yetkilinin dediği gibi “Savaş sahası belirsizlikler
âlemidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder