4 Eylül 2017 Pazartesi

R.WRIGHT: ABD YENİ BİR TÜR İÇ SAVAŞA MI SÜRÜKLENİYOR?



ABD YENİ BİR TÜR İÇ SAVAŞA DOĞRU MU SÜRÜKLENİYOR?

Robin Wright (1988’den bu yana The New Yorker dergisi yazarı)
The New Yorker, 14.8.2017

Tercüme: Zahide Tuba Kor

Virginia’daki ırkçı vahşet ve ölümlerin ertesi günü eyalet valisi Terry McAuliffe, “Bu noktaya nasıl geldik?” diye sordu. Charlottesville –ve Ferguson, Charleston, Dallas, St. Paul, Baltimore, Baton Rouge ve Alexandria’daki diğer ölümcül vakaların ardından– daha anlamlı soru ise “ABD nereye doğru gidiyor?” sorusu. Federal birlik, Cumhuriyetimiz ve uzun yıllardır dünyanın en istikrarlı demokrasisi olduğu düşünülen bu ülke gerçekte ne kadar kırılgan? Şu an tehlikeler şiddet vakalarının toplamından daha büyük. Güneyli Yoksulluk Hukuk Merkezi (SPLC)’nin şubat ayında yayınlanan raporuna göre “Radikal Sağ, geçtiğimiz yarım yüzyıla kıyasla geçen sene siyasi ana-akıma girmekte daha başarılıydı.” Merkez, ABD’de 900’ü aşkın aktif (ve halen büyüyen) nefret grubu olduğunu belgeledi.
ABD’nin istikrarı, siyasi söylemin giderek bir dip akıntısına dönüşüyor. Bu yılın başlarında Keith Mines’la ABD’nin içine düştüğü kargaşayla ilgili bir söyleşiye başladım. Mines, kariyerini –Amerikan Özel Kuvvetleri, BM ve şimdi de Dışişleri Bakanlığı’nda– Afganistan, Kolombiya, El Salvador, Irak, Somali ve Sudan da dahil farklı ülkelerdeki iç savaşları yönlendirerek geçirmiş. 16 yıl sonra Washington’a geri döndüğünde yurtdışında çatışmaları besleyen şartların şimdi kendi ülkesinde görülür hale geldiğini fark etmiş. Tabiatıyla ürkmüş. Mines, mart ayında Foreign Policy dergisi kendisinden ülkede ikinci bir iç savaşın patlak verme riskini bir yüzde vererek değerlendirmesini istediğinde, ABD’nin önümüzdeki 10 ila 15 yıl içinde bir iç savaşla karşı karşıya kalma ihtimalinin %60 olduğunu belirtmişti. Dergiye görüş veren diğer uzmanların tahminleri ise %5 ila %95 arasında değişiyordu. Üzerinde ittifak edilen iç karartıcı ortalama oran ise %35’ti ve bu, Charlottesville olaylarından tam beş ay önceydi.
Geçtiğimiz pazar günü Charlottesville konusunda Mines’le görüşmemiz sırasında bana dedi ki, “Hep ‘bu ülkemizde olmaz’ deyip durduk, ama sonra, vay canına, demek ki olabiliyormuş”. İç kargaşa modeli, son altmış yılda dünya çapında yavaş yavaş evrim geçirdi. Bugün çok az iç savaşta –geçmişteki gibi– muntazam coğrafi cephe hatları boyunca uzanan hendeklerden yürütülen göğüs göğse çarpışmalar sözkonusu. Çoğu, sürekli değişen mahallerde aralıklı şiddet olaylarının baş gösterdiği düşük yoğunluklu savaş formatında. Mines, iç savaşı, geleneksel siyasi otoritenin reddini içeren ve Ulusal Güvenlik Güçlerinin baş etmesi gereken büyük ölçekli şiddet olarak tanımlıyor. Cumartesi günü Vali McAuliffe de zaten Ulusal Güvenlik Güçlerini teyakkuza geçirerek OHAL ilan etti.
Üç kıtadaki iç savaş tecrübesine binaen Mines, tahminlerini destekleyen beş koşulu dile getirdi: (i) çözüm için ortada hiçbir ortak buluşma noktası bulunmayan kemikleşmiş bir ulusal kutuplaşma, (ii) toplumu giderek bölen medya haberleri ve bilgi akışı, (iii) başta Kongre (yasama) ve yargı olmak üzere zayıflayan kurumlar, (iv) siyasi liderliğin sorumluluklarına ihaneti veya terki, (v) söylemi yönetmede veya ihtilafları çözmede gözde bir yöntem olarak şiddetin meşrulaşması.
Mines, Foreign Policy dergisinde şöyle yazmış: Başkan Trump, “Siyaseten mesafe kat etme yolu olarak şiddeti model aldı ve gerek seçim kampanyası sırasında gerekse başkan olduktan sonra kabadayılığı meşrulaştırdı.” Birçok parlama noktasından biri olarak küreselleşme karşıtı isyanlara atıfla, “Son olaylardan da gördüğümüz üzere artık Sol kesim de tamamen aynı gemiye atlamış durumda” diyerek sözlerini şöyle sürdürmüş: “Sanki 1859 yılı gibi, herkes bir şeylerden ötürü delirmiş durumda ve herkesin elinde silahı var.”
Mines’ın varsayımını test etmek üzere bu hafta önde gelen beş iç savaş tarihçisiyle görüştüm. Journal of Civil War Era dergisi editörü ve Villanova Üniversitesi Tarih bölümünde öğretim üyesi Judith Giesberg, “Kırmızı ve beyaz eyaletler haritasına ve onunla birebir örtüşen İç Savaş haritasına, kimin kiminle ittifak kurduğuna bakarsanız bugün de pek bir şey değişmediğini görürsünüz” dedi ve ekledi: “Biz hiçbir zaman Amerikan İç Savaşı’nın sonucu ve ülkenin nereye doğru gitmesi gerektiği üzerinde aslında uzlaşamadık. İç savaş sonrası yapılan değişiklikler, özellikle de vatandaşlara kanun önünde eşit derecede koruma sağlayan 14. Anayasa Değişikliği oldukça çekişmeliydi ve şu an hala öyleler. Beyaz olmayanlara oy hakkı vermek ne anlama geliyor? Biz hala bunu bilmiyoruz.”
Giesberg şöyle devam etti: “Acaba bu bizi tarihin tekerrürüne maruz bırakır mı? İç savaşa yol açan özel şartların tekerrür ettiğine ben şahsen şahit olmuyorum. Ama bu demek değil ki biz, benzer şekilde bir kültür savaşına doğru giden yola girmiyoruz. Biz ırkçılığa, kabileciliğe/hizipçiliğe ve ulusumuzun geleceğine ilişkin çatışan vizyonlara karşı savunmasızız.”
Derinleşen ayrışma ve yeni bir çatışma endişesinin popüler kültürde de bir karşılığı var. Nisan ayında Amazon, –Kanada gazetesi Globe and Mail için savaş bölgelerini takip eden Mısırlı gazeteci– Ömer el-Akkad’ın kaleme aldığı ve ikinci Amerikan iç savaşına odaklanan distopik bir roman olan Amerikan Savaşı’nı ayın en iyi kitaplarından biri olarak seçti. (…)
 (…) Yale Üniversitesi tarihçilerinden David Blight, (…) bana “Paralellikler ve benzeşmeler daima risklidir. Ancak kurumlarımız zayıflar; partilerimiz sadece kutuplaşmakla kalmadı, bir de tıpkı 1850’lerde olduğu gibi, dağılma riskiyle karşı karşıyalar… Kölelik tartışması 15 yıl içinde ülkenin her iki büyük siyasi partisini de parçalamıştı. Whig Partisi’nin yerini Cumhuriyetçi Parti alırken Demokrat Parti kuzey ve güney olarak ikiye bölünmüştü” dedi ve ekledi: “Dolayısıyla” Amerika’nın sağlığının bir göstergesi olarak “siyasi partileri izlemek lazım”.
Blight şöyle devam etti: 1850’lerde Amerikalılar, geleceği öngörmekte veya –Kaçak Köleler Kanunu, Anayasa Mahkemesi’nin Dred Scott kararı, John Brown baskını [Z.T.K. 1859’da Virginia’nın Harper’s Ferry kasabasına 18 adamıyla baskın düzenleyerek buradaki askeri mühimmatı ele geçirip kölelere dağıtarak güneyde bir köle isyanı başlatmayı hedefleyen Brown, bu sırada yakalandı ve ardından idam edildi; ama baskının etkileri kuzey-güney ayrımını daha da derinleştirerek çok uzun yıllar devam etti] ve hatta Meksika-Amerika Savaşı da dahil– “olayların şoku”nu sindirmekte iyi değillerdi. Blight’a göre “Bunları hiç kimse tahmin edemedi. Ancak insanları kendilerini yeniden konumlandırmaya zorladı… Şu an biz yine bir yeniden konumlandırma döneminden geçiyoruz. Trump’ın seçilmesi bunlardan biriydi ve biz hala bir hal çaresine bakmaya çalışıyoruz. Ama bu yeni de değil, Obama’nın seçilmesine kadar geri gidiyor. Biz bunun [Z.T.K. siyahî bir başkan olarak Obama’nın seçilmesini kastediyor] kültürü olumlu istikamete yönlendireceğini zannetmiştik, ama öyle olmadı… Sağ cenahta büyük bir direnç sözkonusuydu; ardından bu polis şiddeti vakaları ve (geçmişten gelen) bütün bunlar yeniden patlak verdi. Bu, ırkî bir kutuplaşma değil, ama kimliğin nüksetmesi.”
Genel olarak Blight şunları ekledi: “Bir seçim, bir kanununun yapılması, bir olay veya hükümetin yahut üst düzey yetkililerin bir faaliyeti eğer ki partilerden biri, genişçe bir kesim veya önemli bir seçmen kitlesi için tamamen kabul edilmez olduğunda iç savaş riskiyle veya buna benzer bir şeyle karşı karşıya kalınacağını biliyoruz.” Ulusumuz, gerek İç Savaşın arifesinde gerekse sivil haklar dönemi, 1960’ların sonlarındaki kargaşa ve Vietnam Savaşı sürecinde tektonik değişimlere şahit oldu dedi ve şöyle devam etti: “2000 yılındaki başkanlık seçimlerinde Bush-Gore mücadelesinde bu yaşanmadı, ama belki de buna yakın bir noktaya gelmiştik. Bunun şu an olabilmesi hiç de akıl almaz bir durum değil.”
(…) Blight dedi ki, bugün siyasi kurumların zayıflaması Amerikalıların hangi kurumların güvenilir olduğuna dair görüşlerinin değişmesine yol açtı. “Bugün kime güveneceğiz? Belki de ironik biçimde FBI’a… Trump yönetimindeki bütün o asker kadro karşısında, aklın ve mantığın kullanımı ümidini artık FBI’dan besler hale geldik. Ne Başkan, ne tamamen işlevsiz hale dönüşen ve kontrolü elinde tutmak için onlarca yıldır bizi bölmekle mesai harcayan adamların kontrolündeki Amerikan Kongresi, hatta ne de iyice siyasallaşmış haldeki Anayasa Mahkemesi…”
Kaliforniya Üniversitesi tarihçilerinden Gregory Downs’a göre, Charlottesville olaylarının akabinde siyasi yelpazenin tüm taraflarından siyasetçilerin hep birlikte kınaması cesaretlendirici olsa da bu illa da geleceğe ilişkin bir gösterge veya rahatlatıcı, güven tazeleyici bir gelişme değil. Zira yıllar yılı ayrılmaktan sakınmış veya bunu kınamış –Jefferson Davis de dahil– Güneyli siyasetçiler bile İç Savaş sırasında Konfederasyonun [Amerikan Güney Eyaletleri Konfederasyonu] liderlerine dönüşmüşlerdi. Downs “Eğer ki çatışmanın kaynağı kültürel veya toplumsal güçlerin içine iyice yerleşikse bu durumda siyasiler, işin tabiatı gereği, akla davet etmek suretiyle sözkonusu güçleri dizginleyemezler” dedi. O, tehlikeli şekilde beyazların üstünlüğüne inananları ve neo-Nazileri, Amerikan Cumhuriyeti’nin muhtemel çöküşünün “habercileri”nden ziyade “mimarları” olarak niteledi ve uyardı: “Biz istikrarımızı hep çantada keklik saydık.”
Downs, gazeteci Murat Halstead’in 1867’de yayınlanmış Güneyin Savaş İddiaları (The War Claims of the South) kitabından bana bir de alıntı yaptı. Halstead “Hiç unutmamamız gereken savaş dersi şudur: Amerikan halkı insanoğlunun olağan kaderinden muaf değildir. Eğer ki günah işlersek bunun cezasını çekmeliyiz, tıpkı tökezleyen İmparatorluklar ve helak olmuş Kavimler gibi.”
The Fiery Trial: Abraham Lincoln and American Slavery başlıklı kitabıyla 2011’de Pulitzer Ödülü kazanan Kolombiya Üniversitesi tarihçilerinden Eric Foner, diğer akademisyenler gibi önümüzdeki herhangi bir çatışmanın son Amerikan İç Savaşı’na benzeyeceğinden şüpheli. Kendisiyle yaptığım söyleşide bana “İdeolojik, ırki ve köylü-kentli şeklinde epeyce derin birden çok fay hattımız olduğu aşikâr. Ama bunlar iç savaşa yol açar mı, şüphelerim var. Bugün şahit olduklarımıza karşı koyacak güçlü yerçekimi kuvvetlerimiz var” derken şuna işaret etti: “Charlottesville’deki kıvılcım, yani Robert E. Lee heykelinin indirilmesi, iç savaşla alakalı değil. İnsanlar geçmişteki iç savaşı değil, bugünkü Amerikan toplumunu ve ırkını tartışıyorlar.”

(…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder