Zahide Tuba Kor ile SÖMÜRGE SONRASI ÇATIŞMALAR,
DİJİTAL SAVAŞ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
Röportajı yapan: Zehra Güveli
Turuncu dergi, Eylül 2025, sf.42-47
Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Modern Ortadoğu, Batılı
sömürgecilerin cetvellerle çizdiği suni sınırların, yüz yıl sonra, kan ve
direnişle yeniden şekillendiği tarihsel bir dönüm noktasından geçiyor. Gazze’de yaşananlar, yalnızca
bir savaşın değil, uluslararası sistemin, devletlerin ve nihayetinde hepimizin
aynası oldu. Tüm maskeleri düşürdü. Bu karmaşık ve acımasız coğrafyayı anlamak,
yalnızca jeopolitik okumalarla değil, aynı zamanda insan onurunun, vicdanın ve
direnişin kodlarını çözebilmekle mümkün.
Turuncu Dergi olarak, bu
zorlu görevde bize rehberlik etmesi için bir isme başvurduk: Zahide Tuba Kor.
Kendisi, salt bir “Ortadoğu uzmanı” değil; aynı zamanda
çocukluğundan bu yana kalbi Filistin için atan, 28 Şubat’ın yol açtığı kişisel
kırılmaları bölgenin mazlumlarının sesi olma iradesine dönüştüren bir
aktivist-entelektüel. Onun analizleri, soğuk istatistiklerin ve stratejik
hamlelerin ötesine geçerek, yaşanan trajedinin insani boyutunu anlamamızı
sağlıyor.
Bu röportajda Kor ile,
dijital çağda savaşın doğasını, Gazze’nin neden bir “Filistinsizleştirme” politikasına maruz
kaldığını ve İbrahim Anlaşmaları’nın bölgedeki gerçek karşılığını konuştuk. Suriye’deki gizli savaşların
Türkiye’ye etkilerinden, İslam
dünyasının neden sessiz kaldığına dair eleştirilere uzanan geniş bir yelpazede,
ufkumuzu açan cevaplar aldık. Zahide Hoca, yalnızca “neler oluyor?” sorusuna değil, “biz bu manzarada
neredeyiz?” sorusuna da cesurca yanıt
vererek, hepimizi bir özeleştiriye davet ediyor.
Bu satırlar, Ortadoğu’daki yangını anlamak
isteyen her okur için bir kılavuz niteliğinde. Okurken rahatsız olacak,
öfkelenecek ve derinden düşüneceksiniz. Çünkü Zahide Tuba Kor, bize rahat
koltuğumuzdan bakmanın ötesine geçip, tarihin hızlandığı bu coğrafyada
sorumluluğumuzu hatırlatıyor. İyi okumalar.
Hocam, Ortadoğu’da neler oluyor ve biz bundan ne kadar
haberdarız?
İngilizler ve Fransızlar eliyle
kurulan modern Ortadoğu köklü bir değişim sürecinde. Son yüzyılın en büyük,
aynı zamanda küresel sistemi de vuran bir kriz yaşanıyor. 2010’larda yaşanan ‘Arap
Baharı’ndan beri söylüyorum; ne kadar bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın bölge
yeniden patlayacak, yeni bir Ortadoğu doğacak, çocuklarımız başka bir dünyada
yaşayacak. 7 Ekim Aksa Tufanı ve Gazze soykırımı bu süreci hızlandırdı. Gazze,
uluslararası sistemin, devletler arası ilişkilerin, rejimlerin ve nihayetinde
hepimizin aynası oldu, tüm maskeleri düşürdü. Gözümüzün önünde yaşanan bu
hızlandırılmış tarihi iyi anlarsak, geleceğimizi sağlam kurarız.
Dijital dünya Gazze’de, Suriye’de yaşananları
gerçekten yansıtabildi mi?
Gazze, dijital gerçekliğin nispeten
iyi yansıtılabildiği bir savaş oldu. Ancak Suriye gibi istihbarat devletlerinde,
bağımsız gazetecilik ölüm riski taşıdığı ve ülke dışa kapalı olduğu için bu
mümkün olmadı. Zalimler, suçlarının kanıtlanmasını asla istemez. Öte yandan
dijital dünya insan onuru ve mahremiyet nedeniyle her şeyi yansıtamaz. Açlığın
etkisi, çadır hayatı, Esed rejiminin tecavüz ve işkence politikası nasıl
kaydedilebilir? Suriyelilerin kendi deyimiyle, “Yaşananları anlatabilecek
kelime yok.” Yaşamakla izlemek arasında da devasa bir fark var. 2022’de Afrin
ziyaretimde yardım dağıtımı sırasında salondaki Suriyelilerin tamamı savaşta
kolunu veya bacağını yitirmiş insanlardı; hele bir adam yarımdı, iki bacağı da tamamen
kesikti. Salondaki herkesin toplu fotoğrafını çeksem şahane bir kitap kapağı
bile olurdu; ama bunu ne ahlaken ne vicdanen yapabilirdim. Emin olun, aynısını
bütün kameramanlar yaşıyordur. Her şeyi çekseniz bile yayınlamaya vicdanınız ve
ahlakınız el vermez.
Gazze’nin Filistinsizleştirilmesinden bahsediliyor.
Bu, bir kâbusun başlangıcı ve dünya sanki bunu kabul etti.
Dünya liderlerinin çoğunun Gazze’yi
boşaltma konusunda anlaştığı kanaatindeyim. Sadece Filistinlilerin
gönderileceği ülkeler arıyorlar. ‘Sorun’, Gazzelilerin her şeye rağmen ölümüne
direnmesi ve bu kararlılığın İsrail’in planlarını engellemesi. Açlık karşısında
Batılı liderler İsrail’i eskisi gibi savunamaz oldu. Gazzelilerin yaşadığını
hiçbir millet kaldıramazdı, hâlâ direnmeleri bir mucize.
Direnişçi bir halkı, ibret-i âlem
için açlık, susuzluk ve bombardımanla yok etmek istiyorlar ki kimse bir daha
direnmeyi aklından geçirmesin, köleleşsin. Biliyorlar ki Gazze direnişi
başarırsa, sıra diğer Arap halklarına gelecek ve tıpkı 2011’deki gibi işbirlikçi
yöneticilere isyan cesareti doğacak.
Bu süreç bir kâbusun hem başlangıcı
hem devamı. Sonraki hedef Kudüs, Batı Şeria ve Mescid-i Aksa olacak. Gazze’deki
hiçbir şey ilk değil; 1990’lardan beri bölgede benzerleri yaşanıyor.
İbrahim Anlaşmalarına Arap dünyasının bakış açısı
nasıl?
İbrahim Anlaşmaları’na Arap bakışı
ülkeden ülkeye değişir. 2020’de BAE ve Bahreyn ile başlayan sürece Fas ve Sudan
katıldı. Sudan’daki darbeci generallerin imzası şok etkisi yarattı, zira Sudan
Filistin davası için hayati öneme sahipti. Ancak halk öfkesi ve iç savaş,
onaylamalarını engelledi.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin
Selman, anlaşmaya katılmaya istekliydi. Kral olabilmek için ABD’ye iki söz
vermişti: Vehhabilik’ten uzaklaşarak sekülerleşmek ve İsrail ile ilişkileri
normalleştirmek. 2020’deki imza planı, yaşlı kral babası tarafından engellendi.
Tam 2023 Ekim’inde anlaşma imzalanacaktı ki 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu
patlak verdi. Hamas’ın hedeflerinden biri, Filistinliler pahasına kurulan bu
yeni düzeni engellemekti.
Eski Arap liderler kuşağı Arap-İsrail
savaşlarını yaşamıştı. Yeni nesil liderler ise İran tehdidi altında büyüdü ve
koltuklarını ABD ve İsrail ile ilişkilerine borçlular.
ABD Başkanı Trump, Ortadoğu’dan
çekilip Çin’e odaklanmak için bu anlaşmaları dayattı. Amacı, ilişkileri normalleştirerek
İsrail’i bölgenin ayrılmaz bir parçası kılmaktı. Şimdi ikinci döneminde bunu
hızlandırmak ve bütün bölgeye yaymak için bastırıyor. Şimdi, soykırım ortamında
hangi Arap lider, halkının öfkesini göze alıp İsrail’le barışabilir? Ortadoğu’da
rejimler ile halklar arasında hep bir uçurum vardı.
Batı’da çok kalabalık Gazze eylemleri sonrasında “İslam
dünyası ne yapıyor?” sorusu çok konuşuldu. Bu bakış açısı ne kadar doğru?
Çok haklı bir eleştiri. İzzeddin
el-Kassam Tugayları, Arap halklarının sokaklara dökülerek rejimlerinin İsrail’le
ilişkilerini değiştirebileceğini ummuştu; ancak rejimlerin birçoğu buna
yanaşmadı, on binlerce Filistin destekçisini hapsetti. Yine 2021’deki gibi Filistinlilerin
toplu isyanını bekledi; ama hem İsrail’in baskısı hem de Filistin yönetiminin
engellemesiyle bu da gerçekleşemedi.
Temel fark, siyasi rejimlerin
doğasıdır. İslam dünyasında birçok ülke diktatörlükle yönetilir; ifade,
toplanma ve gösteri özgürlüğü yoktur. Ürdün gibi yerlerde yapılan sınırlı
eylemler ise çoğunlukla halkın öfkesini yatıştırmak içindir. Batı’da da
zorluklar var ancak protesto hakkı ve kültürü yerleşiktir.
Ayrıca, Batı hükümetlerinin
soykırıma desteği silah satışı üzerinden çok daha doğrudan; bu da halkların
öfkesini daha fazla çekiyor.
Bizde ise eylemlerin zayıf olması;
süreklilik içinde iş yapma kabiliyetimizin olmaması, her şeyi devletten bekleme,
konforu bozmak istememe ve gençlerin Siyonist yanlısı sanal mecralarda
zihinlerinin şekillenmesi gibi karmaşık sebeplerden kaynaklı.
Coğrafyamızın yakın geleceği nasıl olacak?
Yakın gelecekte bölgede kan ve
şiddetin bitmeyeceği kanaatindeyim. Netanyahu ve dini Siyonist ortakları başta
olduğu sürece, İsrail bir savaşı bitirip diğerini başlatacaktır. İran’a da yeni
saldırılar bekliyorum. Netanyahu gitse bile barış gelmez; çünkü İsrail
kurulduğundan beri şiddetle ayakta kaldı. ABD ve İsrail’deki etkili gruplar,
Mesih’in gelişini hızlandırmaya çalışıyor, kıyamet savaşına hazırlanıyor. Yani
jeopolitik, ekonomi-politik ve teo-politik mücadeleler devam edecek.
İsrail’in mesajı şu: “Ben güvende
değilsem kimse güvende olamaz.” Çatışmaları yaymaya devam edecek, ancak bu
politika kendisini de vuracaktır. Kısa vadede yakıp yıkabilir, ancak orta ve
uzun vadede hedeflerine ulaşamayacak, belki kendisi yok olacaktır.
Sizi hep dünyanın
kriz masasından konuşurken görüyoruz… Sizi tanımak isteriz hocam. Zahide Tuba
Kor kimdir? Ortadoğu çalışmalarına nasıl karar verdi?
Savaş, çatışma ve kriz çalışmayı
seviyorum. Daha doğrusu, barışı, düzeni ve normal, iç açıcı konuları çalışmaya
değer görmüyorum. Bir konuya emek vereceksem, bu hakiki ve varoluşsal meseleler
olsun istiyorum.
İHH’nın 2005’te cep kitapları
formatında “İslam Coğrafyası” serisi yayınlama projesi vardı. Bana ilk başta
Ürdün’ü teklif etmişlerdi; “Ürdün’de çatışma ve kriz yok” diye geri çevirmiş,
onun yerine iç savaşlar yaşamış Lübnan’ın kitabını yazmaya gönüllü olmuştum.
Ortadoğu merakım çocukluktan
geliyor. İslam dünyasına duyarlı ve yakından takip eden bir ailenin çocuğuydum.
Aynı zamanda, 1987 Aralık’ında başlayan Birinci İntifada sırasında henüz
ilkokuldaydım. Her akşam haberlerde, taş attığı için silah dipçikleriyle kolu
kırılan Filistinli çocukları gördükçe, büyüdüğümde onlara bir şeyler yapabilmek
için uyumadan evvel dualar ederdim. Filistin ilgim ve hassasiyetim çok eski
yani. Ama 7. sınıftan itibaren tek hayalim, matematik öğretmeni olmaktı.
Çılgınlar gibi matematik severdim. Filistin’i ve Ortadoğu’yu amatörce
ortaokul-lise yıllarında takip etsem de, ileride bir gün çalışma alanım
olacağını hiç düşünmezdim. Türkçe/edebiyat derslerinde doğru düzgün kompozisyon
bile yazamayan biriydim, hitabetim de iyi değildi. Lise yıllarında biri bana, “İleride
şunları yapacaksın” diye bugünkü çalışmalarımı söylese, asla inanmaz, hatta “Delirmiş”
derdim.
28 Şubat sağ olsun, istikametimi
tamamen değiştirdi. İHL’lerden puan kırılmasının ilk mağduruydum. Çok ilginç
bir alan değiştirme hikâyem ve üniversite serüvenim var. Uzun olduğu için
girmeyeyim. Kendi iradem ve isteğim dışında Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü’ne başladım. Bölüme alışmam kolay olmadı.
2011 yılında Mavi Marmara’nın
yabancı yolcularıyla röportajlar yapıp, “Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük
Filosu” başlığı altında kitaplaştırma aşamamda, çocukken yaptığım ama sonra
unuttuğum duaları bir anda hatırladım. Sonra hayatımın akışını düşününce
hayrete düştüm. Meğer 28 Şubat’ın yol açtığı çilelerin hepsini, 7-8 yaşında
yaptığım duaların hürmetine çekmişim. Sayısaldan sözele geçmek benim için çok
zordu. Adeta zihnime yeni bir format atmak, yeni bir ben inşa etmek zorunda
kaldım. Ama değdi, çok şükür.
Mezun olduktan sonra ilk yaptığım
iş, İHH’nın daha evvel yayınlanmış “Siyonizm Düşünden İşgal Gerçekliğine
Filistin” kitabını güncellemek oldu. Tam yirmi yıldır Filistin ve Ortadoğu
çalışıyorum. Sanıyorum bu konuları çalışmam 28 Şubat’la da bağlantılı. Kendim
bir zulmü gencecik yaşta yaşadığım için, büyüdüğümde mazlumların sesi olmalıyım
fikri o dönemde zihnime yerleşti; uluslararası ilişkiler bölümünü kabullenmem
bu sebepledir.
Kıymetli isimlere soruyoruz… Dünyanın geleceği için
ettiğiniz özel bir dua var mı diye…
İslam dünyasının Selahaddinlerini,
yani öncülerini her alanda yetiştirmek veya yetişmesine vesile olmak, uzun
yıllardır hem kavli hem de fiili duamdır.
Hep Gazze dedik ama Suriye’de neler oluyor ve bunun
Türkiye’ye yansımaları nasıl?
Coğrafya kaderse, Suriye
topraklarının kaderi de tarih boyunca büyük güçlerin kapışma alanı olmaktır.
Çünkü Suriye, jeopolitik olarak Suriyelilere bırakılmayacak kadar önemlidir.
2011’den sonra küresel ve bölgesel bütün güçler, birbiriyle savaşlarını
maalesef Suriye topraklarında verdi. Çok büyük bir yıkım yaşandı. 8 Aralık 2024’te
rejimin devrilmesi, Suriye toplumunun geniş bir kesimi için tam bir şok terapi
oldu. Yeniden bir başlangıç yapma imkânı doğdu. Ama komşu İsrail her şeyi
berbat etmeye kararlı. Toparlanma zaten kolay değildi, bir de üstüne İsrail’in azınlıklar
üzerinden Suriye’yi parçalama planları devreye sokuldu.
Bu arada, biz Suriye üzerinden
artık İsrail’le komşuyuz. İsrail, Suriye’de ne Sünni Arap çoğunluğun etkin
olduğu bir yönetime ne de Türkiye’nin nüfuz kurmasına razı gelir. Ona göre,
azınlık Esed rejimi ve İran etkinliği bu yeni senaryodan daha iyiydi. İsrail şu
anda kendisine yönelik bütün muhtemel tehditleri ortadan kaldırmaya kararlı
görünüyor. Bunun yolu da hem bölge ülkelerini azınlıklar temelinde
parçalamaktan hem de silahlı, siyasi veya sivil hiç fark etmez, bütün İslami
gruplarla mücadele edip sekülerliği yaymaktan geçiyor. Küresel alanda yeni bir
İslamofobi dalgasına eşlik eden, İslami olandan arındırma senaryosu devreye
sokulacaktır. Suriye için en büyük tehlike, Ahmed eş-Şara’nın suikastla
öldürülmesi. Böyle bir senaryo, Suriye’nin tam bir kaosa sürüklenmesine yol
açar.
Suriye ile İsrail’in bir anlaşmaya
varmak için müzakereleri sürüyor. Ben bunu nafile görüyorum. Çünkü İsrail’in
lügatinde anlaşma, uzlaşma, taviz, barış yoktur; sadece ve sadece teslime
zorlayıp boyun eğdirmek vardır. Önünde sonunda İsrail’le Suriye üzerinden karşı
karşıya geleceğiz. Ama bu, doğrudan Türkiye-İsrail savaşına yol açar mı emin
değilim; sabotajlar, suikastlar, siber saldırılar, propaganda savaşları,
iktisadi kriz, iktidar değiştirme gibi farklı araçlarla savaş daha yüksek ihtimal.
Hocam, İslam dünyası ile ilgili mevzularda Türkiye
neden hızlıca kutuplaşıyor?
Türk halkının kutuplaşmadığı
herhangi bir konu var mı? Kutuplaşmak adeta bizim hayat tarzımız, olmazsa
olmazımız. Üzerinde bütün toplumun ittifak ettiği hiçbir konu bulamazsınız.
Düşünün, Nobel Kimya Ödülü alan ve gururumuz olması gereken Prof. Dr. Aziz
Sancar üzerinden bile kutuplaşacak bir konu bulmuştuk. Bu arada artık dünyanın
birçok ülkesinde ciddi bir kutuplaşma hali var, sadece bizde değil.
İslam dünyasıyla ilgili mevzulara
gelince; kutuplaşmanın birinci nedeni ideolojik saikler. Bunda, Türkiye
Cumhuriyeti kurulurken üretilen yeni kimliğin ötekisi olarak Arap ve İslam
dünyasının seçilmesi önemli bir etken. İstikameti tamamen Batı’ya çevirirken,
köklü geçmişimizin ağır yükünden kurtulmak için İslam dünyası, geri bırakıcı
bir ayak bağı olarak sunuldu ve görüldü. Bakın, okullardaki ders kitapları
zihniyet kurucudur ve bu noktada son derece önemlidir.
Yine bizim, gerek İslam dünyasına
gerekse genel dünyaya dair bilgilerimiz son derece az. Çünkü bütün dünyaya
Türkiye merkezli bakıyoruz; hâlbuki her ülkenin kendi tarihsel ve siyasal
tecrübelerinden, sosyoekonomik ve toplumsal şartlarından, hatta coğrafyası ve
ikliminden kaynaklı kendi gerçekliği vardır. Bunlardan habersiziz. Sorun şu ki,
ülkemizde hemen herkes bilmediği bir şeye hayran veya düşmandır; yine bilmediği
şeylerin savunucusu veya inkârcısıdır. İslam dünyasını savunanlar da bilgisiz,
karşı çıkanlar da. Aşırı kutuplaşmanın bir nedeni de duygusallığımıza eşlik
eden bilgisizlik hali.
Hep şunu söylerim: Geçmişten
günümüze Türkçüler Türk dünyasını, İslamcılar İslam dünyasını, Batıcılar Batı’yı,
komünistler Sovyet ve Çin tecrübesini bütün boyutlarıyla bilmeden, sloganik ve
sahadaki gerçeklerden kopuk söylemler üretirler hep. Bilgi temeli olmayınca
kutuplaşma da kolay oluyor.
Gazze, Arakan, Doğu Türkistan, Suriye, Yemen… Tüm bu
acıları sanki dünya sektör haline getirip lobicilikte kullanıyor. Doğru mu
düşünüyorum?
Sorunları çözecek ve acıları
dindirecek gücünüz, kapasiteniz ve cesaretiniz yoksa netice böyle olur. Ama ben
son yıllarda, özellikle Ortadoğu’daki savaş bölgelerinde yaşananları takip
ederken, bu acıların birbiriyle bağlantılı ve kasıtlı olduğunu düşünmeye
başladım.
Kıymetli Zahide Hocam… Anlattıklarınız için çok
teşekkür ederiz…
Ben teşekkür ederim. Bu önemli
meseleleri dert edinen, doğru sorularla konunun özüne inmeye çalışan Turuncu
Dergi ailesine ve siz kıymetli okurlara da ayrı ayrı teşekkürler. Umarım
söylediklerimiz, yaşanan bu büyük insanlık dramlarına dair ufak da olsa bir
farkındalık oluşturabilir. Dua ile kalem ile bilgi ile çalışmaya devam...
Selametle.
