14 Eylül 2025 Pazar

Z.T.KOR: SÖMÜRGE SONRASI ÇATIŞMALAR, DİJİTAL SAVAŞ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ


Zahide Tuba Kor ile SÖMÜRGE SONRASI ÇATIŞMALAR, DİJİTAL SAVAŞ VE YENİ DÜNYA DÜZENİ

 

Röportajı yapan: Zehra Güveli

Turuncu dergi, Eylül 2025, sf.42-47

 

Blogda yer alan 950 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Modern Ortadoğu, Batılı sömürgecilerin cetvellerle çizdiği suni sınırların, yüz yıl sonra, kan ve direnişle yeniden şekillendiği tarihsel bir dönüm noktasından geçiyor. Gazzede yaşananlar, yalnızca bir savaşın değil, uluslararası sistemin, devletlerin ve nihayetinde hepimizin aynası oldu. Tüm maskeleri düşürdü. Bu karmaşık ve acımasız coğrafyayı anlamak, yalnızca jeopolitik okumalarla değil, aynı zamanda insan onurunun, vicdanın ve direnişin kodlarını çözebilmekle mümkün.

Turuncu Dergi olarak, bu zorlu görevde bize rehberlik etmesi için bir isme başvurduk: Zahide Tuba Kor. Kendisi, salt bir Ortadoğu uzmanı değil; aynı zamanda çocukluğundan bu yana kalbi Filistin için atan, 28 Şubatın yol açtığı kişisel kırılmaları bölgenin mazlumlarının sesi olma iradesine dönüştüren bir aktivist-entelektüel. Onun analizleri, soğuk istatistiklerin ve stratejik hamlelerin ötesine geçerek, yaşanan trajedinin insani boyutunu anlamamızı sağlıyor.

Bu röportajda Kor ile, dijital çağda savaşın doğasını, Gazzenin neden bir Filistinsizleştirme politikasına maruz kaldığını ve İbrahim Anlaşmalarının bölgedeki gerçek karşılığını konuştuk. Suriyedeki gizli savaşların Türkiyeye etkilerinden, İslam dünyasının neden sessiz kaldığına dair eleştirilere uzanan geniş bir yelpazede, ufkumuzu açan cevaplar aldık. Zahide Hoca, yalnızca neler oluyor? sorusuna değil, biz bu manzarada neredeyiz? sorusuna da cesurca yanıt vererek, hepimizi bir özeleştiriye davet ediyor.

Bu satırlar, Ortadoğudaki yangını anlamak isteyen her okur için bir kılavuz niteliğinde. Okurken rahatsız olacak, öfkelenecek ve derinden düşüneceksiniz. Çünkü Zahide Tuba Kor, bize rahat koltuğumuzdan bakmanın ötesine geçip, tarihin hızlandığı bu coğrafyada sorumluluğumuzu hatırlatıyor. İyi okumalar.


Hocam, Ortadoğu’da neler oluyor ve biz bundan ne kadar haberdarız?

İngilizler ve Fransızlar eliyle kurulan modern Ortadoğu köklü bir değişim sürecinde. Son yüzyılın en büyük, aynı zamanda küresel sistemi de vuran bir kriz yaşanıyor. 2010’larda yaşanan ‘Arap Baharı’ndan beri söylüyorum; ne kadar bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın bölge yeniden patlayacak, yeni bir Ortadoğu doğacak, çocuklarımız başka bir dünyada yaşayacak. 7 Ekim Aksa Tufanı ve Gazze soykırımı bu süreci hızlandırdı. Gazze, uluslararası sistemin, devletler arası ilişkilerin, rejimlerin ve nihayetinde hepimizin aynası oldu, tüm maskeleri düşürdü. Gözümüzün önünde yaşanan bu hızlandırılmış tarihi iyi anlarsak, geleceğimizi sağlam kurarız. 

Dijital dünya Gazze’de, Suriye’de yaşananları gerçekten yansıtabildi mi?

Gazze, dijital gerçekliğin nispeten iyi yansıtılabildiği bir savaş oldu. Ancak Suriye gibi istihbarat devletlerinde, bağımsız gazetecilik ölüm riski taşıdığı ve ülke dışa kapalı olduğu için bu mümkün olmadı. Zalimler, suçlarının kanıtlanmasını asla istemez. Öte yandan dijital dünya insan onuru ve mahremiyet nedeniyle her şeyi yansıtamaz. Açlığın etkisi, çadır hayatı, Esed rejiminin tecavüz ve işkence politikası nasıl kaydedilebilir? Suriyelilerin kendi deyimiyle, “Yaşananları anlatabilecek kelime yok.” Yaşamakla izlemek arasında da devasa bir fark var. 2022’de Afrin ziyaretimde yardım dağıtımı sırasında salondaki Suriyelilerin tamamı savaşta kolunu veya bacağını yitirmiş insanlardı; hele bir adam yarımdı, iki bacağı da tamamen kesikti. Salondaki herkesin toplu fotoğrafını çeksem şahane bir kitap kapağı bile olurdu; ama bunu ne ahlaken ne vicdanen yapabilirdim. Emin olun, aynısını bütün kameramanlar yaşıyordur. Her şeyi çekseniz bile yayınlamaya vicdanınız ve ahlakınız el vermez. 

Gazze’nin Filistinsizleştirilmesinden bahsediliyor. Bu, bir kâbusun başlangıcı ve dünya sanki bunu kabul etti.

Dünya liderlerinin çoğunun Gazze’yi boşaltma konusunda anlaştığı kanaatindeyim. Sadece Filistinlilerin gönderileceği ülkeler arıyorlar. ‘Sorun’, Gazzelilerin her şeye rağmen ölümüne direnmesi ve bu kararlılığın İsrail’in planlarını engellemesi. Açlık karşısında Batılı liderler İsrail’i eskisi gibi savunamaz oldu. Gazzelilerin yaşadığını hiçbir millet kaldıramazdı, hâlâ direnmeleri bir mucize.

Direnişçi bir halkı, ibret-i âlem için açlık, susuzluk ve bombardımanla yok etmek istiyorlar ki kimse bir daha direnmeyi aklından geçirmesin, köleleşsin. Biliyorlar ki Gazze direnişi başarırsa, sıra diğer Arap halklarına gelecek ve tıpkı 2011’deki gibi işbirlikçi yöneticilere isyan cesareti doğacak.

Bu süreç bir kâbusun hem başlangıcı hem devamı. Sonraki hedef Kudüs, Batı Şeria ve Mescid-i Aksa olacak. Gazze’deki hiçbir şey ilk değil; 1990’lardan beri bölgede benzerleri yaşanıyor. 

İbrahim Anlaşmalarına Arap dünyasının bakış açısı nasıl?

İbrahim Anlaşmaları’na Arap bakışı ülkeden ülkeye değişir. 2020’de BAE ve Bahreyn ile başlayan sürece Fas ve Sudan katıldı. Sudan’daki darbeci generallerin imzası şok etkisi yarattı, zira Sudan Filistin davası için hayati öneme sahipti. Ancak halk öfkesi ve iç savaş, onaylamalarını engelledi.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, anlaşmaya katılmaya istekliydi. Kral olabilmek için ABD’ye iki söz vermişti: Vehhabilik’ten uzaklaşarak sekülerleşmek ve İsrail ile ilişkileri normalleştirmek. 2020’deki imza planı, yaşlı kral babası tarafından engellendi. Tam 2023 Ekim’inde anlaşma imzalanacaktı ki 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu patlak verdi. Hamas’ın hedeflerinden biri, Filistinliler pahasına kurulan bu yeni düzeni engellemekti.

Eski Arap liderler kuşağı Arap-İsrail savaşlarını yaşamıştı. Yeni nesil liderler ise İran tehdidi altında büyüdü ve koltuklarını ABD ve İsrail ile ilişkilerine borçlular.

ABD Başkanı Trump, Ortadoğu’dan çekilip Çin’e odaklanmak için bu anlaşmaları dayattı. Amacı, ilişkileri normalleştirerek İsrail’i bölgenin ayrılmaz bir parçası kılmaktı. Şimdi ikinci döneminde bunu hızlandırmak ve bütün bölgeye yaymak için bastırıyor. Şimdi, soykırım ortamında hangi Arap lider, halkının öfkesini göze alıp İsrail’le barışabilir? Ortadoğu’da rejimler ile halklar arasında hep bir uçurum vardı. 

Batı’da çok kalabalık Gazze eylemleri sonrasında “İslam dünyası ne yapıyor?” sorusu çok konuşuldu. Bu bakış açısı ne kadar doğru?

Çok haklı bir eleştiri. İzzeddin el-Kassam Tugayları, Arap halklarının sokaklara dökülerek rejimlerinin İsrail’le ilişkilerini değiştirebileceğini ummuştu; ancak rejimlerin birçoğu buna yanaşmadı, on binlerce Filistin destekçisini hapsetti. Yine 2021’deki gibi Filistinlilerin toplu isyanını bekledi; ama hem İsrail’in baskısı hem de Filistin yönetiminin engellemesiyle bu da gerçekleşemedi.

Temel fark, siyasi rejimlerin doğasıdır. İslam dünyasında birçok ülke diktatörlükle yönetilir; ifade, toplanma ve gösteri özgürlüğü yoktur. Ürdün gibi yerlerde yapılan sınırlı eylemler ise çoğunlukla halkın öfkesini yatıştırmak içindir. Batı’da da zorluklar var ancak protesto hakkı ve kültürü yerleşiktir.

Ayrıca, Batı hükümetlerinin soykırıma desteği silah satışı üzerinden çok daha doğrudan; bu da halkların öfkesini daha fazla çekiyor.

Bizde ise eylemlerin zayıf olması; süreklilik içinde iş yapma kabiliyetimizin olmaması, her şeyi devletten bekleme, konforu bozmak istememe ve gençlerin Siyonist yanlısı sanal mecralarda zihinlerinin şekillenmesi gibi karmaşık sebeplerden kaynaklı. 

Coğrafyamızın yakın geleceği nasıl olacak?

Yakın gelecekte bölgede kan ve şiddetin bitmeyeceği kanaatindeyim. Netanyahu ve dini Siyonist ortakları başta olduğu sürece, İsrail bir savaşı bitirip diğerini başlatacaktır. İran’a da yeni saldırılar bekliyorum. Netanyahu gitse bile barış gelmez; çünkü İsrail kurulduğundan beri şiddetle ayakta kaldı. ABD ve İsrail’deki etkili gruplar, Mesih’in gelişini hızlandırmaya çalışıyor, kıyamet savaşına hazırlanıyor. Yani jeopolitik, ekonomi-politik ve teo-politik mücadeleler devam edecek.

İsrail’in mesajı şu: “Ben güvende değilsem kimse güvende olamaz.” Çatışmaları yaymaya devam edecek, ancak bu politika kendisini de vuracaktır. Kısa vadede yakıp yıkabilir, ancak orta ve uzun vadede hedeflerine ulaşamayacak, belki kendisi yok olacaktır. 

Sizi hep dünyanın kriz masasından konuşurken görüyoruz… Sizi tanımak isteriz hocam. Zahide Tuba Kor kimdir? Ortadoğu çalışmalarına nasıl karar verdi?

Savaş, çatışma ve kriz çalışmayı seviyorum. Daha doğrusu, barışı, düzeni ve normal, iç açıcı konuları çalışmaya değer görmüyorum. Bir konuya emek vereceksem, bu hakiki ve varoluşsal meseleler olsun istiyorum.

İHH’nın 2005’te cep kitapları formatında “İslam Coğrafyası” serisi yayınlama projesi vardı. Bana ilk başta Ürdün’ü teklif etmişlerdi; “Ürdün’de çatışma ve kriz yok” diye geri çevirmiş, onun yerine iç savaşlar yaşamış Lübnan’ın kitabını yazmaya gönüllü olmuştum.

Ortadoğu merakım çocukluktan geliyor. İslam dünyasına duyarlı ve yakından takip eden bir ailenin çocuğuydum. Aynı zamanda, 1987 Aralık’ında başlayan Birinci İntifada sırasında henüz ilkokuldaydım. Her akşam haberlerde, taş attığı için silah dipçikleriyle kolu kırılan Filistinli çocukları gördükçe, büyüdüğümde onlara bir şeyler yapabilmek için uyumadan evvel dualar ederdim. Filistin ilgim ve hassasiyetim çok eski yani. Ama 7. sınıftan itibaren tek hayalim, matematik öğretmeni olmaktı. Çılgınlar gibi matematik severdim. Filistin’i ve Ortadoğu’yu amatörce ortaokul-lise yıllarında takip etsem de, ileride bir gün çalışma alanım olacağını hiç düşünmezdim. Türkçe/edebiyat derslerinde doğru düzgün kompozisyon bile yazamayan biriydim, hitabetim de iyi değildi. Lise yıllarında biri bana, “İleride şunları yapacaksın” diye bugünkü çalışmalarımı söylese, asla inanmaz, hatta “Delirmiş” derdim.

28 Şubat sağ olsun, istikametimi tamamen değiştirdi. İHL’lerden puan kırılmasının ilk mağduruydum. Çok ilginç bir alan değiştirme hikâyem ve üniversite serüvenim var. Uzun olduğu için girmeyeyim. Kendi iradem ve isteğim dışında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne başladım. Bölüme alışmam kolay olmadı.

2011 yılında Mavi Marmara’nın yabancı yolcularıyla röportajlar yapıp, “Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu” başlığı altında kitaplaştırma aşamamda, çocukken yaptığım ama sonra unuttuğum duaları bir anda hatırladım. Sonra hayatımın akışını düşününce hayrete düştüm. Meğer 28 Şubat’ın yol açtığı çilelerin hepsini, 7-8 yaşında yaptığım duaların hürmetine çekmişim. Sayısaldan sözele geçmek benim için çok zordu. Adeta zihnime yeni bir format atmak, yeni bir ben inşa etmek zorunda kaldım. Ama değdi, çok şükür.

Mezun olduktan sonra ilk yaptığım iş, İHH’nın daha evvel yayınlanmış “Siyonizm Düşünden İşgal Gerçekliğine Filistin” kitabını güncellemek oldu. Tam yirmi yıldır Filistin ve Ortadoğu çalışıyorum. Sanıyorum bu konuları çalışmam 28 Şubat’la da bağlantılı. Kendim bir zulmü gencecik yaşta yaşadığım için, büyüdüğümde mazlumların sesi olmalıyım fikri o dönemde zihnime yerleşti; uluslararası ilişkiler bölümünü kabullenmem bu sebepledir. 

Kıymetli isimlere soruyoruz… Dünyanın geleceği için ettiğiniz özel bir dua var mı diye…

İslam dünyasının Selahaddinlerini, yani öncülerini her alanda yetiştirmek veya yetişmesine vesile olmak, uzun yıllardır hem kavli hem de fiili duamdır. 

Hep Gazze dedik ama Suriye’de neler oluyor ve bunun Türkiye’ye yansımaları nasıl?

Coğrafya kaderse, Suriye topraklarının kaderi de tarih boyunca büyük güçlerin kapışma alanı olmaktır. Çünkü Suriye, jeopolitik olarak Suriyelilere bırakılmayacak kadar önemlidir. 2011’den sonra küresel ve bölgesel bütün güçler, birbiriyle savaşlarını maalesef Suriye topraklarında verdi. Çok büyük bir yıkım yaşandı. 8 Aralık 2024’te rejimin devrilmesi, Suriye toplumunun geniş bir kesimi için tam bir şok terapi oldu. Yeniden bir başlangıç yapma imkânı doğdu. Ama komşu İsrail her şeyi berbat etmeye kararlı. Toparlanma zaten kolay değildi, bir de üstüne İsrail’in azınlıklar üzerinden Suriye’yi parçalama planları devreye sokuldu.

Bu arada, biz Suriye üzerinden artık İsrail’le komşuyuz. İsrail, Suriye’de ne Sünni Arap çoğunluğun etkin olduğu bir yönetime ne de Türkiye’nin nüfuz kurmasına razı gelir. Ona göre, azınlık Esed rejimi ve İran etkinliği bu yeni senaryodan daha iyiydi. İsrail şu anda kendisine yönelik bütün muhtemel tehditleri ortadan kaldırmaya kararlı görünüyor. Bunun yolu da hem bölge ülkelerini azınlıklar temelinde parçalamaktan hem de silahlı, siyasi veya sivil hiç fark etmez, bütün İslami gruplarla mücadele edip sekülerliği yaymaktan geçiyor. Küresel alanda yeni bir İslamofobi dalgasına eşlik eden, İslami olandan arındırma senaryosu devreye sokulacaktır. Suriye için en büyük tehlike, Ahmed eş-Şara’nın suikastla öldürülmesi. Böyle bir senaryo, Suriye’nin tam bir kaosa sürüklenmesine yol açar.

Suriye ile İsrail’in bir anlaşmaya varmak için müzakereleri sürüyor. Ben bunu nafile görüyorum. Çünkü İsrail’in lügatinde anlaşma, uzlaşma, taviz, barış yoktur; sadece ve sadece teslime zorlayıp boyun eğdirmek vardır. Önünde sonunda İsrail’le Suriye üzerinden karşı karşıya geleceğiz. Ama bu, doğrudan Türkiye-İsrail savaşına yol açar mı emin değilim; sabotajlar, suikastlar, siber saldırılar, propaganda savaşları, iktisadi kriz, iktidar değiştirme gibi farklı araçlarla savaş daha yüksek ihtimal. 

Hocam, İslam dünyası ile ilgili mevzularda Türkiye neden hızlıca kutuplaşıyor?

Türk halkının kutuplaşmadığı herhangi bir konu var mı? Kutuplaşmak adeta bizim hayat tarzımız, olmazsa olmazımız. Üzerinde bütün toplumun ittifak ettiği hiçbir konu bulamazsınız. Düşünün, Nobel Kimya Ödülü alan ve gururumuz olması gereken Prof. Dr. Aziz Sancar üzerinden bile kutuplaşacak bir konu bulmuştuk. Bu arada artık dünyanın birçok ülkesinde ciddi bir kutuplaşma hali var, sadece bizde değil.

İslam dünyasıyla ilgili mevzulara gelince; kutuplaşmanın birinci nedeni ideolojik saikler. Bunda, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken üretilen yeni kimliğin ötekisi olarak Arap ve İslam dünyasının seçilmesi önemli bir etken. İstikameti tamamen Batı’ya çevirirken, köklü geçmişimizin ağır yükünden kurtulmak için İslam dünyası, geri bırakıcı bir ayak bağı olarak sunuldu ve görüldü. Bakın, okullardaki ders kitapları zihniyet kurucudur ve bu noktada son derece önemlidir.

Yine bizim, gerek İslam dünyasına gerekse genel dünyaya dair bilgilerimiz son derece az. Çünkü bütün dünyaya Türkiye merkezli bakıyoruz; hâlbuki her ülkenin kendi tarihsel ve siyasal tecrübelerinden, sosyoekonomik ve toplumsal şartlarından, hatta coğrafyası ve ikliminden kaynaklı kendi gerçekliği vardır. Bunlardan habersiziz. Sorun şu ki, ülkemizde hemen herkes bilmediği bir şeye hayran veya düşmandır; yine bilmediği şeylerin savunucusu veya inkârcısıdır. İslam dünyasını savunanlar da bilgisiz, karşı çıkanlar da. Aşırı kutuplaşmanın bir nedeni de duygusallığımıza eşlik eden bilgisizlik hali.

Hep şunu söylerim: Geçmişten günümüze Türkçüler Türk dünyasını, İslamcılar İslam dünyasını, Batıcılar Batı’yı, komünistler Sovyet ve Çin tecrübesini bütün boyutlarıyla bilmeden, sloganik ve sahadaki gerçeklerden kopuk söylemler üretirler hep. Bilgi temeli olmayınca kutuplaşma da kolay oluyor. 

Gazze, Arakan, Doğu Türkistan, Suriye, Yemen… Tüm bu acıları sanki dünya sektör haline getirip lobicilikte kullanıyor. Doğru mu düşünüyorum?

Sorunları çözecek ve acıları dindirecek gücünüz, kapasiteniz ve cesaretiniz yoksa netice böyle olur. Ama ben son yıllarda, özellikle Ortadoğu’daki savaş bölgelerinde yaşananları takip ederken, bu acıların birbiriyle bağlantılı ve kasıtlı olduğunu düşünmeye başladım. 

Kıymetli Zahide Hocam… Anlattıklarınız için çok teşekkür ederiz…

Ben teşekkür ederim. Bu önemli meseleleri dert edinen, doğru sorularla konunun özüne inmeye çalışan Turuncu Dergi ailesine ve siz kıymetli okurlara da ayrı ayrı teşekkürler. Umarım söylediklerimiz, yaşanan bu büyük insanlık dramlarına dair ufak da olsa bir farkındalık oluşturabilir. Dua ile kalem ile bilgi ile çalışmaya devam... Selametle.