İKLİM
DEĞİŞİKLİĞİ ORTADOĞU’DAKİ ÇATIŞMALARI NASIL ŞİDDETLENDİREBİLİR?
Sagatom
Saha (Enerji politikaları
uzmanı)
Atlantic
Council, 14.5.2019
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu
özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 26.9.2019
tarihinde yayınlanmıştır. https://fikirturu.com/2019/09/26/iklim-degisikligi-ortadogudaki-catismalari-nasil-siddetlendirebilir/
İngilizcesi
How Climate Change Could Exacerbate Conflict in the Middle East başlığıyla
yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: İklim değişikliğinin en çok etkileyeceği bölgelerden
biri de Ortadoğu. Böyle giderse, bölgenin bazı kısımları yaşanmaz hale gelecek,
iç karışıklıklar artacak. Petrol geliriyle yaşayan ülkeler ekonomik zorluklarla
yüz yüze kalacak. Çöken devletler de artacak.
İklim değişikliğinin etkileri son yıllarda
çok daha net ve yıkıcı bir şekilde görülüyor. Birçok araştırmacı, iklim değişikliğinin
en fena vuracağı bölgelerden birinin Ortadoğu olacağında hemfikir. Hatta
bazıları gelecekte bölgede su ve gıda savaşları yaşanacağı uyarısında
bulunuyor.
Bu uyarıyı yapanlardan biri de, Arap
dünyasının en önemli mütefekkirlerinden biri olan Tunus’un eski cumhurbaşkanı
Munsif Merzûkî’ydi. Yaklaşık bir yıl önce kendisine sorulan “Sizce torunlarımız
nasıl bir Ortadoğu’da yaşayacaklar? Onlara ne miras bırakıyoruz?” sorusuna şu
çarpıcı cevabı vermişti:
“Ümit ederim ki gelecekte Ortadoğu diye
bir yer kalır. Hiç kimse iklim değişikliğini konuşmuyor. Oysa bu, dünya için en
büyük tehlike. Eğer iklim değişikliğiyle mücadele etmezsek, korkarım ki
gelecekte petrol ve enerji değil, su ve gıda savaşlarına tutuşacağız. Siyasi ve
sosyoekonomik problemler asıl tehlikenin üzerini örtüyor, gizliyor. Ama
dünyanın bu tarafı muhtemelen iklim değişikliğinden en fazla etkilenen
bölgelerden olacak. Ümit ederim ki en kısa zamanda siyaseten bir dengeye
kavuşup ardından asıl problemleri çözmeye çalışırız da gelecek nesillerimize
yaşayabilecekleri bir toprak parçası bırakırız.” [Munsif Merzûkî ile bu röportaj, 30.9.2018’de
Zahide Tuba Kor tarafından yapılmış ve “Diktatörlük ile Devrim Arasında Arap
Dünyasının Krizleri” kitabında yayınlanmıştır (Küre Yayınları, sf.55).]
İklim değişikliğinin Ortadoğu’daki
muhtemel sarsıcı sonuçlarına dikkat çekenlerden biri de, geçmişte Dış İlişkiler
Konseyi’nde enerji ve Amerikan dış politikası alanında çalışmış; yazıları Foreign
Affairs, Defense One, Fortune, Scientific American gibi
birçok mecrada yayınlanan enerji politikaları uzmanı Sagatom Saha.
Saha, Atlantic Council tarafından Mayıs
ayında yayınlanan “İklim değişikliği Ortadoğu’daki çatışmayı nasıl
şiddetlendirebilir” başlıklı yazısında, durumun vahametini şu satırlarıyla
ortaya koyuyor:
“Ortadoğu genelinde yaz sıcaklıklarının
küresel ortalamanın iki katından fazla artması bekleniyor. Uzun süreli sıcak
hava dalgaları, çölleşme ve kuraklık Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın bir kısmını
yaşanmaz hale getirecek. İnsanların yaşamaya devam edeceği yerlerde ise iklim
değişikliği azalan kaynaklar üzerinde şiddetli bir rekabeti körükleyebilir.”
Kuraklık ve Suriye iç savaşına etkisi
Bölgedeki yönetimlerin ve onların
uluslararası ortaklarının, istikrarsızlık ve çatışmaları azaltmak için iklim
değişikliğini genel stratejilerine dâhil etme noktasında çok az şey yaptığını
da belirten yazar, “Küresel ısınmanın kargaşayı artıracağı, devlet kapasitesini
zayıflatacağı ve kaynak çatışmalarını tetikleyeceği bir Ortadoğu’ya kendilerini
hazırlamaları lazım” diyerek yöneticileri uyarıyor.
Sagatom Saha, -yerinde bir örnekle- Suriye
üzerinden küresel ısınmanın bölgeye zarar verme potansiyelini anlatıyor:
“İklim değişikliği Suriye’de iç savaştan
çok önce kuraklığa yol açtı. Bu kuraklık, kırsaldaki çiftçileri Şam ve Halep
gibi şehir merkezlerine yönlendirerek halk tabakalarını geniş çaplı siyasi
kargaşaya hazırladı. 2002’den 2010’a şehirlerde yaşayan nüfus yarı yarıya
arttı.”
Yazar, tabii ki Suriye’deki iç savaşı salt
iklim değişikliğine bağlamıyor. Ama iklimin tetiklediği iktisadi çaresizlik ve
göçlerin, -diğer çatışma unsurlarını pekiştirerek- sonuçta mevcut
eşitsizlikleri artırdığına ve rejimin kırsal kesimle ve köyden kente göçmüş
kitlelerle bağlarını bozduğuna dikkat çekiyor.
İklim değişikliği hızlı sıcaklık
yükselişine, gıda kıtlığına ve iktisadi sıkıntıya yol açtıkça daha fazla
Ortadoğu ülkesinin bir anda savaşa sürüklenebileceğini vurguluyor.
Su kıtlığı ve IŞİD
Yazara göre, çatışmanın diğer bir kaynağı
da iklim değişikliğinin tetiklediği su kıtlığı olacak. Bu bağlamda IŞİD’in Irak
ve Suriye’de yayıldığı dönemde Fırat ve Dicle nehirlerindeki barajların da
kontrolünü ele geçirdiğini, daha sonra Kürt peşmergeleri ve Irak kuvvetleriyle
çatışmalar sırasında Kerbela ve Necef gibi kutsal Şii şehirlerinin susuz
kaldığını hatırlatıyor.
Saha’nın vurguladığı üzere, 23 milyondan
fazla Iraklı ve Suriyeli bu nehirlerin havzasında yaşıyor ve elektrik-su
ihtiyaçlarını buradan karşılıyor.
Daha da çarpıcı olan, uzmanların küresel
ısınma yüzünden Fırat ve Dicle’nin ‘bu yüzyılda buharlaşacağı’ ve nehirlerden
geriye kalan sular üzerindeki çatışmanın ise daha da kızışacağına dair
tahminleri.
Devlet kapasitesi buharlaşıyor
Yazara göre, iklim değişikliğinin Ortadoğu
yönetimlerinin kargaşayla başa çıkma kapasitesini azaltması muhtemel. Bu
bağlamda Saha şunları yazıyor:
“Öncelikle, giderek sıklaşan (olumsuz)
hava olayları yüzünden kaynak dağıtımı zorlaşacak ve yeni acil yardım
ihtiyaçları doğacak. Dış yardımın çoğunlukla kritik olduğu Ortadoğu’da yabancı
bağışçılar, bir yandan istikrara kavuşturma ve hükümet projelerine finansman
sağlamaya devam ederken, diğer yandan da afet yardımını artırarak iki kat mesai
harcamak zorunda kalabilirler.
İkincisi, iklim değişikliğine karşı alınan
tedbirlere, kaçınılmaz olarak küresel temiz enerjiye geçiş eşlik edecek ve bu
süreçte petrol gelirleri azalırken, petrol üreticileri daha az kaynağa sahip
olacak. Bu durumda toplumsal sözleşmenin, sübvansiyonlar ve savurganca kamu
hizmetleri karşılığında sınırlı siyasi hürriyete dayalı olduğu ülkelerde
dolaşımdaki para azalacak.”
Yazar, buna sokak gösterilerinin felçli
cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’yı görevi bırakmaya zorladığı Cezayir
örneğini veriyor. Cezayir’de protestocuların sıkıntıları kısmen petrolle
bağlantılıydı; zira fiyatı düşmeden evvel, genç istihdamını destekleyen sosyal
yardımlar petrol gelirleriyle finanse ediliyordu.
Yazara göre, Suudi Arabistan gibi
ülkelerin bu badireyi atlatabilmek için mali kapasitesi mevcutken asıl Irak ve
Libya gibi istikrarsız petrol üreticilerinden endişe duyulmalı. Zira bu
ülkelerin bütçelerini finanse edebilmeleri ve çatışmalar dindiğinde yeniden
inşa faaliyetlerine başlayabilmeleri için petrol fiyatlarının olağanüstü yüksek
olması gerekiyor:
“Libyalı milisler şu an petrol altyapısını
kontrol etmek için çatışsalar da gelecekte petrol fiyatları yükselmeden yeniden
inşayı kendi kendine finanse edebilmelerini beklemek zor.”
Fakat yalnızca Libya için değil, petrol
üreten Ortadoğu ülkeleri için de en iyi senaryoda, hâlâ küresel petrol akışına
bel bağlayan başta ABD olmak üzere Batılı hükümetlerden bu ülkelere dış yardım
akmaya devam edebilir; en kötü senaryoda ise rüzgar tribünleri, güneş panelleri
ve elektrikli arabalar çok daha kullanışlı ve düşük maliyetli hale geldikçe
bağışçı hükümetler destekten el çekebilir.
Sınıraşan kaynaklar üzerinden rekabet
kızışıyor
Saha’ya göre, iklim değişikliği Ortadoğu
yönetimlerinin komşularına karşı teyakkuzda olmasına da yol açabilir. Bir ülke
içindeki kaynak kıtlığı o ülke çapında kargaşayı tetikleyebilir; ama sınıraşan
kaynaklar üzerinden rekabet söz konusu olduğunda iş savaşa kadar varabilir.
Yazar, Ortadoğu ülkelerinin sulamak, içmek
ve elektrik üretmek için hayati olan su konusunda komşularıyla ihtilaflarını
nasıl idare ettiklerini, Nil Nehri Havzası üzerinden anlatıyor:
“2011’den bu yana Etiyopya, bölgesinde bir
numaralı elektrik ihracatçısı olabilmek için Büyük Rönesans Barajı’nı inşa
ediyor. Ancak baraj Mısır’a doğru su akışını %25 kesecek. Kahire yönetimi,
barajın yaklaşık 100 milyona varan nüfusuna su teminini kesintiye uğratacağı
iddiasında. Hâlihazırda Etiyopya ve Mısır müzakere yürütüyor olsa da Mısırlı
yetkililer daha 2013’te ihtilafı askeri adımla çözmeyi düşünmüştü. Mısır
Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, barajın ‘bir hayat memat meselesi’ olduğunu
açıkça bildirmişti. Nil’in akışını tehdit eden iklim değişikliği zaten gergin
olan durumu daha da kötüleştirebilir.”
Saha, Ortadoğu ülkeleri arasında doğrudan
çatışma nadir olsa da iç savaşların hemen hepsinde de vekalet savaşlarının
yaygın olduğuna dikkat çekiyor. Geçmişte Şam yönetiminin Ankara’yı Fırat’ın
sularını paylaşmaya zorlamak için PKK’ya destek verdiğini de hatırlatıyor.
“Fas’tan İran’a kadar hemen hemen tüm
Ortadoğu ülkeleri su kaynaklarını komşusuyla paylaşıyor ve bazı ülkelerin
kendine ait içilebilir tatlı suyu çok az. Mısır-Sudan-Etiyopya ve
Türkiye-Suriye arasında yaşananlar, su daha da azaldıkça Ortadoğu siyasetinin
sıkça karşılaşılan bir özelliğine dönüşebilir” uyarısında bulunuyor.
Bir çözüm planlamak
Saha, belli bir düzeyde küresel ısınmanın
çoktan gerçekleştiğini ve daha on yıllarca devam edeceğini, bugün politika
üretenlerin temel vazifesinin çatışma ile iklim değişikliği arasındaki
‘bağlantıyı koparmak’ olduğunu belirtiyor. Suriye’de yaşananların, çevre
koşulları ile siyasi ve iktisadi şartlar örtüştüğünde Ortadoğu’nun diğer
herhangi bir baskıcı rejiminde tekrarlanabileceği uyarısı yapıyor.
Yazar, politika üretenlere de çeşitli
tavsiyelerde bulunuyor:
Öncelikle, iklim değişikliğine ve
çatışmaya en meyyal ülkelerde iklime uyum sağlama ve kaynak yönetimi gibi
projeler, Birleşmiş Milletler (BM) Yeşil İklim Fonu, vb. uluslararası
kuruluşların ve yabancı bağışçıların da desteğiyle hayata geçirilmeli.
İkincisi, ABD gibi bağışçı ülkeler, iklime
duyarlı kaynakların paylaşımı konusunda ihtilafların şiddete dönüşmeden
çözülmesi için aktif bir rol oynamalı.
Üçüncüsü, BM İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi, Ortadoğu’da kaynak kıtlığını kısmen giderecek teknolojileri
kullanmaya dönük inovasyon çabalarını ikiye katlamalı. Bu bağlamda suyu tuzdan
daha ucuza arındırma ve az sulamalı tarım gibi yöntemlerle iklim değişikliğinin
beslenme ve sağlık alanındaki sonuçları bertaraf edilmeli.
Yazar Saha, iklim değişikliğinin kadere
bırakılmaması gerektiği ve bugün benimsenecek politikaların iklimin gelecekte
Ortadoğu’da oynayacağı rolü belirleyeceği vurgusuyla yazısını sonlandırıyor.