NEOLİBERALİZMİN
SONU VE TARİHİN YENİDEN DOĞUŞU
Joseph
E. Stiglitz (Columbia
Üniversitesi öğretim üyesi Nobel ödüllü iktisatçı; Amerikan Başkanı Bill
Clinton’ın Ekonomi Danışmanları Konseyi başkanı ve Dünya Bankası eski başkan
yardımcısı ve baş ekonomisti)
Project
Syndicate, 4.11.2019
Tercüme
ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 26.11.2019 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“The End of Neoliberalism and the Rebirth of History” başlığıyla yayınlanan
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E.
Stiglitz, Project Syndicate için yazdığı makalede, neoliberalizmin demokrasinin
altını nasıl oyduğunu, piyasa ekonomisinin dünyanın kaderi olduğunu savunan
‘tarihin sonu’ tezinin alternatifine ihtiyaç duyulduğunu anlattı.
2008’de
ABD’de ipotekli konut alanında patlak veren ve giderek dünyaya yayılan finansal
kriz hâlâ atlatılabilmiş değil. Dahası, öngörüleri güvenilir olan iktisatçılar
yeni ve çok daha derin bir küresel krizin kapıda olduğu uyarısında
bulunuyorlar.
2008
krizi aslında -1980’lerle birlikte kendisini adeta yegâne iktisadi model gibi
dayatan- neoliberalizmin bir kriziydi. Ancak çoktandır fikri açmazların olduğu
ve “neo”ların şekillendirdiği dünyamızda yaşanan krizden kurtuluş için anlamlı
reçeteler ve modeller üretilemediğinden pansuman tedbirlerle yetinildi. Hal
böyleyken, ikinci krizin arifesinde ufukta hâlâ yeni bir iktisadi açılım yok,
adeta “neo’nun neo’su”na mahkûm durumdayız. Bu da bize iktisadi, siyasi ve
toplumsal alanda sistemik krizlerin daha da derinleşeceğini gösteriyor.
Öte
yandan neoliberalizmin krizini yıllardır dillendiren önemli iktisatçılar da
var. Bunlardan biri, 2001’de Nobel İktisat Ödülü’ne layık görülen ve eşitsizlik
üzerine çalışmalarıyla da tanınan Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr.
Joseph E. Stiglitz.
Stiglitz,
Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın Ekonomi Danışmanları Konseyi Başkanlığı
(1995-1997) ve Dünya Bankası başkan yardımcılığı ve baş ekonomistliği
(1997-2000) görevlerinde bulunmuş biri. Ancak küreselleşmeye ve IMF’nin borçlu
ülkelere dayattığı politikalara yönelik eleştirel bakışıyla tanınıyor.
Bugüne
kadar telif ve edisyon sayısız kitap kaleme alan Stiglitz’in sekiz eseri
Türkçeye kazandırıldı. Bunlardan biri olan “Eşitsizliğin Bedeli: Bugünün
Bölünmüş Toplumu Geleceğimizi Nasıl Tehlikeye Atıyor?” (İletişim Yayınları)
kitabında gelir eşitsizliği ve 2008 Krizi’ni ele alıyor. Stiglitz, kitabında
%1’lik kesimin devleti, yargıyı ve demokratik süreci ele geçirerek nasıl %99’un
üzerinde egemenlik kurduğunu kapsamlı şekilde anlatıyor.
Project
Syndicate web sitesinde 4 Kasım 2019’da yayınlanan “Neoliberalizmin Sonu ve
Tarihin Yeniden Doğuşu” başlıklı makalesinde Joseph E. Stiglitz, neoliberalizm
eleştirisini tekrarlarken yol açtığı tahribatı da gözler önüne seriyor.
Dünyanın
kaderi neoliberalizm miydi?
Stiglitz,
Soğuk Savaş’ın sonunda siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın adeta zafer
çığlıkları atan ve geniş kabul gören “Tarihin Sonu” makalesini hatırlatarak
yazısına başlıyor. Bu makalede Fukuyama, komünizmin çöküşüyle birlikte bütün
dünyayı liberal demokrasi ve piyasa ekonomisinden ayıran son engelin de ortadan
kalktığını vurgulamıştı. Fukuyama’ya göre, piyasa ekonomisi üzerinde yükselen
liberal demokrasi zaten dünyanın kaderiydi.
Beklentilerin
aksine, dünya nüfusunun yarıdan fazlasının otokrat yöneticiler ve demagogların
hâkimiyetinde olduğunu hatırlatan Stiglitz, liberal küresel düzenden kaçış
aradığımız bugünlerde Fukuyama’nın fikirlerinin naif kaldığını hatırlatıyor.
“Serbest piyasalar, ortak refahın en emin
yoludur” inancı üzerine yükselen neoliberalizmin bu anlayışının bugünlerde
“yaşam destek ünitesine bağlı” olduğunu vurgulayan yazara göre, neoliberalizm
ve demokrasiye güvenin eşzamanlı azalması bir tesadüf değil. Zira neoliberalizm
tam 40 yıldır demokrasinin altını oyuyor.
“Neoliberalizmin
belirlediği küreselleşme şekli, gerek bireyleri gerekse toplumları kendi
kaderlerini önemli ölçüde kontrol edemez hale getirdi,” diyen Stiglitz
meselenin bu boyutunu şu satırlarıyla açıklıyor:
“Sermaye
piyasası liberalleşmesi özellikle tiksindirici; zira gelişmekte olan bir ülkede
başa güreşen herhangi bir başkan adayı Wall Street’in desteğini kaybederse,
bankalar o ülkeden paraları çekiyor ve böylece, o ülkenin seçmenleri zorlu bir
tercihle karşı karşıya kalıyor: Wall Street’e boyun eğmek ya da şiddetli bir
mali krizle yüzleşmek.”
Yazara
göre, kendi kaderini belirleyemeyenler yalnızca gelişmekte olan ülkeler değil.
Zengin ülkeler de bundan kaçamıyor:
“Zengin
ülkelerin vatandaşlarına da söylenen şu: Öyle istediğiniz politikayı uygulamaya
çalışamazsınız; hele ki konu sosyal koruma, uygun ücret, kademeli
vergilendirmeyse. Çünkü bu gibi konular söz konusu olduğunda ülke
rekabetçiliğini kaybeder, istihdam ortadan kalkar ve ceremesini siz
çekersiniz.”
“Hem
zengin hem de fakir ülkelerin iktisadi ve siyasi seçkinleri, neoliberal
politikaların daha hızlı iktisadi büyümeye yol açacağına ve bunun en fakirler
de dâhil herkesin daha iyi duruma gelmesini sağlayacağına söz vermişti. Fakat
bunun için işçiler daha düşük ücretleri, tüm vatandaşlar da önemli sosyal
devlet programlarındaki kesintileri kabullenmeliydi.
Seçkinler
sözlerinin bilimsel iktisadi modellere ve ‘kanıta dayalı araştırmalar’a
dayandığı iddiasındaydı. Oysa kırk yıl sonra rakamlar ortada: Büyüme yavaşlıyor
ve büyümenin meyveleri ezici çoğunlukla en yukarıdaki çok dar bir çevreye
gidiyor.”
Yazar
bu noktada önemli bir soru soruyor: Rekabetçiliği sürdürme uğruna ücretleri
kısıtlamak ve sosyal devlet programlarını azaltmak nasıl daha yüksek hayat
standartları anlamına gelebilir ki?
Stiglitz,
sıradan vatandaşların kandırıldıklarını hissettikleri ve bunda haklı
olduklarını vurgulayarak şöyle devam ediyor:
“Şu
an bu büyük aldatılmanın siyasi sonuçlarını yaşıyoruz: Seçkinlere,
neoliberalizmin dayandığı iktisat ‘bilim’ine ve bütün bunları mümkün kılan
paranın yozlaştırdığı siyasi sisteme güvensizlik.”
“Aslında,
isminin aksine, neoliberalizm çağı liberal olmaktan çok uzaktı. Bu çağ, farklı
görüşlere karşı tamamen hoşgörüsüz yaklaşan entelektüel tutuculuğu dayattı.
Aykırı görüşlere sahip iktisatçılar, uzak durulması gereken kâfirler gibi
muamele gördüler veya en iyi ihtimalle, makas değiştirerek birkaç istisnai
kurumda kendilerine iş bulabildiler.
Bu
hoşgörüsüzlük, hiçbir yerde makroekonomi alanındaki kadar büyük olmadı. Bu
alandaki hâkim görüşler, 2008’de yaşadığımız türden bir krizi imkansız
görüyordu ama imkânsız olan gerçekleştiğinde kriz adeta 500 yılda bir yaşanan
tufan muamelesi gördü.”
Yazar,
krize rağmen bu teorilerin savunucularının iktisadi inançlarında bir değişime
gitmediğine dikkat çekerek “Bir kere yerleşti mi kötü fikirlerin dahi yavaş
öldüğü gerçeğini doğrular şekilde, bu teori hâlâ ayakta,” diyor ve yazısını şu
çarpıcı tespitlerle bitiriyor:
“Eğer
ki 2008 finansal krizi serbest piyasaların işlemediğinin farkına varmamızı
sağlamadıysa iklim krizi bunu başaracaktır: Neoliberalizm, kelimenin tam
anlamıyla, medeniyetimizin sonunu getirecek. Ancak aşikâr ki bilime ve
hoşgörüye sırtımızı döndürten demagoglar işleri sadece daha da kötüleştirecek.
Gezegenimizi
ve medeniyetimizi kurtarmanın tek yolu, tarihin yeniden doğuşudur.
Aydınlanma’yı yeniden canlandırmalıyız ve özgürlük, bilgiye saygı ve demokrasi
değerlerine yeniden itibar etmeliyiz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder