29 Kasım 2019 Cuma

J.STIGLITZ: NEOLİBERALİZMİN SONU VE TARİHİN YENİDEN DOĞUŞU




NEOLİBERALİZMİN SONU VE TARİHİN YENİDEN DOĞUŞU


Joseph E. Stiglitz (Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Nobel ödüllü iktisatçı; Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın Ekonomi Danışmanları Konseyi başkanı ve Dünya Bankası eski başkan yardımcısı ve baş ekonomisti)
Project Syndicate, 4.11.2019

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 26.11.2019 tarihinde yayınlanmıştır. 

İngilizcesi “The End of Neoliberalism and the Rebirth of History” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Özet: Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E. Stiglitz, Project Syndicate için yazdığı makalede, neoliberalizmin demokrasinin altını nasıl oyduğunu, piyasa ekonomisinin dünyanın kaderi olduğunu savunan ‘tarihin sonu’ tezinin alternatifine ihtiyaç duyulduğunu anlattı.

2008’de ABD’de ipotekli konut alanında patlak veren ve giderek dünyaya yayılan finansal kriz hâlâ atlatılabilmiş değil. Dahası, öngörüleri güvenilir olan iktisatçılar yeni ve çok daha derin bir küresel krizin kapıda olduğu uyarısında bulunuyorlar.
2008 krizi aslında -1980’lerle birlikte kendisini adeta yegâne iktisadi model gibi dayatan- neoliberalizmin bir kriziydi. Ancak çoktandır fikri açmazların olduğu ve “neo”ların şekillendirdiği dünyamızda yaşanan krizden kurtuluş için anlamlı reçeteler ve modeller üretilemediğinden pansuman tedbirlerle yetinildi. Hal böyleyken, ikinci krizin arifesinde ufukta hâlâ yeni bir iktisadi açılım yok, adeta “neo’nun neo’su”na mahkûm durumdayız. Bu da bize iktisadi, siyasi ve toplumsal alanda sistemik krizlerin daha da derinleşeceğini gösteriyor.
Öte yandan neoliberalizmin krizini yıllardır dillendiren önemli iktisatçılar da var. Bunlardan biri, 2001’de Nobel İktisat Ödülü’ne layık görülen ve eşitsizlik üzerine çalışmalarıyla da tanınan Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Joseph E. Stiglitz.
Stiglitz, Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın Ekonomi Danışmanları Konseyi Başkanlığı (1995-1997) ve Dünya Bankası başkan yardımcılığı ve baş ekonomistliği (1997-2000) görevlerinde bulunmuş biri. Ancak küreselleşmeye ve IMF’nin borçlu ülkelere dayattığı politikalara yönelik eleştirel bakışıyla tanınıyor.
Bugüne kadar telif ve edisyon sayısız kitap kaleme alan Stiglitz’in sekiz eseri Türkçeye kazandırıldı. Bunlardan biri olan “Eşitsizliğin Bedeli: Bugünün Bölünmüş Toplumu Geleceğimizi Nasıl Tehlikeye Atıyor?” (İletişim Yayınları) kitabında gelir eşitsizliği ve 2008 Krizi’ni ele alıyor. Stiglitz, kitabında %1’lik kesimin devleti, yargıyı ve demokratik süreci ele geçirerek nasıl %99’un üzerinde egemenlik kurduğunu kapsamlı şekilde anlatıyor.
Project Syndicate web sitesinde 4 Kasım 2019’da yayınlanan “Neoliberalizmin Sonu ve Tarihin Yeniden Doğuşu” başlıklı makalesinde Joseph E. Stiglitz, neoliberalizm eleştirisini tekrarlarken yol açtığı tahribatı da gözler önüne seriyor.

Dünyanın kaderi neoliberalizm miydi?
Stiglitz, Soğuk Savaş’ın sonunda siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın adeta zafer çığlıkları atan ve geniş kabul gören “Tarihin Sonu” makalesini hatırlatarak yazısına başlıyor. Bu makalede Fukuyama, komünizmin çöküşüyle birlikte bütün dünyayı liberal demokrasi ve piyasa ekonomisinden ayıran son engelin de ortadan kalktığını vurgulamıştı. Fukuyama’ya göre, piyasa ekonomisi üzerinde yükselen liberal demokrasi zaten dünyanın kaderiydi.
Beklentilerin aksine, dünya nüfusunun yarıdan fazlasının otokrat yöneticiler ve demagogların hâkimiyetinde olduğunu hatırlatan Stiglitz, liberal küresel düzenden kaçış aradığımız bugünlerde Fukuyama’nın fikirlerinin naif kaldığını hatırlatıyor.
 “Serbest piyasalar, ortak refahın en emin yoludur” inancı üzerine yükselen neoliberalizmin bu anlayışının bugünlerde “yaşam destek ünitesine bağlı” olduğunu vurgulayan yazara göre, neoliberalizm ve demokrasiye güvenin eşzamanlı azalması bir tesadüf değil. Zira neoliberalizm tam 40 yıldır demokrasinin altını oyuyor.
“Neoliberalizmin belirlediği küreselleşme şekli, gerek bireyleri gerekse toplumları kendi kaderlerini önemli ölçüde kontrol edemez hale getirdi,” diyen Stiglitz meselenin bu boyutunu şu satırlarıyla açıklıyor:
“Sermaye piyasası liberalleşmesi özellikle tiksindirici; zira gelişmekte olan bir ülkede başa güreşen herhangi bir başkan adayı Wall Street’in desteğini kaybederse, bankalar o ülkeden paraları çekiyor ve böylece, o ülkenin seçmenleri zorlu bir tercihle karşı karşıya kalıyor: Wall Street’e boyun eğmek ya da şiddetli bir mali krizle yüzleşmek.”
Yazara göre, kendi kaderini belirleyemeyenler yalnızca gelişmekte olan ülkeler değil. Zengin ülkeler de bundan kaçamıyor:
“Zengin ülkelerin vatandaşlarına da söylenen şu: Öyle istediğiniz politikayı uygulamaya çalışamazsınız; hele ki konu sosyal koruma, uygun ücret, kademeli vergilendirmeyse. Çünkü bu gibi konular söz konusu olduğunda ülke rekabetçiliğini kaybeder, istihdam ortadan kalkar ve ceremesini siz çekersiniz.”
“Hem zengin hem de fakir ülkelerin iktisadi ve siyasi seçkinleri, neoliberal politikaların daha hızlı iktisadi büyümeye yol açacağına ve bunun en fakirler de dâhil herkesin daha iyi duruma gelmesini sağlayacağına söz vermişti. Fakat bunun için işçiler daha düşük ücretleri, tüm vatandaşlar da önemli sosyal devlet programlarındaki kesintileri kabullenmeliydi.
Seçkinler sözlerinin bilimsel iktisadi modellere ve ‘kanıta dayalı araştırmalar’a dayandığı iddiasındaydı. Oysa kırk yıl sonra rakamlar ortada: Büyüme yavaşlıyor ve büyümenin meyveleri ezici çoğunlukla en yukarıdaki çok dar bir çevreye gidiyor.”
Yazar bu noktada önemli bir soru soruyor: Rekabetçiliği sürdürme uğruna ücretleri kısıtlamak ve sosyal devlet programlarını azaltmak nasıl daha yüksek hayat standartları anlamına gelebilir ki?
Stiglitz, sıradan vatandaşların kandırıldıklarını hissettikleri ve bunda haklı olduklarını vurgulayarak şöyle devam ediyor:
“Şu an bu büyük aldatılmanın siyasi sonuçlarını yaşıyoruz: Seçkinlere, neoliberalizmin dayandığı iktisat ‘bilim’ine ve bütün bunları mümkün kılan paranın yozlaştırdığı siyasi sisteme güvensizlik.”
“Aslında, isminin aksine, neoliberalizm çağı liberal olmaktan çok uzaktı. Bu çağ, farklı görüşlere karşı tamamen hoşgörüsüz yaklaşan entelektüel tutuculuğu dayattı. Aykırı görüşlere sahip iktisatçılar, uzak durulması gereken kâfirler gibi muamele gördüler veya en iyi ihtimalle, makas değiştirerek birkaç istisnai kurumda kendilerine iş bulabildiler.
Bu hoşgörüsüzlük, hiçbir yerde makroekonomi alanındaki kadar büyük olmadı. Bu alandaki hâkim görüşler, 2008’de yaşadığımız türden bir krizi imkansız görüyordu ama imkânsız olan gerçekleştiğinde kriz adeta 500 yılda bir yaşanan tufan muamelesi gördü.”
Yazar, krize rağmen bu teorilerin savunucularının iktisadi inançlarında bir değişime gitmediğine dikkat çekerek “Bir kere yerleşti mi kötü fikirlerin dahi yavaş öldüğü gerçeğini doğrular şekilde, bu teori hâlâ ayakta,” diyor ve yazısını şu çarpıcı tespitlerle bitiriyor:
“Eğer ki 2008 finansal krizi serbest piyasaların işlemediğinin farkına varmamızı sağlamadıysa iklim krizi bunu başaracaktır: Neoliberalizm, kelimenin tam anlamıyla, medeniyetimizin sonunu getirecek. Ancak aşikâr ki bilime ve hoşgörüye sırtımızı döndürten demagoglar işleri sadece daha da kötüleştirecek.
Gezegenimizi ve medeniyetimizi kurtarmanın tek yolu, tarihin yeniden doğuşudur. Aydınlanma’yı yeniden canlandırmalıyız ve özgürlük, bilgiye saygı ve demokrasi değerlerine yeniden itibar etmeliyiz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder