22 Temmuz 2023 Cumartesi

Suriyeli bir ailenin hikâyesi: “EN ZORU, İKİ ÇOCUĞUMLA HAYAT MÜCADELESİ VERMEK”


İstanbul ile İdlib arasında parçalanan depremzede bir Suriyeli ailenin hikâyesi:

“DEPREM DE, EŞİMDEN AYRI DÜŞMEK DE ÇOK ZOR; AMA EN ZORU, İKİ ÇOCUĞUMLA TEK BAŞIMA HAYAT MÜCADELESİ VERMEK”

19-20 Temmuz 2023

Röportajı yapan: Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

Haftalardır Suriye’ye geri gönderilen ailelere acaba nasıl ulaşıp da röportaj yapabilirim diye düşünürken ilginç bir tesadüfle aşağıdaki aileye ulaştım. Nasıl ulaştığımı ilk röportajın sonunda okuyacaksınız.

2015’te Türkiye’ye gelen, Deyrezzorlu, 2 çocuk annesi, depremzede hanım, depremden 2 hafta sonra geldiği İstanbul’da 1 aylık bebeğiyle gözaltına alınıp Geri Gönderme Merkezi (GGM)’nde 21 gün tutulmuş. 53 saat enkaz altında kalıp bacağı kırılan eşi ise 2. ameliyatını olmadan evvel enkazda kaybettiği kimliklerini yeniden çıkartmak için gittiği Hatay Göç İdaresinde gözaltına alınıp GGM’ye yollanmış. Şu an İdlib’de yaşıyor. 19 Temmuz’da İstanbul’daki hanımla, 20 Temmuz’da İdlib’deki beyle birer röportaj yaptım.  Önce hanımla, daha sonra eşiyle röportajı okuyacaksınız.

***

Depremde neler yaşadın?

Deprem korkunç bir şeydi, resmen bir kâbusa uyandık; yaşadığımız şey kelimelerle anlatılmaz. 1 aylık kızımı emziriyordum. Sarsıntı başladığında çok korktum. İlk sarsıntıdan sonra çocuklarımı kaptığım gibi aşağı indim. Benim çıkmamla birlikte bina yerle bir oldu. Arkamızdan gelen eşim enkaz altında kaldı. Enkazın başında eşimi beklerken önümden sürekli cesetler çıkartılıyordu. Çok kötüydü, çok çarpıcıydı. Eşim 2 gün boyunca enkazdan çıkartılamayınca, tamam Allah’ın emri, benimki de artık ölmüştür diye düşünüp ümidimi kestim. Ama 53. saatte elhamdülillah enkazdan çıkartıldı.

Eşim Adana’daki hastaneye helikopterle götürüldü; ameliyatla bacağına platin takıldı. Hangi hastanede olduğunu öğrendikten sonra ben de Adana’ya gittim. 10 gün sonra eşimi hastaneden taburcu ettiklerinde kalabileceğimiz bir yer olmadığından mecburen yol izin belgesi almadan 18 Şubat’ta İstanbul’a kız kardeşimin yanına geldik. Antakya’da hiçbir şeyimiz kalmamıştı.

İstanbul’a geldikten 2 gün sonra Göç İdaresine durumumuzu bildirip yol iznine başvurmak için gittim. Kız kardeşim oğlumla birlikte şubenin dışında beni bekliyordu. Eşim bacağından ameliyatlı olduğu için kıpırdamaması gerekiyor, evde yatıyordu. Beni gözaltına alıp doğruca GGM’ye yolladılar. 21 gün bebeğimle tutuklu kaldım. Tutuklanma nedenim yol iznimiz olmadan İstanbul’a gelmemizdi, bir de sistemde görünmüyorsunuz dediler. Adana’dan İstanbul’a gelirken yolda birkaç defa kontrol noktalarında durdurulduğumuz halde hiçbir emniyet mensubu bize bir şey söylememişti.

GGM’de neler yaşadın?

Depremin korkusu ve kâbusu daha taptazeyken GGM’de alıkondum. En küçük bir sarsıntı hissettiğimde deprem zannedip korkudan hemen yere yatıyordum.

Muamele insandan insana değişiyordu. Ayrımcılık vardı. Türkçe konuşanlara muamele daha iyiydi, en azından işlerini bir şekilde halledebiliyorlardı. Ama benim gibi konuşamayanların durumu kötüydü. Mesela birini telefonla aramam gerekip veya bir sıkıntım olup da söylemeye çalıştığımda hakkın yok diyorlardı.

Depremden sonra korkudan sütüm azalmıştı, hapse girdikten sonra tamamen kesildi. Kızıma verdikleri bazı sütler hasta etti. Günde 3 öğün yemek vardı, ama azdı. Öte yandan yemek falan hiç umurumda değildi; çünkü aklım hep ameliyatlı eşimde ve 5 yaşındaki çocuğumdaydı. Eşim tuvalete gitmek için bile desteğe ihtiyaç duyuyordu. Gözaltına alınmadan evvel her şeyiyle ben ilgileniyordum. Bu yüzden GGM’de psikolojik olarak çok kötü durumdaydım. Eşime kız kardeşim, oğlum ve arada yardıma gelen amcamın oğlu bakmaya çalışmış. Yerinden kaldırmaya amca oğlumuz yardımcı olmuş. Ama eşim bensiz çok zorlanmış.

Şimdi İdlib’de yine aynı sorunu yaşıyor. Burada ameliyat yeri iltihaplandığından İdlib’e gidince tekrar ameliyat oldu. Şu an yatıyor. Aklım yine onda.

Eşiniz nasıl ve nerede gözaltına alındı?

Ramazan’dan birkaç gün evvel her ay imza atmak kaydıyla beni saldılar. Benim çıkışımın ardından onun 2. ameliyatını olması lazımdı ve kimlik istediler. Ama kimliklerimiz depremde enkaz altında kalmıştı. Zaten depremde kimliğini, ikamet belgesini enkaz altında yitirenlerin yeniden çıkarabileceğine dair bir karar çıkmıştı. Eşim de belgelerimizi yeniden çıkarttırabilmek için Antakya’ya gitti. Ama sistemde kayıtlı görünmüyorsunuz deyip onu Gaziantep’teki GGM’ye yollamışlar. İlaçları bittikten sonra çok ağrısı olduğu halde yenisini vermemişler, tedavi de etmemişler. Dayanamayıp 1,5 ay sonra ‘gönüllü’ geri dönüş belgesini imzalamak zorunda kaldı.

Eşimi görmek için 2 çocuğumla Gaziantep’e gittiğimde içeri almadılar. Sonra da Suriye’ye gönderdiler. Hapisteyken benimle telefonla görüşebilmek için sadece birkaç defa izin alabildi. Daha 2 dakika dolmadan telefonu kapattırıyorlardı. 1,5 ay boyunca doğru dürüst hiçbir şey konuşamadık. Suriye’ye döndüğünden beri artık telefonda rahat konuşabiliyoruz. Ama İdlib’de durum çok kötü. Eşim aslen İdlibli olduğundan kendi ailesiyle birlikte yaşıyor; ama ailesi de çok fakir. Eşim hayırseverler sayesinde yeniden ameliyat olabildi. Ama ailesi ne ilaç alabiliyor ne de herhangi bir yardımda bulunabiliyor. Biz de buradan bir şey gönderemiyoruz.

Şu an hayatın nasıl?

Kiramız 7000 TL, ama kız kardeşimin kazancı 5000 TL. Ben de, eşim de çalışamıyoruz. Bu ev hayırsever bir Türk’ün. Evi tutarken sahibine durumumuzu anlattık. Sağ olsun anlayışlıydı. Durumumuz düzelinceye kadar evin içindeki eşyalar sizde kalsın dedi. Kardeşimin bütün kazancı ev kirasına gidiyor. Kalanı için de borç alıp hayata tutunmaya çalışıyoruz. Bazen kardeşim ilave gelir için evlere temizliğe gidiyor. Suriye’deyken binamıza bomba düşünce kız kardeşim işitme kaybına uğramıştı; kulağı hala tam duymuyor.

Şu an dışarı çıkıp sokakta rahatça gezebiliyor musun?

Çıkıyorum ama çok korkuyorum. Kimliğim yok. En azından bu ülkede kaçak olmadığımı gösteren bir belge verilsin istedim, ama yok. Bana bu belgeyi verdiler. [Belgeyi inceledim. Sınır dışı işlemleri tamamlanana kadar her ay ilgili makama gidip imza atmak zorunda olduğu ve en geç 2 yıl içinde sınır dışı edileceği yazıyor.] Yanımda bu belgeyle dışarı çıksam da yine de her an gözaltına alınma korkusu yaşıyorum. Akıbetimiz ne olacak bilmiyorum.

Bütün resmî belgelerimiz enkaz altında kaldı. Kendimizi kanıtlayamıyoruz, kayıtlı değilsiniz diye iddia ediyorlar. Enkaz altında kalan kimliğimin cep telefonundaki fotoğrafını gösterdiğim ve kimlik numaramı söylediğim halde ikna olmadılar. [Hem hanım hem de eşi, bana İçişleri Bakanlığınca verilmiş geçici koruma kimliklerinin fotoğrafını gösterdi.] Bana ‘Sistem yok’, ‘Deprem bölgesi olduğu için her şey durdu, işlem yapılamıyor’ falan dediler. Bizimle benzer durumdaki depremzedelerin hayatı altüst oldu. Şimdi bir de bu sınır dışı etme hamlesi başladı; her şey birbirine karıştı.

Deprem mi, yoksa eşinden ayrı düşüp İstanbul’da kalman mı senin için daha zor oldu?

İkisi de çok zor. Ama en zoru burada 2 çocuğumla hayat mücadelesi vermek. Çocuğumun bir haftadır ateşi var, burnu akıyor, öksürüyor, ishal. Dün hastaneye götürdüm, muayene için kabul etsin diye memura yalvardım; ama ‘Resmi kaydınız ve kimliğiniz yok, bakamayız’ deyip geri çevirdiler. Benim için en zoru çocuklarım. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Peki, sen mi İdlib’e gideceksin, yoksa eşin mi geri gelmeye çalışacak?

Bilmiyorum ki. Birincisi, kız kardeşimi burada tek başına bırakamam. İkincisi, Suriye’de şartlar çok kötü. Sabahtan akşama kadar çalışan bir işçinin yevmiyesi sadece 30 TL. Bu ücretle 4 kişilik bir aile nasıl geçineceğiz? Karara hukuki yollardan itiraz etmek istiyoruz. Zaten burada kayıtlıydık, kimliğimiz vardı ve geri gönderilmeyi hak eden hiçbir suç da işlemedik. Ama avukata gittiğimizde en az 10.000 TL para istedi. Ben bebeğime süt, ilaç alamazken avukata bu parayı nereden bulayım?

5 yaşındaki oğlunun psikolojisi nasıl?

Sık sık evimizin fotoğrafını göstermemi istiyor. Her gün cep telefonumdaki enkaza dönen evimizin resimlerine bakıp ‘Anne bak, bu bizim Antakya’daki evimiz, ama artık yok’ diyor. Bir de benden sürekli bir şeyler istiyor. Paramız olmadığını anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor.

Kimliksiz olduğunuza göre oğlun okula da gidemeyecek demektir.

Maalesef. Devlet okulları kabul etmez, sadece özel okula gidebilir, ama ona ödeyecek paramız da yok.

Gelelim ziyaret sebebimize. Almanya’dan size bir emanet getirdim. 16-17 yaşlarında savaş mağduru Suriyeli, Iraklı, Ukraynalı mülteci öğrenciler, Türkiye’deki depremlerin ardından biz nasıl depremzedelere yardım edebiliriz diye düşünmüşler. Yiyecek pişirip satmışlar ve kazandıkları 50 avroyu İngilizce öğretmenleri Emel Hanım’a vermişler. Emel Hanım aylar evvel benimle irtibata geçti; ‘Türkiye’ye tatile geldiğimde sana bu parayı elden teslim edeceğim, uygun gördüğün depremzedelere verirsin’ demişti. Nisan ayında deprem bölgesine gideceğimi bildiği halde banka üzerinden yollamadı, ısrarla mültecilerin emanetini elden teslim etmek istedi. Eğer banka üzerinden yollasaydı, bu para başkalarına gidecekti. Ama dün kendisiyle buluştuğumda emaneti verdi. Önce kendisine ‘Ben tekrar deprem bölgesine gidemeyeceğim, artık kitaplarımı yazmam lazım, bu parayı ulaştıramam’ dedim. Ama bunu söyledikten sonra aklıma, bir önceki gün Suriyeli bir öğrencimin yolladığı, ama vakit bulamadığım için cevap yazamadığım mesaj geldi. O mesajda ilginç bir tevafuk, senden ve eşinden bahsetmişti. Emel Hanım, Almanya’daki mülteci gençlerin emanetini kendisi elden bana teslim etti; ben de sana veriyorum. Sizin nasibinizmiş.

[Çok duygulanıp ağlamaya başladı.] Çok teşekkür ederim. Nerede evlatlarıyla imtihan yaşayan varsa Allah onların yardımcısı olsun. Siz vesile olup bu yardımı getirdiniz; Allah bunu karşılığını hac parası olarak versin.

Eşim için enkazın başında beklerken hava buz gibiydi. O sırada Türkler bize çok yardım etti; battaniye, yemek, ısınma, aydınlatma için ne varsa hepsini getirdi. Eşimi enkazdan çıkarttıktan sonra Adana’ya hastaneye götürdüler ama hangisinde bilmiyordum. Antakyalılar eşimin hangi hastanede olduğunu buldu; sağlık durumunu ve bacağından ameliyat olacağını öğrenip bana söyledi. Enkaz başındayken doktorlar, hemşireler ve psikologlar gelip çok yardımcı oldu. Depremden sonra çok iyi bir muamele gördüm; ama 17 gün sonra gözaltına alındığımda muamele çok farklıydı.

Enkazda beklerken basın kuruluşları da geldi. Depremin 3. günü 2 çocuğumla Suriyelilerin Orient kanalına çıktım; röportajda hiç kimsem olmadığını, Adana'ya sevk edilen eşimle irtibatımın kesildiğini ağlayarak anlattım. Meğer 10 senedir görmediğim, Türkiye’de nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmediğim kız kardeşim Orient kanalında bu röportajı izlemiş. Hemen kanalı aramış. Bizi Antakya’dan Adana’ya getiren şoför vasıtasıyla bana ulaştı. O sayede hastaneden taburcu olunca İstanbul’a kardeşimin yanına gelebildim, yoksa sığınacak hiçbir yerimiz yoktu.

Kardeşinin telefon numarası yok muydu?

Türkiye’ye geldiğimde cep telefonum yoktu ki. Telefon alacak param da yoktu. Ben 2015’te Antakya’ya teyzemle birlikte geldim, 20 yaşındaydım. Teyzem vefat ettikten sonra Türkiye’de eşimle tanışıp evlendim. Deyrezzor IŞİD’in eline geçtikten sonra iletişim hatlarını kesmişti, interneti ve her türlü teknolojiyi yasaklamıştı. Aileme ulaşma imkânım kalmamıştı; o süreçte bağlantım tamamen koptu.

İstanbul’a geldiğin için pişman mısın? Antakya’da kalsan belki 21 gün gözaltında kalmaz, eşin İdlib’e yollanmaz, hayatın altüst olmazdı.

Asla pişman değilim. 2012’de Türkiye’ye gelen kız kardeşime 10 yıl sonra kavuştum. Yıllardır göremediğim, IŞİD yüzünden iletişimimin koptuğu anneme ve 3 kardeşime, artık kız kardeşim sayesinde telefondan ulaşabiliyorum. Yıllardır aileme hasrettim. Öldüler mi, kaldılar mı hiçbir haber alamıyordum…

***

Dün İstanbul’da eşini ziyaret edip röportaj yaptım. Bugün de seninle görüşmek istedim. Depremden 53 saat sonra enkaz altından kurtarılmışsın. Ne hissettin, nasıl hayatta kaldın?

Bunun kıyamet günü olduğunu düşündüm, kendimi ölmüş gibi hissettim. Çünkü her şey bir anda yıkıldı, bir anda yaralandım, sesler bir anda kesildi. Taşlar arasından akan yağmur suyu sayesinde hayatta kaldım.

Siviller bizi enkazdan çıkarıp sokağa yatırdı. Yollar kapalı olduğu için ambulans ve arama kurtarma ekibi ulaşamıyordu. Yağmurun ve soğuğun altında sokakta kaldım. Daha sonra arama kurtarma ekibi bizi aldı. Fakat Hatay’da tedavi görebileceğimiz bir hastane olmadığından bizi helikopterle Adana’ya sevk edip ameliyata aldılar.

Depremle birlikte hayatında neler değişti?

Depremden evvel hayatımız iyiydi. Küçük bir markette çalışıyordum, toptan mal getirip satıyordum. Depremle birlikte bir anda her şeyimi kaybettim; ne evim kaldı ne de işyerim. Bacağım 4 yerinden kırıldı, platin takıldı. Adana’da hastaneden taburcu edildikten sonra Hatay’da hiçbir şeyimiz kalmadığından İstanbul’a geldik. Depremden [bir hafta] sonra [13 Şubat’ta] Suriyeli depremzedelere gittiği şehirde yol izni için başvurma hakkı verilmişti. Eşim de İstanbul’a geldikten 2 gün sonra bu izni alabilmek için Göç İdaresine gittiğinde gözaltına alındı. Ben hareket edemiyor, evde yatıyordum. Çok zor günlerdi. 1 aylık bebeğimiz eşimle GGM’deydi; 5 yaşındaki oğlum evde bana yardımcı olmaya çalışıyordu.

Bu süreçte eşinle bağlantı kurabildin mi?

GGM’ye hayır sahibi insanlar sayesinde gidebildim ve zar zor eşimi ziyaret edebildim. Normalde hiç hareket etmemem gerekiyordu ama gitmek zorundayım. Çünkü eşimi ziyaret edip durumundan beni haberdar edecek kimse yoktu.

Neden ve nasıl gözaltına alındın?

2. ameliyatım için kimlik istediler. Kimliğimiz ve resmî tüm belgelerimiz enkaz altında kalmıştı. Göç İdaresine yenisini çıkartabilmek için ne yapmam gerektiğini sormaya Hatay’a gittim. Bana randevu verip ‘Bir hafta sonra gel’ dediler. Gittim. ‘Sistemde problem çıktı. Sizi Göç İdaresinin GGM’sine birkaç günlüğüne yollamamız gerekiyor. Sonra çıkacaksınız, problem yok, merak etmeyin’ dediler. Kabul ettim. Gaziantep’teki GGM’ye aldılar, burada 1,5 ay kaldım.

GGM’de neler yaşadın?

Bacağım ameliyatlıydı. İltihap, ağrılar ve platin için düzenli olarak 3 ayrı ilaç kullanmak zorundaydım. Elimdeki ilaçlar bitince yenisini vermediler. Doktorun yanına gidip, ‘Ameliyatlıyım, şiddetli ağrılarım var, geceleri ağrıdan inliyorum, ilaçları kullanmam lazım. Neden ilaç verilmiyor?’ diye sordum. ‘Seni hastaneye yollamamız lazım’ dedi ve bunun için benden imza aldı. Ama götürmediler. Her gün ne zaman gidiyoruz diye sordum, bugün-yarın diye 15 gün boyunca beni oyaladılar. İdareye, ‘Ağrım çok, ilaç yok. Ne yapacağım?’ diye sordum. ‘Gönüllü geri dönüş belgesini imzalayıp memleketine git’ dediler. Mecbur kalıp imzaladım.

Beni Cerablus’a bıraktılar. 8-9 sonra memleketim İdlib’e vardım. Hemen hastaneye gittim. Doktorlar muayene edip ‘Bacağın çok kötü iltihaplanmış’ dediler. İlaç kullanamadığımı anlattım. 8 Temmuz’da yeni baştan ameliyat ettiler. 5-6 gün evvel taburcu oldum. Ameliyat başarılı mı değil mi bilmiyorum, henüz kontrole gitmedim. [Röportaj sırasında ameliyat yerini gösterdi, Arapça ve Türkçe bütün hastane evraklarını da yolladı.] Şimdi İdlib’de annemin evindeyim.

Kayıtlı ve kimlikli olduğunuz halde Göç İdaresinin sisteminde neden görünmediniz?

Bilmiyorum. Depremle birlikte sistemin bozulduğunu söylediler. GGM’deyken avukatıma ‘Benim suçum neymiş, neden kimliğimi yenilemediler?’ diye sordum. Avukatlar hakkımızdaki evrakları görebiliyorlardı, bana ‘Hiçbir suç kaydın yok’ dedi. Depremden evvel hiçbir sıkıntımız yoktu. Kısa süre evvel kimlik bilgilerimizi de güncellemiştik. Depremden sonra böyle bir sıkıntı çıkardılar. Eşim İstanbul’da yol izni almak için gittiğinde onu da gözaltına almışlardı.

Gaziantep’teki GGM’nin çok kötü bir yer olduğunu duyuyorum. İlacını alamamak dışında başka neler yaşadın?

Bacağımın ameliyatı nedeniyle özel bir diyetim vardı; onu söylediğimde ‘İstiyorsan git kantinden parayla satın al’ dediler. ‘Benim hanımım ve 2 küçük çocuğumdan başka kimsem yok. Parayı nereden bulacağım?’ dediğimde ‘Bizi ilgilendirmez’ cevabını verdiler. Koğuşlar çok kalabalık ve çok pisti. 4 kişilik odalarda 10-11 kişi kalıyorduk. Yaşanacak bir yer değildi.

1,5 ay kaldığın GGM’dekilerle konuşmuşsundur. Hangi gerekçelerle insanlar GGM’lerde tutuluyor? Hepsi kaçak olduğu veya göründüğü için mi? Seni şaşırtan vakaları anlatır mısın?

Mesela Konya’dan gelmiş 6’sı kadın, 2’si erkek toplam 8 kişilik bir aile vardı; bunlardan 5’i çocuktu. Bu aileyi Suriye’ye gönderdiler. Onlara neyle itham edildiklerini sordum. Bir gece evlerine hırsız girmiş ve her şeylerini çalmış; karakola gidip şikâyette bulunmuşlar. Bütün aileyi gözaltına alıp Gaziantep’teki GGM’ye yollamışlar. 7 ay GGM’de kaldıktan sonra dayanamayıp ‘gönüllü’ geri dönüş belgesini imzalamışlar. Onca ay nasıl dayanabildiler, bilmiyorum. 11 aydır orada kalan, ısrarla imzalamayanlar da vardı. Bunun gibi birçok hikâye var.

[Konyalı aileye ilişkin bu örnek, Ocak ayında röportaj yaptığım Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu genel müdürü Muhammed Akta’nın şu sözlerini daha iyi anlamama vesile oldu: “(…) Suriyeliler bundan korktuğu için maalesef birçok noktada haksızlığa uğruyor ama polise gidip şikâyetçi olmuyor, hakkını aramıyor. (…) Suriyelilere eşyalarınızı kaybettiğinizde veya birisi size saldırdığında karakola gider misiniz diye sorduğunuzda ‘Hayır, gitmemeyi tercih ederim’ diyorlar.”]

Bana memleketin İdlib’deki hayatı anlatır mısın, insanlar ne durumda?

Abla, burada inanın hiçbir şey yok, hayat yok, iş yok. Ayakta durabilmek, insan gibi yaşayabilmek mümkün değil. Üstelik burada savaş devam ediyor.

Bazıları ‘Suriye’de savaş bitti, mülteciler geri dönsün’ diyor. Sen geri dönmek zorunda kalanlardansın. Daha fazla ayrıntı verir misin?

Bakın, bu saatlerde [17.00 suları] kimse sokağa çıkamıyor; çünkü her an her yere bomba düşebilir. 14 yaşındaki küçük kardeşim 2 sene evvel hava bombardımanında şehit düştü. Annem tam bu saatlerde kardeşimi dışarı markete göndermiş; 5-6 dakika sonra bomba isabet etmiş… Bir hafta evvel burada salatalık-domates satılan küçük bir market vardı, orayı vurdular; 20 kişi şehit düştü.

Burada elektrik çok az, olan da çok pahalı; su haftada sadece bir gün geliyor. Türkiye’de hayat var, burada hayat nâmına hiçbir şey yok. Çok fazla hasta insan var, ama ilaç yok, tedavi imkânı sınırlı. Hastaneler küçük, yetersiz, elektrik olmadığından insanlar sıcaktan kavruluyor.

Savaşta ailen neler yaşamış?

Ailemden, akrabalarımdan 14 yaşında kardeşim dahil toplamda 21 kişi hayatını kaybetti; tamamı sivildi.

Suriye’nin kuzeyine geri gönderilen tanıdıkların vardır. Onlar neler yaşıyor?

Var ve çok zor durumdalar. Benim İdlib’de annem var, sığınabileceğim küçük de olsa bir evimiz mevcut. Ama memleketi Esed’in kontrolünde olanların hiçbir şeyi yok. Ne aileleri ne de evleri. Çadırlarda veya sokakta yapayalnız, sefil halde yaşıyorlar.

Depremi yaşadın, enkazdan çıktın, bütün varını yoğunu kaybettin, bacağın sakatlandı, gözaltına alındın ve sonunda sınır dışı edildin. Yani felaket üstüne felaket yaşadın. Psikolojik olarak kendini nasıl hissediyorsun?

Çok kötü hissediyorum abla. Hayatım altüst oldu. Yatarken her şeyim vardı, kalktığımda hiçbir şeyim kalmadı. Tabii bu, Allah’ın takdiri. Deprem Allah’ın imtihanı. Ama eşim ve çocuklarım için buralarda kalamam. Ne yapacağımı ben de bilmiyorum, çok çaresizim.

Tabii bizim gibi daha neler neler yaşayanlar var. Antakya’da bir hanım var mesela. Depremde evi yıkıldı, kendisi yaralandı, Adana’ya tedaviye götürüldü, döndüğünde 11 yaşındaki çocuğunun hayatını kaybettiğini öğrendi. Kocasından zaten boşanmıştı. Yapayalnız kaldı. Enkaz altında kaybettiği kimliğini yeniden çıkartmak için Göç İdaresine gittiğinde sistemde ölü olarak göründüğünü öğrendi. Hiçbir yardım alamadı. Sokakta kalakaldı. Allah’tan başka bu hayatta hiçbir şeyi kalmadı. Benim en azından ayrı düşsem de eşim ve çocuklarım var ve burada annemin evindeyim.

Depremden evvel kayıtlı olduğu halde senin gibi kayıtsızsın diye geri gönderilen başkaları da olmuş mudur?

Kesin vardır, hem de çoktur. Şu an geri gönderme merkezleri dolup taşıyor. Sadece benim kaldığım yerde kadın-erkek, büyük-küçük, çoluk çocuk 2500 kişi vardı; normalde 600-700 kişi olurdu. Aileler olarak GGM’lere yollananlar da var.

Annenin durumunu da merak ettim.  

O da hem kanser hem de şeker hastası. Ama elhamdülillah, yapacak bir şey yok.

Annen yıllar sonra seni görünce çok sevinmiştir herhalde.

Hayır, çok sevinmedi, normal sevindi. Ailemi İstanbul’da yapayalnız bırakıp gelmeme ne kadar sevinebilir ki. Annemi de sizinle tanıştırayım.

Annene telefonu vermeden son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Aileme kavuşmak istiyorum. Türk devleti bize hep çok yardımcı oldu, biz devletinize çok duacıyız. Sadece Göç İdaresi hakkımızda yanlış bir karar verdi, ama bizim bunda hiçbir suçumuz yok. Bunun düzeltilmesini istiyor ve bekliyoruz…

[Annesi telefona geldi.] İdlib’de hayatınız nasıl, bize anlatır mısınız?

Zor, hem de çok zor. O kadar çok sıkıntılarımız var ki. Hastalıklar, savaş, bombardımandan kurtulmak için oradan oraya içeride yer değiştirme, maddi sıkıntılar, hangi birini anlatayım… Evimiz kira, iş yok, ilaç yok. Oğlum yapayalnız geldi. Hanımı ve çocukları kaldı. Parasız pulsuz nasıl hayatta kalacaklar? Bir de ameliyat ve tedavi masrafları var. Ama her halimize hamd olsun.

[Yıllardır hangi Suriyeliyle röportaj yapsam, Azez’deki çadırlarda en korkunç şartlarda yaşayanlar ve birçok aile bireyini savaşta kaybedenler bile “her halimiz için Allah’a hamdolsun” dedi. bu ailede buna bir örnek.]

 

15 Temmuz 2023 Cumartesi

T.ELGAZİ: “SURİYELİLER ARTIK İŞE GİDEMİYOR, ÇOCUĞUNU SOKAĞA ÇIKARTMAYA KORKUYOR”


“SURİYELİLER ARTIK İŞE GİDEMİYOR, ÇOCUĞUNU SOKAĞA ÇIKARTMAYA KORKUYOR”

Taha Elgazi ile röportaj

8 Temmuz 2023

 NOT: Blogda yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.


“Suriye’nin kuzeyi güvenli bölge, sığınmacıları oraya gönderelim deniyor. Ama 130 sığınmacının geri gönderildiği 25 Haziran’da Rus uçaklarının İdlib’e hava saldırısında 11 Suriyeli hayatını kaybetti. Geçen ay 2 Türk askeri de güvenli denilen bölgede şehit düştü. Hal böyleyken Suriye’nin kuzeyi nasıl güvenli olabiliyor?”

“Bütün eşyalarını satıp Avrupa’ya gitmeye hazırlanan Suriyeli aileler var. Onlara ‘Sen bu 1-2 yaşında çocuğunu Meriç Nehri’nde ya da Ege Denizi’nde nasıl ölüme atabileceksin?’ diye sorduğumuzda ‘Hocam, ha burada ölmüşüz, ha orada, ne fark edecek? Bize zaten her yer ölüm’ cevabını veriyorlar.”

“Keşke Suriyeli sığınmacıları hedef alan partiler ve siyasetçiler, hayatlarında bir kez olsun bizi sığınmacı konumuna sokan ve ülkenize getiren sebepleri ve Esed rejimini hedef alsaydı. Muhalefet liderlerine Suriye’de bir diktatörlük rejimi olduğunu, savaş ve katliam yaşandığını anlatıyoruz; ‘Yok öyle bir şey, bu dediğiniz doğru değil’ diyorlar.”

“Suriyeli sığınmacı düşmanlığının asıl gizli kaynağı, anti-Araplık ve anti-İslamlık. Artık Türkiye’de Suriyeli düşmanlığı ırkçılık-ayrımcılık seviyesini de geçti, bir anti-Suriyelilik olgusu oluştu ve yerleşti.”

 

Röportajı yapan: Zahide Tuba Kor


Siz yıllardır hem Suriye’deki hem de Türkiye’deki hak ihlallerini yakından takip eden bir aktivistsiniz. Ülkemizde Suriyelilerle ilgili bir olay olduğunda hemen bölgeye gidip sahada yaşananları araştırıyor, hukuki davaları yakından takip ediyorsunuz. Bütün bu geçmiş bilginiz ve tecrübeniz ışığında, son haftalarda Suriyeli sığınmacılar özelinde neler yaşadığını bize anlatabilir misiniz?

Suriyeli sığınmacı dosyası Türkiye siyasetinde her seçim öncesi bir malzeme olarak kullanılıyor. Bu dosyayı, muhalefet iktidara karşı bir iç siyaset malzemesi, iktidar da maalesef uluslararası alanda AB’ye karşı bir dış siyaset malzemesi olarak kullanageldi. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turu arasında (14-28 Mayıs) ırkçı-ayrımcı söylemi son raddesine ulaştı. Sokaklarda billboardlar “göndereceğiz”, “gidin” sloganlarıyla doldu ve sonunda bu noktaya geldik. Seçim öncesi Suriyeli sığınmacılar, biraz sabredelim, seçimler bitince durum düzelir beklentisindeydi. Bu işi yakından takip eden biz ise iyimser değildik; çünkü yıllardır bu sorunu çözmek için bir şey yapılmadı. Genel seçimler bitti, ardından yerel seçim startı verildi. Büyükşehirleri almak isteyen hem iktidar hem de muhalefet Suriyeli sığınmacılar üzerine gidiyor. Mesela İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı şehirdeki tüm Arapça tabelaların sökülmesi kararı aldı ki bunların kahir ekseriyeti Suriyelilerin dükkânı. Hükümet de başta İstanbul olmak üzere bazı şehirlerde kaçak göçle mücadeleye başladı.

Bu süreç Suriyeli sığınmacıların iki kesimini doğrudan etkiliyor. Birincisi, 6 Şubat depremi akabinde İstanbul’a yol izin belgesiyle gelen Suriyeli depremzedeler. Deprem bölgesi olarak ilan edilen 11 şehirde 1,7 milyon Suriyeli yaşıyordu; yani geçici koruma kimliği olan sığınmacıların yarısı. Depremden en çok etkilenen bölgeler Hatay merkez ve Kırıkhan, Kahramanmaraş merkez, Gaziantep İslahiye ve Nurdağı oldu. Buralarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların sayısı da resmî rakamlara göre 400 bin civarında. Yani takriben 400 bin Suriyeli sığınmacının evsiz kaldığını söyleyebiliriz. Bunlar çeşitli şehirlere dağıldı. İstanbul’a gelen bazı aileler Temmuz ayı başında yol izin belgesini yenilemek için başvurduğunda Beyazıt Yabancılar Şubesi’ndeki görevliler, “Artık bu belgeyi vermeyeceğiz, herkes kayıtlı olduğu yere dönmek zorunda” dediler. Oysa kayıtlı oldukları yerlerde başlarını sokabilecekleri ev yok.

(ÖNEMLİ NOT: Röportajdan 20 gün sonra 28 Temmuz tarihinde Göç İdaresi Başkanlığının aldığı karara göre, depremzedelerin ikinci bir duyuruya kadar İstanbul'da kalışına izin verilmiş, diğer şehirlere kayıtlı olduğu halde İstanbul'da ikamet eden geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere de 24 Eylül'e kadar kayıtlı oldukları şehre dönme hakkı tanınmıştır.)

Suriyeli depremzedeler kayıtlı oldukları yerlerde bırakın kiralık evi, 10.000 TL’ye tek bir oda bile bulamadıklarını söylüyorlar. Ayrıca hükümet, Nurdağı’ndaki bütün evlerin yıkılıp ilçenin yeni baştan inşa edilmesi kararını aldı…

Bu insanlar nerede yaşayacak? Türkler de buralarda kalacak ev bulamıyor ki. Dönün kelimesi o kadar kolay mı? Üstelik bunların bir kısmı aile bireylerini depremde kaybetti. Beden uzuvları kopanlar, sakatlananlar oldu. Bu insanları çadıra mı yollayacaksınız? Bir de depremden sonra gittikleri şehirde bir tanıdığının yanına yerleşmek yerine ev tutanlar, boş boş durmayıp iş açanlar oldu. Onlar ne yapacak?

İkinci kesim, geçici koruma kimliğine sahip olup başka şehre kayıtlı olduğu halde yıllardır İstanbul’da yaşayanlar. Geçen sene İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Herhangi bir Suriyeli sığınmacının geçici koruma kimliği varsa biz onu sınır dışı edemeyiz” demişti. Dahası, 2022 Haziran’ında Göç İdaresi Başkanlığı’ndan şöyle bir karar çıkmıştı: Geçici koruma kimliği olmayan herhangi bir Suriyeli sığınmacı tutuklanırsa, onu geçici barınma merkezine bırakır, orada bu kişinin durumunu değerlendiririz; ailesi, çocuğu, işi varsa veya hastaysa veya insani bir durumu varsa geçici koruma kimliği veririz. Bu karara rağmen bu sene Haziran sonundan beri başka şehre kayıtlı olup İstanbul’da yaşayan geçici koruma kimlikliler Tuzla Geri Gönderme Merkezi (GGM)’ne yollanıyor. Bayramdan önceki 25 Haziran Pazar günü 130 Suriyeli sınırdışı edildi. Bunların kimisi kimlikliydi ve aileleri İstanbul’da yalnız kaldı.

Göç İdaresi Başkanlığı, Suriye’nin kuzeyi güvenli bölge diyerek Suriyelileri oraya gönderelim diyor. Ama bu 130 kişinin gönderildiği gün, yani bayramdan önceki Pazar, İdlib’in Cisr eş-Şuğur bölgesine yönelik Rus uçaklarının hava saldırısında 11 Suriyeli hayatını kaybetti. Keza maalesef ki geçen ay 2 Türk askeri güvenli denilen bölgede şehit düştü. Hal böyleyken Suriye’nin kuzeyi nasıl güvenli olabiliyor?

Kısaca muhalefet ile iktidarın yeni yarışı belediye seçimleri olup sığınmacılar bundan doğrudan etkileniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlanınca Sayın Erdoğan balkon konuşmasında 600 bin kişi gönderildi, 1 milyon kişi daha gönderilecek demişti. Şu an yaşananlar bu vaatten bağımsız değil.

Peki, İstanbul’a kayıtlı olduğu halde yollanan var mı?

Henüz değil; ama geçtiğimiz yıllarda İstanbul’a kayıtlı olduğu halde gönderilenler olmuştu. Burada asıl sorun, bazı emniyet devriyeleri, Göç Müdürlükleri ve GGM’lerde kararların objektif kriterlere göre değil, keyfi ve mizaci alınması. Mahkeme Suriyeli sığınmacı hakkında beraat kararı verdiği halde Göç İdaresince tutuklanıp Suriye’ye yollananlar var. Soru şu: Acaba Göç İdaresinin gücü, kanunların ve mahkeme kararlarının üstünde mi?

Bir örnek vereyim. Geçen sene Bağcılar’da bir Suriyeli genç sandalyesini yolun üstüne koyup “adamsa karşıma çıksın” dedi diye medyada kıyamet kopmuştu. Medyada dolaşan videoda olayın öncesinde neler yaşandığı kırpılmıştı. Çok iyi hatırlıyorum, İstanbul İl Göç İdaresi Müdürü Bayram Yalınsu A Haber’de bu kişinin suçu olmadığını söylemişti. Zaten mahkemece suçsuzluğu ispatlandı; yine de tutuklanıp GGM’ye yollandı. Avukatlar devreye girip son anda onu geri gönderilmekten kurtardı. Mahkeme beraat vermişken ve İstanbul İl Göç İdaresi Müdürü suçsuz olduğunu kendisi ifade etmişken neden Göç İdaresi bu kişiyi GGM’ye aldı? Bunun gibi hukukla çelişen birçok vaka var.

Keyfiliğin bir sebebi de zannedersem kamu görevlilerinin yabancılarla ve sığınmacılarla ilgili hukuki mevzuatın farkında olmaması, yani bilgisizlikleri. Bir Suriyeli bana şunu anlattı: “Türkiye’de tıp fakültesinde okuyan bir arkadaşımın oğlu geçen sene yurtdışındaki babasının yanına gitmek istedi. Yaşadığı şehirden İstanbul’a uçağa binmek için geldi. Kendisini yolda durduran polise kimliğini ve öğrenci ikamet belgesini vermiş. Polis, seyahat iznin nerede diye sormuş. Oysa ikameti olanın seyahat izni almasına gerek yok; geçici koruma kimliği olanlar seyahat izni almak zorundalar. Bunlar iki ayrı statü. İkametim burada, seyahat izni almama gerek yok diye anlatmaya çalışsa da polis onu gözaltına almış. Karakolda neyse ki anlayışlı ve mevzuatı bilen bir polis neler olduğunu sormuş. Başından geçeni anlatıp belgelerini gösterince 5-6 saat sonra kusura bakma yanlışlık olmuş diyerek salmışlar. Böyle şeyler başımıza gelebiliyor.”

2019’da belediye seçimlerinin kaybedilmesinin ardından bugünküne benzer bir süreç yaşanmıştı. Tesadüfen o dönem savaşın ve göçün ebeveyn-çocuk ilişkisini nasıl etkilediği üzerine mülakatlar yapıyordum; Suriyeli kadınların nasıl perişan olduklarını çok iyi hatırlıyorum. O dönem ile şu anki durumu mukayese eder misiniz?

Bir benzeri yaşanıyor. Hatta 2019’da yerel seçimlerin ardından bazı mahallelerde olaylar çıkmıştı. İkitelli Mehmet Akif Mahallesi’nde Suriyelilerin evleri ve bütün işyerleri basılıp tahrip edilmişti. Bu işyerlerinin çoğu vergilerini ödüyordu. Mahalleyi ziyaret eden devlet yetkilileri zararlarınız tazmin edilecek dese de bu gerçekleşmedi. Daha sonra Ankara’da Altındağ, İzmir’de Torbalı, en son Kocaeli’de Dilovası olayları oldu.

Bence bunların baş müsebbibi, son yıllarda muhalefet partilerinin bazı liderlerinin aşırı sağcı, faşist söylemleri Suriyeli sığınmacıları hedef alarak kullanmaları. İkinci sebep de yıllardır hükümetin bu konuda gerçek çözümler üretmemesi. Hükümet bu konulara uzaktan seyirci kalarak ve müdahale etmeyerek Türk toplumuna adeta şu mesajı veriyor: Siz Suriyeli sığınmacıları göndermek istiyorsanız bize bir bahane üretin. İkitelli’deki korkunç bir olaydı; adeta 6-7 Eylül olayları gibiydi. Bir Suriyeli gencin bir Türk kız çocuğa cinsel saldırıda bulunduğu iddiası üzerinden patlak verdi. Suriyelilerin her şeyi tahrip edildikten günler sonra bu iddia yalan çıktı. O iddiayı çıkartan ve yayan kişi kimdi, tutuklandı mı tutuklanmadı mı maalesef kimse bilmiyor. Torbalı olayları da bir iddia üzerinden çıktı. Dilovası olayları da Suriyeliler Türk vatandaşların evini basıyor iddiasıyla kışkırtıldı. Hepsinin ortak özelliği, Suriyeli sığınmacıları istemeyen Türk vatandaşlarının bir yalan iddia ortaya atıp mahalleliyi kışkırtması; sonra hükümetin mahalleyi sığınmacılara kapatması ve orada yaşayanları çıkartması. Altındağ’da da böyle oldu.

Bakın, 10 yıl oldu ve hükümetin mülteci meselesini çözmek için hala bir politikası yok. Suriyelilerle ilgili kavramlar (muhacir, misafir, mülteci, sığınmacı) ve uygulamalar siyaset pazarına paralel olarak sürekli değişime uğruyor.

2019’la kastım İstanbul’a kayıtlı olmayanların bir anda gönderilmeye başlanmasıydı. İstanbul’un her yerinde yollarda Suriyeliler çevrilip kayıtlı olduğu şehre veya ülkesine yollanıyordu. Şu an benzer bir süreç mi işliyor?

Şu an daha hafif. Ama ben çıtanın yükseleceğine eminim. 2019’da sadece insanlar yoldan çevrilip GGM’lere yollanmadı; İstanbul’daki sığınmacıların çocuklarının okullardan kayıtları silindi, devlet hastanelerinden sağlık hizmeti almaları da iptal edildi. O dönemde İstanbul valisi, şu anki İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya idi. 2023 yılı sonuna kadar aynı şeylerin yaşanacağı kanaatindeyim.

Suriye’ye sınırdışı edilen tanıdıklarınız var mı, ne durumdalar?

Yıllardır sınırdışı edilenlerin durumunu takip ediyoruz. Şu an Suriye’nin kuzeyinde daracık bir alanda milyonlarca insan gayriinsani şartlarda yaşıyor. İş imkânı ve üretim yok, fakirlik çok. Geri gönderilenlerin çoğunlukla kuzeyde kalacak yerleri ve çalışacak işleri olmuyor; hele de kuzey kökenli değil de Şamlı, Deraalı, Deyrezzorlu, Hamalı, Humusluysa. Bunların kuzeyde kimsesi yok; çadırlarda kalıyorlar.

Peki bunların Türkiye’de kalan aileleri ne yapıyor?

İstanbul’da kalıyorlar. Bazı evlerde geri gönderilen kişiden başka çalışan olmadığı için hayata tutunamıyor, dayanamıyorlar. Göç Müdürlüklerine biz Suriye’ye gönüllü olarak geri dönmek istiyoruz diye başvuruyorlar. Ama Göç Müdürlükleri veya gittikleri sınır kapıları -çok tuhaf bir kararla- “Eş olarak sen Suriye’nin kuzeyine gidebilirsin, ama çocuklarını götürebilmek için kocandan muvafakatname getirmen lazım” diyorlar. Yani çocukların Suriye’ye dönebilmesi için babanın noterden muvafakat vermesi gerekiyor.

Acaba geçmişte çocuk kaçırma gibi bazı durumlar mı oldu da böyle bir karar verildi?

Bilmiyorum. Suriyelilerin çocuklarının bütün verileri ve parmak izleri Göç İdaresinin sisteminde var. Kim kimin çocuğu zaten belli. Bu arada tamam, kocası muvafakatname versin; ama buradaki problem, kocanın İdlib veya Azez’den yollayacağı muvafakatnamenin kabul edilmemesi. Çocukların Suriye’nin kuzeyine babalarına dönme izni için Esed bölgesindeki noterlerden muvafakatname isteniyor; ama bu belgenin de önce Suriye Dışişleri Bakanlığınca, ardından İstanbul’daki Suriye Konsolosluğunca onaylanması şartı koşuluyor. Benim takip ettiğim bu hale düşmüş 15-16 aile var. Bilmediğim kim bilir ne kadar çok vardır.

Türkiye yıllardır Esed rejimini güya tanımadığı halde mi bunu istiyor? Ayrıca sınırdışı edilenler, Esed bölgesinde değil ki TSK’nın ve muhaliflerin kontrolündeki alanda yaşıyorlar…

Türkiye’nin geçerli saydığı bütün evraklar Esed bölgesinden gelenler, diğerlerini kabul etmiyor. Biz bu konuyu yıllardır Göç Müdürlüklerine, İçişleri Bakanlığı ve diğer kurumlara anlatmaya çalışıyoruz, ama bir türlü değişmiyor. Türkiye şu an Suriye’nin kuzeyinde fiilen bulunuyor; kuzeyin eğitim, sağlık, nüfus idaresi ve bütün resmî daireleri Türkiye’ye bağlı olup Kilis veya Hatay valilikleri üzerinde idare ediliyor. Kendi idare ettiği bölgeden gelen evrakı niçin geçerli saymıyor da Esed rejiminden Dışişleri Bakanlığı ve Konsolosluk onaylı belge istiyor, anlamak mümkün değil.

Şaka gibi. Peki, babalar muvafakatnameyi alabiliyor mu?

Hayır tabii ki. Türkiye’de ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Suriyelilerin ekseriyeti rejim nazarında zaten birer terörist. İnsanlar nasıl muvafakatname alabilsin.

Acaba bunun nedeni, Arap dünyasında kadınların evlendiklerinde kocalarının soyadını almayıp babalarının soyadını kullanmayı sürdürmesi olabilir mi? Yetkililer bu kadın bu adamın hanımı mı değil mi diye bir tereddüde mi düşüyor?

Bazılarının Türkiye’den resmî evlilik belgesi, belediyelerden aldıkları Aile Cüzdanı var ve kadının soyadı kocasınınkiyle aynı. Buna rağmen istiyorlar.

Sınırdışı edilenlerin aileleri paramparça diyebilir miyiz?

Evet. Hayırsever kişiler sınırdışı edilenlerin burada kalan ailelerine destek olmaya çalışıyor. Çok zorlanan aileler Suriye’ye kaçak yollardan dönüyor. Yani siz sadece Suriye’den buraya kaçak geliniyor sanıyorsunuz; Türkiye’den ülkesine dönebilmek için de Suriyeliler kaçak yollara başvurmak zorunda kalabiliyor.

Çok ilginç bu anlattıklarınız… Ben de daha yeni bir Suriyeliden dinlediğim zorla geri gönderme vakasını paylaşayım: “Türkiye’de birkaç yıldır üniversite okuyan Suriyeli bir öğrenci vardı. Öğrenci vizesiyle buradaydı. Pasaport süresi dolunca yenilenmesi için Suriye’ye yolladı; ama pasaportun gelmesi gecikti. Göç İdaresi’ne pasaportunun hala gelmediğini haber vermek için gittiğinde öğrenci ikameti iptal edilip doğruca Suriye/Azez’e yollandı. Çünkü Türkiye’de turist veya öğrenci ikametiyle yaşayanların her sene ikameti yenilemesi gerekiyor ve bu da geçerli bir pasaportun varlığına bağlı. Suriye rejiminin pasaportu yenileme işlemi gecikirse Türkiye’de ikamet de yenilenemiyor ve kişi kaçak hale düşüyor. Bu bizim elimizde olan bir şey değil ki. Buna rağmen daha 20 yaşında olan bu genci sınırdışı ettiler. Suriye’yi tanımayan bu genç tek başına Azez’de ne yapacak? Babası geçmişten beri Suudi Arabistan’da yaşıyor ve çalışıyordu. Suud, Suriyelilerin çocuklarına eğitim imkânı tanımadığı için ailesi Türkiye’ye sırf çocuklarını okutabilmek için gelmişti. Şu an çaresizler ve şok içindeler. Dahası, bu genç ve ailesi çifte vatandaş; bir Kuzey Afrika ülkesinin vatandaşlığına da sahip ve bazı aile fertleri o ülkede yaşıyor. Neden bu çocuğu o ülkeye değil de Suriye’ye yolladılar? Azez’den yurtdışına gidebileceği hava, deniz veya karayolu olmadığından Suriye’de hapis kaldı. Türkiye’ye girişi yasak. Vatandaşlığı olan diğer ülkeye uçmak için Şam’a giderse muhtemelen zorla askere alınacak. Geleceğini tamamen yitirdi.” Türk kamuoyu, şu kadar Suriyeli geri gönderildi haberini okuduğunda bunların suçlular, kaçaklar, kamu düzenini bozanlar falan olduğunu zannediyor; ama tek tek hikâyeler dinlendiğinde bambaşka mağduriyetler olduğu görülüyor.

Peki, Geri Gönderme Merkezlerinde durum nasıl?

GGM’lerde tutulan sığınmacıların gayriinsani muameleye maruz kaldığı, dövülerek ve sövülerek zorla ‘gönüllü geri dönüş’ evrakına imza attırıldığı yönünde hem baroların ve avukatların hem de yerli ve yabancı insan hakları örgütlerinin şahitlikleri var. İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası kuruluşların raporları taraflı denerek kabul edilmezse, geçen sene devletin resmî kurumu olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK)’nun raporunda Gaziantep’teki Oğuzeli GGM’de sığınmacıların dövülerek zorla ‘gönüllü geri dönüş’ evrakına imza attırıldığı bilgisi yer aldı ve hatta Oğuzeli GGM hakkında şikâyette bulunuldu. Keza Gaziantep Barosu Mülteci Hakları Komisyonundaki bazı avukatlar basın açıklaması yaptı; hem Oğuzeli hem de Apaydın GGM’de sığınmacılar fiziki ve sözlü şiddete uğruyor, evraklar bu şekilde zorla imzalatılıyor, her şeye rağmen imzalamayanların önüne başkası tarafından imzalanmış evraklar konup sınırdışı ediliyor diye.

Biz de 2022 Mayıs’ında TİHEK heyetiyle Tuzla GGM’ye gittik. Maalesef gördüklerimiz ve orada bize anlatılanlar hiç iç açıcı değildi. Dövme, hakaret, aşağılama var; bazılarının avukatıyla veya ailesiyle iletişimi engelleniyor ki bu en büyük problem; hastalananların tedavi imkânı yok, sadece bir ağrı kesici veriliyor, o kadar; koğuşlarda 7 kişi kalıyor ve koğuşlar kirli olup böceklerle dolu; cilt hastalıkları ve kaşıntı yaygın. Gecikmeli de olsa sonunda yayınlanan TİHEK raporu bu sorunlara işaret ediyor. GGM’de bir futbol sahası var ve sahanın bir yeri kör nokta olup kameralar görmüyor. İnsanları orada dövüyorlar ki biri şikâyette bulunursa ve iddiaları incelenmek için kameralar açılırsa dayak sahnesi görülmesin. Sığınmacıların aktardıklarına istinaden en kötü iki GGM, Gaziantep’teki Oğuzeli ve İstanbul’daki Tuzla.

Bu arada bu vakaları anlatırken amacımız, insan haklarının ve adaletin müdafaasıdır, yoksa Göç İdaresi Başkanlığı veya İçişleri Bakanlığına karşı durmak veya onları zor duruma düşürmek asla değil. Adalet herkese lazım. Bunu özellikle belirtmek isterim. 

Şu an Suriyeliler psikolojik olarak ne durumda? Suriyelilerin bir yardım derneğindeki yetkililerle görüştüğümde bana “Bir haftadır yardımlarını alması için çağırdığımız dullar, yetimler ve muhtaçlar korkudan gelemiyorlar. Bütün belgeleri tam olduğu halde evden çıkamıyorlar, güvenlik güçlerinin keyfi bir muamelesiyle karşılaşmaktan korkuyorlar” dedi. Doğru mudur?

Doğru. İkitelli Sanayi Sitesi İstanbul’un en büyük sanayi sitesi. Geçen pazartesiden itibaren çoğu işçi işine gitmedi, özellikle de geçici koruma kimliği olmayan veya başka şehre kayıtlı olanlar. Aileler, kimlikleri İstanbul’a kayıtlı olsa bile çocuklarını sokağa çıkartmaktan korkuyor.

Bazı aileler bütün eşyalarını satıp Avrupa’ya gitme seçeneğini düşünüyor. Kimisi ailecek buna hazırlanıyor, kimisinde ise babalar, ailesini akrabasına veya tanıdığına emanet edip yola çıkmayı, bir-iki yıl sonra aile birleşmesi çerçevesinde onları yanına getirtmeyi planlıyor. Şu an eşyalarını satmakta olan birçok aile var.

Suriyelilerin 2021’den beri Türk devletinin ve halkının kendilerini bu topraklarda artık istemediğini anladıklarını ve Türkiye’de yaşama imkânları kalmadığı için bir yolunu bulup ayrılmaya çalıştıklarını duyuyorum. Bu temayül son dönemde daha da artmış olmalı.

Aynen öyle. Geçen sene Işık Kafilesi ortaya çıkmıştı. Suriyeli sığınmacılar ve diğer milletlerden göçmenler Yunanistan sınırında toplanıp her birlikte Avrupa’ya gitme kararı almışlardı. Ama o dönem biz kardeşlerimizi bunun imkânsız olduğu, Avrupa’nın kesinlikle sınırları açmayacağı yönünde uyarmıştık. Çünkü o dönem Frontex heyeti “Kimsenin Avrupa bölgesine girmesine müsamaha etmeyeceğiz” diye açıklama yapmıştı. Biliyorsunuz, teknelerin bat(ırıl)ması, insanların Meriç Nehri’nde öldürülmesi gibi çok acı şeyler yaşanıyor. Biz Avrupa’ya gitmeye hazırlanan ailelerle konuşurken soruyoruz, “Sen bu 1-2 yaşında çocuğunu Meriç Nehri’nde ya da Ege Denizi’nde nasıl ölüme atabileceksin?” diye. “Hocam, ha burada ölmüşüz, ha orada, ne fark edecek? Bize zaten her yer ölüm” diyorlar.

Bu süreç Türk iş dünyasını nasıl etkileyecek? Böyle giderse birçok fabrika ve üretim tesisi çalıştıracak eleman bulamayacak. Önümüzdeki yerel seçimlere kadar bazı işyerlerinin sırf bu nedenle kapanabileceği kanaatindeyim. Ne dersiniz?

Perşembe günü Başakşehir’e bağlı ayakkabı sanayi sitesindeydim. Bazı atölyelerde Türk işverenler şöyle dedi: “Bayramdan önce işçimiz vardı. Ama bayramdan sonra iyice azaldı; işçilerimizi arıyoruz, ya Suriye’ye sınırdışı edilmişler veya edilmek üzere geri gönderme merkezlerindeler ya da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşmışlar. O işçilere aylık 15.000 TL veriyorduk. Şimdi 20.000 TL vermeye razıyız, ama kimse çalışmaya gelmiyor.” İşverenler ucuz işçi olan Suriyelilerin gitmesini istemiyor. Bilhassa orta ve küçük ölçekli işyerlerinde Suriyeliler ve diğer göçmenler önemliydi. Özellikle de ağır sanayi sitelerinde. Mall of İstanbul’un karşısındaki demirciler sitesinde yıllardır Suriyeli işçi oranı %86. Sığınmacılar üzerindeki bu baskı devam ederse birçok sanayi sitesi işçi bulmakta zorlanacak ve bu ekonomiyi etkileyecektir.

Suriyeliler en çok hangi alanlarda çalışıyorlar?

En çok sırasıyla tekstil, ayakkabı, inşaat sektörü ile sanayi siteleri.

Son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Sığınmacı toplumu olarak Türkiye’de sorunun kaynağı değil, mağduru olarak görülmeyi isterdik. Geçen sene muhalefet partilerinin liderleriyle tek tek görüştük. Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüşürken dedim ki “CHP kendini sosyal demokrat olarak tanımlıyor. Avrupa’da sosyal demokrat partiler insan haklarına ve mülteci haklarına en sıcak yaklaşanlar; ama Türkiye’de sizin yaptığınız siyaset, AK Parti ne yapıyorsa veya nerede duruyorsa ona karşıtlık üzerine kurulu.” Keşke Suriyeli sığınmacıları hedef alan partiler ve siyasetçiler, hayatlarında bir kez olsun bizi sığınmacı konumuna sokan ve ülkenize getiren sebepleri ve Esed rejimini hedef alsaydı. Muhalefet liderleriyle konuşurken Suriye’de bir diktatörlük rejimi olduğunu, savaş ve katliam yaşandığını anlatıyoruz; diyorlar ki “Yok öyle bir şey, bu dediğiniz doğru değil”. BM’nin ve bütün insan hakları kuruluşlarının raporları ortada, hala neyi inkâr ediyorsunuz? Biz keyif için mi vatanımızı terk edip gurbette bunca sıkıntıyı yaşadık?

Ama şunu tespit ettim: Suriyeli sığınmacı düşmanlığının asıl gizli kaynağı, anti-Araplık ve anti-İslamlık. Bu arada Türkiye’de artık Suriyeli düşmanlığı ırkçılık-ayrımcılık seviyesini de geçti, bir anti-Suriyelilik oluştu. Hollanda ve Almanya’da yaşayan birçok Suriyeli sığınmacı arkadaşım var. Bana diyorlar ki “Türklerin Suriyeli sığınmacı düşmanlığı sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil; bizi Avrupa’da da sevmiyor, düşman görüyorlar.” Bu korkunç bir durum. Dünyanın neresinde Suriyeli varsa ona düşman kesilme hali, Suriye insanının değerini en aşağıda görmek anlamına gelir. Biz bugün Allah’ın iradesiyle hep birlikte bir anda Suriye’ye dönsek ve ben 10 yıl yaşadığım bu ülkeyi 30 yıl sonra tekrar ziyarete gelsem, bugün beni dışlayanlardan duyduğum sözlerin aynısını muhtemelen o zaman yine dinleyeceğim. Çünkü artık burada bir anti-Suriyelilik olgusu yerleşmiş durumda.

***

NOT: Röportajın aşağıdaki kısmını bir başka çalışmam için yapmıştım. Ama çok önemli bilgiler içerdiği için aşağıda paylaşıyorum.

Suriyeli sığınmacıların sınırdışı edilme sebepleri neler?

Öncelikle bir hususu açıklığa kavuşturmak lazım. Türkiye, mültecilerle ilgili 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Protokolü’ne sadece Avrupa’dan gelecekleri mülteci statüsünde kabul edeceğini belirten bir coğrafi sınırlamayla imza koydu. Buna rağmen Suriyeli sığınmacılara mülteci haklarının çoğunu tanıdı aslında. Bunların en önemlisi, ilgili sözleşme ve protokoldeki mültecilerin zorla ülkelerine geri gönderilmemesi ilkesi. Bu, mülteci haklarının en temel maddesidir. İkincisi, 14 Eylül 2022’de BM’ye bağlı Suriye Komisyonu bir rapor yayınladı. Raporda savaş devam ettiği için Suriye’nin tüm coğrafyasının geri dönüşe müsait ve güvenli olmadığı belirtildi. Üçüncüsü, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Şubat 2023 raporunda Suriye’nin kuzeyinin, özellikle İdlib’in mültecilerin geri dönüşüne uygun olmadığı vurgulanıyor. Zaten 25 Haziran’da İdlib bombalandı. Velhasıl, uluslararası hukuka göre, suçu ne olursa olsun Suriyeli sığınmacıların gözaltına alınıp Göç İdaresi Başkanlığınca sınırdışı edilme hakkı yok.

Göç İdaresi hangi gerekçelerle sığınmacıları sınırdışı ediyor? Bazılarının üzerinde G87 kodu var; genel güvenlik açısından sakıncalı veya terör bağlantılı olabileceği değerlendirilen yabancılara veriliyor. Bunlar geçici koruma kimliği bilgilerini güncellemek için Göç Müdürlüklerine veya Yabancılar Şubesi’ne başvurduğunda tutuklanıyor. Bazı durumlarda doğrudan sınırdışı ediliyor; tıpkı 2022’de Kahramankazan ilçesindeki sınırdışı edilen 16-17 aile gibi. Aslında bu kodu olanın en doğal hakkı mahkemeye çıkartılması. Ama Göç Başkanlığı bu kişileri 24 saat içinde sınırdışı ediyor; her ne kadar ilgili mevzuatta, geçici koruma statüsündeki Suriyeli sığınmacıların sınırdışı edilmesinin 7 gün sonra gerçekleşeceği belirtilse de. Kahramankazan vakasında şu tuhaflığı gördük: Tamam, babaya kod konabilir; ama neden 1 aylık veya 2 yaşında çocuğun üzerine bile kod koyuyorsunuz? Bazı dosyaları takip ederken mahkemeden beraat aldıkları halde sınırdışı edildiklerini gördük. Mesela kişinin geçici koruma kimliği başkasının eline geçmiş ve üzerine sim kart çıkartılıp PKK veya el-Nusra bölgesine bazı aramalar yapılmış. Sığınmacı, mahkemeye başvurup bu aramalarla ve numaralarla alakası olmadığı konusunda beraat alıyor; ama Göç İdaresi yine de sınırdışı ediyor. Böyle birçok vaka oldu. Yani kod konanların bir kısmı doğruysa ve haklıysa da diğer kısmı ne yazık ki iddiaya binaen.

Geçici koruma kimliği başka şehre bağlı olanlardan bazıları da sınırdışı ediliyor; tabii ki hepsi değil. Sivas yolunda içi Suriyeli sığınmacılarla dolu bir otobüs devrilmiş, 2 kişi hayatını kaybetmiş, 26’sı da yaralanmıştı; İstanbul’dan Diyarbakır’daki GGM’ye götürülen o otobüsteki 42 kişiden 38’inin geçici koruma kimliği vardı. Göç İdaresi Başkanlığının dayandığı mevzuat uyarınca, başka şehre kayıtlı, kimliği olan herhangi bir Suriyeli sığınmacı İstanbul’da yakalanırsa kayıtlı olduğu şehre yollanması gerekiyor. Ama bazı durumlarda Suriye’ye sınırdışı ediliyor.

Gerçekten suç işlediği için geri yollananlar da vardır ama…

Var tabii ki. Sığınmacılar melek değil, suç işleyen de var. Geçici koruma statüsüne sahip olup suç işleyenlerin mahkemeye verilmesi konusunda açık bir madde var. Bazıları mahkemede beraat ettikleri halde sınırdışı ediliyor.

Bize en çok gelen sınırdışı edilme vakaları, daha evvel bahsettiğim, geçici koruma kimliği başkasının eline geçenler ve bu kimlik üzerinden sim kart alınıp arama yapılanlar. Başına böyle bir şey gelenler Turkcell, Türk Telekom veya Vodafone şirketlerine gidip bu numara benim değil diyerek kapattırıyor; ama kısa süre sonra e-devlete girdiklerinde yeni bir sim kartla hat açıldığını görüyorlar. Son 2 yılda en önemli sıkıntılardan biri bu. Biz bu durumdakilere mahkemeye başvurun diyoruz. Cep telefonu şirketlerinin yöneticileriyle görüşmelerimizde yeni sim kart için kişinin parmak izini talep edin dedik. Sadece kimlik üzerinden hat açılması yeterli olmamalı, çünkü bu çok hassas bir mesele.

İkincisi, bazı kişilerin geçici koruma kimliğinin olmaması. Çünkü 2019’dan sonra çoğu şehirde kimlik verilmesi iptal edildi. Bu kimliksiz olanların bazıları, bayram tatilinde Suriye’ye gidip bir ay kalıp dönmek istiyor. Bazı simsarlar, kimliği olmayanlara başkasının kimliğini veriyor. Bu simsarların sınır kapılarındaki bazı memurlarla bağlantısı var; “Sana 1000 dolar vereceğim, bana bir kimlik ve giriş-çıkışı ayarla” diyorlar. Bazı aileler kimliğini güncellemek için Göç Müdürlüklerine veya Yabancılar Şubesine gittiğinde memur ona “Sen Suriye’ye çıkış yapmışsın, Türkiye’de görünmüyorsun” diyor. Suriye’ye hiç dönmediği halde sistemde çıkış yapmış görünme vakaları son dönemde çok oldu. Artık türlü türlü simsarlar var maalesef.

Üçüncüsü, erken evlilik suç sayıldığı için 15-16 yaşında bir kızla evlenen gencin üzerine Ç-114 kodu konuyor. Bu da sınırdışı edilmeye yol açıyor.

Hırsızlık, gasp, cinsel saldırı gibi suçlar işleyenler ne oluyor?

Hemen cezaevine yollanıyor. Mahkûmiyet süresi dolduktan sonra da sınırdışı ediliyor.

Bu tür adi suçlar işleyenlerin sayısı ne kadar? Benim tespitim çok az. Sizin tespitiniz ne yönde?

Gerçekten çok az. Afgan sığınmacılar ile Suriyelilerin bir farkı var. Suriyelilerin ekseriyeti aileleriyle geldiler veya burada aile kurdular. Ailesi olanın yanlışa tevessül etmesi daha az olur. Tek gelen gençler daha fevri olabilir. Bu arada elinde nargileyle sahillerde gezen gençleri ne kadar uyarsak da dinlemiyorlar. Bunu yapanların çoğu, yıllardır toplu bekâr evlerinde kalan gençler; yani buraya ailesiz gelenler. Hayatlarını fabrikalarda, atölyelerde uzun mesailerle çalışarak ama annesiz-babasız ve eğitimsiz geçirmek zorunda kaldılar. Türkiye’de entegrasyon projeleri aileleri ve okullardaki çocukları hedef aldı; oysa bu gençlere de odaklanılmalı diye biz yıllardır Göç İdaresi başta olmak üzere yetkili mercilere söylüyoruz. Ama onlara kimse önem vermedi. 2012-2013’te tek başına gelmiş gençler ve hatta 11-12 yaşında çocuklar vardı; ömrünü bekâr evlerinde geçirmek zorunda kalan o gençler 2023 yılında 20’li yaşlarındalar. Aile, okul ve toplum eğitimi çok önemlidir. Biz bu gençleri 10 yıldır İstanbul’da yalnız bıraktık ve artık düzeltemeyiz. Doğruyu-yanlışı ne kadar anlatırsak anlatalım dinlemiyorlar. Bu da bizim suçumuz.

 


10 Temmuz 2023 Pazartesi

“AFGAN KOCALAR SINIR DIŞI EDİLMEK ÜZERE ALIKONUYOR, EŞLERİ VE ÇOCUKLARI SEFİL OLUYOR”

 

“AFGAN KOCALAR SINIR DIŞI EDİLMEK ÜZERE ALIKONUYOR, EŞLERİ VE ÇOCUKLARI SEFİL OLUYOR”

Afgan’la evli Türk bir hanımla röportaj, 8.7.2023

Röportajı yapan: Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.

 

30 yıl evvel Türkiye’ye üniversite okumaya gelmiş bir Afgan beyefendiyle evli olan ve uzun yıllardır zor durumdaki Afganların imdadına yetişmesi sayesinde geniş bir çevre edinmiş sosyal medyadan bir takipçim benimle irtibata geçti. “Her gün yaşananları görüp, bilip de bir şey yapamamaktan kahroluyorum. Haftalardır uyuyamıyorum, ağlıyorum; teheccüd namazı kılıp dua ediyorum. Ama bir şekilde yaşananları kamuoyuna duyurmamız lazım. Artık yemek yemek istemiyorum, elim kolum kalkmıyor, evi bile temizlemiyorum. Yaşama sevincim kalmadı” diye yazdı.

Sebebi, seçimlerden sonra başlayan ve göçmenlerin İstanbul sokaklarından gelişigüzel toplanıp gönüllü-gönülsüz sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezlerine yollanma vakaları. Sadece bu hanımdan değil, başka yerlerden de bir haftadır çok can sıkıcı haberler alıyorum. Biz, şu kadar bin kaçak göçmen yakalandı haberlerini okuyup/izleyip geçerken bu sayıların ardındaki dramatik insan hikâyelerinin, binlerce insanın hâlihazırda yaşadığı büyük acının ve korkunun farkında bile değiliz. Yaptığım araştırmalara göre, şu an sadece kaçak göçmenler ve Afganlar değil, ikameti olan her milletten düzenli göçmenler bile sokağa çıkmaya korkuyor. 

Neler olup bittiğini öğrenmek için Afgan göçmenlerin yaşadıklarını yakından bilen bu Türk hanımla bir röportaj yaptım. Buyurun yanı başımızda, şehrimiz İstanbul’da yaşananları öğrenmeye…

 

Son haftalarda Afgan göçmenler neler yaşıyor?

Acayip zor durumdalar. Seçimlerden sonra mültecilere yönelik politika tamamen değişti. Binlerce insanı toplayıp götürüyorlar. Geçenlerde bir tanıdığım pasaport işlemi için konsolosluğa gitmişti. Meğer konsolosluk önüne polis arabasını çekmiş, binadan çıkan Afganları toplayıp götürmeye başlamış.

Ama bu, diplomatik teamüllere aykırıdır...

Öyle olmalı. Görülmemiş şeyler yaşanıyor. Üniversiteye hazırlık için kursa giden gençler, işe giden babalar, sokakta gezenler kime denk gelirse toplanıyor. Son bir ayda resmî verilere göre 10.000 Afgan yakalanmış. Bunlar Tuzla veya Çatalca Geri Gönderme Merkezi (GGM)’ne yollanıyor; bu iki merkez aşırı kalabalıklaştığında Çanakkale, Edirne, Ağrı, Van, Erzurum gibi farklı şehirlere naklediliyorlar.

Geçmişte yakalananlar bir müddet karakollarda tutulurdu; şimdi sınır dışı edilmek üzere direkt Göç İdaresi’ne bağlı kamplara (yani GGM’ler) yollanıyor. Bir de anladığım kadarıyla polisler ikameti, çalışma izni, çoluk çocuğu var mı bakmadan, belgelerini incelemeden bulduğunu götürüyor. Çünkü kamplara götürülenler arasında sadece kaçak göçmenler değil, ikamet izni bulunanlar, Göç İdaresi’ne dilekçe verip ikamet başvurusu yapanlar, BM’ye sığınıp Türkiye’de yer gösterilenler de var. Bu arada kampa girenlerin elindeki bütün belgeler -BM belgeleri, ikamet izni vs.- iptal ediliyor.

Türkiye’nin BM’nin verdiği belgeleri iptal hakkı olmasa gerek. Farklı bir durum mu var?

BM bir kişiyi Ankara veya Artvin’e vermişse, ama kişi izinsiz İstanbul’a gitmişse belgesi iptal ediliyor. İzin alsa iptal edilmez tabii, ama şehir değiştirme izni çıkması çok zor. Kayıtlı oldukları Anadolu’nun küçük şehirlerinde iş imkânı olmadığı için İstanbul’a geliyorlar.

Eskiden Emniyet de, Göç İdaresi de daha insaflıydı. İkameti, çalışma belgesi veya BM belgesi olanlar sıkıntı yaşamıyordu. Hatta belgesiz olduğu halde burada ailesiyle düzgün bir şekilde yaşayan ve çalışanlara da sıkıntı yoktu; yakalansalar bile salınıyorlardı. Çoğunlukla bekâr gençler ülkelerine yollanıyordu. Ama şimdi Afgan olmak arabaya doldurulup götürülmek için yeterli. Kampa götürüldüklerinde Afganları zaten kimse dinlemiyor. Kamplar o kadar kalabalık ki getirilenlerin hangi birini dinleyecekler.

En kötüsü, eşi ve çocuğu olanların alınıp götürülmesi. Hatta hanımının doğumunun çok yakın olduğunu gördükleri halde alıyorlar. Kadınlar kocaları götürülürken ağlıyor, polise yalvarıyor; onlara “Merak etme yarın bırakacağız” deyip sonra da eşini GGM’lere yolluyorlar.

Afganlar öyle aciz haldeler ki şikâyet edebilecekleri, haklarını arayabilecekleri hiçbir merci yok. Zaten çoğu kaçak gelmiş. Konsolosluk da kendi insanına sahip çıkmıyor veya çıkamıyor, bilmiyorum. Afgan yetkililer kendi insanına değer vermiyor ki zavallı göçmenler ne yapsın. Kadınlar ve çocuklar o kadar acı çekiyorlar ki. Kirasını ödeyemediği için ev sahibi tarafından sokağa atılanlar bile var.

Bana kadınların ve çocukların neler yaşadığına dair örnekler verebilir misiniz?

Kocası alınan bir Afgan hamile kadın vardı; eşine ulaşabilmek için oradan oraya giderken yollarda doğurdu. Evin geçimini kocası sağlıyordu; o alınınca kadın kalakaldı. Kirada oturuyor, hiçbir geliri yok. Ne yiyip ne içecek, faturaları ve kirayı nasıl ödeyecek, bebeğine nasıl bakacak? Hayır dernekleri bazen yardım yapıyor, yapmazsa biz yardım bulmaya çalışıyoruz. Ama bu yardımlar ne kadar sürecek?

Memleketimde 5 aylık çocuğu olan bir Afgan hanım var; eşi başka bir şehirdeki GGM’de. Sürekli beni arıyor, yardım istiyordu. Bebeğinin masrafları için biraz para yolladık. Kadın hemen otobüse atlayıp kocası aylar sonra bebeğini görebilsin diye kampa gitmiş. Tabii ki eşiyle görüşmesine izin verilmemiş. Kadının eşi GGM’de mide hastası olmuş, iyice zayıflamış. İnsanlar GGM’lerde bir de hastalanıyor.

Bu hanımın kocasını neden almışlar? Durup dururken olmasa gerek.

Herhalde kaçak Avrupa’ya gitmeye çalışırken yakalanmış. Türkiye’de tutunmak çok zor, iş yok, güvence yok; o yüzden birçoğu Avrupa’ya gitmeyi hedefliyor. Gidebilenler kendilerine bir düzen kurup birkaç sene sonra aile birleşmesi çerçevesinde eşini, çocuğunu yanına getirtiyor.

Evet, onların çoğu kaçak geldikleri için suçlular. Bekârlar sınır dışı edilsin, sıkıntı yok; ama evliler çok mağdur oluyor. Kadınları serbest bırakıp kocaları kampa götürüyorlar. Madem kocaları aileleriyle birlikte alın. Afgan kadınlar ve çocuklar sefil oluyor. Ben bu ailelere elimden geldiğince yardım etmeye çalışsam da yetişemiyorum; zaten onlar paradan ziyade kocalarını/oğullarını istiyorlar.

Erkekler aylarca kamplarda kalıyor; kamp kalabalıklaştığında eskiler başka şehirlerdeki kamplara naklediliyor. Eğer aileleri bir şekilde bu adamları kamptan çıkartamazsa ülkelerine geri yollanıyor. Adamlar Türkiye’de kalan ailelerine kavuşabilmek için tekrar Afganistan’dan yola çıkıyor. Göç yolunda bazen ölüp kalıyor. Hele kışları göç yolculuğu o kadar zor ki.

Türkiye’den ev satın almış, iş kurmuş ve İstanbul’da ikameti olan bir ailenin çocuğunu polis yakalayıp GGM’ye yollamış. Babası duyup devreye girince polis “Yarın sabah serbest bırakacağız inşallah” demiş. Aile sabah karakola gittiğinde bir de öğreniyor ki İstanbul’daki GGM’lerde yer olmadığı için çocuğu Türkiye’nin öbür ucundaki bir GGM’ye yollanmış. 5-6 dil bilen, üniversite hayali olan, çok kaliteli bir çocuk. Bunun gibi nice örnekler var.

Afganlar yıllardır Türkiye’ye kaçak geliyorlar ve burada sessiz sedasız çalışıp ya ailelerine para yolluyorlar ya da onları buraya getiriyorlardı. Kimseye zarar ziyanları dokunmuyordu. Uzun yıllar çalıştıktan sonra buradan ikamet alıyorlar, kaçak durumdan kurtuluyorlardı.

Sizce neden şimdi bunlar yaşanıyor? Önümüzdeki belediye seçimleriyle bağlantılı olabilir mi?

Son yıllarda başta Zafer Partisi olmak üzere muhalefetin mültecileri siyaset malzemesi olarak kullanması ve halkı kışkırtması bunda etkili.

Biliyor musunuz, Özbek’i, Türkmen’i, Tacik’i, Hazara’sı, Peştun’u, kısaca Afganistan’ın tüm etnik unsurları seçim öncesi Türk vatandaşlığı olan Afganların Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy vermesi için ne kadar çok çalıştı, kapı kapı dolaştı. Bizi kurtarırsa ancak Erdoğan kurtarır diye oy istediler. Kazanması için ne kadar çok dua ettiler. Seçimlerden hemen sonra başlarına bunun geleceğini bilseler bunu yaparlar mıydı bilmem. Çok büyük bir hayal kırıklığı var.

Peki, kamp dediğiniz GGM’lerde durum nasıl?

Duyduğuma göre hiç iç açıcı değil. Günde 3 defa yemek veriliyor, arada havalandırmaya çıkıyorlar, o kadar. Hapishane hayatı gibi aslında. Havalar şu an çok sıcak, kamplar çok kalabalık; ne hallerde olduklarını tahmin edebilirsiniz. Kamplarda sadece bir doktor oluyor, vahim durumlar hariç kimin ne hastalığı olsa aynı ağrı kesiciyi verip geçiyor. Hayati tehlikesi olanları hastaneye sevk ediyorlar sadece.

Neden bu insanlar aylarca kamplarda kalıyor?

Ülkelerine geri dönmeye razı gelmedikleri için. Türkiye’nin de, başka ülkelerin de bunları zorla geri gönderme hakkı yok. Razı gelene kadar kamplarda çok zor şartlarda tutuluyorlar.

Bazı Afganlar avukat tutuyor. Çünkü avukatların GGM’lere giriş-çıkışı hakkı var. Sağ olsun avukatların bir kısmı, Afganlardan 2000-3000 dolar para alıp sonra ortadan kayboluyor. Türkiye’ye kaçak gelenler hakkında mahkemeden olumsuz karar çıkacağı kesin; ama yine de avukatlar göçmenlerle konuşup kendilerini kurtarabileceklerine inandırıyor. Parayı alıp kaybedeceği belli olduğu halde dava açıyor, sonra da kayıplara karışıp telefonları bile açmıyor. Yani mülteciyseniz, düştüyseniz herkes her yerden size tekmeyi vuruyor. Önceden 3000-4000 TL alıyorlardı; şimdi birkaç bin dolar alıyor vicdansızlar.

Ben de geçen sene benzer bir hikâye duymuştum. GGM’ye yollanan bir Afgan üç ayrı avukat tarafından dolandırılmış, yığınla parası gitmişti. Ama bunun bir sektör haline geldiğini bilmiyordum. Peki, Afganlar bu parayı nereden buluyor? Borç mu alıyorlar?

Birçoğunun yurtdışında akrabaları var. Onların akrabalık ilişkileri bizdeki gibi değil. Çok sıkı bağlara sahip olup birbirlerine yardım etmeye çalışıyorlar. Yurtdışındaki akrabalardan para istediklerinde ne yapıp edip gönderiyorlar.

Eşimin dayısı öldüğünde, hanımının 4 erkek kardeşi ona yıllarca bakmış, çocuklarını büyütüp okutmuş. Kadın çalışmak zorunda kalmamış. Keza eşimin amcası öldüğünde de hanımı ve çocukları eşimin ailesinin evinde yıllarca yaşamış. Çocukları büyüyüp, meslek sahibi olup iş kurunca annesine ve kardeşlerine ayrı bir ev açmış. Afganların akrabalık ilişkileri böyledir, birbirlerine sahip çıkarlar.

Afgan göçmenleri dolandıranlar sadece avukatlar değildir. Başka kimler mağdur ediyor, aldatıyor?

O kadar çok ki. Bazı işverenler çok ucuza çalıştırıyor; bazıları aylarca çalıştırıp tek kuruş para vermiyor. Afganlar emeklerinin karşılığını istediklerinde işverenler verecekmiş gibi oyalıyor. Kaçak oldukları için polise gidip işvereni ihbar edemiyorlar. Bazen işverenler, para vermemek için çalıştırıp çalıştırıp sonra kaçak diye polise ihbar ediyor. Bazen Afganlar sözü dinlenebilecek tanıdıkları varsa devreye sokuyorlar; işveren vicdanlıysa parayı veriyor, değilse aylarca çalıştırdığı halde “Ben bunu tanımıyorum” diyor.

İstanbul’a bağlı bir köyde çobanlık yapan Afganlar var. Hayvan sahipleri çobanlık ücretini değil, yaşaması için konteyner veriyor sadece; sonra da “Ben sana barınak ve üç öğün yemek vermişim, daha ne parası istiyorsun?” diyor. Afganlar Türkiye’ye ülkelerindeki açlık ve fakirlik nedeniyle geliyor, burada çalışıp ailelerine para yollayabilmek için. Bazı işverenlerimiz onları köle gibi görüyor; karın tokluğuna bedavadan kendilerine hizmet ettirmeye kalkışıyor. Bazıları, çobanlar çekip gitmesin diye ücretini taksit taksit veriyor. Verdiği de 100-200 lira, çocuğa harçlık verir gibi.

Dürüst ve namuslu işverenlerimiz de vardır, öyle değil mi?

Var tabii ki. Hatta Afgan çalışanını çok beğenip kızını vermek isteyenler bile mevcut. Güvenle işyerimizi Afganlara bırakabiliyoruz diyorlar. Çalışanına sahip çıkanlar, ikamet alabilmesi ve resmî olarak Türkiye’de çalışabilmesi için uğraşanlar var. Afgan çalışanından memnun olan işveren sayısı yüksek.

Araba tamircisi bir genç vardı; 15 yaşında Türkiye’ye gelip bir motor ustasının yanında işe girmiş. İşinde o kadar başarılıydı ki işyeri sahibi bu gence yüzde 50 hisse senin olsun, yeter ki beni terk etme demişti. Çünkü Türkler şanzımanı bir haftada değiştirirken o bir günde iki tane değiştiriyordu.

Peki, işverenler Afganların ikamet alıp Türkiye’de yasal bir şekilde çalışmasını sağlayabiliyor mu?

Kaçak giriş yapanlar resmiyet kazanamıyor. İki seçenek var: Ya çıkış-giriş yapmak ya da insani ikamet almak. İkincisi çok az kişiye veriliyor. Çıkış-giriş yapma seçeneğine gelince, Afganistan’a geri döndüklerinde bu insanlar Türkiye’nin Kabil Büyükelçiliğinden vize alamıyor ki. Aracı bir şirket var; ancak onun üzerinden, binlerce dolar ödemek suretiyle vize alınabiliyor. Bu arada sadece Türkiye değil, hiçbir ülke artık Afganlara vize vermiyor; o yüzden mecburen kaçak yollardan yurtdışına gitmeye çalışıyorlar.

Afganları kandıranlar başka kimler?

İnsan kaçakçılarının kandırması daha Afganistan’dan başlıyor ve yol boyu devam ediyor. Afganistan-Pakistan-İran-Türkiye hattında onları kandıran kandırana. Kaçakçılar göçmenleri birbirine satıyor. Van’da yakalananın hayatı bitmiş demektir. Şansı varsa İstanbul’a ulaşıyor. Bu sefer de Avrupa’ya götürme vaadinde bulunan kaçakçılar devreye giriyor.

Göçmenler Afganistan’da -nakit paraları olmadığından- evini, tarlasını, toprağını, aracını, kısaca bütün malını mülkünü satıp bilinmeze doğru bir yolculuğa çıkıyor. Bir kısmı tanıdıklarına borçlanıyor. Çok fakirler insan kaçakçılarına verecek parası olmadığından göç yolculuğuna çıkmıyor. Keşke hiç yola çıkmasalar… Yollarda, sınırlarda ölenler, öldürülenler… Yakalananların başlarına gelenler içler acısı… Eskiden Yunan ve Bulgar güvenlik güçlerinin yaptığını şimdi her ülkenin güvenlik birimleri yapıyor. Çok kötü muamele görüyorlar.

Afganistan’dan yola çıkan bir genç yolda neler yaşar? Göç yolculuğu nasıl bir şeydir? Yaşadıklarını size anlatanlar olmuştur.

Herkes aynı şeyleri anlatıyor. Pakistan üzerinden İran’a geliyorlar, orada birkaç ay çalışıp Türkiye yoluna düşüyorlar. Türkiye sınırı çok kötüymüş. Birkaç gün dağlarda yürüyorlarmış. Müşkül diye bir dağı geçmek zorundalarmış. Kışın çok beter oluyormuş. Soğuktan elleri ve ayakları donup simsiyah hale gelen ve mecburen kesilenler oluyormuş, biliyor musunuz? Donup ölen de çokmuş. Kaçakçılar, sınırlar geçilirken dermanı kalmayıp yürüyemez olanları veya düşenleri bırakıp gidiyormuş. İstanbul’a ulaşmayı başaranlar yollarda ve sınırda çok fazla ceset gördüklerini söylüyor. Bir tanıdığım “Kocam çukura düştü ama kafile durmadı. Söyledim, beklemeye vaktimiz yok deyip yürüyüp gittiler. Zar zor kocamı çıkarıp peşlerinden koştum” dedi.

Kaçakçıların hepsi de birbirinden beter insanlar. Göç yolculuğuna çıkanlar sadece soğuktan donmuyor, yollarda aç kalıp sefil oluyorlar. Yine Bulgar ve Yunan askerler çok fena. Bulgar askerler göçmenlerin üzerine köpekleri salıyormuş; sopalarla döve döve kemiklerini kırıyormuş.

Göç yollarında son derece gayriinsani şeyler yaşanıyor. Eşimin babası çok yaşlı ve ülke dışına çıkılmasını kesinlikle onaylamıyor; ‘Ne olursa olsun kendi ülkenizde ölün’ diyor ki çok haklı. Ama Türkiye’de bile gençler, hatta profesyonel meslek sahipleri yurtdışına gitme yarışında. Eşimin babasındaki teslimiyet herkeste olmuyor.

Afganistan’dan yola çıkıp Avrupa’ya varmayı başarabilenlerin sayısı çok azdır, öyle değil mi?

Eskiden çok gidiyorlardı. Artık çok zor. Bir Afgan adamdan bahsettiler. Eşi ve 5 çocuğuyla bindiği bot batınca adam delirmiş. Eşi ve 3 çocuğu adamın gözü önünde boğulup ölmüş; diğer 2 çocuğunu gücü tükeninceye kadar denizde kucağında tutmuş ama sonunda bırakmak zorunda kalmış. Her şeyini yitirmiş, aklını da kaybetmiş.

Peki, Afganistan ne durumda? Bildiğim kadarıyla son yüzyılın en büyük kıtlığı yaşanıyor. İnsanlar aç ve iş yok. Afganlar ucunda ölüm olan böyle bir tehlikeli yolculuğa keyiflerinden çıkmasa gerek.

Evet, işsizlik ve açlık çok fazla. Afganistan’da yağmur yağmıyor artık; ciddi bir su ve gıda kıtlığı var. Başkent Kabil’de bile elektrik bir gün var, bir gün yok. Kırsalda altyapı bile yok. Ülkeler madem göçmen istemiyor, Afganistan’da insanların insan gibi yaşayabileceği, göç etmek zorunda kalmayacağı şekilde altyapı yatırımlarını yapsınlar. İşsizliği ortadan kaldıracak adımlar atsınlar. Şuna emin olun, Afganistan’da iş olsa, insanlar karnını doyurabilse kimse gurbete bu rezillikleri çekmez.

Afganistan aslında çok hoş bir ülke. Stres yok, insanları huzurlu; depresyon, tansiyon, şeker, romatizma gibi hastalıklar yok. Oraya gittiniz mi her şeyi unutuyorsunuz. Akrabalık bağları, sıla-i rahim, insanların birlikte yaşaması o kadar hoş ki. Eşimin anlattığına göre bir zamanlar Afganistan turistlerin merakla gidip gezdiği çok güzel bir ülkeymiş; ama ardı ardına savaşlarla mahvolmuş.

Ben yaklaşık yirmi yıldır Afganlarla iç içeyim. Eğitimlerine, kültürlerine hayran kaldığım insanlar var. O kadar iyi niyetliler ki şaşırıyorum. Yine o kadar sabırlı, dayanıklı ve şükür ehli insanlar ki hiç sinirlenmiyorlar. Bunca yıllık evliyim, eşimin bir kere bile sinirlendiğini görmedim. Ülkelerinde iş olmadığı için boş boş oturuyorlar, ama göçmenler çok çalışkanlar ve son derece zor işleri yapabiliyorlar. O kadar ağır koşullarda ve ailelerinden uzakta çalıştıkları halde yine de gülümseyebiliyorlar. Kısaca farklı bir dünyalar. İki defa Afganistan’a gidip birer ay kaldım ve çok etkilendim. Afganistan’da yaşamak isterdim.

Afganistan’a resmî görevle giden Türklerden sizinle benzer gerekçelerle bu ülkeye ve insanına vurulanlar var. Keza Afrika ülkelerine insani yardım amacıyla giden tanıdıklarım da Afrikalıların onca yoksulluğuna ve yoksunluğuna rağmen mutlu ve kaygısız yaşamalarından çok etkileniyor. Hatta bir arkadaşım artık Tanzanya’da yaşıyor; biz kendi kendimize hayatı ne kadar zorlaştırıyormuşuz meğer demişti. Ama oralarda yaşamak çok zor, cesaret edilesi bir şey değil… 1980’lerden itibaren Türkiye’ye gelmiş çok sayıda Afgan var. Onlar ne yapıyorlar?

1980’lerde gelenlerin çoğu vatandaş oldu; işinde gücünde insanlar. Kapalıçarşı’da takı ve mücevher işi yapan birçok Afgan iş sahibi var. Halıcılık ve dokumacılık sektöründe varlar. Ticaretle uğraşıyorlar. Zaten 1980’lerde gelenler Özbek, Türkmen ve Tacik kökenli Afganlar. Geldiklerinde Turgut Özal onlara yer verdi, toprak verdi.

Peki, son yıllarda gelenler kimler? 

Taliban başa geçtikten sonra her ırktan Afgan geldi. Parası olanlar ev satın alıp yerleşti. Diğerleri kaçak geliyor. Ama Afganların hedefi aslında Avrupa’ya gitmek.

Son olarak, Türkiye’deki Afganlar başka ne sorunlar yaşıyorlar?

Afganlar geçmişte fazla sıkıntı çekmiyordu; son bir-iki yıldır ciddi sıkıntı var. En büyük korku yakalanıp sınır dışı edilmek. Çalıştığı halde parasını alamayanlar olduğunu da anlattım.

Eğitime gelince, İran’la ve başka ülkelerle mukayese edersek, sağ olsun Türkiye yardımcı oluyor, elinde Afgan okullarından gerekli onaylı belge bulunanların çoğu okullara kabul ediliyor. Ama belgesiz çocuklar, ikametleri olsa bile okula yazdırılamıyor. Tabii çocuklar okullarda akran zorbalığına uğruyor. Afgan öğrencilerin yüzüne veya defterine tüküren, ülkemizden gidin diyen Türk öğrenciler oluyor. Biz olsak savaşırdık siz niye savaşmıyorsunuz gibi sözler söylüyorlar. Aslında çocuklar evde ebeveynlerinden ne duyuyorlarsa onu tekrarlıyorlar.

[Afganlara “gidin ülkenizde savaşın” demek kadar komik bir söz yoktur. Afganistan’a “imparatorluklar mezarlığı” denir; İngiliz, Sovyet ve Amerikan imparatorluklarıyla sonuna kadar savaşmış ve her defasında işgalciyi geri çekilmek zorunda bırakmış bir millettir. Tam da işgalciye direndikleri için ülkeleri on yıllarca savaş alanı olup yıkılmış; milyonlarca insanı hayatını kaybetmiş, yaralanmış, sakat kalmış; insanları cahile dönmüş ve ülkede iş imkânı kalmayıp göç yollarına düşmüştür. Direnmeseler ülkeleri dönemin süper güçlerince bombalanıp bu kadar yıkıma uğramazdı. Afganistan’da savaşların toplumsal etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için linkteki videoyu izleyebilirsiniz:  https://www.youtube.com/watch?v=oqTN8kEqVYg ]

Oğlum 15 yaşında; herkes benim Türk, babasının Afgan olduğunu biliyor. Ben çocuklarıma hem Türk hem Afgan kültürünü ve dilini en iyi şekilde öğretmeye çalıştım. Bir arkadaşı Afgan diye oğlumla dalga geçmiş. Bana “Anne, benimle dalga geçen çocuğun babası annesini aldatıp evi terk etmiş. Ona en azından benim annemle babam birlikte yaşıyor ve iyi anlaşıyor, senin ki nerede diyecektim ama acıdım, sustum, bir şey demedim” diye anlattı. Türkiye’de son yıllarda ailevi-ahlaki ilişkiler iyice bozuldu, boşanmalar arttı. Kendi ailesi dağılmış Türk çocuklar Afganlar ve Suriyelilerle uğraşıyorlar. Bizim en büyük sorunumuz, kendimizle yüzleşmeyip başkalarıyla uğraşıp durmamız; inanın kendimizle uğraşsak hatalarımızı çok rahat düzeltebilir, sorunlarımızı halledebiliriz.