PANDEMİLER
NASIL SONA ERER?
Gina
Kolata (The New York Times gazetesinin
bilim ve tıp konularında uzman muhabiri)
The New York Times, 10.5.2020
Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba
Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 14.5.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: COVID-19 dünyanın karşılaştığı ilk salgın
değil. Bundan önceki pandemiler nasıl bitmişti? Pandemileri bitiren ne?
COVID-19’un ne zaman ve nasıl biteceğine ilişkin tarihteki benzer örneklerin
söyledikleri…
Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte
genellikle mart ayından bu yana birçok ülkede yürürlüğe konan, sokağa çıkma
sınırlandırmaları başta olmak üzere iktisadi ve toplumsal hayatı altüst eden
önlemler son dönemde gevşetilirken COVID-19 pandemisinin ne zaman ve nasıl
biteceği temel tartışma konularından biri olmayı sürdürüyor.
The New York Times gazetesinin bilim ve tıp konularında
uzman muhabiri Gina Kolata, 10 Mayıs tarihinde “Pandemiler Nasıl Sona Erer”
başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazar, önde gelen tıp tarihçisi akademisyenlerin
görüşlerine yer vererek tarihte yaşanmış pandemilerin bitiş tecrübesini okurla
paylaşıyor.
Yazısına, “Tarihçilere göre, pandemiler
umumiyetle iki şekilde sona erer: (i) tıbbi olarak vakalar ve ölüm oranlarında
keskin bir düşüş meydana geldiğinde, (ii) toplumsal olarak hastalıktan duyulan
korku salgını iyice zayıfladığında” diyerek başlayan yazar, konuyla ilgili
uzman görüşlerini de aktarıyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden tıp
tarihçisi Dr. Jeremy Greene’e göre, insanlar ‘Salgın ne zaman sona erecek?’
diye sorduklarında aslında tıbbi değil toplumsal sona erişi kastederler. Diğer
bir deyişle, salgına son, hastalık yenilgiye uğratıldığı için değil, insanlar
panik modundan bıkıp usandıkları ve hastalıkla yaşamayı öğrendikleri için ortaya
çıkabilir.
Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Allan
Brandt’e göre COVID-19 için de benzer bir durum geçerli: ‘Ekonominin
serbestleşmesiyle ilgili tartışmada gördüğümüz üzere, sözde sonla ilgili birçok
soru tıp ve halk sağlığı verileriyle değil, sosyopolitik süreçlerle
belirleniyor.’
Korku yolunda
Yazar, korku salgınının hastalık salgını
olmadan bile ortaya çıkabileceğine dikkat çekiyor. Mesela Dublin’deki Kraliyet
Cerrahlar Okulu’ndan Dr. Susan Murray, Ebola virüsünün Batı Afrika’da
11.000’den fazla can aldığı, ancak İrlanda’da hiç vakanın görülmediği bir
dönemde, 2014’te ülkesindeki kırsal bir hastanede görevliyle bunu ilk elden
görmüş.
The New England Journal of Medicine dergisinde 7 Mayıs’ta yayınlanan
yazısında Murray şunları anlatmış: ‘Sokakta ve koğuşta insanlar endişeli.
Yanlış bir ten rengine sahip olmak, otobüste veya trendeki diğer yolcuların
size yan gözle bakması için yeterli. Bir kez öksürdünüz mü insanların sizden
uzaklaştığını görürsünüz.’
Kolata, Dr. Murray’ın çarpıcı bir
tecrübesini de okuruyla paylaşıyor:
“O dönem Dublin’deki hastane çalışanları
en kötüye hazırlanmaları için uyarılmış. Koruyucu ekipmana sahip olmadıkları
için oldukça endişelilermiş. Ebola salgını olan bir ülkeden ileri derecede
kanser hastası bir genç adam acil servislerine geldiğinde hemşireler kaçıp
saklanmış, doktorlar ise hastaneyi terk etmekle tehdit etmiş. Onu tedaviye
cesaret eden tek kişi Dr. Murray olmuş. Genç hasta, birkaç gün sonra Ebola
testinin temiz çıkmasının üzerinden sadece birkaç saat geçmişken hayatını
kaybetmiş. Üç gün sonra da Dünya Sağlık Örgütü Ebola salgınının artık dünyada
sona erdiğini duyurmuş.
Dr. Murray makalesinde şöyle yazmış: Korku
ve cehaletle, -tıpkı herhangi bir virüsle olduğu gibi- aktif ve dikkatli bir şekilde
savaşmaya hazır değilsek, tek bir vakanın dahi görülmediği yerlerde bile
korkunun savunmasız insanlara korkunç zararlar vermesi mümkün. Ve bir korku
salgını ırk, imtiyaz ve dil konularıyla karmaşıklaştığı durumlarda çok daha
kötü sonuçlar doğurabilir.”
Kara Ölüm ve kasvetli hatıralar
Yazar Kolata, veba salgınının son 2000
yılda milyonlarca insanı öldürecek ve tarihin akışını değiştirecek şekilde
defalarca baş gösterdiğine ve her birinin, bir sonraki salgınla gelen korkuyu
artırdığına dikkat çekiyor.
Tarihçilerin anlattığı üç büyük veba
dalgasından (6. yüzyılda Jüstinyen Vebası, 14. yüzyılda Orta Çağ salgını ve 19.
yüzyıl sonu-20. yüzyıl başlarında vuran salgın) öncelikle ikincisine
odaklanıyor:
“Orta Çağ salgını 1331’de Çin’de başladı.
Hastalık, aynı dönem şiddetlenen bir iç savaşla birlikte, Çin nüfusunun
yarısını öldürdü. Veba, Çin’den başlayıp ticaret yolları boyunca Avrupa, Kuzey
Afrika ve Orta Doğu’ya taşındı. 1347-1351 yılları arasında Avrupa nüfusunun en
az üçte birini yok etti. İtalya’da Siena nüfusunun yarısı öldü.”
Bu salgına şahit olan dönemin yazarlarının
da eserlerinden bölümler paylaşıyor:
14. yüzyıl vakanüvisi Agnolo di Tura,
‘İnsan dilinin bu korkunç gerçeği anlatması imkansız. (…) Bu denli
korkunçluklara şahit olmayan birine olsa olsa kutsanmış denilebilir.’
satırlarını paylaşıyor. Vakanüvis, salgına yakalanan kişinin ‘koltuk altları ve
kasıkları şişiyor ve konuşurken devrilip gidiyor’ diye yazmış ve ölülerin
çukurlara toplu olarak gömüldüğünü anlatmış.
Giovanni Boccaccio ise Floransa’da
‘bugünlerde ölen insanlara ölü keçiler kadar bile saygı gösterilmiyor’ diye
yazmış.
Yazar Kolata, bu ikinci salgın dalgasının
sona erdiğini ama vebanın tekrarladığını şöyle anlatıyor:
“En kötü salgınlardan biri 1855’te Çin’de
başlayıp dünyaya yayıldı ve sadece Hindistan’da 12 milyondan fazla insanı
öldürdü. Bombay’daki sağlık otoriteleri vebadan kurtulmak için bütün
mahalleleri ateşe verdi.”
Kolota, vebayı neyin zayıflatıp
bitirdiğinin açık olmadığını belirtip konuyla ilgili yürütülen tahminleri şöyle
paylaşıyor:
“Bazı araştırmacılar soğuk havanın
hastalık taşıyan pireleri öldürdüğünü savunuyor; ancak Yale Üniversitesi’nden
tarihçi Frank Snowden pire ölümünün solunum yoluyla yayılmayı kesintiye
uğratmayacağı kanaatinde. Hastalığı taşıyan sıçanlardaki bir değişikliğe
bağlayanlar var; buna göre, 19. yüzyılla birlikte veba, siyah sıçanlar yerine,
artık daha güçlü ve tehlikeli olan ancak insanlardan ayrı yaşama ihtimali daha
yüksek kahverengi sıçanlar tarafından taşınmaya başlanmış. Başka bir hipotez,
bakterinin daha az ölümcül olacak şekilde geliştiği yönünde. Köylerin yakılması
gibi insan kaynaklı eylemlerin salgının önünün alınmasına yardımcı
olabileceğini düşünenler de var.”
Yazar, vebanın hiçbir zaman tam anlamıyla
bitmediğini de belirtiyor. “ABD’de enfeksiyonlar Güneybatı’daki çayır köpekleri
arasında endemik olup nadiren de olsa insanlara bulaşabilir durumda. Ama artık
bu hastalık antibiyotiklerle başarılı bir şekilde tedavi edilebiliyor.” diye de
ekliyor.
Fiilen sona eren bir hastalık
Kolota, tıbben sona erebilmiş salgınlar
arasında çiçek hastalığı olduğunu belirtiyor. Doğal yollardan bu hastalığa
yakalanıp iyileşen son kişi 1977’de Somali’de bir hastane aşçısı olan Ali Maow
Maalin olmuş.
Ancak yazar, birkaç nedenden ötürü çiçek
salgınının tamamen sona ermesini bir istisna sayıyor: “Hayat boyu koruma
sağlayan etkili bir aşısı var ve hastalığa yol açan Variola major virüsünü
taşıyan bir hayvan yok. Dolayısıyla hastalık tamamen ortadan kaldırılabildi.
Ayrıca semptomları o kadar sıradışı ki enfeksiyon [deri üzerinde] görünür olup
etkili karantinaya ve temas izlemeye imkan veriyor.”
Yazar çiçek hastalığının geçmişine de ışık
tutuyor: “Çiçek hastalığı korkunç olup en az 3000 yıldır ardı ardına gelen
salgınlarla dünyayı kırıp geçirdi. Hastalık sıklıkla muazzam acıların ardından
her on kurbanından üçünü öldürdü. Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Dr. David
S. Jones’a göre, 1633’te Yerli Amerikalılar arasında çıkan bir salgın,
‘kuzeydoğudaki tüm yerli halkları darmadağın etti ve Massachusetts’te
İngilizlerin yerleşimini hiç şüphesiz kolaylaştırdı’.”
Unutulmuş gripler
Kolota, geçen yüzyılın en önemli pandemisi
olan İspanyol gribinin tahribatını da şöyle özetliyor:
“50 ila 100 milyonluk cana mâl olan 1918
gribi, gençleri ve yetişkinleri avlarken I. Dünya Savaşı’nın ortasında askeri
birlikleri kırıp geçirdi, çocukları yetim ve aileleri ise evin geçimini
sağlayan bireylerden mahrum bıraktı.
Peki, bu kadar sarsıcı bir pandemi nasıl
sona erebildi? Yazar şöyle anlatıyor:
“Dünyayı kasıp kavurduktan sonra bu grip
hafifledi ve her yıl ortaya çıkan daha tehlikesiz bir grip çeşidine dönüştü.
Toplumsal olarak da sona erdi. I. Dünya Savaşı bittiğinde insanlar yeni bir
başlangıca, yeni bir döneme hazırdılar ve hastalık ile savaş kâbusunu geride
bırakmaya istekliydiler. Yakın zamana kadar 1918 gribi büyük ölçüde unutulup
gitmişti.”
“Bunu başka grip salgınları da izledi,
hepsi de adeta bir tokat etkisi yapsa da hiçbiri 1918’deki kadar kötü değildi.
1968 Hong Kong gribinde, 100 bini ABD’de olmak üzere dünyada çoğu 65 yaş üstü
toplamda 1 milyon insan hayatı kaybetti. Bu virüs hâlâ mevsimsel bir grip
olarak yayılıyor ve yol açtığı ilk yıkım -ve eşlik eden korku- nadiren
hatırlarda.”
COVID-19’un akıbeti ne olacak?
Kolota bu konuda şunları yazıyor:
“Tarihçilerin söylediğine göre koronavirüs pandemisi, bir ihtimal, tıbbi olarak
sonlanmadan evvel toplumsal olarak sona erebilir. Virüs toplumda içten içe var
olmaya devam etse de ve bir aşı veya etkili bir tedavi henüz bulunmasa da
insanlar kısıtlamalardan bitap düşüp sonunda kendi kendilerine ‘salgın bitti’
diyebilirler.”
Bu konuda Yale Üniversitesi’nden tarihçi
Naomi Rogers’ın görüşlerine yer veriyor: “Bence böylesi bir tükenme ve hayal
kırıklığı türünde bir sosyal psikolojik sorun var. İnsanların ‘Yetti artık; ben
normal hayatıma dönmeyi hak ediyorum’ dediği bir anda olabiliriz.”
Kolota bunun zaten gerçekleştiği
kanaatinde: [ABD’de] bazı eyaletlerde valiler, halk sağlığı yetkililerinin
henüz erken uyarılarına rağmen kuaförlerin ve spor salonlarının açılmasına izin
vererek kısıtlamaları kaldırdılar. Sokağa çıkma kısıtlamalarıyla doğan ekonomik
felaket arttıkça daha fazla insan ‘yetti artık’ diyebilir.
Dr. Rogers, pandemide sona ulaşıldığını
kim ileri sürecek diyerek hâlihazırda yaşanan çatışmaya dikkat çekiyor. Halk
sağlığı görevlileri tıbbi, halkın bir kısmı ise toplumsal bir son öngörüyor.
Dr. Brandt’a göre pandemide ani bir zafer olmaması asıl meydan okuma; salgının
sonunu tanımlamaya çalışmak ‘uzun ve zor bir süreç olacak’.