ONA (FİLİSTİN-İSRAİL) BARIŞ PLANI DEMEYİN
Daniel Levy (İsrailli eski müzakereci ve siyaset
bilimci; New York
ve Londra merkezli ABD/Ortadoğu Projesi Başkanı)
The
American Prospect, 30.1.2020
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 2.6.2020 tarihinde
yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“Don’t Call It a Peace Plan” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak
için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet:
İsrail’in eski müzakerecilerinden Daniel Levy’e
göre, Trump’ın Filistin’e ilişkin planı, bir barış planı olmaktan çok
Amerikalılardan Filistinlilere yazılmış bir nefret mektubuna benziyor. Levy,
plana dair itirazlarını, Filistin’e önerilen devletin niye devlet olamayacağını
American Prospect’te anlattı.
28 Ocak tarihinde Amerikan Başkanı Donald
Trump’ın İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yla birlikte açıkladığı sözde
barış vizyonuna İsrail içinden de tepkiler geldi.
Bu tepkilerin en dikkat çekicilerinden biri
de, 1995’ten 2003’e Filistin-İsrail Barışı için resmi ve gayri resmi
platformlarda yoğun çaba sarf etmiş İsrailli eski müzakereci ve siyaset bilimci
Daniel Levy imzasını taşıyor. Ona göre Trump’ın planı, barış değil nefret planı.
30 Ocak’ta the
American Prospect’te “Ona Barış Planı Demeyin” başlığı altında
yayınlanan yazısında, Levy’ye göre planda barışın dili kesilip yapıştırılmış,
öğütücüden geçirilmiş, ırkçılığın kaba saba söz dizimi damla damla akıtılarak
bir saldırganlık eylemi ortaya çıkmış.
Geçmişte Uluslararası Kriz Grubu ve Avrupa
Dış İlişkiler Konseyi gibi mecralarda görev alan, hâlihazırda New York ve
Londra merkezli ABD/Ortadoğu Projesi Başkanı olan Levy, Trump’ın açıkladığı
planı satır satır okuyarak kaleme aldığı bu yazıda, hiçbir çıkara hizmet
etmediğini düşündüğü bu nefret planının, İsrail-Filistin Barışı fikrine amansız
bir saldırı olduğunu on maddede şöyle açıklıyor:
1. İyi Çocuklar, Kötü Çocuklar ve
Barış Planları
Teslimiyet şartları ve barış planları aynı
şey değildir. Ancak teslimiyet şartları dahi, mağlup tarafın haysiyetini
koruyacak şekilde inşa edilirse, kalıcı olma şansı artar.
Bir barış planı, her iki tarafın da
itibarını kurtarma esasına dayanmalı, her iki taraf da bir tür zafer ilan
edebilmeli. Ancak açıklanan plan, Amerikalılardan (ve dolayısıyla
İsraillilerden) Filistinlilere 180 sayfalık bir nefret mektubu mahiyetinde.
Belge baştan sona okunmadan (ve çatışmanın tarihi bilinmeden) bu metnin
Filistinlilere yönelik ne denli derinden bir aşağılama ve hakaret olduğunun
idrak edilmesi zor. Sömürgeci üstünlük taslama metne damla damla zerk edilmiş.
Metin, en bayağı ve küstahça İsrail halkla
ilişkiler söyleminden istifade edilerek kaleme alınmış; başından sonuna
dışlayıcı bir söylem içeriyor. Bu Amerikan planında, sadece İsrail tarafı,
müstakil bir ulus olma ve toprağa dair tarihsel iddiaları ve gerekçeleri benimsenmeye
ve empatiye layık görülmüş. Plana göre Filistinliler şamar atılmak ve itilip
kakılmak için var. Ancak ve ancak pişmanlık duyup tövbe etmeleri halinde
muhatap alınabilirler.
Metne göre İsrail’in askeri hareketleri
her daim savunma amaçlı. Herhangi bir işgal toprağından geri çekilmesi de
cömertçe bir taviz; ne de olsa buralar, “İsrail’in geçerli hukuki ve tarihi
iddialarda bulunduğu ve Yahudi halkının atalarının anavatanının bir parçası”.
Belgede İsrail, birleşik Kudüs’ün örnek bir kâhyası ve nüfusu da dar bir sahil
şeridine doluşturulmuş olarak resmediliyor (Birileri Beyaz Saray’a İsrail’in
nükleer silah kapasitesi de olan bölgedeki en güçlü orduya sahip olduğunu
gerçekten söylemeli).
Buna mukabil Filistinliler gaddar,
kışkırtıcı, nankör ve yozlaşmış bir çete. Bu metin içinde beyaz ırkın
üstünlüğüne inanan bir zihniyeti okumamak zor. Irkçılık, planın [Batı Şeria’ya
komşu] Orta İsrail’de, İsrail’in Filistinli vatandaşlarının yaşadığı Üçgen
alanda ikamet edenlerin siyasal haklarını transfer etme fikrini benimsemesinde
belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Toprak takası altında bu Üçgen, Filistin
Devleti’ne devredilebilir ki bu durum, Filistinli-İsrailli topluluğun tümünün
vatandaşlık statüsünün altını oyacaktır. Bu plan, İsrail’in kısa süre önce
kabul edilen Ulus-Devlet Kanunu’nun etnokrasiyi demokrasiye önceleyen mantığını
da teyit ediyor.
2. Bir Filistin Devleti mi? Bu bir
Bantustan Düzenlemesi
Önerilen haritanın
görselleri maskeyi düşürüyor: Kırkyama
Filistin adacıkları, en iyi Güney Afrika’nın ırkçı-ayrımcı (apartheid) dönemi Bantustanlarına benziyor. Bir
Filistin devleti güya öneriliyor; ancak tamamen anlamsızlaştırılarak. (…)
İsrail, bu devlet olmayan devletin tüm güvenliğini, karasularını, hava sahasını
ve uluslararası geçişlerini kontrol edecek ve hatta kalıcı bir deniz ablukası
bile uygulayabilecek.
Bu devlet olmayan devletin toprak
bütünlüğünden yoksunluğu sizi sakın endişelendirmesin; ne de olsa plan
“köprüler, yollar ve tünellerden oluşan teknoloji harikası altyapı çözümleriyle
Filistin devletinde seyahat kolaylığını en üst düzeye çıkarıyor.” Hatta
Filistinliler bağlantı yolları sayesinde Ürdün Vadisi’nin üzerinden bir uçtan
öbür uca geçebilecek, tabii ki “İsrail güvenlik ihtiyaçlarına tâbi olarak”.
İsrail topraklarındaki Filistinlilerin yerleşim alanları da maalesef ki “İsrail
güvenlik sorumluluğu”na tâbi olarak “Filistin”in geri kalanına erişebilecek;
keza bazı bölgelerde İsrail Filistinliler için imar kurallarına ve inşaat
izinlerine karar verebilecek. Filistinliler bu kontrol matrisinin pratikte ne
demek olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Filistin devlet olmayan devletinin
başkenti Kudüs olmayacak; zira Kudüs “İsrail Devleti’nin bölünmez ve egemen
başkenti” olarak kalacak. Filistinliler, İsrail’in inşa ettiği güvenlik
duvarının diğer tarafında kalan dış Kudüs mahallelerine sahip olabilir; ama
ümitsizliğe kapılmayın, Filistinliler bu başkent olmayan başkente istedikleri
adı verebilirler.
Neredeyse unutuyorduk; görkemli Filistin
devlet olmayan devleti de ancak bir dizi ön şartı yerine getirdiği İsrail
Devleti tarafından teyit edilmesi halinde kurulabilecek.
3. İsrail’in Talepleri mi? Hiç Yok
İsrail’de hem sol hem de sağ kesimden
kimilerinin -Amerikan belgesini sanki kendilerinden istenmeyen tavizler talep
edilmiş gibi sunan- bazı taktik girişimlerine rağmen bu, İsrail maksimalizminin
bir zaferidir. Nitekim İsrail’den hiçbir çıkarının olmadığını çoktan ilan
ettiği konularda geri adım atması veya yapmaması isteniyor. Eğer ki İsrail,
fikrini değiştirirse veya yeterli görmezse geri adım atabilir ve planda
kendisine verilen tek taraflı veto hakkını kullanarak herhangi bir uygulamayı
durdurabilir.
Kudüs’ün sınırları İsrail’in çok önce tek
taraflı inşa ettiği duvara göre belirlenecek. Yerleşimlerin genişlemesinin sonu
yok. İsrail istediği tüm toprakları tanımlamış durumda; bu topraklarda hiç
rahatsız edilmeden inşaatlarını sürdürebilir, Amerikan onayıyla İsrail
egemenliğini de genişletebilir.
Filistinlilerin evlerinin ve yapılarının
yıkımını sözüm ona erteleyen madde, aynı zamanda şu geçersiz kılıcı kullanışlı
maddeyi de içeriyor: “Bu erteleme, -İsrail Devleti’nce belirlenen- güvenlik
riski taşıyan yapıların yıkılması veya terör eylemlerini müteakip cezalandırıcı
yıkımlar söz konusu olduğunda uygulanmaz.”
İsrail, BM Güvenlik Konseyi kararlarını
tek taraflı geçersiz kılma noktasına dahi geliyor. Amerikan kavramsal haritası,
-1967 Savaşı’ndan sonra oybirliğiyle geçen, iki devletli çözümü tanımlayıcı bir
plan olan- “BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararının ruhuna uygun” ve
“İsrail Devleti’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılayacak ve İsrail Devleti’nin
meşru hukuki-tarihsel iddialarını dikkate alacak şekilde” tasarlandı.
4. Aşağılama, Birinci Bölüm: Mülteciler ve
Mahkûmlar
Filistin tecrübesine aşina herkes, mülteci
tecrübesinin Filistinliler açısından tarihî merkeziliğini ve İsrail
hapishanelerinde yatan çok sayıda Filistinli mahkûm olgusunun günümüz Filistin
hayatını muazzam derecede kararttığını bilecektir. Mahkûmlar meselesi,
kaçınılmaz şekilde hem silahlı hem de barışçıl direnişi üreten ve yıllar yılı
Filistinlilerin siyasi her türlü mücadelesini kriminalize eden alçaltıcı
işgalin bir sonucu.
Plan, Filistinli mültecilere muamelesinde
emsalsiz şekilde hakaretamiz; İsrail’in gark edildiği tonla söylemsel empatiden
bile hiç nasiplenemiyorlar. İsrail’in mültecilerin geri dönüşü hususunda katı
çizgisi tarihsel olarak herkesin malumu; ama barış müzakerelerinde en azından
bunu yumuşatmaya dönük girişimler vardı. Burada ise o da yok.
Metin “herhangi bir Filistinli mültecinin
İsrail Devleti’ne geri dönüş hakkı veya içeride hazmedilmesi söz konusu
olmayacak” iddiasında. Sadece bu da değil; İsrail, yeni devlet olmayan Filistin
devletinde kaç Filistinlinin ve hangilerinin ikamet edebileceğine de karar
verebilecek: “Filistinli mültecilerin Filistin Devleti’ne göç etme hakları,
üzerinde anlaşmaya varılan güvenlik düzenlemeleri doğrultusunda sınırlı olacak
… ve İsrail Devleti için artan güvenlik riskleri de dahil olmak üzere çeşitli
faktörlerce düzenlenecek.”
Son hakaret de tazminat dosyasına tahsis
edilmiş. Tazminat ızdırap çekilmesini ima eder. İnsanlığa işaret eder. Bu
türden bir izlenimi ortadan kaldırmak için planda bize deniyor ki, mali
kaynaklar “eğer Trump’ın iktisadi planını uygulamak için kullanılırsa” çok daha
iyi olacaktır. Eksik olan tek şey, buna parıldayan yeni bir Trump otelini
eklemek!
Mahkûmlara gelince, savaştan barışa
geçerken standart uygulama, özgürlük mücadeleleri bağlamında hapse atılanların
serbest bırakılması, bazen de hakikat ve uzlaşma süreçlerine tâbi olmalarıdır.
Ama bu, nefret planında yok. Cinayet işlemiş, adam öldürmeye teşebbüs etmiş
veya planlamış mahkûmlar bu kapsamın dışında tutuluyor; bu da bütün bir
mahkûmlar maddesini uzlaşma yerine aşağılamaya dönüştürüyor.
5. Güvenlik ve Kontrol
Bu kolay olan; zira sadece İsrailliler
güvenliğe layık ve dolayısıyla sadece İsrail’in güvenlik ve kontrol kapasitesi
olmalı. İsrail’in güvenlik ihtiyaçları en geniş kapsamda telaffuz edilmiş. (…)
En azından burada gizlemeye kalkışılmamış: “Bu vizyonun güvenlik kısmı, İsrail
Devleti’nin güvenlik ihtiyaçlarını en iyi şekilde kavrayışımız temelinde
geliştirildi” ve ayrıca “İsrail Devleti’nin güvenlik ihtiyaçları belirlenirken
İran’ın bütün faaliyetleri nazarı dikkate alınmalı” vurgusu yapılmış. Kısaca,
İsrail ordusu herhangi bir ceza görmeden fütursuzca operasyonlarına her yerde
devam edebileceği gibi, Filistin devlet olmayan devleti de sadece askerden
arındırılmış olmakla kalmayacak, aynı zamanda İsrail ordusuna bir taşeron
olarak daima hizmet edecek.
İsrail kara, deniz, hava ve sınır
geçişlerini kontrol altında tutarken daha fazlasına gerek yok. Ancak Büyük
Birader’in bir şeyleri ıskalayabilme ihtimali karşısında metin, “yalnızca
İsrail Devleti’nin kararıyla, İsrail Devleti güvenlik amaçları için gözlem balonlarına,
insansız hava araçlarına ve benzeri hava ekipmanlarına bel bağlayacak” şartını
koşuyor. Askeri işgal ilelebet her yerde…
Belge bize Filistinlilerin minnettar
olması gerektiğini söylemeye devam ediyor; ne de olsa “Filistin Devleti bu
türden (savunma) harcamalarından yükümlü olmayacak, çünkü bu İsrail Devleti
tarafından deruhte edilecek.” Görünüşe göre Amerikan cömertliği sınır
tanımıyor; çünkü ana hatlarıyla belirtilen güvenlik planı “yeni bir çokuluslu
güvenlik gücü oluşturmak yerine uluslararası bağışçılar için milyarlarca dolar
tasarruf sağlıyor”. Teşekkürler Amerika.
6. Gazze: Tahmin Ettiniz, Tamamen
Filistinlilerin Kabahati
Gazze, dünyadaki en kalabalık yerlerden
biri ve burada yaşayanların çoğu Büyük Felaket (Nekbe) sırasında
evlerinden kovuldu. Yıllar evvel bir BM raporu 2020 yılına kadar Gazze’nin
yaşanmaz bir yere dönüşebileceğini ileri sürmüştü.
İsrail 2005’te Gazze’den geri çekildiğinde
kalıcı bir kuşatmayı uygulamaya soktu ve çekilişinin cezalandırıcı şartlar
altında gerçekleşeceğini de belirtti. O günden beri İsrail’le girilen birçok
çatışmada, İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem’e göre 2667’si sivil, en az
5514 Filistinli öldürüldü. İki yılı aşkın süredir devam eden geri dönüş
yürüyüşleri, İsrail tarafından, birçoğu çocuk 250 küsur Filistinli sivilin
hayatını kaybetmesiyle ve 30 bini aşkın kişinin de yaralanmasıyla püskürtüldü.
Şüphesiz Trump yönetimi bile Gazze için azıcık empati kurabilirdi. Ama nafile.
Her şey Filistinlilerin suçu. Bize deniyor
ki Gazzeliler ve Gazze’deki liderlik, içinde bulundukları şartların tek
sorumlusu. İsrail tertemiz, kusursuz. Oysa dünyada hiçbir çatışma hali bu şekilde
işlemez ve hiçbir çatışmayı çözme girişimi böyle bir iddiada bulunamaz.
Amerikan metni ayrıca “Gazze halkı için ciddi iyileşmelerin bölge tamamen
silahsızlanmadan gerçekleşmeyeceği”ni vurguluyor. Bu olmayacak, hatta olmamalı.
Gazzeliler için çok daha fazla sefalet öneriliyor.
7. Filistinli Homo Economicus
Belgenin 181 sayfasından 124’ü, yani
yarıdan fazlası “İktisadi Çerçeve”ye hasredilmiş olup “ekonomik potansiyeli
açığa çıkarmak” ve “Filistin yönetişimini geliştirmek” üzerine McKinsey tarzı
sunuşlarla dolu. Temelde bu, çabucak unutuluverilen Manama “Refah için Barış”
belgesinin yeniden yayınlanması.
Filistinlilere müjdelenen muhteşem
gelecekle ilgili iki küçük problem var: Birincisi, bu gerçekleşmeyecek; bu
hususlar uygulanmayacak bir planın parçası. Zira biz daha önce de aynı
noktadaydık, hem de birkaç defa… İşgal altında kalmış bir Filistin ekonomisi
gelişemez ve plan bu basit gerçekçiliği kabullenmiyor. Dahası plan daimi
işgalin bir teminatı. Tam da bu yüzden ekonomik plan daha baştan ölü durumda.
İkinci problem, Filistinlilere kolektif
milli arzuları olan bir ulus olarak değil, -mükemmel rasyonel iktisadi seçimler
yapan ve ufukları, daha iyi bir maddi hayat için iktisadi fırsatların ötesine
geçmeyen bireylerden oluşan- birer Homo economicus olarak
muamele ederek tam bir fanteziye dalması.
Filistinlileri satın alma ve onlar için
görkemli bir neoliberal gelecek tanımlama girişimleri, işgal altında ekonomik
büyüme yaratma çabaları kadar orijinallikten uzak. Her iki varsayımın da -en
hafif deyimiyle- öyle harika bir geçmiş performansı yok.
8. Tekrar Tekrar Aşağılama: Her Yerde Kol
Geziyor
Bu nefret dolu metin Filistinlileri
aşağılamak için hiçbir fırsatı kaçırmamış. Bunun kasıtlı olduğu sonucuna varmak
da zor değil. Mesela belgede insan haklarına saygıdan tek bir yerde
bahsediliyor; o da kendilerine devlet olmayan devletleri bahşedilmeden evvel
Filistinlilerin yerine getirmesi gereken ön koşullardan biri!
Çeşitli yerlerinde plan, İşgal Altındaki
Filistin Toprakları’nın bir parçası olan bölgelere özel düzenlemeler ve özel
erişim imkânı sunarak Filistinlilere cömertliğini ortaya döküyor. Mesela Ürdün
Vadisi İsrail egemenliği altında kalacak olmakla birlikte, “böyle bir
egemenliğe rağmen İsrail, Filistinlilerin sahip olduğu veya kontrol ettiği
mevcut tarım işletmelerinin, İsrail Devleti tarafından verilen uygun izin
belgeleri veya kira sözleşmeleri çerçevesinde -kesintiye uğramadan veya
ayrımcılık yapılmadan- devam edeceğine dair bir anlaşmayı müzakere etmek üzere
Filistin hükümetiyle birlikte çalışmalıdır.” Ne kadar da iç karartıcı…
Filistin’in Ölüdeniz bölgesinde de benzer
düzenlemeler öneriliyor; yine İsrail’in olacak, ancak Filistinlilerin “İsrail
Devleti’nin böyle bir yerde egemenliğine halel getirmeksizin Ölüdeniz’in
kuzeyinde bir tatil alanı geliştirmeleri”ne izin verilecek. Benzer şekilde
kuzey Kudüs’ün Atarot semtinde özel bir turizm alanı belirlenecek; İsrail’in
parçası değil, ama bir önemi yok, siz işinize bakın.
Filistinlilerin uluslararası örgütlere
veya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuru yapmaları yasaklanıyor. Ve sadece
Filistinlilerin komşularını kışkırtmayı sonlandırması gerektiği vurgulanıyor;
İsrailliler için böyle bir şart yok. Aşağılama listesi işte böylece devam edip
gidiyor.
9. Hakim ve Yargıçlar Kurulu Olarak İsrail
Uzun süre devam eden çatışmaları çözmeye
dönük ciddi girişimler, karşılıklı güvensizliği dikkate alarak esnek bir
uygulama mekanizması geliştirmeyi gerektirir. Bu da normalde, geriye dönmeyi
caydıracak önlemlerin ve üçüncü taraf garantilerinin bir bileşimini devreye sokar.
Trump belgesinde baştan sona hâkim ana
fikirle uyumlu olarak böyle bir düşünceden kaçınılıyor. İsrail, zaman zaman
Amerikalılarla birlikte, her şeye karar verme noktasına geliyor. Teklif edilen
Filistin devlet olmayan devletinin oluşumuna sıra geldiğinde, ön şartların
“yerine getirilip getirilmediği Filistin Yönetimi’yle istişare edildikten
sonra, iyi niyetle hareket ederek, İsrail Devleti ve ABD tarafından ortaklaşa
tespit edilmeli.” Kısaca İsrail’in veto hakkı var. Eğer ki bu planda İsrail’in
hoşuna gitmeyen herhangi bir şey olursa asla uygulanamayacak.
10. Ürdün ve Planın Nihai Hedefi
Planı kaleme alanların aklında iki
senaryodan birinin olduğunu ve her ikisinin de beklendiği üzere İsrail için
kazan-kazan seçeneğini sunduğunu varsaymak gerekir. Birinci senaryoya göre,
plan İsrail’in yorumu doğrultusunda uygulanır ve Büyük İsrail’i Filistin
Bantustanları ile birlikte resmileştirmeyi başarır. Muhtemelen Trump’ın
öngördüğü tam da budur: Süregiden baskıların Filistinlileri böyle bir
anlaşmanın altına imza atmaya itmesi. Bu akıl almaz bir ihtimal olmasa da,
böyle bir liderlik ciddi bir meşruiyet sorunu ve iktidarda kalma mücadelesi
yaşar.
Daha muhtemel senaryo (planın en azından
bazı mimarlarının tasarladığı) ise, Filistinlilerin planı reddetmeleri
nedeniyle suçlanmaları ve İsrail’in -ABD’yle birlikte- egemenliğini ve kalıcı
kontrolünü hayata geçirmek, belki de bu belgede öngörülenin de ötesine geçmek
üzere her durumda ilerleme kaydetmesi.
Uzun zamandır İsrail sağının hobisi olan
seçenek, Filistin siyasi temsilinin gerçekleştirilmesine Ürdün’ü de dahil
etmek. Belgede bu, üstü kapalı hissettirilmenin de ötesine geçerek, doğrudan
atıfla “coğrafi yakınlığı, kültürel benzerliği ve aile bağları nedeniyle”,
Ürdün’ün -ilginç bir şekilde- “kurum inşası ve belediye hizmetleri” de dahil
“Filistinlilere bir dizi konuda yardımcı olma noktasında hususi bir rol”
oynaması vurgulanıyor. Bu vurgu -güvenlik alanında Ürdün’ün rolüne yapılan
diğer bir atıfla birlikte- Haşimi Krallığı için bir uyarı alarmı olmalı; zira
İsrail teklif edilen ırkçı ayrımcı apartheid planını
hayata geçirmek için bir paravan olarak Ürdün seçeneğini zorlamak isteyebilir.
Dehşete düşüren bu manzarada durumu
kurtaran iyi bir şey varsa o da planın tanıtımının, Amerikan Başkanı’nın,
hakkında yürüyen azil soruşturmasını püskürtme stratejisinin yolunda gitmesi
için uğraştığı bir günde gerçekleştirilmesiydi. Aynı gün, İsrail başsavcısı da
Başbakan Netanyahu hakkında hazırladığı rüşvet, dolandırıcılık ve güveni
suiistimali içeren üç ayrı yolsuzluk dosyasında iddianameyi Kudüs bölge
mahkemesine göndermekteydi. İkisi birlikte ele alındığında planın, ortaklaşa
tanıtımını yapanlarla birlikte çökebileceği izlenimi uyanıyor.