“BÜTÜN
EMEĞİMİ, KAZANCIMI, HAYALLERİMİ URFA’DAKİ GERİ GÖNDERME MERKEZİNDE GEÇEN 5,5
AYDA BİTİRDİLER”
XX
(Lübnan’dan gelmiş bir Filistinli
olduğu halde Suriye’ye sınır dışı edilen bir inşaat mühendisi)
15.9.2023,
İdlib
Röportajı
yapan: Zahide Tuba Kor
NOT: Blogda yer alan 900 içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri ancak kaynak
göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
Yüksek
lisans yapma hayaliyle 2015’te turist vizesiyle Türkiye’ye gelip çalışmaya
başlayan Beyrut Amerikan Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunu 30 yaşında
Lübnanlı Filistinli bir genç, geçerli ikamet izni olmadığından 2023 yılı
başında iş çıkışı yakalanmış ve 2 ay evvel Suriye’ye sınır dışı edilmiş. Henüz 3
yaşındayken anne-babası geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybetmiş; bu
hayatta tek bir kız kardeşi var. Şimdi İdlib’de işsiz güçsüz hayatta kalmaya
çalışıyor. Lübnan’da başlayan, Türkiye’de devam eden ve Suriye’de biten hayat hikâyesini,
Suriyeli olmadığı halde nasıl bu ülkeye sınır dışı edilebildiğini kendisinden
dinledim. Bu arada ilk kez yaptığım bir röportajı sansürleme gereği duydum. 5,5
ay kaldığı Şanlıurfa’daki geri gönderme merkezinde yaşadığı ve şahit olduğu şok
edici olayları ayrıntısıyla öğrensem de yayınlamıyorum. Sadece şunu bilin: Kamplarda ve geri gönderme merkezlerinde ortam ve uygulamalar -daha evvel görüştüğüm avukatlar, sığınmacılar ve habersiz denetlemeye giden kişilerin deyimiyle- hakikaten berbat. Bu kadarı da olmaz diyeceğimiz türde şeyler yaşanıyor. Bu röportajda (...) şeklindeki kısımlar da bunları içeriyor.
Türkiye’ye
ne zaman ve niçin geldiniz?
2015’te
Lübnan’ın başkenti Beyrut’tan geldim. Lübnan’da doğup büyümüş bir Filistinliyim.
Beyrut Amerikan Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden mezun oldum.
Lübnan’da iş bulamayınca Türkiye’ye hem yüksek lisans yapayım hem de birkaç
sene çalışıp para biriktireyim, ardından Avrupa’ya gideyim düşüncesiyle geldim.
2015’ten
itibaren Türkiye’de neler yaptınız?
Türkiye’ye
ilk geldiğimde her şey çok güzeldi. 2018 yılı ise bir dönüm noktası oldu. Göçmenler
açısından 2018 öncesi ile sonrası arasında büyük fark var. İlk geldiğimde
uluslararası nakliyat yapan bir Türk şirketinde çalıştım. Avrupa’dan ikinci el
biçerdöver, traktör vs. alıp Irak’a, İran’a gönderiyorduk. Ardında İstanbul’da
bir İtalyan şirketinde iki yıl çalıştım. Ben parfüm işini geçmişten beri çok
iyi bilirim. Hayalim, kendi parfümlerimi üretip, markamı oluşturup açacağım bir
dükkânda satmaktı. Ama biriktirdiğim para yetmedi. Bu sefer Türk ürünlerini
Arap ülkelerine ihraç eden bir Arap şirketinde işe girdim. 2022’de kendi işim
için İspanya’dan ve başka Avrupa ülkelerinden 50 çeşit parfüm yağı alıp yavaş
yavaş üretmeye başlamıştım ki 2023 başında gözaltına alındım. 6 aya yakın geri
gönderme merkezinde tuttuktan sonra beni Suriye’ye sınır dışı ettiler.
Türkiye’de
hangi statüde yaşadınız?
Turist
vizesiyle gelip turist ikameti aldım. Bu arada 2015’ten 2023’e kadar yüksek
lisans için üniversiteleri denedim. Gaziantep Üniversitesi’nden kabul aldım ama
gitmedim. Avrupa’ya gitmeyi hedeflediğim için tıpkı lisansım gibi yüksek lisans
diplomam da iyi bir üniversiteden olsun istedim. Bu süreçte sekiz yıl vakit
kaybettim ve sonunda kendimi Suriye’de buldum.
Bu
süreçte hiç sıkıntı yaşadın mı?
Hiç
kimseyle bir sıkıntım olmadı. Beni neden Suriye’ye yolladılar hala anlamıyorum.
Sıkıntı çıkarmış bir insan olsam veya yanlış en ufak bir iş yapmış olsam, tamam
anlarım. Ama neden benim gibi düzgün insanlara da bunu yapıyorsunuz ki?
Sizi
nerede, nasıl yakaladılar?
Ben
bir yabancı dil kursunda İngilizce öğretmenliği yapıyordum. Kursa İngilizce
öğrenmeye gelen bazı Araplara zaman zaman Türkçe özel ders de veriyordum. Kurstan
dönerken polis beni durdurup kimlik sordu. 2021’e kadar ikamet iznimi yenilemeyi
üç defa deneyip her seferinde reddedilince başvurmayı durdurmuştum. Dolayısıyla
polis “İkamet iznin aktif değil. Bizimle gel, birkaç saat veya en geç bir gün
içinde aktifleştirip durumunu düzeltelim” dedi. Kabul ettim; çünkü yanlış bir
şey yapmamıştım. Ama beni kelepçelediler. Karakolda “Şu evraka imza at” dediler.
Türkçe okuyup yazmayı iyi biliyorum. Evrakı okudum ve beni nakledeceklerini
anladım. “Burada gerekli işlemleri yapabilecekken beni niye naklediyorsunuz?”
diye sordum. “Bizim sisteme giriş yapma hakkımız yok. Seni Göç İdaresi’nin geri
gönderme merkezine (GGM) göndereceğiz. Orada Göç İdaresi senin durumunu düzenleyecek”
cevabını verdiler. İmzaladım. Tuzla GGM’ye gittik. 1000-1200 kişi vardı, çok
kalabalıktı. Zaten oraya getirilenler diğer şehirlere naklediliyordu. Bizi de
Urfa’ya nakledeceklerdi. “Neden Urfa’ya gönderiyorsunuz?” diye sordum. Dediler
ki “Orada durumunuza tek tek bakıp düzenleyecekler.” Velhasıl bir gün diyerek
beni aldılar, ama tam altı aya yakın gözaltında tuttular. Tabii ki söylenenlerinin hiçbiri doğru değilmiş; ikametle
ilgili hiçbir şey yapılmadı.
Urfa’da
ne yaptınız? GGM nasıldı, neler yaşadınız?
Ooo, çok uzun bir hikâye. Hangi birini anlatayım ki... Dört blok vardı, her blok iki kattı, her katta toplamda 160 kişinin kaldığı 10 tane oda vardı. 160 kişi için sadece iki tane telefon bulunuyordu. Herkesin beş dakikalık telefonla konuşma hakkı vardı. Akşamları saat 8’den 10’a kadar 160 kişi nasıl ve ne konuşacaktı? Tabii telefonda konuşabilmek için de düzgün bir tutuklu olmalıydın, herhangi bir yanlışlık yapmamalıydın. Yemek azdı. Yataklar kirliydi. Temizlik yapan kimse yoktu. [Şikayetler üzerine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca bazı GGM'lere yapılan ani ziyaretler ve incelemeler sonucu kaleme alınan raporların tamamında temizlik sorunu yer almaktadır. Temizlik yapanlar olmadığı gibi gözaltında tutulanlara kaldıkları odaları temizlemeleri için de hiçbir malzeme verilmemektedir. Bu da odalarda ağır bir kokuya ve başta cilt hastalıkları olmak üzere çeşitli rahatsızlıklara yol açmaktadır.] Ayrıca güvenlikle konuşurken sesinizi hafif yükseltirseniz hemen sınır dışı etmek için harekete geçiyorlardı. Geri göndermek için sürekli bir bahane ve bir açık arıyorlardı. İstedikleri şey sinirlenip bağırmamızdı.
Yani
kasıtlı olarak sizi sinirlendirmek için mi uğraşıyorlardı?
Ooo,
hem de ne kadar çok uğraşıyorlardı. Sadece sinirlenmekle kalmıyorduk; inanın
dövmek bile içimizden geçiyordu ama kendimizi tutuyorduk. Hastalandığımızda sağlık
görevlisinden panadol veya parol gibi bir ilaç almamıza bile izin yoktu. GGM’de
bir tane kantin/market vardı; oraya gitmek istediğimizde bizi engellemek için türlü
türlü bahaneler üretiyorlardı. Ne ihtiyacımız olsa yok diyorlardı.
Benim
Türkiye’deki geçmişim tertemiz olduğu için GGM’de sonuna kadar beklemeye, her
şeye sabretmeye hazırdım. Zaten başka bir çarem de yoktu. Sıkıntı çıkaranları (…)na
kapatıyorlardı. (…)
Siz
de oraya kapattılar mı?
Evet, kapattılar.
Hem de neden biliyor musunuz? 5,5 ay geçtikten sonra beni Suriye sınırına
götürdüler. Ama sınırdaki görevliler beni almadı. Çünkü dosyam tertemizdi,
hakkımda hiçbir şey yoktu; dahası Suriyeli değildim. GGM’ye geri döndüğümde
herhangi biriyle konuşup da olan biteni kimseye anlatmayayım, onlara avukat tutun gibi tavsiyeler vermeyeyim diye beni (…)
kapattılar. (…)
Bakın,
yanlış anlamayın sakın. Ben Türk vatandaşlarına çok saygı duyuyorum ve
seviyorum; fakat o 5,5 ay içinde gördüğüm insanlara Türk diyemem. Bunlar Türk
değil, hatta insan bile değil. İnsan olan onları yapmaz. (…)
Suriye
sınırından sizi içeri almadılar, öyle mi?
Evet,
beni ve üç kişiyi almadılar. Bu arada beni almamaları ilk de değildi. Bizi
otobüsle İstanbul’dan Urfa’ya götürürlerken önce Harran’a uğradık. Toplamda 38 kişiydik.
36 kişiyi hemen Suriye’ye sınır dışı ettiler, hiç bekletmeden. Sadece ben ve
kalp hastası bir ihtiyar kaldık. 5,5 ay sonra beni bir daha Suriye sınırına götürdüler;
ama yine içeri alınmadım. Üçüncü seferde Filistinli olduğumu kayıtlardan
tamamen silmişler ki Suriye’ye gönderebilsinler.
Ben
Lübnan’dan geldim, ailem Lübnan’da demediniz mi?
5,5
aydır orada bütün güvenlikler beni tanıyor, Filistinli olarak hikâyemi
biliyorlardı. Zaten herkesin dosyası var ve kim suçlu kim suçsuz belli. Ama
kimsenin bir şey yapmaya cesareti yoktu. Ben Türkiye’ye yüksek lisansı yapmaya ve
çalışmaya gelmiştim, suç işlemeye değil. Sizin hiç mi istihbaratınız yok? İstihbaratınız
kimin ne yapıp yapmadığını bilmiyor mu? Her şey ortadaydı. Fakat inisiyatif
alan yoktu.
Peki,
beni Suriye’ye değil, Lübnan’a yollayın demediniz mi?
Evet,
onu da dedim. Ama “Seni Lübnan’a gönderebilmemiz için yol ve bilet parasını kendin
ödemek zorundasın” dediler. Dedim ki “Hem 5,5 aydır beni burada alıkoydunuz. Şimdi
bir de para mı vereyim? Dahası, cebimde para mı kaldı?” Ben size ne yapmıştım
ki bunları yaşattınız?
Yani
bilet parası bulabilseydiniz Lübnan’a dönecektiniz, öyle mi?
Hem
bilet hem de Türkiye içindeki yol parası gerekiyordu.
Sınırdan
GGM’ye geri gönderildiğinizde başınıza neler geldi?
İyi
hiçbir şey olmadı. (…)na koydular. 12 saat sonra çıkardıklarında nöbet değişimi
olmuş, yeni bir şef gelmişti. Şef “Bu adam niye burada?” diye sordu. “Biz onu
Suriye’ye gönderdik. Sınırda kabul etmemişler. Hiç kimseye bir şey anlatmaması
için buraya aldık” cevabını verdiler. Şef “Sınırdan kabul edilmemişse bu, adamın
suçu mu?” dedi. Beni kimsenin tanımadığı farklı bir bloka gönderdi. Üçüncü gün beni
bir daha çağırdılar. Serbest kalacağımı zannetmiştim. Çünkü birincisi hiçbir
şey yapmamıştım, ikincisi beni Suriye sınırına gönderdikleri halde almamışlardı.
Geriye ne kalmıştı? Serbest kalmak. Dediler ki “Aşağıya inip müdürle
konuşacaksın.” Ben aşağıya inerken tesadüfen müdür yukarı çıkıyordu. Bana dedi
ki “Hayırlı olsun.” O an gerçekten inandım, serbest kaldım diye. “Nereye
gidiyorum?” diye sordum. “Vatanına gideceksin” dedi. Filistin’e gideceğimi
zannettim. Otobüse bindiğim anda film koptu. Bu sefer Suriye sınırından beni içeri
aldılar.
Gönüllü
geri dönüş belgesine nerede imza attın?
Bir
önceki sefer, yani üç gün evvel otobüste imza attırmışlardı. Tekrar imza atmaya
gerek yoktu.
İmza
atmadan evvel itiraz ettin mi?
Yok öyle bir dünya. (…) Öyle veya böyle imzayı zorla attırıyorlar. Adamsan eğer tut kendini.(…) Karşımda on tane jandarma varken nasıl itiraz edebilirdim? Bir de benimle birlikte götürdükleri herkes mecburen imza attı.
Peki,
hiç bu süreçte ailenle görüşüp durumunu anlattın mı?
Yok.
Size dedim ki blok iki kat ve her katta 160 kişi var. Bu 160 kişinin aileleri farklı
farklı ülkelerde veya şehirlerde. İki saatte 160 kişinin telefon konuşması ne
demek? Bir de bütün bloklar aynı saatte telefonu çalıştırıyor. Zaten telefonlar
sabit hat. Sabit hat bunca insana nasıl yetsin?
Bir
de benim ailem zaten küçücük. Annem-babam ben 3 yaşındayken kazada ölmüş,
1996’da. Bu hayatta bir tek kız kardeşim var. O da bir Suriyeliyle evlendi. Bugünlerde
Almanya yolunda.
Seni
kim büyüttü?
Yaşadığımız
Ayn el-Hilve Kampı’ndaki bir teyze kız kardeşimle beni alıp büyüttü,
üniversiteye kadar. Bize anne-baba oldu. Üniversite ikinci sınıftayken o teyze de
öldü.
Peki,
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde bir Filistinli olarak okuman hiç kolay değildir.
Özel üniversite olduğu için pahalıdır. Seni kim okuttu?
Bizi
himaye eden teyze okutmak için her şeyi yaptı. Kendisi terzi olarak
çalışıyordu, hatta yanında çalıştırdığı insanlar da vardı. Hayatta olduğu
sürece hep bana destek çıktı, sen yeter ki oku dedi. Ama tabii ben de boş
durmadım, kozmetik alanında çalıştım.
Kaç
yaşından beri çalışıyorsun?
15-16
yaşından beri. Üniversitedeyken de çalıştım. Kuaförlere kozmetik malzemeleri
satıyordum. Parfüm işine başlama isteğimin nedeni de buydu. Küçüklüğümde
yaptığım işti bu.
Mayıs
ayında doğup büyüdüğün Ayn el-Hilve Mülteci Kampı’nı ziyaret ettim. Hem yardım dağıttım
hem de Filistinlilerin hikâyesini dinledim. Orada da hayat çok zor…
Filistinliler
olarak bizim vatanımıza dönme imkânımız yok, gidebilmeyi çok istesek de. Lübnan’daki
Ayn el-Hilve Kampı’nda hayat şartları kötü olsa da oraya dönmeye razıyım ben.
Yani
şu anda İdlib’de kalmaktansa Ayn el-Hilve Kampı’na gitmeye razıyım diyorsun.
Tabii
ki, yüzde 100. Ayn el-Hilve’de yaşadığım bir geçmişim, bir hayatım var. İdlib’de
hiçbir şeyim yok ki.
Gelelim
Suriye’ye sınır dışı edildikten sonra yaşadıklarına… Ne zamandır Suriye’desin?
Sınırdan içeri girdiğin andan itibaren neler yaşadın?
Tam
iki ay oldu. Burada yaşadıklarım Urfa’da yaşadıklarımı unutturdu. Bizi ilk
olarak Tel Abyad’a yolladılar. 90 km uzunluğunda ve 30 km genişliğinde kapalı bir
toprak parçası. Hiçbir yere gidemiyorsun. Aynı açık cezaevi gibi. Bölge şu an Türkiye’nin
kontrolünde. Tel Abyadlılar daha önce IŞİD’i ve PKK’yı görmüşler. Bizi oraya
bıraktılar ama hiç kimseyi tanımıyoruz. Tek tanıdıklarım kampta birlikte
kaldığım arkadaşlar. Kalacak yerimiz olmadığından bir mescitte yattık. Mescidin
yanında eski eşyaların konduğu küçük bir ev vardı. “Sayınız çok, size orayı açalım.
Siz orayı temizleyip oturun” dediler. Tabii orası yaşamak için bir ev değildi,
depo gibiydi. Biz oraya da razıydık, yaşadık.
Ben
bir çözüm bulabilmek için uğraştım. Herkes bizim dilimizden anlamaz. Oradaki
Suriye askerleri gelin bize katılın, bizimle çalışın dediler. Askerlik yapmak isteseydim
Lübnan’da Ayn el-Hilve Kampı’nda Hamas veya el-Fetih’in silahlı gruplarından
birine katılırdım. Ama ben asker olmak istemedim, okuyup mühendis oldum.
Suriye’de neden askerlik yapayım? Neyse Tel Abyad’da uğraştım ve sonunda bölgenin
sorumlusu Türk validen randevu aldım. Kendisine durumumu anlattım. Vali Bey çok
şükür halden anlayan biriydi. Bana dedi ki “Sana yapılanlardan dolayı ben onlar
yerine özür dilerim. Ama bir karar alınmış artık, değiştiremeyiz.” Dedim ki “Ama
ben Suriyeli değilim ki...” Vali Bey, “Senin için yapabileceğim tek şey,
Türkiye’nin kontrolündeki Suriye’nin diğer bölgelerine göndermek olabilir. Daha
fazlasını yapamam” dedi. “Biz 90 kişiyiz, bari hepimize bu iyiliği yapın,
sadece benim için değil” dedim. Çünkü benim dışımdakiler Suriyeliydi ve onların
diğer bölgelerde en azından aileleri veya tanıdıkları vardı. Tel Abyad ise kapalı
bir yer. Etrafında PKK veya Suriye rejimi, kuzeyinde de Türkiye var. İçeridekiler
hiçbir yere gidemiyor. Vali Bey sağ olsun, kabul etti. Güvenlik güçlerinin
eşliğinde üç otobüsle Tel Abyad’dan Türkiye’ye geri döndük; Urfa, Antep, Kilis üzerinden
Azez’e girdik. Azez’e gelince etrafıma baktım, ben niye buraya geldim diye
kendi kendime sordum. Hiç kimsem yok ki. Tel Abyad’da birlikte olduğum
arkadaşların da hepsi dağılıp gittiler.
Diğer
Suriyeliler Azez’de nereye gitti?
Kimisinin
ailesi veya akrabası oradaydı. Onlar yoksa da en azından aşiretinden birileri,
tanıdıkları vardı. Ben ise her şeye tamamen yabancıyım, ortada kalakaldım.
Azez’de yaşayabileceğim, yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bari Afrin’i deneyeyim
dedim; belki bir fırsat, bir şey karşıma çıkar diye ümit ettim. Ama Afrin’de de
bir şey yoktu. Tabii bu gezinme bir hafta sürdü.
Bu
bir hafta içinde ne yaptın? Ne yedin, ne içtin? Nerede yaşadın?
Allah
biliyor halimi. Ben elhamdülillah sabırlı bir insanım, zorluklara dayanabilir
bir yapıdayım. Bir-iki gün yemek yemedim diye şikâyetçi olmam. Açlığa bir hafta
da dayanırım. Sorun şu ki Afrin’de bütün param bitti. Ne yapacağım? Mecburen yürüye
yürüye devam ettim. Yolda otostop çekiyordum, şoför nereye gidiyorsa beni de oraya
götürüyordu. Ondan sonra yeniden yola çıkıyordum; başka bir adamın aracına biniyor,
onun gittiği yeri deniyordum. Böyle böyle İdlib’e geldim.
İdlib,
Heyet Tahriru’ş-Şam (HTŞ) adlı örgütün kontrolünde. Belki orada yapacak bir
şeyler bulurum veya onlar bizim için bir şey yapar diye düşündüm. Ama zerre
kadar durumdan anlayan insanlar değillermiş. Tel Abyad’a yollandığımızı, oradan
Türkiye’ye geri girip Azez’e getirildiğimizi anlattığımda buna bile inanmadılar.
“Vali seni neden dinlesin? Türklerin seni dinlemeye niyetleri olsaydı zaten
Türkiye’deyken dinlerlerdi” dediler. Neyse İdlib’de ortada kaldım. Yaşayacak bir
evim yok. Camiler birkaç gün misafir eder de sonrası olmaz. Sokakta kaldım. Bir
gün Ahmet Bey’le yolda karşılaştık. [Ahmed Bey, daha evvel kendisiyle röportaj
yaptığım, enkaz altında kalan kimliklerini yeniden çıkartmak için gittiği
Antakya’daki Göç İdaresinde gözaltına alınıp GGM’ye yollanan, eşi ve 2 küçük
çocuğu Türkiye’de kalırken kendisi sınır dışı edilen yaralı depremzede Suriyelidir.
Bu Filistinliye de onun vesilesiyle ulaştım. Röportaj için bkz. http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2023/07/suriyeli-bir-ailenin-hikayesi-en-zoru.html]
Bana “Neden yolda oturuyorsun?” diye sordu. “Gidebileceğim hiçbir yerim yok”
dedim. Beni tek başına yaşayan bir akrabasının evine götürdü. Yaklaşık bir aydır
akrabasının evindeyim.
İdlib’de
iş bulabildin mi?
İnşaat
mühendisliği mezunu ve dil bilen biri İdlib’de ne iş yapabilir ki? Buranın
kendi insanı iş bulamazken ben nasıl iş bulayım?
Peki,
geçimini nasıl sağlıyorsun? Ne yiyip ne içiyorsun?
Bunlar
normalde benim kimseye anlatmayacağım şeyler; ama madem ısrarla soruyorsunuz
söyleyeyim. Bir gün yerim, bir gün yemem. Veya haftanın birkaç günü yiyecek
bulurum, kalanı bulamam. Sonuçta öyle veya böyle yaşıyoruz işte.
İş
bulamadım ama vaktimi de boş boş geçirmek istemedim. Ücretsiz İngilizce veya
Türkçe dersi vereyim bari diye düşündüm. Ama burada kimse dil öğrenmek
istemiyor ki. Hal böyleyken ne yapabilirim?
Her
gün sınıra gidiyorum. Türkiye’ye nereden, nasıl tekrar girebilirim diye plan
yapıyorum. Tabii maşallahınız var, o kadar büyük bir duvar inşa edilmiş ki
aşılması çok zor. Her gün duvarı dolaşıyorum, oradan mı geçsem buradan mı diye.
Ondan sonra geri eve dönüyorum. Böyle geçiyor işte günlerim.
Yani
duvarı aşıp Türkiye’ye girmek öyle kolay bir şey değil diyorsun…
Kaçak
geçmek kolay olur mu? Hem para bulmak hem de geçmek öyle kolay değil. Buradan
Türkiye’ye geçebilmek için insan kaçakçıları 1500 dolar istiyor. İdlib’de 100 yıl
çalışırsan bu parayı biriktiremezsin ki. Tek başına geçmeye kalkışmak da bir
kader; başına ne geleceği belli olmaz.
5,5
ay Urfa GGM’de kaldım, her şeye dayandım. Ama en zoru bu. Artık dayanma gücüm
kalmadı. Telefonumu satmayı düşündüm; ama ondan sonra ne satacağım, hiçbir şeyim
kalmıyor geriye. Ne yapıp edip duvardan geçmeye çalışacağım. Geçebilirsem
geçerim, geçemezsem sınırda ne istiyorlarsa yapsınlar; isterlerse dövsünler,
isterlerse öldürsünler. [Ben röportajı yayınlayana kadar elindeki son şeyi, telefonunu da satmak zorunda kalmış.]
Kaç
yaşındasın?
30’uma
girmek üzereyim.
30
yıllık ömründe hayatının en zor dönemi ne zamandı?
Urfa’ydı.
Her şeyimi mahvettiler. Bütün emeğimi, kazancımı, hayallerimi, her şeyi oradaki
5,5 ayda bitirdiler. Bakın, 5,5 ayın sonunda beni Suriye’ye yollamayıp da
serbest bıraksalardı ne olacaktı? Zaten çalıştığım işyeri İngilizce öğrettiğim
öğrencilerime başka bir hoca bulmuştur. Kazandığım para Urfa’da iyice azaldı. İnsan
sanıyor ki gözaltında fazla bir harcama olmaz. Ama ne yiyip ne içeceksin?
Nasıl
yani, GGM’de parayla mı yemek yediniz?
Verilen
yemekle yetinirsen yaşayamazsın ki. Hem çok azdı hem de kötüydü. Yemekler
kokuyordu. Her gün bakliyat. Haftada bir sabah poğaça-simit geliyordu, o kadar.
Sonrası hep aynı sırayla verilen bakliyatlar. Mecburen kantinden satın alıyorduk.
Türkiye’de
maaşın ne kadardı?
Şirketlerde
çalıştığım için iyiydi. Mesela 2016’da Türk şirkette 3200 TL maaş aldım. Askere
giden bir Türk gencin yerine geçici olarak beni işe almışlardı. Gelince
çıkardılar. İtalyan şirketi iyiydi, 7500 TL kazanıyordum. Arap şirketinde 5500
TL idi. 2016-2020 arasındaki maaşlarım böyleydi. 2020’de koronavirüs çıkınca 2021’de
kendi parfüm işimi kurmaya çalıştım. 2022’de İngilizce öğretmenliği yaptım.
2023 yılım da Urfa’da geçti, sonra buraya yollandım.
Yıllardır
Türkiye’de kazandığın parayı nerede bitirdin?
Birincisi
kız kardeşimin evlenmesi sırasında, ikincisi de Urfa’da.
Kız
kardeşinin düğün masraflarına katkıda mı bulundun?
Tabii
ki ben onu asla bırakmam. O benim bu hayattaki her şeyim.
Peki,
kız kardeşin başına gelenleri, Suriye’de olduğunu biliyor mu?
Yok,
bilmiyor. Daha doğrusu, bir şeyler olduğunun farkında, ama ne oldu tam bilmiyor.
Durumumu kız kardeşime bile söylemedim.
Tavsiyem,
şu sıralar Türkiye’ye girmeye çalışma. 2024 Mart’ındaki belediye seçimlerine
kadar çok sıkı kontroller devam edecek ve sınır dışılar daha da artacak. Yine
yakalanırsın.
Bana
6 ay İdlib’de kal diyorsunuz. Bu, benim için ne demek biliyor musunuz? Aç susuz
yaşa yaşayabilirsen. Dayanama gücüm kalmadı. Başıma ne gelecekse gelsin artık.
Türkiye’de
kalmayı düşünmüyorsun artık, değil mi?
Allah’ın
izniyle dönebilirsem, kendi durumumu bir şekilde düzeltmeye çalışırım. Düzelirse
Lübnan’a veya Filistin’e geri gideceğim. Eğer durumumu düzeltemezsem yapacak
bir şey yok, Avrupa’ya gideriz.
Filistin’in
neresindensin?
Ramle’denim.
O zaman Filistin’e de giremezsin ki sen.
Yok
olmaz. Bir kere çıkıp gitmişiz. İsrail şöyle diyor: Ya çıkarsın bir daha dönemezsin
ya da kalırsın bir daha çıkamazsın.
İdlib’de
hayat nasıl? Ne gördün?
İdlib’de
insanlar birbirinden korkuyor. Burada bir şeyler yapmaya çalışsan, bir iş
kursan HTŞ gelip kazancının yarısını alır. İnsanlar HTŞ adını söylemekten bile korkuyor.
Telefonla konuşurken bana aman sessiz konuş veya bunu bir daha söyleme falan
diyorlar. Telefonlar dinleniyormuş. Burada hayat namına bir şey yok. Sadece
marketler var, o kadar. İdlibliler, HTŞ nasıl emrediyorsa öyle yaşıyor; mesela
sakalsız yaşayamazsın. İmama ve bir aydır tanıştığım insanlara söyledim, burada
ücretsiz İngilizce kurs açmak istiyorum diye. Buna bile korkuyorlar. Diyecek ki
insanlar bu yabancı kim, nereden geldi, niye ücretsiz ders veriyor, bir şeyler
karşılığında mı, yoksa bunu aramıza Türkiye istihbaratı mı gönderdi falan… Burada
bin tane ithamda bulunurlar…
Peki,
insanların hayatı nasıl?
Gerçekten
kötü. Burada çalışan adam en fazla 50-100 dolar kazanıyor. Herkes borçla
yaşıyor. Bütün marketlerde borçların yazıldığı koskoca defter var. İnsanlar
maaşını aldığında yarısı hemen market borcuna gidiyor; ay sonuna kadar kalan 50-25
dolarla yaşamaya çalışıyorlar. Tabii ki eğer ev kirası derdi yoksa. Ev kiran
varsa iki işte çalışmak zorundasın. İlk iş ya HTŞ ya da askerlerle oluyor. İkinci
iş de ya tarla işleri yapacaksın -ki o da mevsime göre oluyor- ya da hırsızlık,
kaçakçılık falan. Sadece İdlib değil, kuzeyin her yeri böyle. Hayat yok
buralarda.
Hele
şu an yaşadığım sınıra yakın köyde hiçbir şey yok. Oturacaksın, bekleyeceksin. Canın
mı sıkıldı? Git, sabahtan akşama kadar sınırda otur, etrafı seyret, sonra geri
gel. Burada hayat öyle işte.
Gerçekten ibretlik bir hikaye..Sadece bu kardeşimiz değil vatanları dağıtılmış tüm kardeşlerimizin durumu benzer. Merhametsizlerin eline düşene Allah 1000 kapı açsın.
YanıtlaSilOkuduklarıma inanamadım...
YanıtlaSilNe söylenir bilemiyorum..