“IRKÇILARIN
EKONOMİNİZE NE KADAR BÜYÜK ZARAR VERDİĞİNİN FARKINDA DEĞİLSİNİZ”
Suriyeli
işadamı Ebu Abdülmelik, 3.9.2023
Röportajı
yapan: Zahide Tuba Kor
NOT: Blogda
yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek
şartıyla kullanabilirsiniz.
Almanya
doğumlu, BAE’de Yazılım Mühendisliği okumuş ve İşletme Yönetimi (EMBA) alanında
yüksek lisans yapmış Suriyeli işadamı ve yatırımcı Ebu Abdülmelik ile bir röportaj
yaptım. Körfez’de işleri gayet iyi giderken, sırf Türkiye’ye olan sevgisinden
çok büyük ümitlerle geldiği ve hem sağlık turizmi hem de robotik ve endüstriyel
otomasyon alanında yatırımlar yaptığı ülkemizden, altı yıl sonra hayatı
yaşanmaz kılan ırkçılık yüzünden büyük bir hayal kırıklığıyla ayrılıyor. Bu
röportaj, içimizdeki ırkçılar yüzünden Türkiye olarak neleri kaybettiğimizin,
kendi kendimize nasıl darbe vurduğumuzun çarpıcı bir özetidir…
Öncelikle
kendinizi tanıtır mısınız?
BAE’de bir
Amerikan üniversitesinde bilgisayar alanında Yazılım Mühendisliği okudum.
İşletme Yönetimi (EMBA) alanında yüksek lisans yaptım. Aslen Halepliyiz. Babam
1960’lı yıllarda Almanya’ya üniversite okumaya gitmiş. Orada evlenip iş kurmuş.
Ben ve kız kardeşim Almanya doğumluyuz. Babam bizim hem Arapçayı hem de İslam’ı
öğrenmemizi istediği için çocukluğumda ailecek Suudi Arabistan’ın başkenti
Riyad’a göçtük. Üniversiteden mezun olduktan sonra 2002’de aile işimizde çalışmaya
başladım. Hem demir üretiyorduk hem de PVC ve PTFE malzemesinden büyük gölgelik
şemsiye üretimi gibi farklı alanlarda işlerimiz vardı.
Türkiye’ye
ne zaman ve niçin geldiniz?
2011’de Suriye’de
devrim başladığında Riyad’daydık. Türkiye’ye yoğun bir mülteci akını olunca
2017’de işimizin bir kısmını Türkiye’ye taşıma ve Türk ekonomisine katkıda
bulunacak yeni yatırımlar yapma kararı aldık. Böylelikle hem Suriyeli mülteci
kardeşlerimizin yanında durmak hem de Türk kardeşlerimizin mülteci yükünü
kaldırmasında onlara yardımcı olmak istedik. Yeni iş ve ticaret imkânlarıyla
Türkiye’nin ekonomisine destek olup yükünü hafifletmeye çalıştık.
Bizim Türkiye’yle
ticari ilişkilerimiz 2003’e kadar geri gidiyor. Suudi Arabistan’daki demir
işimizde çalışan Türk mühendisler vardı, bu konuda Türk şirketlerle anlaşmalar da
yapmıştık. Türk şirketlerin sahipleriyle sadece ticari ilişkilerimiz yoktu, çok
yakın dostlar da olmuştuk.
Türkiye’ye
mülteci olarak gelmedik, bir yardım talebinde de bulunmadık. Elhamdülillah aile
olarak hiçbir şeye muhtaç değiliz. Biz Türkiye’yi hep ikinci vatanımız, hatta
anavatanımız gibi gördük. Tarihimiz, kültürümüz ve medeniyetimiz bakımından coğrafyamızı
bölünmez bir bütün saydık. Benim hem baba hem anne tarafından dedelerim
Türk’tü, Osmanlı vatandaşıydı. Eşimin de ninelerinden biri Erzurumlu Türk. Hala
bazı uzak akrabaları Erzurum’da yaşıyor. 2011’in çok öncesinden beri Türkiye’yi
çok iyi tanıyor, seviyor ve sık sık gelip gidiyorduk. Bu yüzden Türkiye’de yatırım
yapmak istedik.
Dahası,
o kadar çok işadamı ve tüccar arkadaşımı Türkiye’de yatırım yapmaları için
teşvik ettim ki… Çinli fabrikaları satın alacağınıza Türk fabrikaları ve
işletmeleri satın alıp kardeş ülkede bu sektörlerin gelişmesini sağlayın dedim.
Gayrimenkul sektörüne, teknoloji alanına, gıda maddeleri ve ticareti alanına
girdiler. Buraya gelmeyenleri de Türklerle ticaret yapmaya teşvik ettim. Birçok
Türk fabrika ve işletme sahibiyle irtibat kurmalarını ve ticaret yapmalarını
sağladım. Bütün bunları Türkiye’ye ve Türk halkına olan muhabbetimden yaptım.
Çünkü Türk ve Arap halkları olarak biz tek bir ümmetiz.
Türkiye’deki
işlerinizin bir bölümünü kapattığınızı öğrendim. Neden? Ne değişti de
Türkiye’yi bu kadar severken ve başkalarını da yatırıma teşvik ederken çekilme
kararı aldınız?
Son bir
senede yaşananlar bizi ne kadar üzdü anlatamam. Irkçı söylemler akıl almaz
derecede arttı. Sadece sosyal medyada değil, sokakta da, günlük hayatta da
ırkçı söylemleri sürekli duyar olduk. Dahası, ırkçılığa karşı olan Türk kardeşlerimizden
de bize destek çıkanları, ırkçılara ağzının payını verenleri göremedik. Hükümeti
de bütün bunlar olup biterken ırkçılara karşı güçlü ve kararlı bir mücadele
yürütmediği ve hak ettikleri cezalara çarptırmak suretiyle seslerini kesmediği için
sorumlu görüyorum.
Emin olun,
bu yaşananlar Araplardan çok daha fazla Türk halkının canını yakacak. Çünkü ırkçı
söylemlerle murat edilen Türkiye’yi sindirmek, çevresinden tecrit etmek ve
komşu ülkelerden, Arap halklarından koparmak. Şunu bilin ki Türk halkının tek
gerçek dostu, kendisini karşılıksız seven Arap halklarıdır. Ne Rus ne Avrupalı
ne Amerikalı ne de diğerleri… sizi bizim kadar seven ve değer veren bir halk daha
bulamazsınız. Tam da bu yüzden bu ilişkileri kopartmak ve muhabbeti bitirmek
istiyorlar. Irkçılığı güçlendirenlerin ana hedefinin Suriye halkı veya Arap
halkları değil, Türk halkının bizzat kendisi olduğu gün gibi ortada. Türk
ekonomisine ne kadar büyük zarar verdiklerinin farkında değilsiniz.
Hangi
alanlara yatırım yapmıştınız? Yatırımlarınız sırasında ırkçılık dışında herhangi
bir zorluk yaşadınız mı?
Aslına
bakarsanız 2017’de Türkiye’ye geldiğimiz ilk günden beri sıkıntılarla
yüzleşiyoruz. Maalesef ki kanunlarınız hem muğlak hem de olması gerektiği gibi
uygulanmıyor. Resmî işlemler, özellikle ticari alanda çok meşakkatli.
Aldatıldığımızda veya yalan söylendiğinde şikâyet edebileceğimiz bir merci yok.
Bazı Türk tüccarlar maalesef ki Arap yatırımcıları birer av olarak görüyor. Arap
yatırımcıya fiyatı istediği gibi artırabileceğini, onları kandırabileceğini,
dolandırabileceğini düşünüyor. Şikâyetlerimizi iletebileceğimiz ve hızla sonuç
alabileceğimiz resmî mercileriniz yok. Evet, yargı kurumunuz var; ama o kadar
yavaş işliyor ki yatırımcılar ürküp kaçıyor.
Son
ırkçı dalgadan evvel de yaşadığımız sıkıntılar hep vardı. Türkiye’ye gelip
yatırım yapmamız, bürokrasinizdeki küçük bir kesim tarafından istenmiyordu. Bunu
açıkça hissediyorduk. Bunlar işlerimizi hep yokuşa sürmeye, mesela belediyeler
işlerimizi engellemeye çalışıyordu. Bu benim de, arkadaşlarımın da başına
geldi. Ama dünya güllük gülistanlık değildir deyip bunlara hep sabrettik.
Durumları düzeltmek için arkadaşlarımızla el ele verip uğraştık. Ama son bir
yıldır işlerin daha da kötüleşmesiyle tam bir şoka uğradık.
Girdiğim
işlerde Türkiye’nin ekonomisine fayda sağlamak hep önceliğim oldu. Mesela sağlık
turizmi alanında bir şirket kurdum. Hükümet de bu alana odaklanmıştı. Çünkü
ülkeye döviz çekmek için sağlık turizmi çok önemliydi. Hastaları yurtdışından
getirtip Türkiye’nin tanınmış özel hastanelerinde tedavi ettiriyorduk. Ne acı
ki şok içinde doktorların çoğunun hastalarına karşı dürüst olmadığını gördük.
Her hastaya birbirinden farklı ve hayali faturalar kesiyorlardı. Doktorlar
bazen sırf para için olmayacak tedaviler öneriyorlardı. Sabit fiyatlar ve
tedaviler söz konusu değildi. Bu problemleri iletebileceğimiz ve
çözebileceğimiz yetkili merciler bulamıyorduk.
Yine
robotik ve endüstriyel otomasyon alanında bir şirket kurdum. Almanya ve Avrupa’yla
daimi bağlantılarım olduğundan orada birçok şirketi ziyaret edip bu işe
giriştim. Hedefim, Türkiye’nin sanayisini robotik alanında ileri teknolojiyle
geliştirmekti. Kanada’dan inovasyon idaresi ve mekatronik alanında uzman bir
arkadaşımla ortaklık kurdum. Endüstriyel otomasyon alanında yaklaşık 20 yıllık
tecrübesi vardı. Bu alanda Türk sanayisini geliştirmesi için onu Türkiye’ye
getirdim. Önemli bazı Türk şirketleri ve fabrikalarla çalıştık. Ama bu alanda
bile yeterli destek göremedik. Yine de önemli değil, çalışıp didineceğiz,
elimizden geleni yapacağız dedik. Çünkü biz Türkiye’ye bir mülteci olarak veya
çaresizlikten değil, bir misyonla, bir hedefle gelmiştik. Türk toplumunun bir
parçası olacak, buradaki iyi insanlarla el ele verip bilgi, sevgi, sadakat
bağlarını yeniden kuracak ve başkalarını da Türkiye’nin kalkınması için
çalışmaya teşvik edecektik. O yüzden başımıza gelen her zorluğa sabrettik ve hatta
bunları normal karşıladık.
Ama son
bir senede yaşananlar ve özellikle Türk hükümetinin ırkçı saldırılara müdahale
etmediği gibi, kendisinin de özellikle seçimlerden sonra emniyet birimlerini ve
Göç İdaresini sahaya sürüp yabancılara karşı çok sert ve kaba muameleye
başlamasıyla kendi çocuklarımın geleceğinden bile korkar hale geldim. Ki ben ve
çocuklarım Alman vatandaşlığına sahibiz. Sadece eşimin Suriye vatandaşlığı var;
ama o da Suudi Arabistan’da doğup büyümüş, okumuş biri. Eşim eczacı olup
işletme alanında yüksek lisans yaptı ve Riyad’ın en iyi hastanesinde kalite
yönetiminden sorumlu müdürdü. Biz Suudi Arabistan’da işlerimiz çok iyi olduğu
halde her şeyi bırakıp Türkiye’ye gelmiştik ve şu an Türk polisinden
korkuyoruz. Üniversite, lise ve ilkokul çağında üç çocuğum var. Çocuklarım
kendi başlarına toplu taşıma aracına binmeye bile korkuyorlar. Sadece kendi
çocuklarım da değil, herkes aynı durumda. Cüzdanlarını ya da ikamet belgelerini
evde unutanları polis durdurduğunda ya gözaltına alıyor ya da sınır dışı
ediyor. Alman vatandaşı olduğumuz halde korkuyorum. Bu, normal bir durum değil.
Düşünün diğer Suriyelilerin ve yabancıların halini… Bu, bizim bildiğimiz
Türkiye değil…
[Alman vatandaşlığına rağmen korkması anlamsız gelebilir; ama geçtiğimiz haftalarda Faslı iki
turist, Cezayirli görme engelli bir hanım bile Suriye’ye sınır dışı edildi. Daha
evvel de Yemenlileri, Afganları gelişigüzel Suriye’ye yollamıştık.]
Yeni İçişleri
Bakanı’nın yabancılara daha iyi bir şekilde, daha insanca muamele etmesini
beklerdik. Sayın Bakan geçtiğimiz günlerde El-Cezire kanalına çıktı ve
mülakatta bu konu sorulduğunda işlerin gayet iyi gittiğini söyledi. Hayır,
işler hiç iyi gitmiyor. O kadar çok zulüm yaşanıyor ki… Bu durum Arap halkları
arasında ciddi bir hayal kırıklığına ve dargınlığa yol açmış durumda. Türkiye’yi
ve Türk halkını çok sevenler bile şu an çok büyük bir üzüntü ve kırgınlık,
hatta kızgınlık hissediyor. Herkes gerek hükümet gerek halk bazında gördükleri kötü
muameleden etkilenmiş durumda. Tabii ki halkın tamamı değil, gayet iyi muamele
edenler de var. Ama şu an hem sokakta yaşadığımız hem de sosyal medyada şahit
olduğumuz şeyler ürkütücü.
Yabancı
düşmanlığının iyice arttığı böylesi bir ırkçı ortamda bizden ne yapmamızı
beklerdiniz? Sağlık turizmi şirketimi kapattım, bu işi Dubai’ye taşımaya
çalışıyorum. Robotik teknoloji alanındaki şirketimde çalışan mühendis sayısını da
azalttım ve şirketi Suudi Arabistan’a taşıma niyetindeyim. Çocuklarım okullarını
bitirince onları belki Almanya’ya, belki de Körfez’e yollayacağım. Çünkü ben
Batı’da yaşamak istemiyorum.
Arap
olmayan yabancı yatırımcılar da benzer olumsuzluklarla karşılaşıyor mu? Batılı,
Çinli veya başka ülkelerden yatırımcı arkadaşlarınız var mı?
Maalesef
Batılı veya Doğulu yatırımcıların durumunu bilmiyorum.
Kaç kişi
çalıştırıyordunuz? Çalışanlarınızın tamamı Suriyeli miydi, Türkler de var
mıydı? İşlerinizi azalttığınız için şimdiye kadar kaç kişi işsiz kaldı?
Türkiye’de
kurduğum işlerde çalışan sayısı 50-60 kadardı. Çalışanlarımın yarıdan fazlası
Türk’tü, Suriyelilerin bir kısmının Türk vatandaşlığı vardı, bir kısmı da
geçici koruma kimlikliydi. Çalışma ortamımız hakikaten çok güzeldi. Hep
birlikte yer içer, birbirimizi ziyaret ederdik. Hava güzel olduğunda birlikte
seyahate çıkar, ormana gidip mangal yapardık. Arap personelimizin hepsi Türkçe
biliyordu. Arap ve Türk personelimiz gayet iyi anlaşıyordu, kardeşçe bir
çalışma ortamı vardı… Küçülmeye gittiğimiz için şu an yaklaşık 20 çalışanımız
kaldı. İşlerimizi tamamen tasfiye edersek hepsi işsiz kalacak. En büyük zarar
da bu. Nerelerde olabilecekken şu an ne haldeyiz… Hayallerimizi
gerçekleştirebilseydik daha fazla insana iş verip ülkenizdeki işsizliğin
azalmasına katkıda bulunabilirdik.
Suriyeliler
hangi alanlarda ülkemize yatırım yapmıştı?
Yatırımlar
çok çeşitlenmişti. Neredeyse her alanda var. Sanayi, yatırımların ana
omurgalarından. Halepliler zaten geçmişten beri sanayicidir. Ama bu sanayi
kuruluşları daha çok Gaziantep, Kilis gibi sınır şehirlerinde. Benim de o
şehirlerde büyük sanayi tesisleri olan akrabalarım var. İstanbul gibi
Türkiye’nin içlerine dağılmış Suriyeliler daha ziyade hizmet sektöründe iş
kurdular. Özellikle inşaat sektöründe gayrimenkul geliştirilmesi ve
pazarlanması alanında çalışıyorlar. Türk ekonomisine bu yolla çok fazla para
girişi sağladılar. Yurtdışındakilere, özellikle Körfez’dekilere
gayrimenkullerin ve sanayi kuruluşlarının pazarlanmasında Suriyeliler aracı rol
oynuyorlar. Gayrimenkul pazarlamada çalışan Türkler geçmişte ne İngilizce ne de
Arapça biliyorlardı. Müşterilerle anlaşmakta zorluk çekiyorlardı. Suriyelilerin
hem bu alana hem de ticarete girmesi Türkiye’nin yurtdışıyla iktisadi
ilişkilerini kolaylaştırdı. Suriyelilerin çoğu zaten İngilizce biliyordu,
Türkçeyi de iyi öğrendiler. Dolayısıyla aracı halka oldular. Yine dijital
alanda, özellikle yazılımda çalışanlar çok. Mesela yatırımcı bir arkadaşım
ABD’den iki kardeş gelip burada bir yazılım şirketi kurdu. Hem Türk hem de Arap
gençleri çalıştırıyor, yazılımları pazarlıyordu.
Peki,
sizin gibi Türkiye’deki işlerini kapatma kararı alan başka Suriyeli veya Arap
yatırımcılar ve işadamları var mı?
Benzer
durumda şu an o kadar çok işadamı ve yatırımcı arkadaşım var ki… O kadar çok
yatırımcı evini, iş yerini satıp başka ülkelere gidiyor ki… Yüzlerce insanın
çalıştığı Türkiye’deki fabrikalarını ciddi ciddi kapatıp yurtdışına taşımayı
düşünüyorlar. Ben de Türkiye’deki işlerimi azaltmak zorunda kaldığım için
hakikaten çok üzgünüm. Şunu da bilmenizi isterim: Türkiye’ye yatırım için
gelmiş Arap işadamı ve yatırımcı arkadaşlarımın tamamının Kanada, ABD,
İngiltere vs. vatandaşlıkları var. Kimse Türkiye’ye muhtaç olduğu için gelmedi.
Aksine Türkiye’yi ve halkını hakikaten sevdikleri için size yatırımcı olarak
geldiler.
Bu arada
sanıyorsunuz ki Türkiye’deki Suriyelilerin tamamı mülteci. Bu koskoca bir
yanılgı. Birçok doktor, mühendis, tüccar ve akademisyen geldi. Ama karşılaştıkları
kötü muamele yüzünden doktorlar ve mühendisler başta Almanya olmak üzere
Avrupa’ya, tüccarlar Körfez’e ve ABD’ye gidiyorlar. Korkarım ki en sonunda
ülkenizde hiçbir yere gitme imkânı olmayan çaresiz mülteciler, fakirler ve
zayıflar kalacak. Hâlbuki diplomalıların ve sermayedarların kalmasına izin
vermeniz ve bunun için kolaylıklar sağlamanız sizin için ne kadar önemliydi…
İstanbul’da
kaçak Suriyeli, Iraklı ve Arap sayısı sınırlı. Güvenlik güçlerinizin yürüttüğü
çok sert ve aşırı politikalar sonucunda İstanbul’da belki 50 bin kadar
yabancıdan kurtulmuş olacaksınız. Ama astarı yüzünden pahalı bu hamleler,
unutulmayacak ve gelecek on yıllar boyunca Türkiye’ye zarar vermeye devam
edecek. Devlet olarak ırkçılıkla mücadele etmeniz gerekiyor. Tekrar tekrar söylüyorum,
bu ırkçılık en büyük zararı bize değil, size verecek. Hem Türk ekonomisini hem
de bölge halklarının Türklerle ilişkisini kasıtlı olarak yıkmaya, sizi tecrit
etmeye çalışıyorlar.
İş alanı
dışında Türkiye’de ne gibi sıkıntılar yaşadınız?
Her sene
Göç İdaresine oturma iznimizi yeniletmek için gidiyoruz. İstanbul’da çok büyük
bir mülk satın almak suretiyle oturma izni alanlardanım. İkametimizin
yenilenmesi yaz mevsimine denk geliyor. Her sene yazın en sıcak günlerinde eşim
ve çocuklarımla sıraya giriyorum. Adeta ekmek ve su dağıtım kuyruğu gibi bir
sıra. İkamet işlerimizi halletmesi için bir başkasına vekâlet verme hakkımız yok.
Sıra gelip de memurun karşısına vardığımızda son derce üstenci ve çirkin bir
tonla konuşuyor. Gayet kibirli bir şekilde Türkiye’ye ne geldin gibi sözler
söylüyor, sorular soruyor. Memurun karşısında hakikaten zelil bir hale düşürüyoruz.
Allah için her sene bu çirkin muamelelere sabrettim ve sustum. Ama bu nasıl bir
düzen? Elektronik sistem neden yok? Neden bir avukatı yerime vekil tayin edip
işlerimi halledebileceğim bir sistem yok? İkametimi yenileyebilmek için her
sene iki haftadan fazla hiçbir yere gidemiyorum. Ben bir işadamıyım ve çok sık seyahat
etmek zorundayım. Altı yılın sonunda artık hata yaptığımı düşünmeye başladım. İnanın
dünyanın başka yerlerinde ikametimi yenilerken bunların hiçbirini yaşamadım.
Almanya, BAE ve Suudi Arabistan’da bu işler otomatik yürüyor, online sistemler
üzerinden. Memurların üstenci muamelesi hakikaten çok onur kırıcı. Sadece
üstenci değil, bir de kötü muamelede bulunuyorlar. Bu yüzden ben muhalefetten
evvel hükümeti suçlu görüyorum. Muhalefet muhalefetliğini yapıyor. Hükümetin
bunca yıldır bu işleri yoluna ve düzene sokması gerekmez miydi? Şu an durumun
ne kadar kötü olduğunu tahmin dahi edemezsiniz. O kadar üzgünüm ki… Tıpkı
eloğlundan değil, kendi kardeşinden yaşadığı darbeyle üzüntüye gark olanlar
gibiyim.
Daha
evvel Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Federasyonu genel müdürü Muhammed
Akta ile röportaj yapmıştım. Önümüzdeki aylarda çıkacak kitabımda yayınlanacak röportajında,
Suriyeli işadamlarının hem Türkiye’deki mülteciler hem de Suriye’nin kuzeybatısındaki
yerinden edilmişler için türlü türlü projeler ve yardım faaliyetleri
yürüttüğünü anlatmıştı. Siz de bir işadamı olarak muhtemelen bu çalışmaların
içindesinizdir. Suriyeliler için şimdiye kadar neler yaptınız?
Allah’a
hamdolsun ki evet. Geçmişte bir müddet Kilis’te ev tutup Allah rahmet eylesin
babamla orada kaldım. Bölgede birçok derneğin kurulmasına katkıda bulundum.
Bunlardan biri Himmet Gençlik Derneği olup gençlere dinin temellerini ve ahlakı
öğretmeye, böylelikle topluma iyi/erdemli insanlar olarak katılmalarını
sağlamaya odaklanıyor. Sadece iyi/erdemli olmaları da değil, aynı zamanda
iyiliğe/erdeme sevk edici insanlar olmaları…
Yine
Ataa Derneği üyesiyim. Bu da Halid İsa’nın başkanlığını yaptığı bir hayır
derneği. Suriye’nin içinde mikrofinans projeleri yürütüyoruz. Küçük işletmeler
kurmak isteyenlere maddi destek sağlıyoruz. İnsanların doğru düzgün işleri
olması lazım ki alın teriyle kazanıp ailelerini geçindirebilsinler. İşsizlik ve
fakirlik yüzünden dilenmeye veya kötü işlere bulaşmaya mahkûm kalmasınlar.
Gelecekte Suriyeli mafyalar ve uyuşturucu çeteleri oluşmasını asla istemeyiz.
Ben bunun aynısını Türkiye’de de kurmaya, projesi olanlara destek sağlamaya
niyetlenmiştim. Maalesef ki bu ırkçı saldırılar yüzünden Türkiye içindeki
girişimimizi durdurmak zorunda kaldık.
Bir de İstanbul’da
mekatronik, elektrik ve makine mühendisliği okuyan üniversite öğrencileri için
ileri teknoloji alanında kurslar ve staj programı başlattık. 100 küsur Türk ve
Suriyeli öğrenci bizden robotik programlama alanında eğitim aldı. Verdiğimiz
sertifika sayesinde çok iyi işlere girdiler. Bu programımız tamamen ücretsizdi
ve bir eşdeğeri Türkiye’de yoktu. Benzer bir eğitimi, yurtdışında ancak
yüzlerce değil, binlerce avro ödeyerek alabilirsiniz. Biz bu işi şirketimizin
bir sosyal sorumluluk projesi olarak yaptık. Bu gençlerin kaç tanesi işe
girdikten sonra bize gelip teşekkür etti, sizin eğitiminiz olmasaydı bu şirketlere
giremezdik diye... Bu projeyi daha da geliştirip büyütmeye çalışıyorduk ki
mevcut ortamda işlerimizi küçülmek zorunda kaldık. Proje için eğitmenlerimiz
hala var, ama az. Geçmişte ortalama 30 eğitmenimiz vardı, şimdi 5-10 tane.
Kısaca hem Suriyeli hem de Türk öğrenciler için tamamı ücretsiz böyle önemli
projelerimiz vardı.
Son olarak,
Türk halkı Suriye’yi ve Suriyelileri fazla tanımıyor. Şam ve Halep’in dünyanın
en eski yerleşimlerinden ve birer medeniyet merkezi olduğunu bilmiyor.
Buraların ticari, kültürel ve ilmi bakımından öneminin farkında değil. Genel
olarak Suriyelileri geri kalmış ve hatta bedevi bir halk olarak görme eğilimi
var. Yatırımlarınız sırasında bu algıyı siz de hissettiniz mi?
Hissettik
tabii ki. Öte yandan bilgili insanlarınız da var. Ama onların bile birçoğu,
Arap coğrafyasının tarihiyle ve Osmanlı’yla ilişkileriyle ilgili hatalı
bilgilere sahipler. Araplar Osmanlı’ya ihanet etti diyorlar. Bu, 100 yıldan
fazladır iki halkın arasını açmak için kasten üretilen çarpıtılmış bir tarih. Dediğiniz
gibi Suriye’nin Halep ve Şam gibi şehirlerinin kültürel birikimi ve kadim
geçmişi bilinmiyor. Suriyelilerin hepsi aç, dilenci, medeniyetsiz, kültürsüz
zannediliyor. Medya, özellikle de sosyal medya bunu pazarlıyor. Öte yandan daha
evvel de dediğim gibi, devlet de entelektüel kesimimizi, diplomalıları misafir
edemedi. Bu kesim ikamet ve kimlik sorunu, mesleki alanlarında iş bulamama, büyük
bir sorun olan dil bariyeri, ırkçılık gibi sıkıntılar yüzünden burada
tutunamayıp Avrupa veya Körfez ülkelerine gitti. Maalesef ki Türkiye’de ilmi,
iktisadi ve kültürel bakımından daha az şanslı olanlar kaldı. Bu, stratejik bir
hataydı. Aksi olabilirdi. Entelektüellere, yatırımcılara, diplomalılara
yaşayabilmeleri için bazı kolaylıklar sağlansaydı burada seve seve
kalacaklardı. İnanın bundan siz de kazanacaktınız. Burası kültürlü insanların,
entelektüellerin, eğitimlilerin bir merkezi olacaktı. Velhasıl gerçekten Şam’ı,
Halep’i ve Suriye’nin birikimi Türkiye’de yeterince bilinmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder