“SURİYELİLER ARTIK İŞE GİDEMİYOR, ÇOCUĞUNU SOKAĞA ÇIKARTMAYA KORKUYOR”
Taha Elgazi ile röportaj
8 Temmuz
2023
NOT: Blogda yer alan 900’e yakın içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
“Suriye’nin
kuzeyi güvenli bölge, sığınmacıları oraya gönderelim deniyor. Ama 130
sığınmacının geri gönderildiği 25 Haziran’da Rus uçaklarının İdlib’e hava
saldırısında 11 Suriyeli hayatını kaybetti. Geçen ay 2 Türk askeri de güvenli
denilen bölgede şehit düştü. Hal böyleyken Suriye’nin kuzeyi nasıl güvenli
olabiliyor?”
“Bütün eşyalarını satıp Avrupa’ya gitmeye hazırlanan Suriyeli aileler var. Onlara ‘Sen bu 1-2 yaşında çocuğunu Meriç Nehri’nde ya da Ege Denizi’nde nasıl ölüme atabileceksin?’ diye sorduğumuzda ‘Hocam, ha burada ölmüşüz, ha orada, ne fark edecek? Bize zaten her yer ölüm’ cevabını veriyorlar.”
“Keşke
Suriyeli sığınmacıları hedef alan partiler ve siyasetçiler, hayatlarında bir
kez olsun bizi sığınmacı konumuna sokan ve ülkenize getiren sebepleri ve Esed
rejimini hedef alsaydı. Muhalefet liderlerine Suriye’de bir diktatörlük rejimi olduğunu, savaş ve katliam yaşandığını anlatıyoruz; ‘Yok öyle bir şey, bu
dediğiniz doğru değil’ diyorlar.”
“Suriyeli
sığınmacı düşmanlığının asıl gizli kaynağı, anti-Araplık ve anti-İslamlık. Artık
Türkiye’de Suriyeli düşmanlığı ırkçılık-ayrımcılık seviyesini de geçti, bir
anti-Suriyelilik olgusu oluştu ve yerleşti.”
Röportajı
yapan: Zahide Tuba Kor
Siz
yıllardır hem Suriye’deki hem de Türkiye’deki hak ihlallerini yakından takip
eden bir aktivistsiniz. Ülkemizde Suriyelilerle ilgili bir olay olduğunda hemen
bölgeye gidip sahada yaşananları araştırıyor, hukuki davaları yakından takip
ediyorsunuz. Bütün bu geçmiş bilginiz ve tecrübeniz ışığında, son haftalarda Suriyeli
sığınmacılar özelinde neler yaşadığını bize anlatabilir misiniz?
Suriyeli
sığınmacı dosyası Türkiye siyasetinde her seçim öncesi bir malzeme olarak
kullanılıyor. Bu dosyayı, muhalefet iktidara karşı bir iç siyaset malzemesi,
iktidar da maalesef uluslararası alanda AB’ye karşı bir dış siyaset malzemesi
olarak kullanageldi. Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turu
arasında (14-28 Mayıs) ırkçı-ayrımcı söylemi son raddesine ulaştı. Sokaklarda
billboardlar “göndereceğiz”, “gidin” sloganlarıyla doldu ve sonunda bu noktaya
geldik. Seçim öncesi Suriyeli sığınmacılar, biraz sabredelim, seçimler bitince
durum düzelir beklentisindeydi. Bu işi yakından takip eden biz ise iyimser değildik;
çünkü yıllardır bu sorunu çözmek için bir şey yapılmadı. Genel seçimler bitti,
ardından yerel seçim startı verildi. Büyükşehirleri almak isteyen hem iktidar
hem de muhalefet Suriyeli sığınmacılar üzerine gidiyor. Mesela İzmir Büyükşehir
Belediye Başkanlığı şehirdeki tüm Arapça tabelaların sökülmesi kararı aldı ki
bunların kahir ekseriyeti Suriyelilerin dükkânı. Hükümet de başta İstanbul
olmak üzere bazı şehirlerde kaçak göçle mücadeleye başladı.
Bu süreç
Suriyeli sığınmacıların iki kesimini doğrudan etkiliyor. Birincisi, 6 Şubat
depremi akabinde İstanbul’a yol izin belgesiyle gelen Suriyeli depremzedeler.
Deprem bölgesi olarak ilan edilen 11 şehirde 1,7 milyon Suriyeli yaşıyordu;
yani geçici koruma kimliği olan sığınmacıların yarısı. Depremden en çok
etkilenen bölgeler Hatay merkez ve Kırıkhan, Kahramanmaraş merkez, Gaziantep
İslahiye ve Nurdağı oldu. Buralarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların sayısı da resmî
rakamlara göre 400 bin civarında. Yani takriben 400 bin Suriyeli sığınmacının
evsiz kaldığını söyleyebiliriz. Bunlar çeşitli şehirlere dağıldı. İstanbul’a
gelen bazı aileler Temmuz ayı başında yol izin belgesini yenilemek için
başvurduğunda Beyazıt Yabancılar Şubesi’ndeki görevliler, “Artık bu belgeyi vermeyeceğiz,
herkes kayıtlı olduğu yere dönmek zorunda” dediler. Oysa kayıtlı oldukları
yerlerde başlarını sokabilecekleri ev yok.
(ÖNEMLİ NOT: Röportajdan 20 gün sonra 28 Temmuz tarihinde Göç İdaresi Başkanlığının aldığı karara göre, depremzedelerin ikinci bir duyuruya kadar İstanbul'da kalışına izin verilmiş, diğer şehirlere kayıtlı olduğu halde İstanbul'da ikamet eden geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere de 24 Eylül'e kadar kayıtlı oldukları şehre dönme hakkı tanınmıştır.)
Suriyeli
depremzedeler kayıtlı oldukları yerlerde bırakın kiralık evi, 10.000 TL’ye tek
bir oda bile bulamadıklarını söylüyorlar. Ayrıca hükümet, Nurdağı’ndaki bütün
evlerin yıkılıp ilçenin yeni baştan inşa edilmesi kararını aldı…
Bu
insanlar nerede yaşayacak? Türkler de buralarda kalacak ev bulamıyor ki. Dönün
kelimesi o kadar kolay mı? Üstelik bunların bir kısmı aile bireylerini depremde
kaybetti. Beden uzuvları kopanlar, sakatlananlar oldu. Bu insanları çadıra mı
yollayacaksınız? Bir de depremden sonra gittikleri şehirde bir tanıdığının
yanına yerleşmek yerine ev tutanlar, boş boş durmayıp iş açanlar oldu. Onlar ne
yapacak?
İkinci kesim,
geçici koruma kimliğine sahip olup başka şehre kayıtlı olduğu halde yıllardır
İstanbul’da yaşayanlar. Geçen sene İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Herhangi bir
Suriyeli sığınmacının geçici koruma kimliği varsa biz onu sınır dışı edemeyiz”
demişti. Dahası, 2022 Haziran’ında Göç İdaresi Başkanlığı’ndan şöyle bir karar
çıkmıştı: Geçici koruma kimliği olmayan herhangi bir Suriyeli sığınmacı
tutuklanırsa, onu geçici barınma merkezine bırakır, orada bu kişinin durumunu
değerlendiririz; ailesi, çocuğu, işi varsa veya hastaysa veya insani bir durumu
varsa geçici koruma kimliği veririz. Bu karara rağmen bu sene Haziran sonundan
beri başka şehre kayıtlı olup İstanbul’da yaşayan geçici koruma kimlikliler
Tuzla Geri Gönderme Merkezi (GGM)’ne yollanıyor. Bayramdan önceki 25 Haziran Pazar
günü 130 Suriyeli sınırdışı edildi. Bunların kimisi kimlikliydi ve aileleri
İstanbul’da yalnız kaldı.
Göç
İdaresi Başkanlığı, Suriye’nin kuzeyi güvenli bölge diyerek Suriyelileri oraya
gönderelim diyor. Ama bu 130 kişinin gönderildiği gün, yani bayramdan önceki
Pazar, İdlib’in Cisr eş-Şuğur bölgesine yönelik Rus uçaklarının hava
saldırısında 11 Suriyeli hayatını kaybetti. Keza maalesef ki geçen ay 2 Türk
askeri güvenli denilen bölgede şehit düştü. Hal böyleyken Suriye’nin kuzeyi nasıl
güvenli olabiliyor?
Kısaca
muhalefet ile iktidarın yeni yarışı belediye seçimleri olup sığınmacılar bundan
doğrudan etkileniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlanınca Sayın Erdoğan
balkon konuşmasında 600 bin kişi gönderildi, 1 milyon kişi daha gönderilecek
demişti. Şu an yaşananlar bu vaatten bağımsız değil.
Peki,
İstanbul’a kayıtlı olduğu halde yollanan var mı?
Henüz
değil; ama geçtiğimiz yıllarda İstanbul’a kayıtlı olduğu halde gönderilenler
olmuştu. Burada asıl sorun, bazı emniyet devriyeleri, Göç Müdürlükleri ve GGM’lerde
kararların objektif kriterlere göre değil, keyfi ve mizaci alınması. Mahkeme
Suriyeli sığınmacı hakkında beraat kararı verdiği halde Göç İdaresince
tutuklanıp Suriye’ye yollananlar var. Soru şu: Acaba Göç İdaresinin gücü,
kanunların ve mahkeme kararlarının üstünde mi?
Bir örnek
vereyim. Geçen sene Bağcılar’da bir Suriyeli genç sandalyesini yolun üstüne
koyup “adamsa karşıma çıksın” dedi diye medyada kıyamet kopmuştu. Medyada
dolaşan videoda olayın öncesinde neler yaşandığı kırpılmıştı. Çok iyi
hatırlıyorum, İstanbul İl Göç İdaresi Müdürü Bayram Yalınsu A Haber’de
bu kişinin suçu olmadığını söylemişti. Zaten mahkemece suçsuzluğu ispatlandı;
yine de tutuklanıp GGM’ye yollandı. Avukatlar devreye girip son anda onu geri
gönderilmekten kurtardı. Mahkeme beraat vermişken ve İstanbul İl Göç İdaresi
Müdürü suçsuz olduğunu kendisi ifade etmişken neden Göç İdaresi bu kişiyi
GGM’ye aldı? Bunun gibi hukukla çelişen birçok vaka var.
Keyfiliğin
bir sebebi de zannedersem kamu görevlilerinin yabancılarla ve sığınmacılarla
ilgili hukuki mevzuatın farkında olmaması, yani bilgisizlikleri. Bir Suriyeli
bana şunu anlattı: “Türkiye’de tıp fakültesinde okuyan bir arkadaşımın oğlu
geçen sene yurtdışındaki babasının yanına gitmek istedi. Yaşadığı şehirden
İstanbul’a uçağa binmek için geldi. Kendisini yolda durduran polise kimliğini
ve öğrenci ikamet belgesini vermiş. Polis, seyahat iznin nerede diye sormuş.
Oysa ikameti olanın seyahat izni almasına gerek yok; geçici koruma kimliği
olanlar seyahat izni almak zorundalar. Bunlar iki ayrı statü. İkametim burada,
seyahat izni almama gerek yok diye anlatmaya çalışsa da polis onu gözaltına
almış. Karakolda neyse ki anlayışlı ve mevzuatı bilen bir polis neler olduğunu
sormuş. Başından geçeni anlatıp belgelerini gösterince 5-6 saat sonra kusura
bakma yanlışlık olmuş diyerek salmışlar. Böyle şeyler başımıza gelebiliyor.”
2019’da
belediye seçimlerinin kaybedilmesinin ardından bugünküne benzer bir süreç
yaşanmıştı. Tesadüfen o dönem savaşın ve göçün ebeveyn-çocuk ilişkisini nasıl
etkilediği üzerine mülakatlar yapıyordum; Suriyeli kadınların nasıl perişan
olduklarını çok iyi hatırlıyorum. O dönem ile şu anki durumu mukayese eder
misiniz?
Bir
benzeri yaşanıyor. Hatta 2019’da yerel seçimlerin ardından bazı mahallelerde
olaylar çıkmıştı. İkitelli Mehmet Akif Mahallesi’nde Suriyelilerin evleri ve
bütün işyerleri basılıp tahrip edilmişti. Bu işyerlerinin çoğu vergilerini
ödüyordu. Mahalleyi ziyaret eden devlet yetkilileri zararlarınız tazmin
edilecek dese de bu gerçekleşmedi. Daha sonra Ankara’da Altındağ, İzmir’de
Torbalı, en son Kocaeli’de Dilovası olayları oldu.
Bence
bunların baş müsebbibi, son yıllarda muhalefet partilerinin bazı liderlerinin
aşırı sağcı, faşist söylemleri Suriyeli sığınmacıları hedef alarak
kullanmaları. İkinci sebep de yıllardır hükümetin bu konuda gerçek çözümler
üretmemesi. Hükümet bu konulara uzaktan seyirci kalarak ve müdahale etmeyerek
Türk toplumuna adeta şu mesajı veriyor: Siz Suriyeli sığınmacıları göndermek
istiyorsanız bize bir bahane üretin. İkitelli’deki korkunç bir olaydı; adeta 6-7
Eylül olayları gibiydi. Bir Suriyeli gencin bir Türk kız çocuğa cinsel
saldırıda bulunduğu iddiası üzerinden patlak verdi. Suriyelilerin her şeyi
tahrip edildikten günler sonra bu iddia yalan çıktı. O iddiayı çıkartan ve
yayan kişi kimdi, tutuklandı mı tutuklanmadı mı maalesef kimse bilmiyor. Torbalı
olayları da bir iddia üzerinden çıktı. Dilovası olayları da Suriyeliler Türk
vatandaşların evini basıyor iddiasıyla kışkırtıldı. Hepsinin ortak özelliği, Suriyeli
sığınmacıları istemeyen Türk vatandaşlarının bir yalan iddia ortaya atıp
mahalleliyi kışkırtması; sonra hükümetin mahalleyi sığınmacılara kapatması ve orada
yaşayanları çıkartması. Altındağ’da da böyle oldu.
Bakın,
10 yıl oldu ve hükümetin mülteci meselesini çözmek için hala bir politikası
yok. Suriyelilerle ilgili kavramlar (muhacir, misafir, mülteci, sığınmacı) ve
uygulamalar siyaset pazarına paralel olarak sürekli değişime uğruyor.
2019’la
kastım İstanbul’a kayıtlı olmayanların bir anda gönderilmeye başlanmasıydı.
İstanbul’un her yerinde yollarda Suriyeliler çevrilip kayıtlı olduğu şehre veya
ülkesine yollanıyordu. Şu an benzer bir süreç mi işliyor?
Şu an
daha hafif. Ama ben çıtanın yükseleceğine eminim. 2019’da sadece insanlar yoldan
çevrilip GGM’lere yollanmadı; İstanbul’daki sığınmacıların çocuklarının
okullardan kayıtları silindi, devlet hastanelerinden sağlık hizmeti almaları da
iptal edildi. O dönemde İstanbul valisi, şu anki İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya idi.
2023 yılı sonuna kadar aynı şeylerin yaşanacağı kanaatindeyim.
Suriye’ye
sınırdışı edilen tanıdıklarınız var mı, ne durumdalar?
Yıllardır
sınırdışı edilenlerin durumunu takip ediyoruz. Şu an Suriye’nin kuzeyinde daracık
bir alanda milyonlarca insan gayriinsani şartlarda yaşıyor. İş imkânı ve üretim
yok, fakirlik çok. Geri gönderilenlerin çoğunlukla kuzeyde kalacak yerleri ve
çalışacak işleri olmuyor; hele de kuzey kökenli değil de Şamlı, Deraalı,
Deyrezzorlu, Hamalı, Humusluysa. Bunların kuzeyde kimsesi yok; çadırlarda
kalıyorlar.
Peki
bunların Türkiye’de kalan aileleri ne yapıyor?
İstanbul’da
kalıyorlar. Bazı evlerde geri gönderilen kişiden başka çalışan olmadığı için
hayata tutunamıyor, dayanamıyorlar. Göç Müdürlüklerine biz Suriye’ye gönüllü
olarak geri dönmek istiyoruz diye başvuruyorlar. Ama Göç Müdürlükleri veya
gittikleri sınır kapıları -çok tuhaf bir kararla- “Eş olarak sen Suriye’nin
kuzeyine gidebilirsin, ama çocuklarını götürebilmek için kocandan muvafakatname
getirmen lazım” diyorlar. Yani çocukların Suriye’ye dönebilmesi için babanın
noterden muvafakat vermesi gerekiyor.
Acaba
geçmişte çocuk kaçırma gibi bazı durumlar mı oldu da böyle bir karar verildi?
Bilmiyorum.
Suriyelilerin çocuklarının bütün verileri ve parmak izleri Göç İdaresinin
sisteminde var. Kim kimin çocuğu zaten belli. Bu arada tamam, kocası
muvafakatname versin; ama buradaki problem, kocanın İdlib veya Azez’den yollayacağı
muvafakatnamenin kabul edilmemesi. Çocukların Suriye’nin kuzeyine babalarına
dönme izni için Esed bölgesindeki noterlerden muvafakatname isteniyor; ama bu
belgenin de önce Suriye Dışişleri Bakanlığınca, ardından İstanbul’daki Suriye
Konsolosluğunca onaylanması şartı koşuluyor. Benim takip ettiğim bu hale düşmüş
15-16 aile var. Bilmediğim kim bilir ne kadar çok vardır.
Türkiye yıllardır
Esed rejimini güya tanımadığı halde mi bunu istiyor? Ayrıca sınırdışı edilenler,
Esed bölgesinde değil ki TSK’nın ve muhaliflerin kontrolündeki alanda
yaşıyorlar…
Türkiye’nin
geçerli saydığı bütün evraklar Esed bölgesinden gelenler, diğerlerini kabul etmiyor.
Biz bu konuyu yıllardır Göç Müdürlüklerine, İçişleri Bakanlığı ve diğer
kurumlara anlatmaya çalışıyoruz, ama bir türlü değişmiyor. Türkiye şu an
Suriye’nin kuzeyinde fiilen bulunuyor; kuzeyin eğitim, sağlık, nüfus idaresi ve
bütün resmî daireleri Türkiye’ye bağlı olup Kilis veya Hatay valilikleri
üzerinde idare ediliyor. Kendi idare ettiği bölgeden gelen evrakı niçin geçerli
saymıyor da Esed rejiminden Dışişleri Bakanlığı ve Konsolosluk onaylı belge
istiyor, anlamak mümkün değil.
Şaka
gibi. Peki, babalar muvafakatnameyi alabiliyor mu?
Hayır tabii
ki. Türkiye’de ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Suriyelilerin ekseriyeti rejim
nazarında zaten birer terörist. İnsanlar nasıl muvafakatname alabilsin.
Acaba
bunun nedeni, Arap dünyasında kadınların evlendiklerinde kocalarının soyadını
almayıp babalarının soyadını kullanmayı sürdürmesi olabilir mi? Yetkililer bu
kadın bu adamın hanımı mı değil mi diye bir tereddüde mi düşüyor?
Bazılarının
Türkiye’den resmî evlilik belgesi, belediyelerden aldıkları Aile Cüzdanı var ve
kadının soyadı kocasınınkiyle aynı. Buna rağmen istiyorlar.
Sınırdışı
edilenlerin aileleri paramparça diyebilir miyiz?
Evet.
Hayırsever kişiler sınırdışı edilenlerin burada kalan ailelerine destek olmaya
çalışıyor. Çok zorlanan aileler Suriye’ye kaçak yollardan dönüyor. Yani siz
sadece Suriye’den buraya kaçak geliniyor sanıyorsunuz; Türkiye’den ülkesine
dönebilmek için de Suriyeliler kaçak yollara başvurmak zorunda kalabiliyor.
Çok
ilginç bu anlattıklarınız… Ben de daha yeni bir Suriyeliden dinlediğim zorla
geri gönderme vakasını paylaşayım: “Türkiye’de birkaç yıldır üniversite okuyan
Suriyeli bir öğrenci vardı. Öğrenci vizesiyle buradaydı. Pasaport süresi
dolunca yenilenmesi için Suriye’ye yolladı; ama pasaportun gelmesi gecikti. Göç
İdaresi’ne pasaportunun hala gelmediğini haber vermek için gittiğinde öğrenci
ikameti iptal edilip doğruca Suriye/Azez’e yollandı. Çünkü Türkiye’de turist
veya öğrenci ikametiyle yaşayanların her sene ikameti yenilemesi gerekiyor ve
bu da geçerli bir pasaportun varlığına bağlı. Suriye rejiminin pasaportu
yenileme işlemi gecikirse Türkiye’de ikamet de yenilenemiyor ve kişi kaçak hale
düşüyor. Bu bizim elimizde olan bir şey değil ki. Buna rağmen daha 20 yaşında
olan bu genci sınırdışı ettiler. Suriye’yi tanımayan bu genç tek başına Azez’de
ne yapacak? Babası geçmişten beri Suudi Arabistan’da yaşıyor ve çalışıyordu.
Suud, Suriyelilerin çocuklarına eğitim imkânı tanımadığı için ailesi Türkiye’ye
sırf çocuklarını okutabilmek için gelmişti. Şu an çaresizler ve şok içindeler.
Dahası, bu genç ve ailesi çifte vatandaş; bir Kuzey Afrika ülkesinin
vatandaşlığına da sahip ve bazı aile fertleri o ülkede yaşıyor. Neden bu çocuğu
o ülkeye değil de Suriye’ye yolladılar? Azez’den yurtdışına gidebileceği hava,
deniz veya karayolu olmadığından Suriye’de hapis kaldı. Türkiye’ye girişi
yasak. Vatandaşlığı olan diğer ülkeye uçmak için Şam’a giderse muhtemelen zorla
askere alınacak. Geleceğini tamamen yitirdi.” Türk kamuoyu, şu kadar Suriyeli
geri gönderildi haberini okuduğunda bunların suçlular, kaçaklar, kamu düzenini
bozanlar falan olduğunu zannediyor; ama tek tek hikâyeler dinlendiğinde
bambaşka mağduriyetler olduğu görülüyor.
Peki,
Geri Gönderme Merkezlerinde durum nasıl?
GGM’lerde
tutulan sığınmacıların gayriinsani muameleye maruz kaldığı, dövülerek ve
sövülerek zorla ‘gönüllü geri dönüş’ evrakına imza attırıldığı yönünde hem
baroların ve avukatların hem de yerli ve yabancı insan hakları örgütlerinin
şahitlikleri var. İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası kuruluşların
raporları taraflı denerek kabul edilmezse, geçen sene devletin resmî kurumu
olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK)’nun raporunda
Gaziantep’teki Oğuzeli GGM’de sığınmacıların dövülerek zorla ‘gönüllü geri
dönüş’ evrakına imza attırıldığı bilgisi yer aldı ve hatta Oğuzeli GGM hakkında
şikâyette bulunuldu. Keza Gaziantep Barosu Mülteci Hakları Komisyonundaki bazı
avukatlar basın açıklaması yaptı; hem Oğuzeli hem de Apaydın GGM’de
sığınmacılar fiziki ve sözlü şiddete uğruyor, evraklar bu şekilde zorla imzalatılıyor,
her şeye rağmen imzalamayanların önüne başkası tarafından imzalanmış evraklar
konup sınırdışı ediliyor diye.
Biz de 2022
Mayıs’ında TİHEK heyetiyle Tuzla GGM’ye gittik. Maalesef gördüklerimiz ve orada
bize anlatılanlar hiç iç açıcı değildi. Dövme, hakaret, aşağılama var;
bazılarının avukatıyla veya ailesiyle iletişimi engelleniyor ki bu en büyük
problem; hastalananların tedavi imkânı yok, sadece bir ağrı kesici veriliyor, o
kadar; koğuşlarda 7 kişi kalıyor ve koğuşlar kirli olup böceklerle dolu; cilt
hastalıkları ve kaşıntı yaygın. Gecikmeli de olsa sonunda yayınlanan TİHEK
raporu bu sorunlara işaret ediyor. GGM’de bir futbol sahası var ve sahanın bir
yeri kör nokta olup kameralar görmüyor. İnsanları orada dövüyorlar ki biri şikâyette
bulunursa ve iddiaları incelenmek için kameralar açılırsa dayak sahnesi
görülmesin. Sığınmacıların aktardıklarına istinaden en kötü iki GGM, Gaziantep’teki
Oğuzeli ve İstanbul’daki Tuzla.
Bu arada
bu vakaları anlatırken amacımız, insan haklarının ve adaletin müdafaasıdır,
yoksa Göç İdaresi Başkanlığı veya İçişleri Bakanlığına karşı durmak veya onları
zor duruma düşürmek asla değil. Adalet herkese lazım. Bunu özellikle belirtmek
isterim.
Şu an
Suriyeliler psikolojik olarak ne durumda? Suriyelilerin bir yardım derneğindeki
yetkililerle görüştüğümde bana “Bir haftadır yardımlarını alması için
çağırdığımız dullar, yetimler ve muhtaçlar korkudan gelemiyorlar. Bütün belgeleri
tam olduğu halde evden çıkamıyorlar, güvenlik güçlerinin keyfi bir muamelesiyle
karşılaşmaktan korkuyorlar” dedi. Doğru mudur?
Doğru. İkitelli
Sanayi Sitesi İstanbul’un en büyük sanayi sitesi. Geçen pazartesiden itibaren
çoğu işçi işine gitmedi, özellikle de geçici koruma kimliği olmayan veya başka
şehre kayıtlı olanlar. Aileler, kimlikleri İstanbul’a kayıtlı olsa bile
çocuklarını sokağa çıkartmaktan korkuyor.
Bazı
aileler bütün eşyalarını satıp Avrupa’ya gitme seçeneğini düşünüyor. Kimisi
ailecek buna hazırlanıyor, kimisinde ise babalar, ailesini akrabasına veya
tanıdığına emanet edip yola çıkmayı, bir-iki yıl sonra aile birleşmesi
çerçevesinde onları yanına getirtmeyi planlıyor. Şu an eşyalarını satmakta olan
birçok aile var.
Suriyelilerin
2021’den beri Türk devletinin ve halkının kendilerini bu topraklarda artık
istemediğini anladıklarını ve Türkiye’de yaşama imkânları kalmadığı için bir
yolunu bulup ayrılmaya çalıştıklarını duyuyorum. Bu temayül son dönemde daha da
artmış olmalı.
Aynen
öyle. Geçen sene Işık Kafilesi ortaya çıkmıştı. Suriyeli sığınmacılar ve diğer
milletlerden göçmenler Yunanistan sınırında toplanıp her birlikte Avrupa’ya
gitme kararı almışlardı. Ama o dönem biz kardeşlerimizi bunun imkânsız olduğu,
Avrupa’nın kesinlikle sınırları açmayacağı yönünde uyarmıştık. Çünkü o dönem
Frontex heyeti “Kimsenin Avrupa bölgesine girmesine müsamaha etmeyeceğiz” diye
açıklama yapmıştı. Biliyorsunuz, teknelerin bat(ırıl)ması, insanların Meriç
Nehri’nde öldürülmesi gibi çok acı şeyler yaşanıyor. Biz Avrupa’ya gitmeye
hazırlanan ailelerle konuşurken soruyoruz, “Sen bu 1-2 yaşında çocuğunu Meriç
Nehri’nde ya da Ege Denizi’nde nasıl ölüme atabileceksin?” diye. “Hocam, ha
burada ölmüşüz, ha orada, ne fark edecek? Bize zaten her yer ölüm” diyorlar.
Bu süreç
Türk iş dünyasını nasıl etkileyecek? Böyle giderse birçok fabrika ve üretim
tesisi çalıştıracak eleman bulamayacak. Önümüzdeki yerel seçimlere kadar bazı
işyerlerinin sırf bu nedenle kapanabileceği kanaatindeyim. Ne dersiniz?
Perşembe
günü Başakşehir’e bağlı ayakkabı sanayi sitesindeydim. Bazı atölyelerde Türk
işverenler şöyle dedi: “Bayramdan önce işçimiz vardı. Ama bayramdan sonra iyice
azaldı; işçilerimizi arıyoruz, ya Suriye’ye sınırdışı edilmişler veya edilmek
üzere geri gönderme merkezlerindeler ya da Yunanistan üzerinden Avrupa’ya
ulaşmışlar. O işçilere aylık 15.000 TL veriyorduk. Şimdi 20.000 TL vermeye
razıyız, ama kimse çalışmaya gelmiyor.” İşverenler ucuz işçi olan Suriyelilerin
gitmesini istemiyor. Bilhassa orta ve küçük ölçekli işyerlerinde Suriyeliler ve
diğer göçmenler önemliydi. Özellikle de ağır sanayi sitelerinde. Mall of
İstanbul’un karşısındaki demirciler sitesinde yıllardır Suriyeli işçi oranı
%86. Sığınmacılar üzerindeki bu baskı devam ederse birçok sanayi sitesi işçi bulmakta
zorlanacak ve bu ekonomiyi etkileyecektir.
Suriyeliler
en çok hangi alanlarda çalışıyorlar?
En çok
sırasıyla tekstil, ayakkabı, inşaat sektörü ile sanayi siteleri.
Son
olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?
Sığınmacı
toplumu olarak Türkiye’de sorunun kaynağı değil, mağduru olarak görülmeyi
isterdik. Geçen sene muhalefet partilerinin liderleriyle tek tek görüştük. Kemal
Kılıçdaroğlu’yla görüşürken dedim ki “CHP kendini sosyal demokrat olarak
tanımlıyor. Avrupa’da sosyal demokrat partiler insan haklarına ve mülteci haklarına
en sıcak yaklaşanlar; ama Türkiye’de sizin yaptığınız siyaset, AK Parti ne
yapıyorsa veya nerede duruyorsa ona karşıtlık üzerine kurulu.” Keşke Suriyeli
sığınmacıları hedef alan partiler ve siyasetçiler, hayatlarında bir kez olsun
bizi sığınmacı konumuna sokan ve ülkenize getiren sebepleri ve Esed rejimini
hedef alsaydı. Muhalefet liderleriyle konuşurken Suriye’de bir diktatörlük rejimi olduğunu, savaş ve katliam yaşandığını anlatıyoruz; diyorlar ki “Yok öyle bir
şey, bu dediğiniz doğru değil”. BM’nin ve bütün insan hakları kuruluşlarının
raporları ortada, hala neyi inkâr ediyorsunuz? Biz keyif için mi vatanımızı
terk edip gurbette bunca sıkıntıyı yaşadık?
Ama şunu tespit ettim: Suriyeli sığınmacı düşmanlığının asıl gizli kaynağı, anti-Araplık ve anti-İslamlık. Bu arada Türkiye’de artık Suriyeli düşmanlığı ırkçılık-ayrımcılık seviyesini de geçti, bir anti-Suriyelilik oluştu. Hollanda ve Almanya’da yaşayan birçok Suriyeli sığınmacı arkadaşım var. Bana diyorlar ki “Türklerin Suriyeli sığınmacı düşmanlığı sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil; bizi Avrupa’da da sevmiyor, düşman görüyorlar.” Bu korkunç bir durum. Dünyanın neresinde Suriyeli varsa ona düşman kesilme hali, Suriye insanının değerini en aşağıda görmek anlamına gelir. Biz bugün Allah’ın iradesiyle hep birlikte bir anda Suriye’ye dönsek ve ben 10 yıl yaşadığım bu ülkeyi 30 yıl sonra tekrar ziyarete gelsem, bugün beni dışlayanlardan duyduğum sözlerin aynısını muhtemelen o zaman yine dinleyeceğim. Çünkü artık burada bir anti-Suriyelilik olgusu yerleşmiş durumda.
***
NOT: Röportajın
aşağıdaki kısmını bir başka çalışmam için yapmıştım. Ama çok önemli bilgiler içerdiği
için aşağıda paylaşıyorum.
Suriyeli
sığınmacıların sınırdışı edilme sebepleri neler?
Öncelikle
bir hususu açıklığa kavuşturmak lazım. Türkiye, mültecilerle ilgili 1951
Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Protokolü’ne sadece Avrupa’dan gelecekleri
mülteci statüsünde kabul edeceğini belirten bir coğrafi sınırlamayla imza
koydu. Buna rağmen Suriyeli sığınmacılara mülteci haklarının çoğunu tanıdı
aslında. Bunların en önemlisi, ilgili sözleşme ve protokoldeki mültecilerin
zorla ülkelerine geri gönderilmemesi ilkesi. Bu, mülteci haklarının en temel
maddesidir. İkincisi, 14 Eylül 2022’de BM’ye bağlı Suriye Komisyonu bir rapor
yayınladı. Raporda savaş devam ettiği için Suriye’nin tüm coğrafyasının geri
dönüşe müsait ve güvenli olmadığı belirtildi. Üçüncüsü, İnsan Hakları İzleme
Örgütü’nün Şubat 2023 raporunda Suriye’nin kuzeyinin, özellikle İdlib’in
mültecilerin geri dönüşüne uygun olmadığı vurgulanıyor. Zaten 25 Haziran’da
İdlib bombalandı. Velhasıl, uluslararası hukuka göre, suçu ne olursa olsun
Suriyeli sığınmacıların gözaltına alınıp Göç İdaresi Başkanlığınca sınırdışı edilme
hakkı yok.
Göç
İdaresi hangi gerekçelerle sığınmacıları sınırdışı ediyor? Bazılarının üzerinde
G87 kodu var; genel güvenlik açısından sakıncalı veya terör bağlantılı
olabileceği değerlendirilen yabancılara veriliyor. Bunlar geçici koruma kimliği
bilgilerini güncellemek için Göç Müdürlüklerine veya Yabancılar Şubesi’ne başvurduğunda
tutuklanıyor. Bazı durumlarda doğrudan sınırdışı ediliyor; tıpkı 2022’de
Kahramankazan ilçesindeki sınırdışı edilen 16-17 aile gibi. Aslında bu kodu
olanın en doğal hakkı mahkemeye çıkartılması. Ama Göç Başkanlığı bu kişileri 24
saat içinde sınırdışı ediyor; her ne kadar ilgili mevzuatta, geçici koruma
statüsündeki Suriyeli sığınmacıların sınırdışı edilmesinin 7 gün sonra
gerçekleşeceği belirtilse de. Kahramankazan vakasında şu tuhaflığı gördük:
Tamam, babaya kod konabilir; ama neden 1 aylık veya 2 yaşında çocuğun üzerine
bile kod koyuyorsunuz? Bazı dosyaları takip ederken mahkemeden beraat aldıkları
halde sınırdışı edildiklerini gördük. Mesela kişinin geçici koruma kimliği
başkasının eline geçmiş ve üzerine sim kart çıkartılıp PKK veya el-Nusra
bölgesine bazı aramalar yapılmış. Sığınmacı, mahkemeye başvurup bu aramalarla
ve numaralarla alakası olmadığı konusunda beraat alıyor; ama Göç İdaresi yine
de sınırdışı ediyor. Böyle birçok vaka oldu. Yani kod konanların bir kısmı
doğruysa ve haklıysa da diğer kısmı ne yazık ki iddiaya binaen.
Geçici
koruma kimliği başka şehre bağlı olanlardan bazıları da sınırdışı ediliyor;
tabii ki hepsi değil. Sivas yolunda içi Suriyeli sığınmacılarla dolu bir otobüs
devrilmiş, 2 kişi hayatını kaybetmiş, 26’sı da yaralanmıştı; İstanbul’dan
Diyarbakır’daki GGM’ye götürülen o otobüsteki 42 kişiden 38’inin geçici koruma
kimliği vardı. Göç İdaresi Başkanlığının dayandığı mevzuat uyarınca, başka
şehre kayıtlı, kimliği olan herhangi bir Suriyeli sığınmacı İstanbul’da
yakalanırsa kayıtlı olduğu şehre yollanması gerekiyor. Ama bazı durumlarda
Suriye’ye sınırdışı ediliyor.
Gerçekten
suç işlediği için geri yollananlar da vardır ama…
Var
tabii ki. Sığınmacılar melek değil, suç işleyen de var. Geçici koruma statüsüne
sahip olup suç işleyenlerin mahkemeye verilmesi konusunda açık bir madde var.
Bazıları mahkemede beraat ettikleri halde sınırdışı ediliyor.
Bize en
çok gelen sınırdışı edilme vakaları, daha evvel bahsettiğim, geçici koruma
kimliği başkasının eline geçenler ve bu kimlik üzerinden sim kart alınıp arama
yapılanlar. Başına böyle bir şey gelenler Turkcell, Türk Telekom veya Vodafone
şirketlerine gidip bu numara benim değil diyerek kapattırıyor; ama kısa süre
sonra e-devlete girdiklerinde yeni bir sim kartla hat açıldığını görüyorlar. Son
2 yılda en önemli sıkıntılardan biri bu. Biz bu durumdakilere mahkemeye
başvurun diyoruz. Cep telefonu şirketlerinin yöneticileriyle görüşmelerimizde
yeni sim kart için kişinin parmak izini talep edin dedik. Sadece kimlik
üzerinden hat açılması yeterli olmamalı, çünkü bu çok hassas bir mesele.
İkincisi,
bazı kişilerin geçici koruma kimliğinin olmaması. Çünkü 2019’dan sonra çoğu
şehirde kimlik verilmesi iptal edildi. Bu kimliksiz olanların bazıları, bayram
tatilinde Suriye’ye gidip bir ay kalıp dönmek istiyor. Bazı simsarlar, kimliği
olmayanlara başkasının kimliğini veriyor. Bu simsarların sınır kapılarındaki
bazı memurlarla bağlantısı var; “Sana 1000 dolar vereceğim, bana bir kimlik ve
giriş-çıkışı ayarla” diyorlar. Bazı aileler kimliğini güncellemek için Göç
Müdürlüklerine veya Yabancılar Şubesine gittiğinde memur ona “Sen Suriye’ye
çıkış yapmışsın, Türkiye’de görünmüyorsun” diyor. Suriye’ye hiç dönmediği halde
sistemde çıkış yapmış görünme vakaları son dönemde çok oldu. Artık türlü türlü
simsarlar var maalesef.
Üçüncüsü,
erken evlilik suç sayıldığı için 15-16 yaşında bir kızla evlenen gencin üzerine
Ç-114 kodu konuyor. Bu da sınırdışı edilmeye yol açıyor.
Hırsızlık,
gasp, cinsel saldırı gibi suçlar işleyenler ne oluyor?
Hemen
cezaevine yollanıyor. Mahkûmiyet süresi dolduktan sonra da sınırdışı ediliyor.
Bu tür adi
suçlar işleyenlerin sayısı ne kadar? Benim tespitim çok az. Sizin tespitiniz ne
yönde?
Gerçekten
çok az. Afgan sığınmacılar ile Suriyelilerin bir farkı var. Suriyelilerin
ekseriyeti aileleriyle geldiler veya burada aile kurdular. Ailesi olanın yanlışa
tevessül etmesi daha az olur. Tek gelen gençler daha fevri olabilir. Bu arada
elinde nargileyle sahillerde gezen gençleri ne kadar uyarsak da dinlemiyorlar.
Bunu yapanların çoğu, yıllardır toplu bekâr evlerinde kalan gençler; yani
buraya ailesiz gelenler. Hayatlarını fabrikalarda, atölyelerde uzun mesailerle
çalışarak ama annesiz-babasız ve eğitimsiz geçirmek zorunda kaldılar.
Türkiye’de entegrasyon projeleri aileleri ve okullardaki çocukları hedef aldı;
oysa bu gençlere de odaklanılmalı diye biz yıllardır Göç İdaresi başta olmak
üzere yetkili mercilere söylüyoruz. Ama onlara kimse önem vermedi. 2012-2013’te
tek başına gelmiş gençler ve hatta 11-12 yaşında çocuklar vardı; ömrünü bekâr
evlerinde geçirmek zorunda kalan o gençler 2023 yılında 20’li yaşlarındalar.
Aile, okul ve toplum eğitimi çok önemlidir. Biz bu gençleri 10 yıldır
İstanbul’da yalnız bıraktık ve artık düzeltemeyiz. Doğruyu-yanlışı ne kadar
anlatırsak anlatalım dinlemiyorlar. Bu da bizim suçumuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder