ARAP BAHARI
2.0: GÜNÜMÜZ PROTESTOCULARI İÇİN 2011’DEN BEŞ DERS
Megan O’Toole (Hukuk, siyaset, küresel çatışmalar ve
insan hakları konularına odaklanan gazeteci ve editördür. Irak, İran,
İsrail-Filistin, Lübnan ve Suriye-Türkiye sınır bölgesi dahil on küsur ülke
hakkında yazılar kaleme almaktadır.)
Middle East
Eye, 16 Aralık 2020
Tercüme:
Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Perspektif web
sitesinde 5.1.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/arap-bahari-2-0-gunumuz-protestoculari-icin-2011den-bes-ders/
İngilizcesi “Arab Spring 2.0: Five
lessons from 2011 for today's protesters” başlığıyla yayınlanan yazıyı
okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Özet: Cezayir, Irak ve Lübnan’daki değişim çağrısı yapan göstericiler, 2011 yılındaki olaylardan hangi dersleri çıkarabilir?
17 Aralık 2010 tarihinde yıllardır polis zorbalığıyla
aşağılanan Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi, Sidi Buzid şehrinde
kendisini ateşe verdi; bu, bölge çapında otoriterlik karşıtı isyanlar
dalgasının kıvılcımını ateşleyen tekil bir protesto eylemiydi.
Akabinde gelen Arap Baharı, bilindiği gibi, statükoyu
tahkim etmek için her şeyi göze almış karşı-devrimci devlet güçleri tarafından
büyük ölçüde ezildi. On yıl sonra Sudan’dan Lübnan’a ve Mısır’a kadar bölge
çapında insanlar hâlâ protesto için kendilerini ateşe veriyorlar.
Hükümetlerin yolsuzluğu, başarısız ekonomiler ve
giderek kötüleşen sosyal hizmetlerin de aralarında olduğu Arap isyanlarını
tetikleyen koşullar, birçok ülkede 2020’deki Covid-19 küresel salgınıyla
şiddetlenerek sadece ve sadece daha da pekişmiş oldu. Hükümetlerin kökende
yatan bu temel problemlerin üstesinden gelmedeki yaygın başarısızlığı,
protestocuların daha iyi bir hayat kalitesi talep ettiği yeni bir isyan dalgası
olan Arap Baharı 2.0’a yol açtı.
İkinci Arap Uyanışı (The Second Arab Awakening) kitabını yazan eski Ürdünlü diplomat Mervan
Muaşir, Middle East Eye’a şunları anlattı:
“Arap yönetimleri eğer ki yeni toplumsal sözleşmelere,
daha açık siyasi sistemlere ve kurumsal olarak yolsuzlukla mücadeleye duyulan
ihtiyacı anlasalardı, Arap Baharı 1.0 toplumsal barışla sonuçlanabilirdi. Çoğu
bunu yapmayı tercih etmedi; aksine kendilerini emniyete aldılar ve derin devlet
son derece güçlü bir şekilde geri döndü.”
Protestocular tekrar seslerini yükseltiyorlar, ama bu defa -uzmanların da işaret ettiği üzere- geçmişten kilit dersleri almış olarak…
1. Korku Duvarı Yıkılabilir
Beyrut’taki Carnegie Ortadoğu Merkezi uzmanlarından
Dalya Ganem’e göre, 2010-2011 isyanlarının önemli bir özelliği, bölgeye hâkim
olan korku duvarının yıkılabileceğini göstermesiydi.
İsyanları takip eden baskıya rağmen bu yeni anlayış,
yepyeni siyasi ve sosyoekonomik ihtimalleri açığa çıkardı. Sosyal medyanın
artan önemi, bu fikirlerin çevrimiçi forumlarda daha fazla tartışılmasını
sağladı.
Ganem “Arap vatandaşlar statükoyu kırdı ve bu, başlı
başına bir başarıdır.” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Ondan sonra diktatörler düştü ve insanlar uyanıp daha
iyisini hak ettiklerine ve sömürge sonrası toplumsal sözleşmenin artık
işlemediğine karar verdiler. Bugün vatandaşlar karar alma süreçlerinde yer
almak istiyorlar ve vatandaşlıklarını yeniden müzakere ediyorlar. Bir Arap
vatandaşı olmak ne anlama geliyor?”
Tunus, iç savaşa düşmeyen veya diktatörlüğün geri
dönüşüne şahit olmayan Arap Baharı’nın sürüklediği tek ülkeydi. Ancak Muaşir diyor
ki Arap yöneticiler siyasi değişimin önemi konusunda kendi derslerini
öğrenmekte başarısız oldular.
Yakın zamana kadar bölgenin büyük bir kısmı, yüksek
petrol fiyatlarından ve onun cezbettiği yabancı yatırımdan istifade etti. Ancak
fiyatlar bir anda çakıldığında denizaşırı gelirler de suyunu çekti. Muaşir’e
göre toplumsal barışı sürdürmek için yeterli mali kaynakların yokluğunda birçok
otokrat, 2011’de Arap isyanlarının ilk dalgasını bastırmalarına imkan veren
kılıfı artık yitirmiş durumda. On yıl sonra artık protestocuların bu rejimlerle
karşı karşıya gelmekle kaybedecekleri şeyler giderek azalıyor.
İsyan İçindeki Bir Bölge: Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki Son Ayaklanmaların Haritalandırılması (A Region in Revolt: Mapping the Recent Uprisings in North Africa and West Asia) kitabının editörü Jade Saab diyor ki “[Arap isyanlarının ilk dalgası] sokaklardaki insanların deyimiyle ‘korku duvarı’nın bertaraf edilmesine, yani değişimin mümkün olduğu ve temel düzeyde peşinden koşulması gerektiği, tek başına hayat şartlarında değişiklik talebinin yeterli olmadığı fikrinin gelişmesine yardımcı oldu.”
2. Kamusal Alanlara Hakim Olun
Arap Baharı sırasında Kahire’nin Tahrir Meydanı gibi
kamusal alanlar göstericilerin ortak sesini sembolize eder hale geldi. Mısırlı
protestocular, hükümet yanlısı protestocuların deve ve at sırtında saldırıları
da dahil devlet destekli şiddet ortamında meydanı iki haftadan fazla işgal
ettiler. Şiddete rağmen göstericiler Hüsnü Mübarek rejiminin sona ermesi
talebini sürdürdüler. 11 Şubat 2011’de temennileri yerine getirildi.
Mısır’ın kısa ömürlü demokrasi deneyimi daha sonra
Mübarek döneminden daha baskıcı bir diktatörlüğe dönüştü. Ülkenin demokratik
yollardan seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, General Abdülfettah
es-Sisi tarafından 2013 askeri darbesiyle devrildi ve Sisi yönetimi o zamandan
beri muhalefete baskı uyguluyor.
Ancak Saab, toplu kamusal bir araya gelişler ve
toplantılar yoluyla nelerin başarılabileceği fikri hâlâ geçerli diyor. İlk
protesto dalgasının daha sonra ikinci dalgada benimsenen stratejileri
normalleştirdiğini belirtiyor. Bunlardan “En yaygın olanı, tüm ulusun
kimliğini yaratma ve gözden geçirme mekânları ile bir sanat ve kültür
kaynağı haline gelen kamusal alanların işgali.” diyor.
Mesela geçen sene Iraklılar ülkenin yozlaşmış elitini
protesto etmek için sokakları doldururken şehir merkezindeki Tahrir Meydanı’na
bakan harap bir yapı olan Bağdat’ın ‘Türk restoranı’ devrimcilerin karargâhı
oldu. Bir protestocu, kaderinde “Irak’taki devrimin tarihi” olmak da varmış
dedi.
Beyrut’taki Şehitler Meydanı, devrimin sembolü altı metre yüksekliğindeki havaya kaldırılmış yumruk etrafında geçtiğimiz Ekim ayında başlayan isyanın merkez üssü oldu. Protestocular bu alanı hem ülkenin siyasi sorunlarını tartışmak hem de şarkı söylemek, dans etmek ve yeni bir gelecek potansiyelini kutlamak için kullandılar.
3. Toplumsal Güçleri Geliştirin
2010-2011’deki ilk Arap isyanları dalgasını bölge
çapında nispeten sessiz bir dönem takip etti. Suriye, Libya ve Yemen’deki
isyanların ülkeleri harap eden, yüz binlerce insanı öldüren ve milyonlarcasını
yerinden eden iç savaşlara dönüşmesi karşısında birçok insan tekrar
protestolara başlamaktan sakınıyordu.
Saab diyor ki bu, “Herhangi bir halk seferberliğini
bastırma ve onları ‘kaotik’ olmaktan ibaret diye karalama noktasında bölgedeki
gerici rejimler için bir koz işlevi gördü.”
2010-2011’de aktif olan toplumsal protesto hareketleri
anlaşılabilir bir şekilde yeterince gelişmiş değildi; nihayetinde on yıllarını
otoriter toplumların pençesinde geçirmişlerdi.
Ancak, Saab’a göre, Arap Baharı olayları bu tür
grupların gelişmesine ve olgunlaşmasına yardımcı oldu. “Irak, İran ve Lübnan
2010-2019 yılları arasında ülke çapında protestolara şahit oldu, ancak bunlar
konu bazlı protestolardı.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Yeni bir aktivistler
katmanı yaratmaya yardımcı olan işte bu hareketlerdi. Bu ülkeler 2011’den
tamamen bağımsız olarak kendi olgunlaşma süreçlerinden geçmek zorundaydı, ancak
yönetici sınıfa karşı genel bir isyanın her zaman eli kulağında olduğunu
bilerek.”
Muaşir, son protesto dalgasının daha barışçıl olduğunu
söylüyor. Gözlemlerine göre, geçtiğimiz iki yılda Cezayir ve Sudan’daki
göstericiler şiddetten kaçınmak suretiyle geniş bir destek elde etmiş durumda.
Sudanlı akademisyen ve Rift Valley Enstitüsü üyesi
Mecdi el-Cizuli, ilk Arap Baharı döngüsünün “siyasette yeni bir kitle katılımı
türünü, bir eylem modelini ve yeni bir siyasi kelime haznesi ile işleyiş
gramerini müjdelediği”ni belirtiyor.
Cizuli’ye göre protestoların çoğunun ortak paydası,
sıklıkla kafa karıştıran toplumsal özgürlükler talebiydi. Ancak sıra uygulamaya
geldiğinde bu tür hareketler ne yapılacağı konusunu halledemedi. Liderler
görevden el çektirildikten sonra protestocuların taleplerinin siyasal düzlemde
nasıl hayata geçirileceğine dair gerçekçi bir plan yoktu.
Cizuli, “[Mısır’da] para babası olan kudretli güçler,
devrimin seküler temalarını onaylamakta ve altını oymakta hızlı davrandılar ve
gerçekten de isyan anında keşfedilen liberal özgürlükleri kısa sürede ortadan
kaldırdılar.” diyor.
Bu da günümüz protestocularını hâlâ kilit bir soruyla boğuşturuyor: Kendi devrimlerinin hedeflerini nasıl güvence altına alacaklar?
4. Yüzeysel Değişimin Ötesine Geçin
On yıl evvelki olaylara bakıldığında 2020’deki
protestocular için en büyük ders, hakiki bir değişimin bir gecede
gerçekleşemeyeceğidir. Bir göstermelik yöneticinin diğeriyle değiştirilmesi
gibi yüzeysel tavizler hakiki bir siyasi reforma yol açmaz. Yeni bir siyasi
modele geçiş vakit alır ve bu yolda sürekli baskı uygulamayı gerektirir.
Washington’daki Arap Merkezi kıdemli uzmanı Halil
el-Anani, geçen sene Cezayir’deki protestocuların sabık Cumhurbaşkanı Abdülaziz
Buteflika’nın görevden ayrılmasından sonra bile sokaklarda kalmasının dikkate
değer olduğunu söylüyor.
“Mübarek’in istifa etmesi üzerine on sekiz gün süren
protestoların ardından Tahrir Meydanı’ndan ayrılan Mısırlı emsallerinin
hatalarını tekrarlamadılar.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Cezayir’deki
sivil-asker ilişkisinin yeniden inşasına yönelik çok önemli bir adım olan,
iktidarın askeri bir lidere değil, sivillerin eline geçmesinde ısrarcı
oldular.”
Benzer şekilde Muaşir de Cezayir’deki protestocuların
“eskisinden çok daha sabırlı oldukları”na dikkat çekiyor.
Keza Sudan’daki protestolar, eski Devlet Başkanı Ömer
el-Beşir’in görevinden alınmasından sonra da sürdü; zira aktivistler demokrasi
yanlısı hareketi askerlerin yönetimi ele geçirmesine karşı direnmeye teşvik
ettiler. Beşir’in görevden alınıp yerine bir askeri konseyin geçmesinin
ardından protestocular “İlki düştü, ikincisi de düşecek!” diye slogan
atıyorlardı. En nihayetinde Arap Baharı 2.0 ile boğuşan ülkelerde önceki siyasi
düzene dönüş artık mümkün olmayabilir.
Ancak Cizuli farklı bakıyor: Toplumsal talepleri
pratik adımlara dönüştürebilecek yeni siyasi yapılar olmadığı takdirde Cezayir,
Sudan, Irak ve Lübnan’daki gibi kitlesel protestolar “halka güç/iktidar
veremeyip” yalnızca “yenilmiş kahramanlar” doğuracak.
Cizuli, buradaki asıl zorluk, “şehrin -Beyrut, Bağdat veya Hartum- hakkını güvence altına alma amacına uygun bir siyasi örgütü yeni baştan oluşturmak” diyor.
5. Çabanız Uzun Vadeli Olsun
Saab’a göre Lübnan ve Cezayir gibi yerlerdeki son
isyanlar tabiatı gereği neoliberalizm karşıtı. 2010-2011’de Tunus’ta
yaşananlardan dersler alıyorlar; zira Tunus demokrasiye ulaşmayı başardı ancak
eski rejimi deviren iktisadi sorunlarla hâlâ başı dertte.
Keza yönetici sınıflar altta yatan temel problemleri
çözemediği sürece bölgenin köklü değişim taleplerine şahit olmaya devam edeceği
görüşünde. “Huzursuzluk ve karışıklık toplumsal hareketlere yol açan şeydir,
aksi değil.” diyor.
Ayrıca Saab, protestocuların -reform arayışındakilerin
tek bir hareket olarak bir araya gelmesi suretiyle- birleşik bir siyasi vizyon
geliştirmeleri gerektiği inancında ki bunu şimdiye kadar yalnızca Sudan
başarabildi.
Dünyanın geri kalanı gibi Kuzey Afrika ve Ortadoğu
bölgesi de geçtiğimiz sene Covid-19 pandemisinden derinden etkilendi. Muaşir’e
göre insanların büyük kalabalıklar halinde bir araya gelmesini engelleyen
hareket kısıtlamaları, olağanüstü hal emirleri ve koronavirüsün yayılmasıyla
ilgili korkular sayesinde bu pandemi, otoriter sistemlere bir armağan oldu.
Muaşir “Covid-19 hareketleri yavaşlattı, ancak kanaatimce [onları] öldürmedi.” diyor.
Bununla birlikte virüsün etkisi, birçok reform
hareketini tetikleyen iktisadi problemleri derinleştirerek ve daha ileri
protestoları kaçınılmaz kılarak hükümetler için iki ucu keskin bir kılıç haline
geldi.
Muaşir, her seferinde yeni yeni derslerin
öğrenileceğine dikkat çekerek “Kanaatimce insanlar sadece 2.0 değil 3.0, 4.0
gibi daha nicelerini de görecekler.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Eski Arap
düzeninin siyasi, iktisadi ve toplumsal bakımdan öldüğü ve yeni düzenin
doğmakta muazzam zorluklar çektiği çok tuhaf bir durumdayız.”
Anani’nin tahminine göre, gençler muhtemelen “fırsat
bulduklarında Arap sokaklarına bir kez daha akın edecekler ve hürriyet, adalet,
onur ve temsil talepleri karşılanıncaya dek isyankâr olarak kalacaklar.”
Son söz Anani’nin: “Değişim kurşunu 2011’de çoktan
ateşlendi ve ne zaman hedefi vuracağı sadece bir zaman meselesi.”
Hocam sizin de sürekli söylediğiniz gibi Ortadoğu insanında bir naiflik var. Zannediyoruz ki baştaki yönetici gidince her şey düzelecek. Arap Baharı 2.0'da gençlerin bunu anlamaya başlamasını okumak sevindirici gerçekten. Lakin bu noktada Kierkegaard'ın insanı insan yapan "Umutsuzluğunu" ya da Munsif Merzuki'nin "Kötüyimserliği"'ni düşünmeden edemiyorum. Muaşir'in dediği gibi "Yeni Siyasal Yapılar"'ın oluşmasında bu düşünce modellerine ihtiyaç elzem. Aksi takdirde bu hareketlenme sadece "yenilmiş kahramanlar" doğuracak malesef..
YanıtlaSil