28 Aralık 2020 Pazartesi

J.COOK: KÖRFEZ ÜLKELERİ NASIL İSRAİL İŞGALİNİN İŞ ORTAĞI OLDU


KÖRFEZ ÜLKELERİ NASIL İSRAİL İŞGALİNİN İŞ ORTAĞI OLDU

Jonathan Cook (2001’den beri Nasıra’da yaşayan ve Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili üç kitabı bulunan İngiliz gazeteci)

Middle East Eye, 14.12.2020

Tercüme ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor

 

NOT: Bu özet tercüme Fikir Turu web sitesinde 17.12.2020 tarihinde yayınlanmıştır.  https://fikirturu.com/jeo-strateji/korfez-ulkeleri-nasil-israil-isgalinin-is-ortagi-oldu/

İngilizcesi “How Gulf States Became Business Partners in Israel’s Occupation” başlığıyla yayınlanan yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.


Spot: İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ağustos ayında imzaladığı, ilişkileri normalleşme anlaşması Filistin’in aleyhine nasıl sonuçlar doğurmaya başladı? İsrail’in Filistin topraklarına kurduğu yerleşimler anlaşmadan nasıl faydalanıyor? Barış için kurulduğu iddia edilen fonlar kime gidiyor?

 

Trump yönetiminin dört yıllık çabalarının bir ürünü olan ve ‘Yüzyılın Anlaşması’, ‘İbrahim Mutabakatı’ gibi iddialı isimlerle dünyaya sunulan Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme süreci tüm hızıyla devam ediyor. 20 Ocak’taki görev değişimine kadar Trump’ın bu politikayı hız kesmeden sürdüreceği aşikar.

Dört ay evvel “İsrail-BAE Anlaşması: Düzmece Barış Endüstrisi Canlanıyor” başlıklı yazısıyla bu konuyu ayrıntılı bir şekilde analiz eden İngiliz gazeteci Jonathan Cook, 14 Aralık’ta yine Middle East Eye sitesinde “Körfez Ülkeleri Nasıl İsrail İşgalinin İş Ortağı Oldu” başlıklı önemli bir yazı kaleme aldı.

20 yıldır bölgede yaşayan Cook, yeni yazısında BAE ve Bahreyn’in İsrail’le Eylül ayında imzaladığı İbrahim Mutabakatı’nın nasıl Yahudi yerleşimlerini meşrulaştırarak Batı Şeria ve Kudüs’teki Filistinlilerin hayat alanlarını daraltacağını ele alıyor.

İsrail’in Batı Şeria topraklarını ilhakını engelleyip müstakbel bir Filistin devleti umutlarını kurtarmak olarak Arap kamuoyuna pazarlanan İbrahim Mutabakatı’nın gerçek amacı, Cook’a göre, “Filistinlileri kurtarmaktan ziyade Körfez ülkelerinin İsrail’le mevcut bağlarını resmiyete döküp daha da geliştirme imkânı sağlamak.

Artık bölgesel istihbarat -bilhassa İran konusunda- daha kolay paylaşılabilir ve Körfez, İsrail’in yüksek teknolojisine ve Amerikan askerî teknolojisine ve silah sistemlerine erişebilir durumda. Bunların dışında, Sudan da borçlarının ertelenmesine ve yardımlara kapı açacak Washington’ın ‘terörü destekleyen’ ülkeler listesinden çıkarılma vaadiyle mutabakatı imzalamaya ikna edildi. Ve geçen hafta Fas, Trump yönetiminin Batı Sahra’daki işgalini tanımayı kabul etmesinin ardından İsrail’le resmi ilişkileri başlatan dördüncü Arap devleti oldu. Bütün bunlara karşılık İsrail, Filistin meselesinde anlamlı herhangi bir taviz vermeden önemli bir Arap ülkeleri bloğuyla ‘normalleşme’ye başlayabildi.”

Çabuk çark

Cook, BAE’nin de Bahreyn’in de İbrahim Mutabakatı’nı iç kamuoyuna pazarlamakta kullandıkları Filistinlilerin de bu anlaşmalardan fayda sağlayacakları iddiasından çabuk çark ettikleri görüşünde.

“Dahası artık İsrail’in yasadışı yerleşimlerini destekleyerek ve askerî işgal rejimini sübvanse ederek Filistinlilere zarar verme noktasında aktif ve somut bir şekilde İsrail’le işbirliği yaptıkları gerçeğini gizleme zahmetine bile girmiyorlar” diyor.

Yerleşimlerle ticaret

Yazar, Bahreyn’in İsrail’le ilişkilerin Filistinliler üzerindeki olumsuz etkilerine ne denli kayıtsız kaldığını şöyle anlatıyor:

“Bahreyn Ticaret Bakanı Zayid bin Raşid ez-Zayani, aralık ayı başındaki İsrail ziyaretinde, ülkenin neresinde üretilirse üretilsin İsrail’den ürün ithaline açık olduklarını söyledi. ‘Etiketleme veya menşe ile ilgili hiçbir sorunumuz yok’ dedi.”

Bu sözlerden hareketle Cook diyor ki, Manama, İsrail’in yerleşimlerde üretilen ürünlerini Arap dünyasının geri kalanına ihracatında bir kapı olmaya hazır ve böylelikle yerleşimlerin meşruiyetine ve iktisadi yaşayabilirliğine payanda olacak. Bu haliyle yazar, Bahreyn’in İsrail’le ticari politikasının İsrail’in en önemli ticaret ortağı Avrupa Birliği’ninkinden bile daha gevşek olacağı kanaatinde. Zira AB’nin zayıf kuralları yerleşimlerde üretilen ürünlerin etiketlenmesini tavsiye ederken Bahreyn’inkinde buna bile gerek duyulmuyor.

Her ne kadar Bahreyn resmi haber ajansı, Zayani’nin sözlerinin ‘yanlış yorumlandığı’na ve yerleşimlerde üretilen ürünlerin ithalatının söz konusu olmadığına dair bir açıklama yapsa da Cook, Bakan’ın sözlerinin perde arkasını yansıttığı kanaatinde. Zira yazara göre İsrail yönetimi, İsrail ürünleri ile yerleşimlerde üretilenler arasında bir ayrım yapılmasını reddediyor ve bu, İbrahim Mutabakatı’nın da ticari temelini teşkil ediyor.

Yazar bu noktada, 1967’de İsrail’in Suriye’den ele geçirdiği ve 1981’de yasadışı olarak ilhak ettiği Golan Tepeleri’nde yetiştirilen üzümleri kullanan bir İsrail şarap imalathanesinin, ülkesindeki yabancılar için alkol yasalarını serbestleştiren BAE’ye ihracat yapmaya başlaması örneğini veriyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da bulunan 500 bin yerleşimci için kazançlı bir dönüm noktası. BAE üzerinden Arap dünyasında yeni pazarlara açılma umuduyla geçen ay Dubai’ye gelen ilk heyet, iş için müşteri aramakta hiç zaman kaybetmedi. Geçen hafta bir yerleşimci heyetinin yerleşimlerde üretilen alkol, bal, zeytinyağı ve tahin gibi ürünleri ihraç etmek için bir BAE’li şirketle anlaşma imzalamak üzere Dubai’ye gittiği de bildirildi.”

Yeni dibe vuruş

Yazara göre bu, Arap devletlerinin İsrail’in Batı himayesinde bölgeye yerleştirilen bir sömürgeci yapı olduğu ve onunla ‘normalleşme’ ya da normal ilişkiler olamayacağı şeklindeki orijinal konumlarından uzaklaşmalarında yeni bir dibe vuruşa işaret ediyor. (…) Nitekim “Körfez ülkeleri, işgalin fiiliyatta yoğunlaştığı bir dönemde sadece İsrail’le ilişkileri değil, aynı zamanda işgalin kendisini ve onun gayrimeşru çocuğu olan yerleşim yerlerini de normalleştiriyor.”

Cook, Filistin topraklarının dört bir yanına inşa edilen Yahudi yerleşimlerinin nasıl bir şey olduğunu okuyucuya kısaca anlatıyor:

“İsrail, Oslo Anlaşmaları uyarınca C Bölgesi olarak anılan ve Batı Şeria’nın %62’sini teşkil eden işgal altındaki Filistin topraklarında 250’yi aşkın yerleşim yeri inşa etti. Anlaşmaya göre zaman içinde Filistin yönetimine bırakılması öngörülen (…) bu topraklarda İsrail, son çeyrek yüzyılda hayati arazileri ve kaynakları çalarak yerleşimleri hızla genişletti. Bu koloniler, işgal altındaki Batı Şeria’yı çaprazlama kesen ve Filistinlilerin hareket serbestisini iyice sınırlayan yerleşimci yolları ile İsrail’e büyük ölçüde entegre edilmiş durumda.”

“BAE ve Bahreyn ile barış anlaşmaları, -İsrail’in çoktandır devam eden, sahada emrivakilerle Batı Şeria’yı ilhak politikasına yardım ederek- yerleşim yerlerinin daha da sağlamlaşmasına yardımcı olacak ki bu, İbrahim Mutabakatı’yla önleneceğini iddia edilen sonucun aslında ta kendisi.” diyerek önemli bir noktaya parmak basıyor.

Mescid-i Aksa kâr payı

Peki, yerleşimciler Körfez’le normalleşmeden başka nasıl istifade edecekler?

Cook bu konuda diyor ki “Yerleşimciler, İbrahim Mutabakatı’nı işgal altındaki Batı Şeria’da kapladıkları alanları genişletmek için bir engel değil, bir iş fırsatı olarak görüyor. Körfez’den gelen ziyaretçilerin işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya akın etmesi beklendiğinden yerleşimciler için muhtemel kazanımlar arasında turizm de var.”

Yazar, Körfez’le normalleşmenin Kudüs’teki kutsal mekânları ve Filistinlileri nasıl etkileyebileceğini bakın nasıl anlatıyor:

“İroni şu ki, İsrail’in Müslümanların kutsal mekânının etrafındaki bölgeleri fiziken ele geçirmesi ve erişim üzerindeki kontrolü nedeniyle Körfez Araplarının Mescid-i Aksa üzerinde -oraya ulaşamayan Filistinlilerin ekseriyetinden çok daha fazla- hakları olacak. Dahası, uzun zamandır Mescid-i Aksa’nın hamisi olan Ürdün, Suudi Arabistan’ın -Mekke ve Medine’nin ardından- Kudüs’ün kutsal mekânının idaresini üstlenmek için İsrail’le müstakbel bir anlaşmayı kullanabileceğinden haklı olarak korkuyor.”

“İşgal altındaki Kudüs’te Filistinliler, zengin Körfez Araplarının gelişiyle sağlanan iş fırsatlarını değerlendirebilecek altyapıyı bir kenara bırakın, kendi konutlarını geliştirme imkanından bile mahrumlar. Bu da herhangi bir yeni turizm girişiminin kâr payını, Filistinlilerden ziyade İsrail’in ve yerleşimci nüfusunun cebine indirecek konumda olduğunu gösteriyor.”

“İroninin zirvesi ise Abu Dabi hanedanının bir üyesinin -taraftarları, alabildiğine şiddetle Arap karşıtı olan ve Doğu Kudüs’ün yerleşimciler tarafından ele geçirilmesini destekleyen- Beitar Kudüs futbol takımının büyük hissesini satın alması oldu.” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor.

Filistin laboratuvarları

Yazar, Bahreynli bakan Zayani’nin İsrail ziyareti sırasında ‘İsrail’deki bilişim teknolojisi ve inovasyon sektörünün hayatın her alanına ne denli yerleştiğini görünce büyülendik’ sözünü aktarıyor. Tam da bu konuda bundan bir sene evvel yine Middle East Eye için “İsrail’in Casus Teknolojisi Nasıl Hayatımızın Derinliklerine Ulaştı? başlıklı son derece önemli ve ayrıntılı bir yazı kaleme alan Cook, Bahreynli bakanın bu sözü üzerine kısaca şunu söylüyor:

“İsrail’in teknoloji sektörünün ‘hayatın her alanına yerleşikliği’, sadece ve sadece işgal altındaki Filistin topraklarına bir laboratuvar olarak muamele etmesi sayesinde. Orada, Filistinlileri en iyi nasıl gözetleyip takip edecekleri, hareketlerini ve özgürlüklerini fiziken nasıl sınırlayacakları ve biyometrik verilerini nasıl toplayacakları konusunda deneyler yapılıyor. Bu deneyleri gerçekleştiren yüksek teknoloji firmalarının merkezi resmiyette İsrail içinde olabilir; ancak işgal altındaki topraklarda çalışıyor ve buradaki faaliyetlerinden kazanç sağlıyorlar. Başlı başına geniş bir yerleşim işletmeleri kompleksi niteliğindeler.”

Yerleşimci müttefiki

Cook, BAE ve Bahreyn’in ne denli coşkuyla işgal işine girmekte olduğuna ve işgalin en kötü özelliklerini sübvanse etmeye hazırlandığına, ABD tarafından Körfez ülkeleri ve İsrail’in yeni diplomatik ilişkilerini desteklemek için Ekim ayında kurulan İbrahim Fonu’nun ışık tuttuğunu vurguluyor.

Yazar, resmiyette bölgesel iktisadi iş birliği ve kalkınma girişimlerini desteklemek için kurulan en az 3 milyar dolarlık fonun bölgede desteğe en çok muhtaç gruplardan Filistinlilere de yardım sağlayacağı hikayesinin gerçekleri örtbas ettiğini savunuyor.

Nitekim Cook’a göre bunun da bir aldatma olduğu, giderayak Trump yönetiminin İbrahim Fonu’nun başına, ateşli bir sağcı haham ve İsrailli yerleşimcilerin müttefiki olan Aryeh Lightstone’u atamasıyla ifşa oldu.

Kontrol noktalarının iyileştirilmesi

Yazara göre, Lightstone’un siyasi öncelikleri, İbrahim Fonu’nun ilk ilan edilen projelerinden birinde açıkça görülüyor: İşgal altındaki Batı Şeria’da bulunan İsrail kontrol noktalarını ‘modernize etmek’. Bu konuda Cook şunları söylüyor:

“Filistinlilerin istifadesi için tasarlandığı gerekçesiyle kontrol noktalarının iyileştirilmesi Amerikalı yetkililer tarafından takdirle karşılanıyor. Çünkü bu proje, işgal altındaki Batı Şeria’da bir yerden diğer bir yere gitmeye çalışırlarken ve izin belgesi olanlar çalışmak için İsrail’e veya yerleşim yerlerine giderlerken saatlerce bekledikleri kontrol noktalarından geçişlerini hızlandıracak.”

Yazar, bu yaklaşımla ilgili pek çok göze batan sorun olduğunu, havaalanı tarzı kontrol noktalarıyla işgali daha da kalıcı kılma çabalarının uluslararası hukuku alenen ihlal ettiğini, bundan böyle Körfez’in bu ihlallerin sübvanse edilmesine dahil olacağını vurguluyor. Dahası Cook’a göre, İbrahim Fonu’nun kontrol noktalarını iyileştirmesinin ‘en çok desteğe ihtiyacı olan’ Filistinlilere yardım edeceği veya ekonomilerini geliştireceği fikri tam bir saçmalık. Fon yalnızca İsrail’e yarıyor.

“İşgalin iktisadi maliyetleri, İsrail’in topraklardan geri çekilmesi ve Filistinlilerin egemenliğine izin vermesi yolunda birkaç somut baskıdan biri olmuştu. Eğer ki petrol zengini Körfez ülkeleri hesabı ödemeye yardım ederse, İsrail’i yerinden kıpırdamamaya ve daha fazla Filistin toprağı ve kaynağını çalmaya teşvik edecekler.”

Bahsi geçen iyileşmeyle Filistinlilerin kontrol noktalarındaki kuyruklarda beklediği saatler diyelim ki azaldı. Yazara göre bunun “Filistin ekonomisine yaraması veya İsrail’in uzun yıllardır sürdürdüğü işgal yoluyla kendi ekonomisine bağımlı kıldığı Filistinli işçilere mali fayda getirmesi ihtimali düşük. Filistinlilerin kendi ekonomilerini geliştirmek için İsrail tarafından çalınan topraklarının ve kaynaklarının kendilerine iade edilmesine ihtiyacı var.”

Cook, bir başka açıdan, İbrahim Fonu’yla planlanan kontrol noktalarının iyileştirilmesini, Körfez’in yerleşimlere sağladığı bir sübvansiyon olarak görüyor. Bu konuda şunları söylüyor:

“İsrail, kontrol noktalarını Filistinlileri işgal altındaki Batı Şeria’nın belirli bölgelerine, özellikle de Filistin Yönetimi’nin kontrolü altındaki üçte birlik kısma sürü gibi toplayıp kalan üçte ikilik kısma girişini engellemenin bir yolu olarak kullanıyor. Buna Batı Şeria’nın en verimli topraklarına ve en iyi su kaynaklarına erişimin engellenmesi de dahil. Bu alanlar tam da İsrail’in yerleşimleri inşa ettiği ve genişlettiği yerler.”

“Filistinliler, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki toprakları kontrol için yerleşimcilere karşı sıfır toplamlı bir savaş içinde. İsrail’in kontrol noktalarıyla hareketlerini kısıtlama konusunda aldığı her türlü yardım, Filistinliler için bir kayıp ve yerleşimciler için bir zaferdir. (…) Kontrol noktalarının iyileştirilmesinde İsrail’le ortaklık kurmak suretiyle Körfez, Filistin nüfusunu hapsetme ve kontrol teknolojisini daha sofistike hale getirmede İsrail’e yardımcı olarak yerleşimcilere bir kez daha fayda sağlayacak. Körfez’deki İbrahim Mutabakatı’nın gerçek hikayesi işte bu: İsrail’in Filistinlilere yönelik on yıllardır süren zulmüne sadece göz yummakla kalmayıp aynı zamanda bu zulmü gerçekleştirirken bilfiil İsrail ve yerleşimcilerle ortak olmanın hikayesi…”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder