LAİKLİK NEREDE İSLAM’LA TERS DÜŞER?
Amel Brahmi (Geçmişte Fransa’da yaşamış bir gazetecidir ve yakında ABD’deki kadın imamlar üzerine bir kitabı çıkacaktır.)
New Lines Magazine, 8 Kasım 2020
Tercüme: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu tercüme Perspektif web sitesinde 20.12.2020 tarihinde yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/laiklik-nerede-islamla-ters-duser/
“Where Laicite Collides With Islam” başlığıyla yayınlanan yazının İngilizcesini okumak için TIKLAYINIZ.
NOT: Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle
rica olunur.
Spot: Macron’un mevcut
önerisinin laiklik ile etkileyeceği insanlar arasında doğru dengeyi aynı anda
bulması gerekecek. Ne yazık ki tartışma, Fransızlığın özü olan laiklik kavramı
üzerine konuşmaya odaklanmak yerine şiddet olayları tarafından gasp edildi ve
karikatürler ve kutsala küfretme hakkı üzerinden zıvanadan çıkmış bir söylemle
birleşti.
Geçtiğimiz ay Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron,
İslami kurumları devletin himayesine katmayı, böylelikle kurumlara dışarıdan
etkiyi azaltmayı, “İslamcı ayrılıkçılık” olarak adlandırdığı şeyi sonlandırmayı
ve Cumhuriyet’te “aydınlanmış bir İslam” üretmeyi amaçlayan tedbirleri ortaya
attı.
Macron, Paris’in yoksul ve ağırlıklı olarak Kuzey
Afrika kökenlilerin yaşadığı Les Mureaux banliyösüne yaptığı ziyarette “Sorun,
kendi kanunlarının Cumhuriyet’inkilerden daha üstün olması gerektiğini iddia
eden bir ideolojidir” dedi. Bu ayrılıkçılık, “genellikle çocukların evde eğitim
gördüğü, kendi spor ve kültürel derneklerinin olduğu bir karşı-toplumu teşvik
ediyor” diye de ekledi.
Aralık ayında sunulacak kanun tasarısına göre hükümet,
dinin pratiği ile dinin teşvikini veya dinî kültürü birbirinden ayıran katı
kurallar dayatarak ilk kez Müslüman dinî dernekleri sıkıca denetleyecek. Tüm
camiler, kilise-devlet ayrılığını ve Fransa’da gururla laiklik olarak göklere
çıkarılan devlet laikliği kavramını kutsallaştıran bir dönüm noktası olan 1905
kanunu kapsamında kayıt yaptırmak zorunda kalacak. Bu kanuna tâbi olmak, yerel
yetkililere seyahat, piknik ve futbol gibi kültürel faaliyetler eşliğinde
İslam’ın tebliğ edildiği herhangi bir örgütü feshetme yetkisi verecek. Ayrıca
devlet, yurtdışından gelenler de dahil olmak üzere Fransa’daki imamları özel olarak
eğitmek ve sertifika vermek üzere Müslüman İnancı Fransız Konseyi (CFCM) adlı
bir merciyi çoktan görevlendirdi.
Teklif, gerek Fransa’daki Müslüman azınlık arasında
gerekse Müslüman Dünya’nın dört bir yanında tartışmaların kıvılcımını
ateşleyerek Fransız ürünlerine boykotları ve sosyal medyada gürültü kopmasını
tetikledi. Bu teklifin, İslam Peygamberi Muhammed’i hicveden karikatürler
üzerine yeniden başlayan tartışmalar ve akabinde “misilleme” iddiasıyla iki
saldırı -biri bir öğretmenin başının kesilmesi, diğeri bir kiliseye yapılan
saldırı- sonrasında gelmesi, onu sadece ve sadece çok daha ihtilaflı hale
getirdi.
Ancak şiddetin ve hararetli retoriğin ötesinde, devam
edegelen tartışmaya çok daha az yansıyan şey, Fransa’nın laiklik tarihi ve
Macron’un önerisinin Cumhuriyet ve Müslüman azınlık için ne anlama geldiğine
dair ikna edici bir konuşmadır.
Macron “Diğer dinler mahiyetleri sayesinde adapte
oldular, ancak aynı zamanda 1905 kanunu oylandığında İslam Fransa’da önemli bir
din değildi” dedi. “Bu dinin örgütlenmesine yardım etmeliyiz ki Cumhuriyet’in
ortak oyuncusu olabilsin.” diye devam etti.
Fransa’ya görece yeni gelen İslami kurumlar, 1901’de
çıkarılan daha az katı ve daha müphem bir kanun altında faaliyet gösteregeldi.
1901 kanunu, 19. yüzyıl Fransız diplomatı Alexis de Tocqueville’in Amerika’dan
döndükten sonra Fransız düşüncesine tanıttığı demokratik ideallerin temel
ilkelerinden biri olan örgütlenme hürriyetini korumakta. Bu kanun, sendikalar
ve siyasi örgütler gibi seküler derneklerin oluşumunu korumayı hedeflerken,
aynı zamanda dinî örgütleri de kapsayacak şekilde gevşekçe yorumlanabilir
durumda ki Fransa’nın İslami kurumları şimdiye kadar bu kanun altında faaliyet
gösteregeldi.
Devlet sübvansiyonlarına ve az miktarda özel bağışlara
izin veren kanun, dinin “teşvik”ine girişmedikleri müddetçe inanç temelli
gruplara uygulanmaktadır; teşvik terimi Fransız hukukunda muğlak değildir, ama
İslami bir örgüt her ne zaman gençlik faaliyetleri organize etmek veya Arapça
dil sınıfı olarak ilan edilen dersler sırasında İslam’ın ilkelerini tartışmak
gibi bir şey yapsa kolaylıkla reddedilebilmektedir. İşte bu farklılaşma,
Fransa’nın laikliği ile Fransa’daki muhtelif azınlığın, İslam’a kültürel olarak
organik yaklaşımı arasında, bilhassa imamların tedrisatının homojen hale
getirilmesi söz konusu olduğunda bir çatışmaya yol açmaktadır.
Paris banliyölerindeki 20 camiyi yöneten Saint-Denis
Müslüman Dernekleri Birliği Başkanı Mohamed Henniche bu hassasiyeti yakalamış.
Henniche’in görevinin bir kısmı, kendi deyimiyle Fransa doğumlu imam eksikliği
nedeniyle, çoğunlukla yabancı olan imamları işe almak. “İslam çok çeşitlilik
arz eden bir dindir. Pakistan’daki uygulama Cezayir’dekinden farklılaşır. Peki
ya bir imamın gelenekleri Müslüman İnancı Fransız Konseyi’nin istediğinden farklıysa
ne olacak?” diyor.
Halihazırda Fransa’da yaklaşık 300 yabancı imam görev
yapıyor ve bunlar Türkiye, Fas, Cezayir, Tunus ve Suudi Arabistan da dahil
olmak üzere çeşitli ülkelerde din eğitimlerini almışlar.
Bir de yeni kanuna uyma meselesi var. Henniche’in
camileri, “daha esnek” olduğu için 1901 kanununa göre kayıtlı. Mevcut kurumları
1905 kanunu uyarınca yeniden kayıt altına alınmaya zorlamanın toplum için
zahmetli ve yıkıcı olacağını savunuyor.
“1905 kanunu uyarınca bir dernek kurmak için bir sicil
kontrolünden geçmeniz gerekiyor. Cami açmak için polis karakoluna herkes gitmek
istemiyor!” diyor. Yeniden sertifika almak da “çok fazla baş ağrısı” yaratacak;
zira 1901 kanununun gerektirdiği 2 kişi yerine 25 kişinin kurulda olması
gerekecek.
Fransızlar için laiklik, 1870’ten itibaren Üçüncü Cumhuriyet döneminde gerçek bir kavram haline geldi. Okula gitmek bütün çocuklar için zorunlu kılındı ve laik öğretmenler tarafından öğretilen laik bir müfredat getirildi. Bu, “Cumhuriyet anı” olarak bilinir.
Ancak laikliği dinî bir kitleye zorla kabul ettirmek
beraberinde geri tepmeyi de getirdi. Bu, Hıristiyan gazetesi La Croix öncülüğünde,
haksız yere hainlikle suçlanan genç bir Yahudi subay olan Alfred Dreyfus’a
karşı yürütülen meşhur anti-Semitik kampanyayla sonuçlandı.
Fransa’yı din ile ilişkisini yeni baştan kurmaya iten
daha önce de krizler vardı. Belki de laiklik, en eski biçimiyle, 24 Ağustos
1572 gecesi binlerce kişinin öldürüldüğü ülkenin Protestanlarına karşı
gerçekleştirilen Saint Bartholomew katliamının ardından ortaya çıktı. Bu
korkunç olay, Protestan filozof Pierre Bayle’in hoşgörü ilkesine dair
fikirlerini geliştirmesine ilham kaynağı oldu; ancak o dönem Kral IV. Henri
tarafından temsil edilen devletin Fransa’nın Protestanlarını krallığa kabul
eden Nantes Fermanı’nı (1598) yayınlaması için 20 küsur yıl daha gerekti.
İki yüzyıl sonra Voltaire, 72 yaşındayken Fransa’yı
“soğukkanlılıkla işlenen barbarca suçların körkütük vahşileri bile korkutacağı
bir ülke” olarak topa tuttuğu öfke dolu bir mektup yayınladığında, bu fikrin
gelişmesinde tamamlayıcı bir rol oynayacaktı. Bu sert sözler, Kral XV.
Louis’nin Katolik bir şövalyeyi dine küfrettiği gerekçesiyle boynunu
vurdurmasına bir cevaptı. De la Barre isimli 20 yaşındaki şövalye, bir haça
bıçakla zarar vermek ve rahiplerin geçit törenine şapka çıkararak selam durmayı
reddetmekle suçlandı. İdamdan sonra kral, ilaveten cesedin Voltaire’in
Ansiklopedisi’nin bir kopyasıyla birlikte yakılmasını emretti.
Fransa ve ruhban sınıfının kilise ile devletin
ayrılmasını destekleyenler ve desteklemeyenler olarak iki kampta kutuplaştığı
Devrim’e hızlıca gelelim. Bu çalkantılı dönemde devlet, henüz filizlenen ibadet
özgürlüğü fikri altında rahiplerinin korunmasını sağlamaya karar verdi.
Fransa’daki Yahudi ve Hristiyan kurumlarının çalışma statüsünü yöneten, dönüm
noktası niteliğindeki 1905 kanununun çıkmasına yol açan şey işte buydu. O
zamandan beri teste tabi tutulan kanun, çoğu zaman kavga veya şiddet
olaylarının ardından en az 30 defa değiştirildi. Böyle bir olay, 1907’de küçük
Saint-Hilaire-la-Croix köyünde belediye başkanının bir papazı, Cumhuriyet’in
kilise-devlet ayrımına daha uyumlu görülen bir başkasıyla değiştirmesinden
sonra baş gösterdi. Ancak insanlar sinirlendi ve rahipler ile kilise cemaatleri
vaazın verilmesi konusunda kavgaya tutuştu. Belediye başkanı kiliseyi kapattı
ve olay Fransız Yüksek Mahkemesine kadar gitti; mahkeme, belediyenin hukuken
daha uygun görse bile kendi rahibini seçme hakkı olmadığına karar verdi.
Macron’un mevcut önerisinin laiklik ile etkileyeceği
insanlar arasında doğru dengeyi aynı anda bulması gerekecek. Ne yazık ki
tartışma, Fransızlığın özü olan laiklik kavramı üzerine konuşmaya odaklanmak
yerine şiddet olayları tarafından gasp edildi ve karikatürler ve kutsala küfretme
hakkı üzerinden zıvanadan çıkmış bir söylemle birleşti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder