GAZZE
İLE İLGİLİ BU HABERİ MUHTEMELEN NEDEN OKUMAYACAKSINIZ?
Zahide
Tuba Kor
Fayn
Press, 25.7.2024
https://www.fayn.press/gazze-ile-ilgili-bu-haberi-neden-okumayacaksiniz/
NOT:
Blogda yer alan 900 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri ancak kaynak
göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.
Spot: İsrail, ateşkese gitmek bir yana dursun saldırılarını git gide artırırken Filistin meselesi neden artık tepki çekmiyor? Sebebi yaz rehaveti mi, her gün değişen gündem mi yoksa “Türk tabiatı” bunu mu gerektiriyor?
Tarih,
13 Temmuz 2024; yer, Han Yunus’un batısında İsrail’in sözde “güvenli bölge”
ilan ettiği el-Mevasi. 80 binden fazla Gazzelinin çadırlarıyla dolu alana
İsrail’in yaptığı saldırı öylesine dehşet vericiydi ki çığlık ve tekbir sesleri
altında göğe yükselen kara kesif duman, 2020’de Beyrut Limanı’ndaki 2750 ton
amonyum nitrat dolu deponun patlama anını hatırlattı.
Biden
yönetiminin uzun süre direnip sonunda İsrail’e yolladığı 900 kiloluk bombaların
ve füzelerin hedefi, güya Hamas’ın askeri kanadı İzzettin Kassam Tugayları
komutanı Muhammed Deyf’ti. (Tabii ya, İsrail’in defalarca suikast girişiminden
kurtulmuş, 2014’te eşini ve çocuğunu İsrail saldırısında yitirmiş Deyf, öyle
saf ve akılsızdı ki -yerin üstünde ajanlar cirit atarken ve kendisini ararken-
tünellerden çıkıp Hamaslı komutanlarla toplantı yapacak, direniş planları
hazırlayacaktı!)
Dokuz
aydır kesintisiz, yıllardır da belli aralıklarla İsrail bombalarını ve
füzelerini tatmaya alışmış Gazzeli tanıklar, “Ömrümüzde böyle bir katliam
görmedik; manzarayı tasvir mümkün değil” diyorlardı. “Yer deprem gibi
sarsılmış, toz dumandan gökyüzü kararmıştı.”
Saldırı
mekânında 18 metre çapında koca bir krater açılırken kumlar birçok çadırı
içindekilerle birlikte yuttu. Gazzeliler o kraterin dört bir yanını elleriyle
veya kazma küreklerle kazarak yakınlarını bulmaya çalıştı. Kumların yuttukları
şanslı sayılırdı; bir kısmı sağ çıktı, ölenler de tek veya birkaç parçaydı.
Diğerlerinin ise bedenleri patlamanın etkisiyle paramparça etrafa savrulup sağ
kalanların üzerine yağdı, kimisi yandı. Krater ve çevresinde hiçbir şey
kalmadı…
Saldırı
sonrası yaralıları kurtarmaya koşan sivil savunma ekipleri ve ambulansların,
havadaki SİHA’larca bombalanarak olay mahalline ulaşmaları tam yirmi dakika
engellendi. İnsanlar yaralılarını at ve eşek arabalarına doldurup kendi
imkanlarıyla hastanelere götürmeye çalıştı. SİHA’lar gökyüzünden çekildikten
sonra cenazeler üst üste ambulanslara dolduruldu.
Saldırılarda
yüzlerce çadırın yanı sıra bir yardım dağıtım merkezi, deniz suyunu tuzdan
arındırma tesisi ve gıda dağıtım yeri de kullanılamaz hale geldi. Aynı gün Şati
mülteci kampında açık alanda cemaatle namaz kılan kalabalık da vuruldu, yine
bir yığın Gazzeli namazda öldürüldü ve yaralandı.
Peki
ama neden?
Kaybetmeye
ve düşmanının taleplerini de gözeten bir ateşkese varmaya hiç alışkın ve hazır
olmayan İsrail, içte ve dışta artan baskıya rağmen, “Hiçbir hedefine ulaşamadan
savaşı bitirdi” gibi gözükmemek için saldırılarını akıl almaz boyutlara taşıdı.
Öyle ki yakıcı sıcaklarda açlık, susuzluk ve hastalıklara eşlik eden çılgınca
bombardımanlar ve katliamlar altında Gazzeliler dokuz ayın en kötü günlerini
yaşadıklarını söylüyorlar.
Ama
ne “güvenli bölge” el-Mevasi’deki ne de diğer yerlerdeki katliamlar ABD Başkan
Adayı Donald Trump’a yönelik suikast girişimi, evsiz köpekler ya da Avrupa
Futbol Şampiyonası kadar gündemimiz oldu.
Peki
ama Gazze’ye bu ilgisizlik neden?
Bunun
hem zamanlamayla hem “Türk tabiatımız”la hem de ideolojik konumumuz ve
inançlarımızla bağlantılı çeşitli gerekçeleri var.
Ateş
saçan havalarda ateş altındaki Gazze
Zamanlamayla
başlayalım…
Gazze
gündemini diri tutmaya çalışan programlar ve çalışmalar, yaz aylarının
gelmesiyle büyük ölçüde sonlandı. Kimse havalar mevsim normallerinin üstünde
ateş saçarken bir de ateş altındaki Gazze’nin bunaltıcı gündemini takip etmeye
gönüllü değil. Dahası 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası varken, çeyrek finalde
elenip Avrupa’yı futbolla “fethetme” imkanını kaçırsak da, Gazze’nin ve
Ortadoğu’nun bitmeyen kanlı gündemi o kadar da heyecan verici durmuyor sanki?
Peki
ya yaz rehaveti, futbol heyecanı ve Trump’a suikast girişimi olmasa el-Mevasi
katliamını duyacak, bilecek miydik? Muhtemelen hayır… İşte bu noktada da “Türk
tabiatımız” devreye giriyor.
Türkiye
gündeminin civcivli hali
Türkiye’nin
iç gündemi her daim o kadar olaylı ve civcivlidir ki herhangi bir konunun uzun
süre, istikrarlı bir şekilde gündemimizde kalması pek vaki değildir. Bu, hem
hafızamızın kısa dönemli çalışmasından hem de emek ve odaklanma gerektiren
sorumluluklardan kaçmamızdan kaynaklanıyor. Kriz anlarında bir kıvılcım gibi
hızla parlayıp seferber oluyor, ardından kısa sürede sönüyoruz.
Hatırlayalım,
2022 Şubat’ında Rusya Ukrayna’ya savaş açtığında dünya medya kuruluşları gibi
bizim muhabirlerimiz de sahaya koşmuş, Ukraynalıların dramı haftalarca ana
gündem maddemiz olmuş, ama sonra sanki savaş bitmişçesine konu kapanmıştı.
Rusya’nın Ukrayna’da İsrail’i aratmayan saldırıları ve katliamları şu an kimin
gündeminde? Peki geçmişte kanlı savaşlar yaşamış Suriye, Irak ve
Afganistan’daki feci katliamlar gündem olmuş muydu? Yani Gazze’ye mevcut
duyarsızlığımız bir istisna değil.
Bu
tabiatımızın en çarpıcı örneklerinden bir diğeri ise 6 Şubat depremleriydi.
Felaket duyulur duyulmaz ülkemizin dört bir yanında halkımız hızlıca seferber
olmuş ve bölgeye çok büyük yardımlar akmıştı. Fakat eş zamanlı akış yüzünden
yardımların epeyce bir kısmı çöp olmuş, bir müddet sonra depremzedelere halkın
bireysel yardımları kesilivermişti. Üzerinden 1,5 sene geçen o büyük felaket
bugün kaçımızın gündeminde? Kendi insanımızın acısını bile uzun süreli
paylaşamazken, başka ülkedekilerin katliamlarını nasıl daimi gündemimiz
kılabiliriz ki?
En
büyük problemimiz, İsrail’i kuran ve ayakta tutan Siyonist önderlerin tam
aksine, süreklilik içinde ve uzun vadeli iş tutabilme becerisine sahip
olamayışımız. Tam da bu yüzden Gazze’de olaylar patlak verdiğinde tepkisini
eylemlerle ve başka yollarla ifade eden insanlarımızın bir kısmı, aradan geçen
dokuz ayda geri çekildiler.
Bunda
bazılarının Gazze’deki katliamları izledikçe elinden bir şey gelmemesinin
acziyeti içinde psikolojik çöküntü yaşayıp takibi bırakmasının payı var.
Bazıları da “Devletimiz en doğrusunu yapar” refleksine ve bahanesine sığınıp
gevşediler.
Medyamız
mı? Onların da birer ticari kuruluş olduğunu, reytinglere ve ticari
bağlantılara bağlı hareket ettiklerini anımsamakta fayda var. Dış haberlere
yönelik zayıf ilgi nedeniyle dünyada ne yaşansa ekranlarda Türkiye üzerinden
okunur ve bizi yok etme girişimlerine bağlanır ki izlenme oranı artabilsin.
Çünkü çoğumuzun dünya algısı adeta 783.562 km2’lik T.C. sınırlarıyla
kısıtlıdır.
Aslında
uzun süren her savaş, işgal ve yıkıcı gelişme bir noktadan sonra sıradanlaşıp
gündemden düşer ve bu, sadece biz Türklere mahsus bir refleks de
değildir.
Suriye
savaşıyla ilgili haberlerin okunma/izlenme oranı da el-Cezire
takipçileri arasında dahi 2012-2013 gibi çok erken bir tarihte azalmaya
başlamış; 2015’ten sonra -dış askeri müdahalelerle katliamların en büyüklerinin
işlenmesine ve halk zorla göç ettirilmesine rağmen- savaş dünyanın ve ana akım
medyanın gündeminden düşmüş, Suriye haberleri mülteci meselesine
indirgenmişti.
Uzayan
ve tırmanan her şiddetin kanıksanmaya mahkum olduğunu dünyada en iyi bilenlerin
başında işgalci İsrail yönetimleri gelir. Dünya vicdanını yaralayan ve infiale
yol açan en haksız ve hukuksuz eylemlerinde dahi izledikleri “geri adım atmayıp
zamana yayma taktiği” sayesinde yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını sayısız
defa deneyip gördüler. Bugün yaşananlar ve halkın kayıtsızlığı da bu deneyimin
getirdiği güvenin bir sonucu…
Kimin
neyi savunduğuna göre pozisyon almak ya da almamak
Gelelim
ideolojik konumlara ve inançlara…
Aslında
bu, son dönemde Gazze’nin gündemden düşme gerekçesi değil, ilk günden beri
farklı kesimlerin tepkisi(zliği)nin nedeni diyebiliriz. En son evsiz köpekler
meselesinde de gördüğümüz üzere, her şeyin aşırı siyasallaştığı ve kutuplaşma
konusu olduğu ülkemizde -inançlardan, ideolojilerden ve siyasetten bağımsız-
ahlaki ve vicdani bir duruş sergileyebilenler hakikaten az.
Uzun
yıllardır uzmanlarımızın neredeyse tamamen askeri-güvenlik ve/ya
ekonomi-politik eksenli analizleri de insani-vicdani perspektifi azaltan diğer
bir faktör.
Geçmişte
Filistin davasını savunmakla övünen solcuların birçoğu bugün sessiz; sırf
İslami direniş örgütleri öncü diye… Yıllarca antiemperyalizm vurgusu yapanlar,
21. yüzyılın tipik bir sömürgeci gücü olan işgalci İsrail’in katliamlarına
karşı bir pozisyon alamıyorlar. Oysa şu an Gazze’de laik ve sol silahlı
örgütler de İslami örgütlerle birlikte İsrail’e karşı savaşıyorlar.
Keza
sığınmacı düşmanlığı altında aslında Arap ve İslam düşmanlığını yayan aşırı
sağcı-ırkçı çevrelerin yıllardır yürüttükleri tezvirat da Gazze’deki
katliamlara seyirci kalmanın, umursamamanın nedenlerinden biri oldu. 7 Ekim’den
sonra gençlerin takip ettiği mecralarda “Araplar bizi sırtımızdan vurdu”,
“Filistinliler topraklarını sattı”, “Filistinliler Kıbrıs’ı tanımadı”
tarzı çok rahat çürütülebilecek iddiaların devreye sokulması da katliamlar
karşısında kayıtsızlığın “meşrulaştırıcı” gerekçelerindendi.
Kısaca
ideolojik saiklerin devreye girmesiyle Türkiye’nin entelektüelleri,
sanatçıları, akademisyenleri, üniversite öğrencileri -Batı’daki muadilleriyle
kıyaslandığında- kötü bir performans sergilediler. Filistin’de direnişin
bayraktarı örgütler geçmişteki gibi seküler çizgide olsaydı acaba pozisyonlar
aynı mı kalırdı? Halbuki gerçek hak ve adalet savunucuları, ötekinin hakkını ve
adaletini de savunabilenler arasından çıkar.
Hafıza
sorunlarımız ve sabırsızlığımız
Tavırsızlığımızda
önemli bir faktör de bilgi seviyemizin düşüklüğü ve bir nevi hafıza
problemimiz…
7
Ekim Aksa Tufanı operasyonu gerçekleştiğinde istisnasız bütün kesimlerin
zihinleri allak bullak oldu. “Durup dururken” Hamas neden İsrail’e saldırmıştı?
Bu soru, hem İsrail’in 76 yıllık işgal tarihinden hem de Filistinsiz kurulmak
üzere olan yeni bölgesel sistemden habersizliğin bir ürünüydü. Filistin
konusunda cehaletimiz yeni değil. Geçtiğimiz yıllarda ABD-İsrail ikilisi
Filistin’de işgali kalıcılaştırma yolunda çok kritik adımlar atarken yayınlanan
analizler ve haberler de rağbet görmüyordu. “Filistin benim davam” diye
sahiplenenlerin bile bilgi seviyesi çok düşüktü. 7 Ekim, bilmeden bilinç ve
vicdan sahibi olunamayacağını bir kez daha gösterdi.
Velhasıl,
Gazze’ye karşı çeşitli kesimlerde baştan beri var olan duyarsızlık, duyarlı
kesimlerde de yaz rehaveti ve ümitsizlik nedeniyle yayılmışa benziyor. Buna bir
de savaşın süresinin uzaması eklenince, ilk anda verilen refleksler gittikçe
zayıflıyor. Halbuki yanıbaşımızda bir etnik temizlik yaşanırken en çok sahip
olmamız gereken yetiler, sabırla olayları takip etmek ve parlayıp sönmeye
müsaade etmeden tepkilerimizi sürekli kılabilmek olmalı.