SURİYELİ
DÖRT DEPREMZEDENİN HİKÂYESİ
Zahide
Tuba Kor
NOT:
Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden
toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Blogdaki
şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek
şartıyla kullanabilirsiniz.
2012’de ailecek İdlib’den Türkiye’ye gelen, depremde anne-babasını ve bir kız kardeşini kaybeden, kendisi de enkazdan yaralı kurtarılan, Türklere ait bir STK’de çalışan Suriyeli bir gençle 27 Nisan'da İslahiye'de yaptığım röportajı paylaşıyorum. Bizi muhtaç Türk ve Suriyeli depremzedelerin çadırlarına götürdü. Kendisi hala depremin şokundan çıkamamıştı; konuşurken çok zorlanıyor ve elleri sürekli titriyordu.
-
Türkiye’ye neden ve ne zaman geldiniz?
Ben
ailemle Türkiye’ye okumak için geldim; çünkü Halep Üniversitesi Makine
Mühendisliğini savaş yüzünden bırakmak zorunda kaldım. Burada Siirt
Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğinden mezun oldum. Erkek kardeşim Harran
Üniversitesi Hemşirelik mezunu. Vefat eden kız kardeşim Kahramanmaraş’ta Ebelik
bölümünden mezun olmuştu. En küçük kız kardeşim İslahiye’de hep okul birincisi;
şu an lise son sınıfta ve bu sene üniversite imtihanına girecek. İmtihana
hazırlanmaya çalışıyor.
Ailecek
rejimin havan topu saldırısında yaralandıktan sonra 2012’de İdlib’den
Türkiye’ye geldik. Bütün vücuduma şarapnel parçaları saplanmıştı. Depremde
vefat eden annem Suriye’deyken sınıf öğretmeni, babam da sivil polisti.
- Baban
yaşındakilerin Türkiye’de iş bulabilmesi imkânsız gibi bir şeydi. Ailenizin
geçimini burada kim sağladı?
Aile
geçimini ben ve diğer erkek kardeşim çalışarak sağlıyorduk. Ben geçmişten beri
ziyaret ettiğiniz dernekte çalışıyorum. Kardeşim de Şanlıurfa’da yabancılar için
açılmış bir okulda görevli.
-
Depremde neler yaşadınız?
Deprem
sırasında ben uyanıktım; apartmanımız depremin daha ilk saniyelerinde çöktü.
Apartman yıkıldıktan 15-20 dakika sonra bir deprem daha oldu, o sırada enkazda
iyice sıkıştım. Şehadet getirmeye başladım, artık kaçış yoktu. İtiraf edeyim
korktum da.
-
Depremden kim korkmaz ki? Çok normal bir duygu bu.
Ama
benim eski bir tecrübem var. Ben Suriye’de savaşı yaşamıştım. Ölümle ilk kez
burun buruna gelmedim.
Depremde
enkaz altında yaralandım. Kız kardeşimin yönlendirmesiyle yardıma gelen bir
yaşlı adam sayesinde beni sabah 7 sularında çıkarttılar. Deprem sırasında
annemle aynı odada olan 17 yaşındaki kız kardeşim apartman çökünce kendini bir
anda dışarıda bulmuş. O ve Şanlıurfa’dan yardıma gelen erkek kardeşim elleriyle
kazıyarak diğer kız kardeşimi ilk gün akşam 6’da enkazdan sağ çıkarmış;
kardeşim hem enkazda hem de çıktıktan sonra Türkçe ve Arapça konuşuyormuş,
bilinci yerindeymiş; ama hastaneye götürülürken yolda boğazından kan çıkmaya
başlamış ve hastanede vefat etmiş. Annemi ikinci gün enkazdan canlı
çıkardıklarında onun da boğazından kan çıkıyormuş, ama o da vefat etti.
Depremde üzerine kolon düşen babamın cesedini de dördüncü gün çıkarmışlar.
- Enkaz
altındayken tam olarak ne hissettin, ne yaşadın?
Ahiret
gününü düşündüm hep. Hava çok soğuktu. Telefonumu pijamamın sağ cebinden zar
zor çıkardım; çünkü sağ elim kırılmıştı, üzerinde duvar vardı. Sağ ayağımın
üzerine de beton ve tuğlalar düşmüştü. Sadece sol elim serbestti. Sol ayağım da
duvarın arasına sıkışmıştı. Onu sol elimle çıkardım. Sağ elimin altında bir
çukur açtım, sonra da sıkıştığı yerden çıkabilsin diye üzerinden aşağı
bastırarak tamamen kırmaya çalıştım. Ama duvar düştüğünde zaten kolum
kırılmıştı. Yanımda karşıdaki apartmanı görebildiğim ufak bir pencere vardı. O
sayede nefes alıp hayatta kalabildim.
Telefonumu
cebimden zorla çıkarsam da ışığını açmadım. Neden biliyor musunuz? Etrafı
görmek istemedim. Annemi veya bir başkasını, bir komşumuzu ölmüş görmekten
korktum. Birini kötü halde görürsem kalp krizi geçirebilirim, enkazdan
çıkamayabilirim diye düşündüm.
Dışarı
çıkabilen 17 yaşındaki kız kardeşim buraya yardıma gelin diye insanları çağırdı;
ama o karanlıkta ve yağmurda başlangıçta kimse gelmedi. Tabii ben de sürekli
bağırdım, dışarıya sesimi duyurmaya çalıştım. Sonunda yaşlı bir adam geldi, kız
kardeşim sayesinde. Telefonunun ışığıyla içeri baktı, baktı ve beni gördü.
‘Korkma, seni çıkartacağım’ dedi ve çıkartmaya çalıştı ama çok zordu.
Etraftakilere ‘Buraya gelin, içeride bir canlı var’ diye seslendi. Olan biteni
hep gördüm, duydum. Sonra 2-3 adam gelip beni çıkarttı. Etrafım kırılan
pencerenin camlarıyla doluydu, onları temizlediler. Önce üzerinde demir olan
sağ ayağımı kurtardılar, sonra beni çekip çıkarttılar.
Beni
enkazdan çıkartanın sırtında taşıyarak yola götürmesi beş dakika sürmüş.
Depremde nereye savrulduk anlamadım. (Apartmanın eski fotoğrafını göstererek)
Benim odam binanın üçüncü katında zaten yol tarafındaydı. Apartmanın ne kadar
kötü bir şekilde yıkıldığını buradan anlayabilirsiniz. Odalarımız yan yana
olduğu halde annem, babam ve diğer kız kardeşimi enkazın diğer tarafından
çıkartmışlar. İnsanın aklı almıyor. Bu arada ben nasıl çıkabildim ve hayatta
kalabildim, kimse inanamıyor. 8 daireli apartmanda 13-15 kişi vefat etti.
Allah’tan o sırada bazı daireler boştu.
(Hikâyesini
anlatırken bir yandan da apartmanının
eski fotoğrafını gösterdi. Zemin katta büyük bir araba galerisi vardı.
Galeri sahibi kim bilir kaç kolonu kesti ki apartman depremin daha ilk
saniyelerinde çöküp içinde yaşayanlara mezar oldu.)
- Peki,
enkazdan çıktıktan sonra neler yaşadın?
Enkazdan
çıkartıldığımda yağmur yağıyordu, hava buz gibiydi. Dondum. Ambulans yoktu.
Beni bir minibüse koydular. Baktım yardıma gelebilecek kimse yok, iç çamaşırımı
yırtıp sargı yaptım. Vücudumdan kanlar akıyordu, başım şişmişti. Ayağımda kanayan
yeri sardım.
- Savaş
tecrüben sayesinde ilkyardım olarak ne yapman gerektiğini biliyordun herhalde.
Evet.
Tecrübeliydim savaştan… Bu arada enkazdan çıktığımda ailemi kaybettiğimi
anladım; hiçbir kaçış imkânı yoktu çünkü.
-
Suriye’deki savaş ile buradaki depremi kıyaslar mısın?
Savaş su
gibiydi. Deprem benim için çok daha zordu. Sabahın 4’ünde olan bu depremde
kesinlikle kaçıp canımızı kurtarma imkânı yoktu. Suriye’deki savaşta roket
mesela gelip dördüncü kata isabet ediyor, oradakileri öldürüyor; ama enkaza
çevirmiyordu. (Rejimin özellikle 2013’ten sonra sürekli kullandığı varil
bombaları ise binaları yerle bir ediyordu. Bu bombalardan kurtulmak için
insanlar ya göç etmek ya da bodrum katlarda yaşamak zorunda kaldı. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi
için TIKLAYINIZ.) Veya sıkılan
kurşunlardan duvar arkasına saklanarak kurtulabiliyordunuz. Ama depremde kaçıp
kurtulma imkânı yok. Evlerinden sokağa canlı çıkanlardan bazılarının üzerine
çevre apartmanların yıkıldığını duydum. O yüzden deprem daha zor.
Deprem
tam bir sürprizdir. Hala olan bitene inanamıyorum, şoktan çıkamadım. Hala
uyuyor gibiyim; sanki hiçbir şey olmamış, her şey bir rüya gibi. Hemen her gün
evimizin olduğu yere gidiyorum. (Bizi de götürdü; depremde yıkılmış diğer bütün
binalar gibi apartmanın enkazı kaldırılmış, boş bir saha haline gelmişti.) Çünkü dernekte işim
bitince akşamları evime dönerdim; annem yemekleri hazırlamış, ailem beni
sofrada bekliyor olurdu. Her gün bunları düşünüyorum. Ama sonra bakıyorum kız
kardeşim yanımda. Neden yanımda? Sonra anlıyorum ki benim artık bir evim yok,
ailem kalmadı. O kadar zor ki ne kadar anlatırsam anlatayım yaşadıklarımızı ve
hissettiklerimizi tam olarak ifade etmeye yetmez. Bu arada şu an konuşurken ne
kadar zorlandığımı fark ediyorsunuz; depremden beri ben daha ilk defa geçen
hafta konuşabilmeye başladım. (Yani bu genç 2,5 ay hiç konuşamamış.)
- Çok
geçmiş olsun. Başınız sağ olsun. Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın size.
Kayıplarınızın acısını azaltacak hayırlarla karşılaştırsın. İnşallah cennette
ailene kavuşursun.
Âmin,
Allah razı olsun… Yardıma en muhtaç depremzedeleri size gezdirirken de
görmüştünüz, depremde çok kötü şeyler yaşayan birçok aile var. Mesela aynı
apartmanda yaşayan Suriyeli bir ailede tam 11 kişi hayatını kaybetti, geride
kalanlar için hiç kolay değil. Sahip oldukları her şeyleri gitti. 4-5 saat
enkaz altında kalan anne üç çocuğunu kaybetti, geriye tek bir kızı kaldı. Canlı
çıkan kızı da enkaz altında diğer kardeşleriyle birlikte üç gün kalmış.
Kardeşlerini elinden tutuyormuş, hep birlikte konuşuyorlarmış. Önce kız kardeşi
hareketsiz kalmış. ‘Kalk, ölmeyeceğiz, birlikte çıkacağız’ diye çok
söylemişler, ama nafile. Daha sonra erkek kardeşi de enkazda ölmüş. Üç gün
sonra sağ çıkartıldı ama aslında bu kızın hayatı bitti. Durumu o kadar kötü ki.
Üç gün enkaz altında kardeşlerinin can vermesine şahit oldu, aç ve susuz kaldı.
O kadar zor bir durum ki yaşananları anlatmaya hiçbir kelime kifayet etmez.
Bu
Suriyeli ailenin her şeyi gitti demiştim. Yaşadıkları apartman yerle bir olduğu
gibi, su filtresi sattıkları dükkânları da yağmalandı, sıfıra düştüler.
Dükkânın sahibi olan ağabey de vefat etti. İşyerinin bulunduğu bina büyük
ölçüde yıkıldığı halde açık kalan küçük bir pencereden hırsızlar içeri girip
her şeyi çalıp gitmişler. Hırsızların kim olduğunu hiç kimse bilmiyor. Deprem
sonrası günlerce elektrikler kesikti. Hırsızlar ortalıkta cirit attı. İnsanlar
canlarını kaybetmiş, mahvolmuşken bazı ahlaksızlar hırsızlık ve yağma yaptı.
Akıl almaz şeyler yaşandı.
Bazı çok
ilginç şeyler de oldu. Mesela babası enkaz altında ölen biri vardı. Kendisi hiç
acıkmamış, susuzluk hissetmemiş. Enkazdan çıkartıldıktan sonra ‘Benim suyum,
yemeğim vardı’ demiş. Yine bir arkadaşım bir çocuğu üç gün sonra enkazdan
çıkardı. Çocuk hiç su istemeyince şaşırmış, sormuş. Çocuk ‘Bana içeride bir
amca hem yemek hem su verdi’ demiş.
***
4 ile 12 yaş arasında 7 çocuk babası olan ve depremde ikiz kızlarını kaybeden İdlibli bir inşaat işçisiyle 26 Nisan’da Hatay Kırkhan’da yaşadığı çadırında görüştüm. 2013’te Türkiye’ye gelmiş. Dört katlı apartmanın giriş katında yaşıyormuş. Depremde yıkılan apartmanda sadece onun ikizleri hayatını kaybetmiş.
-
Depremde neler yaşadınız?
Ben ve
eşim o sırada uyanıktık; ama çocuklarımız uyuyordu. Deprem sırasında elektrik
kesildi. Bir kızım ve en küçük oğlum annesinin yanına koştu. Onlara ‘Korkma;
bismillahi ya Allah, eşhedü en lâ ilahe illallah de’ dedim. Evimizin kapıları,
camları, duvarları, her şeyi yıkılmaya başladı. Ben çocuklarıma ‘Korkmayın,
olduğunuz yerde kalın, sadece ya Allah deyin’ diye sürekli telkinlerde
bulundum. Karanlıkta zaten hiçbir şey görmüyorduk. Her yer toz doldu. Daha
sonra kardeşim gelip dışarıdan bana seslenmeye başladı. İçeriye doğru bir ışık
tuttu. Evin nerelerinde olduğumuzu söyledim. Eşimi ve çocuklarımı enkazdan
dışarıya teker teker çıkarttım. 5,5 yaşındaki ikiz kızlarımı da kurtarma
ümidindeydim. Ama duvar kızlarımın olduğu yere devrildi, oracıkta ölmüşler. Ne
sesleri vardı ne de nefesleri. Dünyaya birlikte geldiler, birlikte gittiler...
Onları enkazda bırakmak zorunda kaldım. İki gün sonra komşumun da yardımıyla
enkazda bir delik açıp çocuklarımın cesedini çıkardım.
- Şimdi
ne yapıyorsunuz?
Ben
eskiden beri inşaat işçisiyim; inşaatla alakalı işleri iyi bilirim. Kızlarımı
kaybettiğimden beri ne iş olsa karşılığında para bile almadan çalışıyorum.
Allah çocuklarıma rahmet eylesin. Para pul artık umurumda değil. Akşam eve
geldiğimde konuştuğumuz konu hep kaybettiğimiz ikizlerimiz; dayanamıyorum,
gidiyorum, kendimi tamamen çalışmaya verdim.
(Bu
sırada Suriyeliler için yeni kurulmakta olan, 100-150 kadar ailenin kaldığı
kampın sorumlusu söze girdi. ‘Burada her ne iş olsa onu çağırdığımızda koşup
geliyor, hemen yapıyor’ dedi. Kendisiyle röportaj yaptığımız sırada akşam
olduğu halde elleri hala toz içindeydi.)
-
Suriye’deki savaş ile buradaki depremi mukayese eder misiniz?
On iki
yıldır Suriye’de savaşta yaşananların aynısını burada bir dakika içinde
yaşadık. Ama depremi Allah verdi, insan kaynaklı değil. Çocuklarımı kaybettim
ama elhamdülillah, Rabbim böyle takdir etmiş, bir şey demem.
(Geçmişte
de hem Türkiye’de hem Suriye’nin kuzeyinde görüştüğüm Suriyeliler, -neredeyse
bütün ailesini bombardımanda kaybedenler veya felç kalanlar da dâhil- başlarına
gelen en acı olayları anlattıktan sonra bile hep “elhamdülillah ala külli hal”,
yani “her halimize hamdolsun” demişlerdi. Savaşı yaşamış Suriyelilerin beni en
çok etkileyen yönleri hep bu oldu. Türkiye halkı olarak içinde yüzdüğümüz
nimetlerin farkında olmayıp sürekli şikâyet etmemiz ve şükürsüzlüğümüz ise beni
hep korkuttu. Öte yandan gerek İslahiye ve Hatay’da gerekse Mardin KYK yurdunda
görüştüğüm depremzedelerimizin birçoğu -yakınlarını kaybedenler da dahil-
Allah’a hamd ifadelerini sürekli kullandılar. Geçmişte de böyleler miydi, yoksa
depremle birlikte her şeylerini kaybetmenin bir neticesi olarak yaşanan değişim
mi, önümüzdeki süreçte araştıracağım konulardan biri olacak.)
-
Suriye’de ne yaşadınız da Hatay’a göçtünüz?
Ben
savaş başladığında Suriye’de değildim; 13 yıldır Lübnan’da inşaatlarda
çalışıyordum. Her 2-3 ayda bir 10-15 günlüğüne ailemin yanına geliyordum; benim
hayatım ailemin maişeti için hep böyle gurbette geçmişti.
(Röportaj boyunca gözlerinden yaşlar süzülen hanımına da aynı soruyu sordum: ‘İdlib’de bombardıman çoktu, çocuklarım küçüktü ve çok korkuyorlardı. Dayanamadık, daha fazla kalamadık Suriye’de.’ cevabını verdi.)
***
Lazkiye
kırsalındaki Ceble’den 2012’de Türkiye’ye gelmiş, İslahiye’de bir yardım
kuruluşunda çaycılık ve her türlü ayak işini yapan 35 yaşında Suriyeli bir
beyle 27 Nisan’da ayaküstü röportaj yaptım. İşini son derece severek ve şükür
içinde yapması daha ilk anda dikkatimi çekti. İlk kez gittiğimiz bu dernekte
kimseyi tanımadığımız halde bize ikramlarda bulunmak için defalarca uğraştı ve
her işe koşturdu.
-
Depremde neler yaşadınız?
Depremde
evimizi kaybettik; ama elhamdülillah, sağ kurtulduk, hepimiz sıhhat ve afiyet
içindeyiz. Bu dernekte çalışıyorum, çok şükür. Bir sıkıntımız yok. Allah
depremi yaşayan Suriye’yi de, Türkiye’yi de bu zor durumdan kurtarsın. Allah
bütün mümin kullarını hayırlara çıkarsın. Çünkü hepimiz Allah’ın kullarıyız.
-
Suriye’deki savaşta neler yaşadınız? Savaş Suriye’yi ve Suriyelileri nasıl
etkiledi?
Hep
bombardıman, yıkım ve çok büyük sıkıntılar vardı. Elektrik, su, gaz, yiyecek
yoktu. Hem muhaliflerin hem de biz sivillerin durumu çok zordu; herkes sıkıntı
çekiyordu. Allah bu savaşı tez zamanda sona erdirsin. Savaş, yıkım demektir;
çok büyük problemlere yol açan bir felakettir. Topçu ateşiyle veya
bombardımanla vurulan koca binalar yerle bir oluyordu. Nice insanlar bu savaşta
uzuvlarını kaybetti, sakat kaldı. O kadar zor günlerdi ki. Elhamdülillah biz
sağ salim çıktık. Ama annem ve babam Suriye’deler ve hastalar.
Türkiye’de
hayat -depreme kadar- çok iyiydi; herkesin elektriği, suyu, giyeceği, başını
sokacağı evi, çalışacağı işi var. Çok hayırsever iyi insanlar var burada.
Biliyor musun, bizim ülkemiz ve halkımız da eskiden böyleydi. Suriye biz
zamanlar çok güzeldi ve iyilikler çoktu. Ama bütün bunları savaşla birlikte
kaybettik. Savaştan evvel insanlar arasında samimiyet ve muhabbet vardı; ama
sonra herkes kendi derdine düştü. Suriye’de artık insanların evinde gaz ve
yakacak yok; üç ayda bir, bir şişe gaz geliyor, o kadar. İnsanlar evlerinde
donuyor. Suriye’de hayatın ne kadar zor olduğunu hayal dahi edemezsiniz. Ekmek
bile yetmiyor.
-
Türkiye’ye neden geldiniz?
Ben
savaşa karşıyım. Elime hiç silah almadım. Çünkü savaş çok kötü bir şeydir.
Hepimiz Müslüman’ız; birbirimize karşı silah kullanmamız haram. 24 yaşında
Türkiye’ye geldim ve daha sonra burada evlendim.
-
Türkiye’ye göçle birlikte hayatınızda neler değişti?
Her şey
değişti. Çok şükür burada bir işim var. Depreme kadar evimiz ve çocuklarımın
okulu vardı. En önemlisi burada emniyet var. Sizin bir sıkıntınız olup da
polise şikâyet ettiğinizde hemen icabına bakılıyor. Ama Suriye’de böyle bir şey
yok, insanlar emniyete hasretler.
-
Savaştan ne gibi zararlar gördünüz?
Evlerimiz,
dükkânlarımız gitti. Amcam ve oğlu yıllardır hapiste; hiçbir haber alamıyoruz.
Ölü mi diri mi âlemlerin Rabbinden başka kimse bilmiyor. Nerede nasıl gözaltına
alındı onu da bilmiyoruz.
-
Lazkiye şebbihaların merkeziydi. Siz de Lazkiye kırsalında yaşamışsınız.
Şebbihalar sıradan insanlara neler yapıyordu?
Komutası
Lazkiye olmakla birlikte şebbiha ülkenin her yerinde, sadece Lazkiye ile
sınırlı değil. Onların derdi ve sevdası paradır. Parayı verirseniz sizi
sorgulamazlar; vermezseniz çok acımasızca davranırlar, işkence ederler, hatta
öldürürler.
(Şebbihaların
Suriye halkına neler çektirdiğine dair ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ.)
-
Lazkiye kırsalında şu an durum nasıl?
Elektrik
yok; günde 1-1,5 saat anca geliyor. Gaz çok az. Ekmek temini bile sıkıntı.
Allah’ın yardımıyla ve verdiği sabırla insanlar yaşayıp gidiyorlar. İnsanların
sabrı ve dayanma gücü de İslam’dan geliyor.
(Başkent
Şam da dahil Suriye’nin her yerinde durum bu şekildedir.)
26
Nisan’da Hatay’ın Kırkhan ilçesinde çok az yardım gittiği söylenen depremzede 100-150
Suriyeli ailenin kaldığı bir kampı ziyaret ettik. Çadırların kahir ekseriyetini
Suriyelilere ait dernekler kurmuştu ve halen kurmaya devam ediyor, kamp
genişliyordu.
Bu
çadır kamp, dışarıdan bakınca Suriye’nin kuzeyinde gördüğüm çadırlara kıyasla
çok daha iyi bir durumdaydı. Ama çadırların içine girdiğimde -fotoğraflarda
gördüğünüz gibi- çok az eşya vardı, tıpkı sınırın Suriye tarafındaki çadırlarda
olduğu gibi. Sadece iki çadırda koltuklar bulunuyordu. Birkaç aile beyaz
eşyasını, biri de dolaplarını kurtarıp getirebilmişti, o kadar.
Düşünmeden
edemedim, bu insanların bir kısmı kim bilir kaç defa sahip olduğu tüm
eşyalarını ve mallarını yitirdi diye...
Suriyelilerin
maddi durumu iyi olmayanları veya hastası, sakatı olanları genellikle bodrum
veya giriş katlarında yaşadıkları için ve binalar çökmese bile -Hatay örneğinde
olduğu gibi- çoğunlukla zemin katın üzerine oturduğu için muhtemelen sadece
canlarını kurtarabildiler. Eşyaları enkazda yok oldu gitti.
Kamptaki
ikiz kızları enkazda hayatını kaybetmiş inşaat işçisi bir babayla röportajı
daha evvel paylaştım.
Ziyaretimde
Türk depremzedeler kamplarda Suriyelileri istemediği için ayrı kamplar kurma
yoluna gidildiğini öğrenmiş ama vakit darlığından ayrıntıları öğrenememiştim.
Bu nedenle döndükten sonra bizi bu kamptan haberdar eden yardım görevlisinin
-kendisinin vakti olmadığı için yine benzer işler yapan- ablasıyla uzun ve
ayrıntılı bir röportaj yaptım.
***
2012’de
annesi, beş kız ve bir erkek kardeşiyle birlikte İdlib’den Hatay’a sığınan, on
yıl mültecilerle ilgilenen çeşitli derneklerde ve yetimhanelerde çalışmış
Suriyeli bir genç hanımla 4 Mayıs’ta Zoom üzerinden bir röportaj yaptım.
Depremde neler yaşadıklarını, depremzede Suriyelilerin şu anki durumlarını, -26
Nisan’da erkek kardeşinin Kırkhan’da gezdirdiği kamptan hareketle- Suriyelilere
ayrı çadır kamplar kurulmak zorunda kalınmasının nedenlerini ve kendi savaş ve
göç hikâyesini sordum.
-
Depremde neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz?
Hayatımızda
ilk defa böyle bir büyük deprem yaşadık. Türkiye için de herhalde öyle.
Depremin başladığı saat 04.17’de hepimiz uyandık. Korkunç bir şekilde yer
sallanıyordu. Aklımız bile o an durdu. Aşağı nasıl ineceğimizi bilemedik. Zaten
ayakta da duramıyorduk. Sadece birbirimize sarıldık. Ölüyoruz diye düşünüp
şehadet getirmeye başladık. Depremin sarsıntısı hafiflediğinde komşumuzun aşağı
indiğini görünce biz de inmeye başladık. Ama deprem yüzünden apartman kapısı
açılmadı. Çok korktuk. Komşumuz kapıyı zorlayarak açabildi. Dışarıya
çıktığımızda yanımızdaki bina çöktü. Komşularımızı, akrabalarımızı aramaya
başladık. Unutulmaz korkunç bir gündü.
- Dışarı
çıktıktan sonra neler yaşadınız, neler gördünüz?
Elektrik
kesildiği için her yer kapkaranlıktı, hiçbir şey göremiyorduk. İnsanlar adeta
aklını yitirmiş gibiydi, bilinç kalmamıştı. Pijamalarımızla sokağa çıkmıştık.
Hava çok soğuktu, yağmur şiddetli yağıyordu. Allah’a şükür sığınabileceğimiz
bir arabamız vardı. Engelli kız kardeşimi arabaya taşıdık. Korkudan ve soğuktan
titreyen komşumuzun çocuklarını da arabaya aldık. Etraftaki binalar gözümüzün
önünde bir bir çöküyordu. Ne yapacağız, nereye gideceğiz, nerede yaşayacağız
şaşırıp kaldık. Yanımıza hiçbir şey alamamıştık. Korku içindeydik. Çocuklar
sürekli ağlıyor, büyükler çığlıklar atıyordu. İki gün arabada sokakta kaldık.
-
Yaşadığınız Kırkhan’da çok fazla yıkım oldu diye biliyorum. Hayatını kaybeden
akrabalarınız ve yakınlarınız var mı?
Hayatını
kaybeden yok ama evleri çöken çok. Bizim bina eğildi sadece. Ama
sokağımızdakilerin çoğu çöktü. Yıkımın çok az olduğu Reyhanlı’ya yerleşmek
zorunda kaldık.
- Siz
hem Türk hem de Suriyeli depremzedelerin sıkıntılarını yakinen biliyorsunuz.
Suriyeliler bu depremin ilk günlerinde Türklerden farklı olarak neler yaşadı?
Çok kötü
bir musibetti. Herkes aynı depremi, şoku ve çaresizliği yaşadı. Ama
Suriyelilerin yaşadığı ilave sıkıntılar da oldu. Türklerin çoğunun şehir
dışında gidebileceği akrabaları ve yakınları vardı. İmkânı olanlar arabalarına
atlayıp gittiler. Suriyeliler kaldı. Çünkü yol izni belgesi almadan kayıtlı
olduğumuz şehrin dışına çıkmamız yasaktı. Bu uygulama geçici olarak kaldırılana
kadar olduğumuz yerde kaldık. Bu arada Suriye’ye gitmemiz zaten yasaktı;
geçmişten beri gidenlerin sınırda kartı kırılıyor, bir daha Türkiye’ye
giremiyorlardı. Bir de Suriye’de nereye gidecektik? Suriye’nin kuzeyi de depremde
yıkıldı.
Yardımlara
erişim noktasında ayrımcılıklar oldu. Hatay’a gelen yardımlar çoğunlukla
Türklere dağıtılıyordu. Suriyeliler çadırları satın aldı, bedava değildi. Ama
çadır kurduğumuz yerlerde Suriyelileri istemeyenler oldu. Öte yandan çok iyi
muamelede bulunanlar da vardı. Mesela Bursa’dan bir arkadaşım telefonla arayıp
‘Gelin bize, evimizi size açıyoruz’ dedi. Allah razı olsun, Reyhanlı’da kiralık
ev bulana kadar bir ay Bursa’da arkadaşımın evinde kaldık.
En başta
Türkler ile Suriyelilerin çadırları yan yanaydı. Yemek, battaniye ve her türlü
yardım geldiğinde ‘Bu yardım bize, kendi devletimizden veya halkımızdan;
Suriyeliler için değil’ diyenler oluyordu. Irkçılık ve ayrımcılık her yerde ve
her konuda yaşandı. Bir de tabii Türkiye’de seçim atmosferi var. ‘Suriyelileri
kovacağız’, ‘Sizi istemiyoruz artık’ diyorlar. Kırkhan’da bunlar oldu.
Antakya’da
yaşayan çok arkadaşım var. Onların anlattığına göre, enkazdakileri kurtarmaya
gelenlerden bazıları, içeridekinin Suriyeli olduğunu anladığında ‘Biz Türk vatandaşlarını
kurtarmaya geldik’ demişler. Hatta enkazda üç gün kalıp sonunda kendi
gayretleriyle çıkabilen bir arkadaşım enkazdayken kendi kulağıyla duymuş;
‘Sesimi duyan var mı?’ diye bağırdıklarında Suriyeliler Arapça ‘Ene mevcude
(Ben varım)’ karşılığını verdiğinde ‘Bunlar Arap, bırak boş ver, biz onları
çıkarmaya gelmedik; Türkleri çıkaralım’ demişler. Bu çok üzücü gerçekten.
-
Anlattıklarını bölüyorum ama Suriyelileri enkazdan çıkarmak istememe vakalar
çok olmuş mu, yoksa tek tük yaşanan şeyler mi?
Antakya’da
olduğunu duydum, ama Kırkhan’da hiç duymadım. Zaten Antakya’da ırkçılık ve
dışlamacılık son dönemlerde çok artmıştı. Suriyelileri enkazdan çıkarmak
istemeyenler olduğu gibi, çıkaran Türkler de vardı tabii ki. Öte yandan enkazın
çok fazla olduğu Kırkhan’da Suriyeliler Türkleri çıkarmaya geldiler. Mesela
teyzemin yaşadığı bina çökmüştü; çocukları da enkaz altındaydı. Suriyeli
gençler o binaya toplanıp enkaz altındaki herkesi çıkardılar. İki Türk çocuğu
çıkardıklarını kendi gözlerimle gördüm…
Depremde
evi yıkılanlar Suriyelilerden Mersin’de, Gaziantep’te yurtlara gidenler oldu.
Mesela teyzemin oğlu Gaziantep’te yurda yerleşmişti. Hanımı Türk vatandaşı.
Polis akşamın geç saatlerinde gelip ‘Bu yurt sizin için açılmadı, Türkler için’
deyip Suriyelileri çıkartmış. Hatta ‘Hemen çıkmazsanız sizi Suriye’ye geri
yollarız’ bile demiş. Gece yarısı sokakta kalmışlar. Bunlar da yaşandı.
Farklı
şehirlere gidenler, geçici kimlikli olduklarından sigortasız ve asgari ücretin
altında ücretlere çalıştırıyorlar. Sigorta yapan kurum çok az; çalışma izni
almak için çok para ödenmesi gerektiğinden kurumlar Suriyelileri kaçak
çalıştırmayı tercih ediyor. Bu yüzden geçici kimlik taşıyan Suriyeliler ne
kadar iyi eğitimli ve kaliteli olursa olsun ancak işçi olarak çalışabiliyor. Günübirlik,
o gün karınlarını doyurabilme ümidiyle yaşıyor; tıpkı şu an Suriye’de de olduğu
gibi.
Depremden
bir hafta sonra Suriye’ye altı aylığın gidiş izni verildi ve sınırlar açıldı.
Ama Suriyeliler nereye gidecek, nerede kalacaktı? Tam bir belirsizlik hâkimdi.
Suriye’nin kuzeyi de depremde yıkıldığından başlarını sokabilecekleri bir ev
orada da yoktu. Bu arada Suriye’ye başlangıçta arama-kurtarma ekibi ve gıda da
dahil doğru düzgün hiçbir yardım gitmedi. Ölenler öldükten, iş işten tamamen
geçtikten sonra yardımlar ulaşmaya başladı ki bunlar da çok yetersizdi. Hal
böyleyken insanların çoluğu çocuğu, bakıma muhtaç yaşlıları ve hastaları varken
Suriye’ye gitseler ne yapacaklardı, Türkiye’de kalsalar ne yapacaklardı? Bu, o
kadar ciddi bir ikilemdi ki…
- Depremden
sonra Suriye’ye gidenler ne durumdalar? Geri dönenler oldu mu?
Depremden
sonra çaresiz kalıp Suriye’ye henüz daha ziyaret izni verilmemişken gidenlerin
kimlikleri kırıldı; Türkiye’ye yasal bir şekilde dönebilmeleri imkânsız. İzin
çıktıktan sonra sınırda kâğıt imzalayarak -üç ay geri dönmemek kaydıyla-
gidenler ise yeni yeni dönmeye başlayacaklar.
Suriye’nin
durumu zaten çok kötüydü; doğru düzgün okul, elektrik, su ve ev yoktu.
Dahası, mevcut birçok ev depremde
yıkıldı. Suriye’ye dönenlerden bazılarının kuzeyde hiç kimsesi yok; bazılarının
akrabası var, ama evleri zaten kalabalık olduğundan sığamıyorlar. Dolayısıyla
İdlib’e gidenlerin kahir ekseriyeti çadırlara yerleşmek zorunda kaldı.
Suriye’ye
giden aileler, şu an sırf çocuklarının eğitimi için Türkiye’ye geri dönebilmek
istiyorlar, kendileri için değil. Çünkü Suriye’de doğru düzgün bir eğitim
imkânı yok. Dahası, çocukları yıllardır buradaki okullarda Türkçe okumuşlardı;
Arapça yerel ağzı bileseler de eğitim dili olan fasih Arapçayı bilmiyorlardı. Şimdi
Suriye’de yeniden dil öğrenmek ve Arapça eğitime adapte olmak zorundalar ki bu
çocuklar için hiç kolay değil. Ama evi yıkılanlar ve her şeyini enkazda
yitirenler nereye döneceklerini bilmiyorlar.
Depremde
evi yıkılmayanlar parasını ve değerli eşyalarını alabildiler; ama yıkılanların
bütün birikimleri gitti, Suriye’ye eli boş döndüler. Suriye’de zaten iş imkânı
son derece kısıtlı. Türkiye’den beş parasız gidenler iş bulduklarında çalışıp
çocuklarının karnını doyurabiliyorlar; ama iş yoksa yapacak bir şey yok, aç aç
bekliyorlar. Bu arada Suriye’nin kuzeyindeki insanlar zaten yıllardır açlık
sınırının altında, yardımlarla yaşıyorlar; elektriksiz, susuz, eğitimsiz
yaşamaya mahkûmlar. Bu durumda Suriye’ye beş parasız dönenler orada hayata
sıfırdan değil, sıfırın da altından başladılar.
Burada
üniversite okurken deprem yüzünden -henüz izin çıkmadan kimliğini kırdırma
pahasına- Suriye’ye dönenler geleceklerini yitirdiler. Türkiye’ye geri dönme
imkânları olmadığından eğitimleri yarım kaldı. İzin çıktıktan sonra gidenler üç
ay dolunca Türkiye’ye dönmeye başlayacaklar; ama burada işsiz ve evsiz nasıl
yaşayacaklarını bilmiyorlar.
-
Depremlerde Türkiye’de ve Suriye’de toplamda 15.000’e yakın Suriyeli hayatını
kaybetti, on binlercesi de yaralandı. Türkiye’de vefat edenlerin toprağa
verilmesi ve yaralıların tedavisi noktasında sıkıntı yaşandı mı?
Hayır,
benim bildiğim herhangi bir sıkıntı yaşanmadı. Bazıları vefat eden yakınlarının
Suriye’de kendi köyünde, ilçesinde gömülmesini istediler ve cenazeleri Suriye
içindeki akrabalarına yolladılar. Bu noktada Türk devleti bize anlayış
gösterdi; isteyen burada, isteyen Suriye’de yakınlarını defnedebildi. Tedavi
noktasında da bir ayrımcılıkla karşılaşmadık, en azından ben duymadım. Depremde
yaralanan, kırıkları olan birçok tanıdığımız gerekli tedavileri gördüler.
Suriye’de
ise ilaç temini zor, tedavi imkânları çok kısıtlı. Şeker hastası olan bir
akrabam, Türkiye’den bütün ilaçlarını alıp izinli olarak, yasal yoldan
Suriye’ye gitti. Deneyecek; eğer ilaçlarını temin edebilirse Suriye’de kalacak,
ama böyle imkânı yoksa geri dönecek. Mesela kardeşim gibi engellilerin ve
epilepsi hastalarının veya kalp, beyin gibi daha birçok hastalıkların ilacı
Suriye’de ya yok ya da çok pahalı. Kronik hastalığı olanlar Suriye’de çok zor
durumda. Depremde yaralananların tedavisinde de muhtemelen çok sıkıntılar
yaşanmıştır.
- Peki
depremden sonra ayrımcılığı ve dışlanmayı yaşayan Suriyeliler ne hissediyorlar?
İnsanlar
psikolojik olarak o kadar kötü durumda ki. Savaştan kaçıp buraya sığındığımızda
bayağı ırkçılık oldu. Ama Suriyeliler hep sustu, sineye çekti. Ne kimlikleri
vardı, ne işleri, ne de herhangi bir şeyleri. Canları pahasına, sahip oldukları
her şeyi geride bırakarak Türkiye’ye sığınmışlardı. Çalışıp didinerek bütün bu
sıkıntıları aşıp hayatlarını sıfırdan yeniden kurdular ve geçici de olsa bir
kimliğe, kayıtdışı da olsa bir işe, kira da olsa başlarını sokacakları bir eve
kavuştular. Ama depremle birlikte -özellikle evleri yıkılanlar- Türkiye’de
kazandıkları her şeyi bir kez daha yitirip sıfıra, yani yıllar evvel Türkiye’ye
geldiklerindeki konuma düştüler. Dahası, kimisinin ailesi enkaz altında can
verdi; sevdiklerini, bu hayatta tutundukları dalları da kaybettiler. Yani
sıfırın da altına indiler. Üstüne bir de yükselen bir ırkçı dalga var; insanlar
‘Sizi ülkemizde istemiyoruz’ diyorlar. Bu, o kadar kötü bir his ki.
Konuşamıyoruz; çünkü ağzımızı açıp konuşmaya, kendimizi savunmaya
çalıştığımızda söylediklerimiz yanlış anlaşılıyor, daha da kötü oluyor.
Sabrediyoruz. Seçimleri bekliyoruz; sonrasında başımıza ne gelecek hiç
bilmiyoruz.
Hem
Suriye’deyken hem de Suriye’den geldiğimizden beri çok zor süreçler geçirdik;
burada çalışıp didindik, tam her şeye alıştık ve hayatımızı bir düzene soktuk,
bu sefer de deprem vurdu. 2012’de Suriye’den gelmeden evvel bombardımanda
evimiz yıkılmıştı, çok uzun süre çadırda kalmıştık. İnsanın evini, memleketini
yitirmesi tahammülü çok zor bir şeydir. Türkler evlerin yıkılmasını, her şeyi
yitirip yerinden yurdundan olmayı ilk kez yaşıyorlar. Biz hayata sıfırdan
başlamayı ikinci defa yaşıyoruz; bazılarımız ise belki üçüncü, dördüncü, beşinci
defa yaşadılar. Bu, o kadar kötü bir his ki. Herkeste büyük bir hüsran hissi
var.
-
Gelelim seninle röportaj yapmak istememin ana sebebi olan konuya. Kırkhan’da
ziyaret ettiğimiz kamp yeni kurulmuştu. İçinde 100-150 kadar Suriyeli aile
vardı. Bu kamp ne zaman ve niçin kuruldu? Neden Suriyelilere ayrı bir kamp
kurulma ihtiyacı hissedildi?
Kurulalı
yaklaşık 1,5 ay oldu. Kırkhan’da bir yere yardım geldiğinde yerli halk
Suriyelileri yaklaştırmamaya çalışıyor, ‘Bu bizim hakkımız’ diyordu. Sıkıntılar
oldu, bazı kavgalar çıktı. O yüzden belki kampları ayrıştırırsak daha iyi olur
diye düşünüldü. Suriyeliler için ayrı bir kamp alanı oluşturuldu. İlçeye bir
yardım geldiğinde önce Türklere dağıtılıyor, sonra kalanlar Suriyelilere
veriliyor; adil bir dağıtımla sıkıntılar azaltılıyor. Kısaca sıkıntı çıkmasını
engellemek için sadece Kırkhan’da değil Reyhanlı, Antakya ve başka yerlerde de
ayrı kamplar kurma yoluna gidildi.
(Suriyeliler
gettolaşıyor, belli bölgelerde öbekleşiyor diye yıllardır çeşitli endişeler
dile getiriliyordu. Gettolaşmak, Türk toplumundan ayrışmak Suriyelilerin kendi
tercihi miydi, yoksa buna mecbur mu kaldılar sorusunun cevabı, deprem
sonrasındaki işte bu tecrübede yatıyor.)
- Peki,
şu an yaşadığınız Reyhanlı’da durum nasıl? Orada yıkım çok az diye biliyorum.
Evet,
Reyhanlı’da evler yıkılmadı ama Suriyeliler fahiş kira artışlarıyla evlerinde
çıkarılıyor. Reyhanlı’daki kampı gidip gezdim. ‘Neredensiniz?’ diye sorduğumda
‘Reyhanlı’danız’ dediler. ‘Sizin evleriniz yıkılmadı ki!’ dediğimde ‘Ev sahibi
bizi çıkardı, sokakta kaldık, mecburen bu kampa taşınmak zorunda kaldık’
dediler. Kırkhan’da da böyle şeyler oldu. Hasarsız binalardakiler ya evden
çıkarılıyor ya da evde tek bir odada yaşamaya zorlanıp diğer odalar başkalarına
kiraya veriliyor.
- Acaba
ev sahipleri, sokakta kalan depremzede Türklere evlerini açmak için, iyi
niyetle bunu yapmış olabilir mi?
Zannetmiyorum.
Bazıları kim daha fazla kira ödemeyi kabul ederse evini ona veriyor, sadece
depremzede Türklere değil.
- Peki,
bu bahsettiğin kiraları fahiş artırma veya evden çıkartma depremden önce de yok
muydu? İstanbul’da da benzer şeyler yaşanıyor. Türk kiracılar da bunun mağduru.
Depremden
evvel Hatay’da bu kadar yoktu, şimdi çok fazla. Hatta devletten depremzedelere
10.000 TL maddi yardım, 15.000 TL de taşınma yardımı geldi, biliyorsunuz. Bazı
ev sahipleri bu parayı Suriyeli kiracıları almasın diye uğraştı. Kiracı bu
yardımı almak için e-devletten başvurduğunda ev sahibi başvuruyu iptal ettirmek
için baskı yaptı. ‘Evi tamir ettirebilmem için bana para lazım’ diyerek adrese
kayıtlı olan Suriyeli kiracının ismini kaldırttı, kendi adını yazdırıp devlet
yardımını aldı. Suriyeliler de Türklerle birlikte aynı depremi yaşadı, onlar da
çok zarar gördüler.
- Ev
sahibi depremzedeyse ona da devlet desteği gelmiyor mu?
Geliyor.
- O
zaman hem kendi oturduğu ev hem de kiraya verdiği ev için öngörülen yardımı
aldılar, öyle mi?
Evet,
öyle. Adrese kayıtlı olana yardım gidiyor. Ev sahibi kiracısının ismini sildirtip
kendi adına kaydediyor ve yardımı alıyor.
Tabii
her ev sahibi böyle değil. Mesela Almanya’ya giden Türk komşumuz bizi aradı,
‘Devlet depremzedelere yardım veriyor; talepte bulunup yardımı alın, ben hiçbir
şey istemiyorum’ dedi. Kiracısını yardım için başvurmaya teşvik eden ev
sahipleri oldu.
- Yani
iyi ev sahipleri de var…
Tabii ki
var. Hem de çok.
-
Depremde birçok işyeri ve fabrika yıkıldı, tarım ve hayvancılık darbe aldı, iş
piyasası daraldı. Hal böyleyken deprem bölgesinde Suriyelilere iş imkânları
epeyce azalmış olmalı.
Evet,
öyle oldu. İş için başvurduğumda diplomam ve gerekli her türlü becerim ve
belgem olduğu halde iş sahipleri ‘Suriyelileri artık almak istemiyoruz; bundan
sonra Türkleri alacağız’ dediler. Depremden sonra Suriyeli elemanları işten
çıkartmaya da başladılar.
- İş
imkânınız azaldığına göre Suriyeliler olarak nasıl yaşıyorsunuz?
Kendi
işi olanlar sürdürüyorlar. Onun dışında iş imkânı hakikaten çok az. İnsanlar ya
Suriye’ye gidiyor ya da yardım bekliyor. Seçimlerden sonra akıbetimiz ne
olacak, başımıza ne gelecek onu da bilmiyoruz. Endişe içinde bekliyoruz.
- Geçen
hafta Türk depremzedelerle görüşürken yağmanın çok ileri boyutta yaşandığını
öğrendim; bu derece olduğunun farkında değildim. Depremin akabinde sosyal
medyada yağmaların suçu hep Suriyelilere atılmış, hatta yağmacı zannedilip
dövülenler olmuştu. Ama ben Türk depremzedelere yağmacıların kim olduğunu
özellikle sorduğumda, birisi hariç hepsi mahallelinin, hatta tanıdıkları
insanların yaptıklarını söyledi. Birisi hariç dediğim kişi de çevre şehirlerden
gelenler dedi. Ama yağmacılar arasında Suriyeli de illaki vardır. Yağma
konusunda bildiklerini paylaşır mısın?
Biz de
çok fazla yağma olayı duyduk. Ama mesela Kırkhan’da yağmacı veya hırsız hiçbir
Suriyeli yoktu; bütün yağmacılar ilçenin kendi yerli Türk halkındandı. Yağma
için nereden girilip çıkılacağının inceliklerini en iyi mahallenin kendi insanı
bilir, yabancı olan değil. Yağma sırasında Arapça konuşanlar olduğunda
otomatikman Suriyeli zannettiler; ama daha sonra onların bazılarının Türk
vatandaşı, bu ülkenin kendi insanı olduğu ortaya çıktı.
- Yani
Hatay’ın kendi yerli Arap kökenli vatandaşlarını mı kastediyorsun?
Evet,
öyle. Bu arada Suriyeli yağmacılar da olabilir; ahlaksız ve vicdansızlar
arasından yağmaya kalkışanlar illaki vardır.
- Peki,
Kırkhan’da çok fazla yağma oldu mu?
Çok
fazla değil. Çünkü dördüncü günden sonra asker sokağa çıktı.
- Ama
ilk üç gün yağma oldu diyorsun.
Evet.
- Yağma
yapıldığını hiç gördün mü?
BİM’de,
A101’de, Şok’ta bir anda hiçbir şey kalmadı. Eczanelerde ilaç yoktu. İlçede
yıkılan evler ve ölenler çok olduğundan herkes şoktaydı. Hiçbir şey
düşünebilecek durumda bile değildik. Ama bu şartlar altında birileri de tutup
yağma yaptı. Akıl alır gibi değildi.
-
Evinizden kurtarabildiğiniz eşyalar oldu mu?
Çok az
eşya kurtarabildik. Sadece sağlam olanları aldık. Çoğu eşyamız kullanılamaz
durumdaydı. Ama elhamdülillah sağ salim ailecek çıktık ya, gerisi önemli değil.
-
Tanıdıklarının başına gelenleri de paylaşır mısın?
beş
çocuklu bir komşumuz vardı. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Sonra
İstanbul’a yola çıktı. Vardığında bizi aradı. Bir Türk aile boş evini onlara
vermiş ve bütün gün uğraşıp evi düzmüş, hatta bulaşık makinesine kadar her şeyi
getirip yerleştirmiş. Ve demiş ki ‘Siz bu evde oturun, bir yıl boyunca hiç kira
istemiyoruz, sizden tek istediğimiz bize dua edin.’ Bu, beni çok duygulandırdı.
Bu memlekette çok iyi insanlar var.
Başka
bir tanıdığım yol izni çıktıktan sonra başka bir şehre gitti. Bu arada biz
kafamıza göre hiçbir yere gidip yerleşemiyoruz. Göç İdaresi’ne bildirmek
zorundayız. Ancak bu şartla bize deprem sonrası herhangi bir şehirde iki ay
oturma izni verildi. Göç İdaresi’ne gittiğinde ‘Siz niye buraya geldiniz? O
kadar paranız mı var da bu kadar uzak mesafeyi kat ettiniz? Burada ne işiniz
var, Suriye’ye dönün’ diye terslenmiş. Hatta Arapça azarlanmış. Zaten depremden
çıkmışız, psikolojimiz altüst olmuş, bir de böyle bir muameleyle karşılaşmak
çok incitici. Hanım ağlamaya başlamış. ‘Yok, sizden hiçbir şey istemiyorum’ deyip
çıkmış. Kırkhan’a geri döndü ve şu an çadırda yaşıyor.
- Peki,
siz ne zaman ve niçin Suriye’den Türkiye’ye geldiniz?
İdlib’de
yaşıyorduk. Orada sıkıntı çoktu. Sadece bombardıman değil, mezhepçilik de
vardı. Bomba atıldığında çok korkuyor, dayanamıyorduk. Zaten babamız yoktu,
savaş başlamadan evvel kalp krizi geçirip vefat etmişti. Bir de engelli
kardeşim vardı. İlacını alamıyorduk. O yüzden 2012 Haziran’ında ayrılmaya
mecbur kaldık.
Ailemde
herkes okudu veya okuyor. Ben dört yıllık İlahiyat ile iki yıllık Halkla
İlişkiler okudum. 10 yıl mültecilerle ilgilenen çeşitli derneklerde ve
yetimhanelerde çalıştım; tercümanlık, sekreterlik ve idari işler yaptım. Ama
depremden sonra işten çıkartıldım. Şu an iş arıyorum. Evli ablam İlahiyat
okudu. Kırkhan’daki kampa sizi götüren erkek kardeşim Sosyal Hizmetler okuyor
ve bir yardım derneğinde çalışıyor. Aile geçimini şu an o sağlıyor. Bir kız
kardeşim Samsun’da Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik okuyor. Diğer kardeşim
lise sonda olup üniversite imtihanına girecek. En küçüğümüz lise 2’de. 24
yaşındaki engelli kız kardeşim ise okumuyor; çünkü ne konuşabiliyor ne
yürüyebiliyor ne de herhangi bir şeyi anlayabiliyor.
-
Suriye’deki savaşla ilgili neler hatırlıyorsun?
Hiçbir
şeyi unutmadım ki. Yeni üniversiteye girmiştim; İdlib’de Halep Üniversitesi’ne
bağlı Sınıf Öğretmenliği bölümünü okuyordum. Ama eğitimim yarım kaldı.
Tepemizde zaten hep uçaklar vardı. Kontrol noktalarında jandarma durdurup ‘Sen
Esed’le misin, karşı mısın?’ diye sorguluyordu. Biz yola devam edebilmek için ‘Esed’leyiz’
cevabını veriyorduk, gerçekte öyle olmasak bile. Ama anne-babamızın,
amcalarımızın ve dayılarımızın kim olduğunu soruyorlardı. Onlar zaten biz ne
dersek diyelim ailemizin neci olduğunu biliyorlardı. O yüzden rejimin kontrolü
altındaki hiçbir yere gidemiyor, hatta evden çıkamıyorduk.
Uçakların
bombardımanını, yıkılan binaları gördüm. Elektriksiz, susuz, insanca yaşanması
mümkün olmayan bir hayattı. Kendi halkımız birbirine kırdırılıyordu. Bu çok acı
bir durumdu.
- Deprem
ile savaşı mukayese etmeni istesem ne dersin?
Aslında
aynısı; ama biri insan kaynaklı, diğeri Allah’tan geliyor. Allah’tan gelen,
kader olan daha hafif, kabullenilmesi daha kolay. Allah bir daha böyle acılar
yaşatmasın.
- Son
olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Dünyanın
ayrımcılığın son bulduğu bir yer olmasını isterim. Adil bir şekilde insanlar
birbirine muamele etmeli. Adil olmak en önemli şeydir.
***
Kahramanmaraş merkezli depremlerden en büyük zararı gören şehirlerden biri de Hatay'ın hemen doğusundaki sınır komşusu İdlib'di. İdlib'deki yıkımdan bir görüntü.
Suriye/Azez’deki kültür merkezlerinin idarecisi Suriyeli bir entelektüel olan Ahmed Kebsu ile kitabımda yayınlamak üzere 28 Ocak ve 2 Mart 2023’te uzun ve önemli bir röportaj yapmıştım. Türkiye’deki depremlerin Suriye’nin kuzeyini nasıl etkilediği, Suriyelilerin neler yaşayıp neler hissettiği ve Türkiye’deki on binlerce Suriyelinin neden ülkelerine geri dönme kararı aldığına dair kısımları aşağıda sizinle paylaşıyorum. Sınırımızın güneyindeki durumu anlamak bakımından çok önemli.
-
Suriye’nin kuzeyindeki halk Kahramanmaraş merkezli depremlerle birlikte neler
düşündü ve hissetti?
İlk
günü bu korkunç deprem, bütün insanları –mensubiyeti, vatandaşlığı ve
partisinden bağımsız olarak– bir esas üzere yaratıldıkları fıtrata dönmeye
mecbur bıraktı. O anlarda savaşa yol açan bütün sebepler ve ihtilaflar anlamını
yitirdi. İnsanların tek derdi, nasıl kurtulup hayatta kalabiliriz ve
çevremizdekilere yardım edebiliriz idi. İlk gün burada olup röportaj
yapsaydınız ve bu hayattan ne istediklerini sorsaydınız herkes size tek ses
olarak ‘Artık yeter, bu savaşı durdurmamız lazım’ diyecekti. Ancak zamanla
siyaset ve siyasi hareketler bu krizi istismar etti ve ilk anlarda gelişen bu
fikir gerçekleşmekten çok uzak bir hal aldı.
Suriyeliler
ölümün her türlüsünü yıllardır tattı ve alıştı. Geriye bir tek deprem kalmıştı.
Bu, peşimizi bırakmayan ölümün yepyeni bir şekli oldu. Ne yaparsak yapalım,
–uzaya çıkmak da dahil– nereye gidersek gidelim, ölümden kaçıp
kurtulabileceğimiz bir yer yok. En büyük yıkımın meydana geldiği Afrin’in
Cinderes bölgesinde Suriye’nin doğusu, güneyi ve ortasından iç göçle gelmiş çok
fazla aile vardı. Suriye-Türkiye sınırına yakın bu bölgenin kendilerine güvenli
bir mekân olacağını sanmışlardı. Ama maalesef ölümle burada buluştular.
Bu
büyük felaketle Suriye’nin kuzeyindeki durumun aslında ne kadar kırılgan olduğu
keşfedildi. İmkânları çok sınırlı olan buradaki kurumların acziyeti ortaya
çıktı. İç göçe maruz kalanların ve buradaki evlerde meskûn olanların
kırılganlığı da görüldü. Çadır temini iyice zorlaştı. Gıda dahil her şeyin
fiyatı bir anda fırladı. Maalesef ki insanların bu acıları ve ızdırapları
uluslararası kuruluşlarca ve Şam hükümetince siyasi kazanım için kullanıldı.
Suriyeliler, geçtiğimiz on yıl boyunca nasıl ki tepelerine yağan füzelere,
varil bombalarına ve kimyasal silahlara alıştılarsa şimdi de kendi yaralarını
sarıp kalan ömürlerini sürdürmeye çalışacaklar. Yaşayabilirsek yaşayacağız,
yoksa ölüp gideceğiz.
-
On binlerce Suriyeli depremin ardından Türkiye’den Suriye’ye döndü. Onlarla
görüştünüz mü, neden dönme kararı almışlar?
Bazıları,
‘Biz ailemiz ve çocuklarımız için Türkiye’ye gitmiştik; ama hepsini ve her
şeyimizi enkaz altında yitirdik. Artık gurbette yaşamak için bir sebebimiz yok.
Türkiye’ye giderkenki hedeflerimize ulaşamadık’ diyorlar. Bazıları, sadece o
dehşet verici korkuyu ve paniği yaşadıkları yerden uzaklaşmak istiyorlar, o
kadar; tek istedikleri şey, imkân buldukları her neresi varsa oraya gidip
hissettikleri korku ve panikten kurtulabilmek. Bazıları, bu depremi, nereye
gidersek gidelim ölümün biz Suriyelilerin peşini bırakmayacağının bir işareti
olarak görüp en azından vatanımızda ölelim diye düşünüyorlar. Çok az bir kısmı,
–ki ben bunlarla karşılaşmadım ama duydum– Suriyelilere yönelik Türkiye’deki
nefretten dolayı döndüler.
-
Deprem Suriye’nin ve Suriyelilerin geleceğini nasıl etkileyebilir?
Siyasi,
iktisadi, toplumsal ve dinî yansımaları daha sonra ortaya çıkacaktır. Beni şu
an en çok ilgilendiren şey, depremin Suriye’de ve Türkiye’de yaşayan
Suriyelilerin ruh sağlığına etkileri… Görüldüğü kadarıyla Suriyeliler ile
Türkleri birleştiren bir kader var; tabiat bile bizi birbirimize bağlıyor.
Nihayetinde coğrafya kaderdir. Suriyeliler ile Türklerin başına gelen o büyük
korku ve paniğin etkileri belki de yıllarca insanların ruhları ve bedenlerinde
devam edecek.
Suriye’de
şu an insanların tamamı tükenmiş durumda, herkes son derece yorgun, hâlâ şok ve
travma içinde. Bazıları bana diyor ki ‘Her dakika deprem oluyormuş gibi
hissediyorum’. Bu korku ve panik hissini geçmişte yaşadığımız diğer hiçbir
şeyle kıyaslayamayız. Mermileri, füzeleri ve varil bombalarını yaşadık. Ama
bunları savaş uçağının veya bombanın çıkardığı sesten hissediyorduk, başımıza
gelecek felaketin işaretini önceden alıyorduk; ‘Birazdan buraya veya yakınlara
füze veya bomba düşecek’ diyebiliyorduk. Dolayısıyla bunlardan yaşadığımız korkunun
bir sınırı vardı. Ama deprem korkunç bir şey; ne zaman, nerede, hangi şiddette
yaşanacağını kimse bilmiyor. Psikolojik etki depremin diğer her türlü etkisinden
çok daha kritik önemde.
-
Depremin ardından Suriyeliler, kendilerini yönetme iddiasındaki Esed rejimi,
İdlib’deki HTŞ ve muhaliflerin bölgesindeki Geçici Hükümet hakkında ne
düşünüyorlar?
Bu
deprem, –ister Suriye içinde yaşasın isterse dünyanın diğer ülkelerinde–
Suriyelilerin tamamının coğrafyayı aşıp kenetlenmesini sağladı. Herkes ailesine
ve Suriyeli kardeşlerine olabildiğince yakınlaştı, destek çıktı. Halk düzeyinde
durum böyle. Ama maalesef ülkenin her bölgesindeki mevcut siyasi akımlar ve
örgütlenmeler kendilerinden beklediğimiz davranışları sergilemedi. Yaşanan
felaket karşısında daha iyi bir tepki verildiğini veya çare üretildiğini
görmeyi ümit ederdik. Ama bundan çok uzağız maalesef.
-
Depremin ilk haftası Türkiye’de elektriğin, suyun, gazın kesilmesi Suriye’nin
kuzeyini de vurdu herhalde.
Cinderes
ve İdlib’e elektrik zaten son bir senede gelmişti. Elektriğin varlığı yeni bir
şeydi; geçmiş yıllar elektriksiz geçmişti. Su da öyle. İnsanlar suyu satın alıp
içiyordu. Veya bazı yardım kuruluşları kamplardaki insanlara su sağlıyordu. Ama
bu depremle ne denli kırılgan ve zayıf olduğumuzu keşfettik.
-
Siz Türkiye ile Suriye arasında sürekli gidip gelseniz de aileniz Kilis’te
ikamet ediyor. Şu an ne durumdalar?
İkamet
ettiğimiz bina depremde zarar gördü ve yeni bir daire arıyorum; ama maalesef
şehirde yaşayabileceğimiz bir yer yok. Bir haftadır çocuklarımla konuşuyorum,
ne yapalım diye. Önümüzde iki seçenek var: Ya evi zarar görenlere verilen başka
bir şehre gitme hakkından faydalanacağız ya da Suriye’ye döneceğiz. Hangisini
tercih edersek edelim hayata yeniden sıfırdan başlayacağımız için bize çok zor
olacak. 7 senemizi Kilis’te geçirdik; buraya ve insanlarına iyice alıştık,
ailem topluma tamamen entegre oldu. Çocuklarım diyor ki ‘Bu evde kalmak en
iyisi; kaderimizde ölüm varsa burada ölelim.’ Suriyeliler, yıllardır
yaşadıkları yersiz yurtsuzlaşmadan sonra, genel olarak bir aidiyet hissetme
arayışındalar ve kendilerini bir parçası olarak gördükleri bir şeye tutunma
ihtiyacındalar. Çocuklarım Suriye’ye dönmek istemiyor, şimdilik hasarlı binada
yaşıyoruz. Önümüzdeki günler ne getirecek bilmiyoruz.
Röportajın
sonunda 9. sınıfa giden kızıyla da konuştum; şunları söyledi:
Deprem
olunca birçok Türk, sanki depremi Suriyeliler yapmış gibi konuştular; sosyal
medyada ‘Yeter artık, gidin memleketinize’ diye yazdılar. Kendi sınıfımdaki bir
arkadaşım da ‘Biz enayi değiliz, bu misafirlik fazla uzadı’ dedi. Bu çok yanlış
bir düşünce. Deprem insanların yaptığı bir şey değil ki. Biz de sizinle
birlikte aynı depremi yaşadık, aynı korkuları ve sıkıntıları çekiyoruz. Bizi
memleketinize misafir olarak kabul ettiğiniz için siz Türklere çok teşekkür
ederiz. Size hep minnetimizi ve teşekkürümüzü ifade etmek istiyoruz. Ama sanki
depremi biz yapmışız gibi şeyler söylenmesi çok gücümüze gidiyor. Deprem
felaketini yaşadıktan sonra arkadaşlarımın bizi daha iyi anlamasını, geçmişte
neler yaşayıp da buraya gelmek zorunda kaldığımızı fark etmesini beklerdim; ama
daha da kötü oldu. Türkiye’de nasıl iyi insanlar da, kötü insanlar da varsa
Suriye’de de öyle. Birkaç kötüyü görüp de genelleştirmek doğru değil diyorum,
ama anlatamıyorum.