9 Mayıs 2023 Salı

Z.T.KOR: SURİYELİ 4 DEPREMZEDENİN HİKÂYESİ

 

SURİYELİ DÖRT DEPREMZEDENİN HİKÂYESİ 

Zahide Tuba Kor

 

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.

 

2012’de ailecek İdlib’den Türkiye’ye gelen, depremde anne-babasını ve bir kız kardeşini kaybeden, kendisi de enkazdan yaralı kurtarılan, Türklere ait bir STK’de çalışan Suriyeli bir gençle 27 Nisan'da İslahiye'de yaptığım röportajı paylaşıyorum. Bizi muhtaç Türk ve Suriyeli depremzedelerin çadırlarına götürdü. Kendisi hala depremin şokundan çıkamamıştı; konuşurken çok zorlanıyor ve elleri sürekli titriyordu. 

Suriyeli depremzedenin apartmanının enkazından bir görüntü.

- Türkiye’ye neden ve ne zaman geldiniz?

Ben ailemle Türkiye’ye okumak için geldim; çünkü Halep Üniversitesi Makine Mühendisliğini savaş yüzünden bırakmak zorunda kaldım. Burada Siirt Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğinden mezun oldum. Erkek kardeşim Harran Üniversitesi Hemşirelik mezunu. Vefat eden kız kardeşim Kahramanmaraş’ta Ebelik bölümünden mezun olmuştu. En küçük kız kardeşim İslahiye’de hep okul birincisi; şu an lise son sınıfta ve bu sene üniversite imtihanına girecek. İmtihana hazırlanmaya çalışıyor.

Ailecek rejimin havan topu saldırısında yaralandıktan sonra 2012’de İdlib’den Türkiye’ye geldik. Bütün vücuduma şarapnel parçaları saplanmıştı. Depremde vefat eden annem Suriye’deyken sınıf öğretmeni, babam da sivil polisti.

- Baban yaşındakilerin Türkiye’de iş bulabilmesi imkânsız gibi bir şeydi. Ailenizin geçimini burada kim sağladı?

Aile geçimini ben ve diğer erkek kardeşim çalışarak sağlıyorduk. Ben geçmişten beri ziyaret ettiğiniz dernekte çalışıyorum. Kardeşim de Şanlıurfa’da yabancılar için açılmış bir okulda görevli.

- Depremde neler yaşadınız?

Deprem sırasında ben uyanıktım; apartmanımız depremin daha ilk saniyelerinde çöktü. Apartman yıkıldıktan 15-20 dakika sonra bir deprem daha oldu, o sırada enkazda iyice sıkıştım. Şehadet getirmeye başladım, artık kaçış yoktu. İtiraf edeyim korktum da.

- Depremden kim korkmaz ki? Çok normal bir duygu bu.

Ama benim eski bir tecrübem var. Ben Suriye’de savaşı yaşamıştım. Ölümle ilk kez burun buruna gelmedim.

Depremde enkaz altında yaralandım. Kız kardeşimin yönlendirmesiyle yardıma gelen bir yaşlı adam sayesinde beni sabah 7 sularında çıkarttılar. Deprem sırasında annemle aynı odada olan 17 yaşındaki kız kardeşim apartman çökünce kendini bir anda dışarıda bulmuş. O ve Şanlıurfa’dan yardıma gelen erkek kardeşim elleriyle kazıyarak diğer kız kardeşimi ilk gün akşam 6’da enkazdan sağ çıkarmış; kardeşim hem enkazda hem de çıktıktan sonra Türkçe ve Arapça konuşuyormuş, bilinci yerindeymiş; ama hastaneye götürülürken yolda boğazından kan çıkmaya başlamış ve hastanede vefat etmiş. Annemi ikinci gün enkazdan canlı çıkardıklarında onun da boğazından kan çıkıyormuş, ama o da vefat etti. Depremde üzerine kolon düşen babamın cesedini de dördüncü gün çıkarmışlar.

- Enkaz altındayken tam olarak ne hissettin, ne yaşadın?

Ahiret gününü düşündüm hep. Hava çok soğuktu. Telefonumu pijamamın sağ cebinden zar zor çıkardım; çünkü sağ elim kırılmıştı, üzerinde duvar vardı. Sağ ayağımın üzerine de beton ve tuğlalar düşmüştü. Sadece sol elim serbestti. Sol ayağım da duvarın arasına sıkışmıştı. Onu sol elimle çıkardım. Sağ elimin altında bir çukur açtım, sonra da sıkıştığı yerden çıkabilsin diye üzerinden aşağı bastırarak tamamen kırmaya çalıştım. Ama duvar düştüğünde zaten kolum kırılmıştı. Yanımda karşıdaki apartmanı görebildiğim ufak bir pencere vardı. O sayede nefes alıp hayatta kalabildim.

Telefonumu cebimden zorla çıkarsam da ışığını açmadım. Neden biliyor musunuz? Etrafı görmek istemedim. Annemi veya bir başkasını, bir komşumuzu ölmüş görmekten korktum. Birini kötü halde görürsem kalp krizi geçirebilirim, enkazdan çıkamayabilirim diye düşündüm.

Dışarı çıkabilen 17 yaşındaki kız kardeşim buraya yardıma gelin diye insanları çağırdı; ama o karanlıkta ve yağmurda başlangıçta kimse gelmedi. Tabii ben de sürekli bağırdım, dışarıya sesimi duyurmaya çalıştım. Sonunda yaşlı bir adam geldi, kız kardeşim sayesinde. Telefonunun ışığıyla içeri baktı, baktı ve beni gördü. ‘Korkma, seni çıkartacağım’ dedi ve çıkartmaya çalıştı ama çok zordu. Etraftakilere ‘Buraya gelin, içeride bir canlı var’ diye seslendi. Olan biteni hep gördüm, duydum. Sonra 2-3 adam gelip beni çıkarttı. Etrafım kırılan pencerenin camlarıyla doluydu, onları temizlediler. Önce üzerinde demir olan sağ ayağımı kurtardılar, sonra beni çekip çıkarttılar.

Beni enkazdan çıkartanın sırtında taşıyarak yola götürmesi beş dakika sürmüş. Depremde nereye savrulduk anlamadım. (Apartmanın eski fotoğrafını göstererek) Benim odam binanın üçüncü katında zaten yol tarafındaydı. Apartmanın ne kadar kötü bir şekilde yıkıldığını buradan anlayabilirsiniz. Odalarımız yan yana olduğu halde annem, babam ve diğer kız kardeşimi enkazın diğer tarafından çıkartmışlar. İnsanın aklı almıyor. Bu arada ben nasıl çıkabildim ve hayatta kalabildim, kimse inanamıyor. 8 daireli apartmanda 13-15 kişi vefat etti. Allah’tan o sırada bazı daireler boştu.

(Hikâyesini anlatırken bir yandan da apartmanının eski fotoğrafını gösterdi. Zemin katta büyük bir araba galerisi vardı. Galeri sahibi kim bilir kaç kolonu kesti ki apartman depremin daha ilk saniyelerinde çöküp içinde yaşayanlara mezar oldu.)

- Peki, enkazdan çıktıktan sonra neler yaşadın?

Enkazdan çıkartıldığımda yağmur yağıyordu, hava buz gibiydi. Dondum. Ambulans yoktu. Beni bir minibüse koydular. Baktım yardıma gelebilecek kimse yok, iç çamaşırımı yırtıp sargı yaptım. Vücudumdan kanlar akıyordu, başım şişmişti. Ayağımda kanayan yeri sardım.

- Savaş tecrüben sayesinde ilkyardım olarak ne yapman gerektiğini biliyordun herhalde.

Evet. Tecrübeliydim savaştan… Bu arada enkazdan çıktığımda ailemi kaybettiğimi anladım; hiçbir kaçış imkânı yoktu çünkü. 

Suriyeli depremzedenin apartmanının enkazından bir görüntü.


- Suriye’deki savaş ile buradaki depremi kıyaslar mısın?

Savaş su gibiydi. Deprem benim için çok daha zordu. Sabahın 4’ünde olan bu depremde kesinlikle kaçıp canımızı kurtarma imkânı yoktu. Suriye’deki savaşta roket mesela gelip dördüncü kata isabet ediyor, oradakileri öldürüyor; ama enkaza çevirmiyordu. (Rejimin özellikle 2013’ten sonra sürekli kullandığı varil bombaları ise binaları yerle bir ediyordu. Bu bombalardan kurtulmak için insanlar ya göç etmek ya da bodrum katlarda yaşamak zorunda kaldı. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ.)  Veya sıkılan kurşunlardan duvar arkasına saklanarak kurtulabiliyordunuz. Ama depremde kaçıp kurtulma imkânı yok. Evlerinden sokağa canlı çıkanlardan bazılarının üzerine çevre apartmanların yıkıldığını duydum. O yüzden deprem daha zor.

Deprem tam bir sürprizdir. Hala olan bitene inanamıyorum, şoktan çıkamadım. Hala uyuyor gibiyim; sanki hiçbir şey olmamış, her şey bir rüya gibi. Hemen her gün evimizin olduğu yere gidiyorum. (Bizi de götürdü; depremde yıkılmış diğer bütün binalar gibi apartmanın enkazı kaldırılmış, boş bir saha haline gelmişti.) Çünkü dernekte işim bitince akşamları evime dönerdim; annem yemekleri hazırlamış, ailem beni sofrada bekliyor olurdu. Her gün bunları düşünüyorum. Ama sonra bakıyorum kız kardeşim yanımda. Neden yanımda? Sonra anlıyorum ki benim artık bir evim yok, ailem kalmadı. O kadar zor ki ne kadar anlatırsam anlatayım yaşadıklarımızı ve hissettiklerimizi tam olarak ifade etmeye yetmez. Bu arada şu an konuşurken ne kadar zorlandığımı fark ediyorsunuz; depremden beri ben daha ilk defa geçen hafta konuşabilmeye başladım. (Yani bu genç 2,5 ay hiç konuşamamış.)

Enkazın temizlenmesinin ardından apartmanından geriye kalan boş arsa

- Çok geçmiş olsun. Başınız sağ olsun. Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın size. Kayıplarınızın acısını azaltacak hayırlarla karşılaştırsın. İnşallah cennette ailene kavuşursun.

Âmin, Allah razı olsun… Yardıma en muhtaç depremzedeleri size gezdirirken de görmüştünüz, depremde çok kötü şeyler yaşayan birçok aile var. Mesela aynı apartmanda yaşayan Suriyeli bir ailede tam 11 kişi hayatını kaybetti, geride kalanlar için hiç kolay değil. Sahip oldukları her şeyleri gitti. 4-5 saat enkaz altında kalan anne üç çocuğunu kaybetti, geriye tek bir kızı kaldı. Canlı çıkan kızı da enkaz altında diğer kardeşleriyle birlikte üç gün kalmış. Kardeşlerini elinden tutuyormuş, hep birlikte konuşuyorlarmış. Önce kız kardeşi hareketsiz kalmış. ‘Kalk, ölmeyeceğiz, birlikte çıkacağız’ diye çok söylemişler, ama nafile. Daha sonra erkek kardeşi de enkazda ölmüş. Üç gün sonra sağ çıkartıldı ama aslında bu kızın hayatı bitti. Durumu o kadar kötü ki. Üç gün enkaz altında kardeşlerinin can vermesine şahit oldu, aç ve susuz kaldı. O kadar zor bir durum ki yaşananları anlatmaya hiçbir kelime kifayet etmez.

Bu Suriyeli ailenin her şeyi gitti demiştim. Yaşadıkları apartman yerle bir olduğu gibi, su filtresi sattıkları dükkânları da yağmalandı, sıfıra düştüler. Dükkânın sahibi olan ağabey de vefat etti. İşyerinin bulunduğu bina büyük ölçüde yıkıldığı halde açık kalan küçük bir pencereden hırsızlar içeri girip her şeyi çalıp gitmişler. Hırsızların kim olduğunu hiç kimse bilmiyor. Deprem sonrası günlerce elektrikler kesikti. Hırsızlar ortalıkta cirit attı. İnsanlar canlarını kaybetmiş, mahvolmuşken bazı ahlaksızlar hırsızlık ve yağma yaptı. Akıl almaz şeyler yaşandı.

Bazı çok ilginç şeyler de oldu. Mesela babası enkaz altında ölen biri vardı. Kendisi hiç acıkmamış, susuzluk hissetmemiş. Enkazdan çıkartıldıktan sonra ‘Benim suyum, yemeğim vardı’ demiş. Yine bir arkadaşım bir çocuğu üç gün sonra enkazdan çıkardı. Çocuk hiç su istemeyince şaşırmış, sormuş. Çocuk ‘Bana içeride bir amca hem yemek hem su verdi’ demiş.


***


4 ile 12 yaş arasında 7 çocuk babası olan ve depremde ikiz kızlarını kaybeden İdlibli bir inşaat işçisiyle 26 Nisan’da Hatay Kırkhan’da yaşadığı çadırında görüştüm. 2013’te Türkiye’ye gelmiş. Dört katlı apartmanın giriş katında yaşıyormuş. Depremde yıkılan apartmanda sadece onun ikizleri hayatını kaybetmiş. 

- Depremde neler yaşadınız?

Ben ve eşim o sırada uyanıktık; ama çocuklarımız uyuyordu. Deprem sırasında elektrik kesildi. Bir kızım ve en küçük oğlum annesinin yanına koştu. Onlara ‘Korkma; bismillahi ya Allah, eşhedü en lâ ilahe illallah de’ dedim. Evimizin kapıları, camları, duvarları, her şeyi yıkılmaya başladı. Ben çocuklarıma ‘Korkmayın, olduğunuz yerde kalın, sadece ya Allah deyin’ diye sürekli telkinlerde bulundum. Karanlıkta zaten hiçbir şey görmüyorduk. Her yer toz doldu. Daha sonra kardeşim gelip dışarıdan bana seslenmeye başladı. İçeriye doğru bir ışık tuttu. Evin nerelerinde olduğumuzu söyledim. Eşimi ve çocuklarımı enkazdan dışarıya teker teker çıkarttım. 5,5 yaşındaki ikiz kızlarımı da kurtarma ümidindeydim. Ama duvar kızlarımın olduğu yere devrildi, oracıkta ölmüşler. Ne sesleri vardı ne de nefesleri. Dünyaya birlikte geldiler, birlikte gittiler... Onları enkazda bırakmak zorunda kaldım. İki gün sonra komşumun da yardımıyla enkazda bir delik açıp çocuklarımın cesedini çıkardım. 

 

- Şimdi ne yapıyorsunuz?

Ben eskiden beri inşaat işçisiyim; inşaatla alakalı işleri iyi bilirim. Kızlarımı kaybettiğimden beri ne iş olsa karşılığında para bile almadan çalışıyorum. Allah çocuklarıma rahmet eylesin. Para pul artık umurumda değil. Akşam eve geldiğimde konuştuğumuz konu hep kaybettiğimiz ikizlerimiz; dayanamıyorum, gidiyorum, kendimi tamamen çalışmaya verdim.

(Bu sırada Suriyeliler için yeni kurulmakta olan, 100-150 kadar ailenin kaldığı kampın sorumlusu söze girdi. ‘Burada her ne iş olsa onu çağırdığımızda koşup geliyor, hemen yapıyor’ dedi. Kendisiyle röportaj yaptığımız sırada akşam olduğu halde elleri hala toz içindeydi.)

- Suriye’deki savaş ile buradaki depremi mukayese eder misiniz?

On iki yıldır Suriye’de savaşta yaşananların aynısını burada bir dakika içinde yaşadık. Ama depremi Allah verdi, insan kaynaklı değil. Çocuklarımı kaybettim ama elhamdülillah, Rabbim böyle takdir etmiş, bir şey demem.

(Geçmişte de hem Türkiye’de hem Suriye’nin kuzeyinde görüştüğüm Suriyeliler, -neredeyse bütün ailesini bombardımanda kaybedenler veya felç kalanlar da dâhil- başlarına gelen en acı olayları anlattıktan sonra bile hep “elhamdülillah ala külli hal”, yani “her halimize hamdolsun” demişlerdi. Savaşı yaşamış Suriyelilerin beni en çok etkileyen yönleri hep bu oldu. Türkiye halkı olarak içinde yüzdüğümüz nimetlerin farkında olmayıp sürekli şikâyet etmemiz ve şükürsüzlüğümüz ise beni hep korkuttu. Öte yandan gerek İslahiye ve Hatay’da gerekse Mardin KYK yurdunda görüştüğüm depremzedelerimizin birçoğu -yakınlarını kaybedenler da dahil- Allah’a hamd ifadelerini sürekli kullandılar. Geçmişte de böyleler miydi, yoksa depremle birlikte her şeylerini kaybetmenin bir neticesi olarak yaşanan değişim mi, önümüzdeki süreçte araştıracağım konulardan biri olacak.)


- Suriye’de ne yaşadınız da Hatay’a göçtünüz?

Ben savaş başladığında Suriye’de değildim; 13 yıldır Lübnan’da inşaatlarda çalışıyordum. Her 2-3 ayda bir 10-15 günlüğüne ailemin yanına geliyordum; benim hayatım ailemin maişeti için hep böyle gurbette geçmişti.

(Röportaj boyunca gözlerinden yaşlar süzülen hanımına da aynı soruyu sordum: ‘İdlib’de bombardıman çoktu, çocuklarım küçüktü ve çok korkuyorlardı. Dayanamadık, daha fazla kalamadık Suriye’de.’ cevabını verdi.)


***

 

Lazkiye kırsalındaki Ceble’den 2012’de Türkiye’ye gelmiş, İslahiye’de bir yardım kuruluşunda çaycılık ve her türlü ayak işini yapan 35 yaşında Suriyeli bir beyle 27 Nisan’da ayaküstü röportaj yaptım. İşini son derece severek ve şükür içinde yapması daha ilk anda dikkatimi çekti. İlk kez gittiğimiz bu dernekte kimseyi tanımadığımız halde bize ikramlarda bulunmak için defalarca uğraştı ve her işe koşturdu.

 

- Depremde neler yaşadınız?

Depremde evimizi kaybettik; ama elhamdülillah, sağ kurtulduk, hepimiz sıhhat ve afiyet içindeyiz. Bu dernekte çalışıyorum, çok şükür. Bir sıkıntımız yok. Allah depremi yaşayan Suriye’yi de, Türkiye’yi de bu zor durumdan kurtarsın. Allah bütün mümin kullarını hayırlara çıkarsın. Çünkü hepimiz Allah’ın kullarıyız.

- Suriye’deki savaşta neler yaşadınız? Savaş Suriye’yi ve Suriyelileri nasıl etkiledi?

Hep bombardıman, yıkım ve çok büyük sıkıntılar vardı. Elektrik, su, gaz, yiyecek yoktu. Hem muhaliflerin hem de biz sivillerin durumu çok zordu; herkes sıkıntı çekiyordu. Allah bu savaşı tez zamanda sona erdirsin. Savaş, yıkım demektir; çok büyük problemlere yol açan bir felakettir. Topçu ateşiyle veya bombardımanla vurulan koca binalar yerle bir oluyordu. Nice insanlar bu savaşta uzuvlarını kaybetti, sakat kaldı. O kadar zor günlerdi ki. Elhamdülillah biz sağ salim çıktık. Ama annem ve babam Suriye’deler ve hastalar.

Türkiye’de hayat -depreme kadar- çok iyiydi; herkesin elektriği, suyu, giyeceği, başını sokacağı evi, çalışacağı işi var. Çok hayırsever iyi insanlar var burada. Biliyor musun, bizim ülkemiz ve halkımız da eskiden böyleydi. Suriye biz zamanlar çok güzeldi ve iyilikler çoktu. Ama bütün bunları savaşla birlikte kaybettik. Savaştan evvel insanlar arasında samimiyet ve muhabbet vardı; ama sonra herkes kendi derdine düştü. Suriye’de artık insanların evinde gaz ve yakacak yok; üç ayda bir, bir şişe gaz geliyor, o kadar. İnsanlar evlerinde donuyor. Suriye’de hayatın ne kadar zor olduğunu hayal dahi edemezsiniz. Ekmek bile yetmiyor.

- Türkiye’ye neden geldiniz?

Ben savaşa karşıyım. Elime hiç silah almadım. Çünkü savaş çok kötü bir şeydir. Hepimiz Müslüman’ız; birbirimize karşı silah kullanmamız haram. 24 yaşında Türkiye’ye geldim ve daha sonra burada evlendim.

- Türkiye’ye göçle birlikte hayatınızda neler değişti?

Her şey değişti. Çok şükür burada bir işim var. Depreme kadar evimiz ve çocuklarımın okulu vardı. En önemlisi burada emniyet var. Sizin bir sıkıntınız olup da polise şikâyet ettiğinizde hemen icabına bakılıyor. Ama Suriye’de böyle bir şey yok, insanlar emniyete hasretler.

- Savaştan ne gibi zararlar gördünüz?

Evlerimiz, dükkânlarımız gitti. Amcam ve oğlu yıllardır hapiste; hiçbir haber alamıyoruz. Ölü mi diri mi âlemlerin Rabbinden başka kimse bilmiyor. Nerede nasıl gözaltına alındı onu da bilmiyoruz.

- Lazkiye şebbihaların merkeziydi. Siz de Lazkiye kırsalında yaşamışsınız. Şebbihalar sıradan insanlara neler yapıyordu?

Komutası Lazkiye olmakla birlikte şebbiha ülkenin her yerinde, sadece Lazkiye ile sınırlı değil. Onların derdi ve sevdası paradır. Parayı verirseniz sizi sorgulamazlar; vermezseniz çok acımasızca davranırlar, işkence ederler, hatta öldürürler.

(Şebbihaların Suriye halkına neler çektirdiğine dair ayrıntılı bilgi için TIKLAYINIZ.)

- Lazkiye kırsalında şu an durum nasıl?

Elektrik yok; günde 1-1,5 saat anca geliyor. Gaz çok az. Ekmek temini bile sıkıntı. Allah’ın yardımıyla ve verdiği sabırla insanlar yaşayıp gidiyorlar. İnsanların sabrı ve dayanma gücü de İslam’dan geliyor.

(Başkent Şam da dahil Suriye’nin her yerinde durum bu şekildedir.)


 ***

 


26 Nisan’da Hatay’ın Kırkhan ilçesinde çok az yardım gittiği söylenen depremzede 100-150 Suriyeli ailenin kaldığı bir kampı ziyaret ettik. Çadırların kahir ekseriyetini Suriyelilere ait dernekler kurmuştu ve halen kurmaya devam ediyor, kamp genişliyordu.

Bu çadır kamp, dışarıdan bakınca Suriye’nin kuzeyinde gördüğüm çadırlara kıyasla çok daha iyi bir durumdaydı. Ama çadırların içine girdiğimde -fotoğraflarda gördüğünüz gibi- çok az eşya vardı, tıpkı sınırın Suriye tarafındaki çadırlarda olduğu gibi. Sadece iki çadırda koltuklar bulunuyordu. Birkaç aile beyaz eşyasını, biri de dolaplarını kurtarıp getirebilmişti, o kadar.

 

 


Düşünmeden edemedim, bu insanların bir kısmı kim bilir kaç defa sahip olduğu tüm eşyalarını ve mallarını yitirdi diye...

Suriyelilerin maddi durumu iyi olmayanları veya hastası, sakatı olanları genellikle bodrum veya giriş katlarında yaşadıkları için ve binalar çökmese bile -Hatay örneğinde olduğu gibi- çoğunlukla zemin katın üzerine oturduğu için muhtemelen sadece canlarını kurtarabildiler. Eşyaları enkazda yok oldu gitti.

Kamptaki ikiz kızları enkazda hayatını kaybetmiş inşaat işçisi bir babayla röportajı daha evvel paylaştım.

Ziyaretimde Türk depremzedeler kamplarda Suriyelileri istemediği için ayrı kamplar kurma yoluna gidildiğini öğrenmiş ama vakit darlığından ayrıntıları öğrenememiştim. Bu nedenle döndükten sonra bizi bu kamptan haberdar eden yardım görevlisinin -kendisinin vakti olmadığı için yine benzer işler yapan- ablasıyla uzun ve ayrıntılı bir röportaj yaptım. 



*** 

2012’de annesi, beş kız ve bir erkek kardeşiyle birlikte İdlib’den Hatay’a sığınan, on yıl mültecilerle ilgilenen çeşitli derneklerde ve yetimhanelerde çalışmış Suriyeli bir genç hanımla 4 Mayıs’ta Zoom üzerinden bir röportaj yaptım. Depremde neler yaşadıklarını, depremzede Suriyelilerin şu anki durumlarını, -26 Nisan’da erkek kardeşinin Kırkhan’da gezdirdiği kamptan hareketle- Suriyelilere ayrı çadır kamplar kurulmak zorunda kalınmasının nedenlerini ve kendi savaş ve göç hikâyesini sordum.

 

- Depremde neler yaşadınız, nelere şahit oldunuz?

Hayatımızda ilk defa böyle bir büyük deprem yaşadık. Türkiye için de herhalde öyle. Depremin başladığı saat 04.17’de hepimiz uyandık. Korkunç bir şekilde yer sallanıyordu. Aklımız bile o an durdu. Aşağı nasıl ineceğimizi bilemedik. Zaten ayakta da duramıyorduk. Sadece birbirimize sarıldık. Ölüyoruz diye düşünüp şehadet getirmeye başladık. Depremin sarsıntısı hafiflediğinde komşumuzun aşağı indiğini görünce biz de inmeye başladık. Ama deprem yüzünden apartman kapısı açılmadı. Çok korktuk. Komşumuz kapıyı zorlayarak açabildi. Dışarıya çıktığımızda yanımızdaki bina çöktü. Komşularımızı, akrabalarımızı aramaya başladık. Unutulmaz korkunç bir gündü.

- Dışarı çıktıktan sonra neler yaşadınız, neler gördünüz?

Elektrik kesildiği için her yer kapkaranlıktı, hiçbir şey göremiyorduk. İnsanlar adeta aklını yitirmiş gibiydi, bilinç kalmamıştı. Pijamalarımızla sokağa çıkmıştık. Hava çok soğuktu, yağmur şiddetli yağıyordu. Allah’a şükür sığınabileceğimiz bir arabamız vardı. Engelli kız kardeşimi arabaya taşıdık. Korkudan ve soğuktan titreyen komşumuzun çocuklarını da arabaya aldık. Etraftaki binalar gözümüzün önünde bir bir çöküyordu. Ne yapacağız, nereye gideceğiz, nerede yaşayacağız şaşırıp kaldık. Yanımıza hiçbir şey alamamıştık. Korku içindeydik. Çocuklar sürekli ağlıyor, büyükler çığlıklar atıyordu. İki gün arabada sokakta kaldık.

- Yaşadığınız Kırkhan’da çok fazla yıkım oldu diye biliyorum. Hayatını kaybeden akrabalarınız ve yakınlarınız var mı?

Hayatını kaybeden yok ama evleri çöken çok. Bizim bina eğildi sadece. Ama sokağımızdakilerin çoğu çöktü. Yıkımın çok az olduğu Reyhanlı’ya yerleşmek zorunda kaldık.

- Siz hem Türk hem de Suriyeli depremzedelerin sıkıntılarını yakinen biliyorsunuz. Suriyeliler bu depremin ilk günlerinde Türklerden farklı olarak neler yaşadı?

Çok kötü bir musibetti. Herkes aynı depremi, şoku ve çaresizliği yaşadı. Ama Suriyelilerin yaşadığı ilave sıkıntılar da oldu. Türklerin çoğunun şehir dışında gidebileceği akrabaları ve yakınları vardı. İmkânı olanlar arabalarına atlayıp gittiler. Suriyeliler kaldı. Çünkü yol izni belgesi almadan kayıtlı olduğumuz şehrin dışına çıkmamız yasaktı. Bu uygulama geçici olarak kaldırılana kadar olduğumuz yerde kaldık. Bu arada Suriye’ye gitmemiz zaten yasaktı; geçmişten beri gidenlerin sınırda kartı kırılıyor, bir daha Türkiye’ye giremiyorlardı. Bir de Suriye’de nereye gidecektik? Suriye’nin kuzeyi de depremde yıkıldı.

Yardımlara erişim noktasında ayrımcılıklar oldu. Hatay’a gelen yardımlar çoğunlukla Türklere dağıtılıyordu. Suriyeliler çadırları satın aldı, bedava değildi. Ama çadır kurduğumuz yerlerde Suriyelileri istemeyenler oldu. Öte yandan çok iyi muamelede bulunanlar da vardı. Mesela Bursa’dan bir arkadaşım telefonla arayıp ‘Gelin bize, evimizi size açıyoruz’ dedi. Allah razı olsun, Reyhanlı’da kiralık ev bulana kadar bir ay Bursa’da arkadaşımın evinde kaldık.

En başta Türkler ile Suriyelilerin çadırları yan yanaydı. Yemek, battaniye ve her türlü yardım geldiğinde ‘Bu yardım bize, kendi devletimizden veya halkımızdan; Suriyeliler için değil’ diyenler oluyordu. Irkçılık ve ayrımcılık her yerde ve her konuda yaşandı. Bir de tabii Türkiye’de seçim atmosferi var. ‘Suriyelileri kovacağız’, ‘Sizi istemiyoruz artık’ diyorlar. Kırkhan’da bunlar oldu.

Antakya’da yaşayan çok arkadaşım var. Onların anlattığına göre, enkazdakileri kurtarmaya gelenlerden bazıları, içeridekinin Suriyeli olduğunu anladığında ‘Biz Türk vatandaşlarını kurtarmaya geldik’ demişler. Hatta enkazda üç gün kalıp sonunda kendi gayretleriyle çıkabilen bir arkadaşım enkazdayken kendi kulağıyla duymuş; ‘Sesimi duyan var mı?’ diye bağırdıklarında Suriyeliler Arapça ‘Ene mevcude (Ben varım)’ karşılığını verdiğinde ‘Bunlar Arap, bırak boş ver, biz onları çıkarmaya gelmedik; Türkleri çıkaralım’ demişler. Bu çok üzücü gerçekten.

- Anlattıklarını bölüyorum ama Suriyelileri enkazdan çıkarmak istememe vakalar çok olmuş mu, yoksa tek tük yaşanan şeyler mi?

Antakya’da olduğunu duydum, ama Kırkhan’da hiç duymadım. Zaten Antakya’da ırkçılık ve dışlamacılık son dönemlerde çok artmıştı. Suriyelileri enkazdan çıkarmak istemeyenler olduğu gibi, çıkaran Türkler de vardı tabii ki. Öte yandan enkazın çok fazla olduğu Kırkhan’da Suriyeliler Türkleri çıkarmaya geldiler. Mesela teyzemin yaşadığı bina çökmüştü; çocukları da enkaz altındaydı. Suriyeli gençler o binaya toplanıp enkaz altındaki herkesi çıkardılar. İki Türk çocuğu çıkardıklarını kendi gözlerimle gördüm…

Depremde evi yıkılanlar Suriyelilerden Mersin’de, Gaziantep’te yurtlara gidenler oldu. Mesela teyzemin oğlu Gaziantep’te yurda yerleşmişti. Hanımı Türk vatandaşı. Polis akşamın geç saatlerinde gelip ‘Bu yurt sizin için açılmadı, Türkler için’ deyip Suriyelileri çıkartmış. Hatta ‘Hemen çıkmazsanız sizi Suriye’ye geri yollarız’ bile demiş. Gece yarısı sokakta kalmışlar. Bunlar da yaşandı.

Farklı şehirlere gidenler, geçici kimlikli olduklarından sigortasız ve asgari ücretin altında ücretlere çalıştırıyorlar. Sigorta yapan kurum çok az; çalışma izni almak için çok para ödenmesi gerektiğinden kurumlar Suriyelileri kaçak çalıştırmayı tercih ediyor. Bu yüzden geçici kimlik taşıyan Suriyeliler ne kadar iyi eğitimli ve kaliteli olursa olsun ancak işçi olarak çalışabiliyor. Günübirlik, o gün karınlarını doyurabilme ümidiyle yaşıyor; tıpkı şu an Suriye’de de olduğu gibi.

Depremden bir hafta sonra Suriye’ye altı aylığın gidiş izni verildi ve sınırlar açıldı. Ama Suriyeliler nereye gidecek, nerede kalacaktı? Tam bir belirsizlik hâkimdi. Suriye’nin kuzeyi de depremde yıkıldığından başlarını sokabilecekleri bir ev orada da yoktu. Bu arada Suriye’ye başlangıçta arama-kurtarma ekibi ve gıda da dahil doğru düzgün hiçbir yardım gitmedi. Ölenler öldükten, iş işten tamamen geçtikten sonra yardımlar ulaşmaya başladı ki bunlar da çok yetersizdi. Hal böyleyken insanların çoluğu çocuğu, bakıma muhtaç yaşlıları ve hastaları varken Suriye’ye gitseler ne yapacaklardı, Türkiye’de kalsalar ne yapacaklardı? Bu, o kadar ciddi bir ikilemdi ki…

- Depremden sonra Suriye’ye gidenler ne durumdalar? Geri dönenler oldu mu?

Depremden sonra çaresiz kalıp Suriye’ye henüz daha ziyaret izni verilmemişken gidenlerin kimlikleri kırıldı; Türkiye’ye yasal bir şekilde dönebilmeleri imkânsız. İzin çıktıktan sonra sınırda kâğıt imzalayarak -üç ay geri dönmemek kaydıyla- gidenler ise yeni yeni dönmeye başlayacaklar.

Suriye’nin durumu zaten çok kötüydü; doğru düzgün okul, elektrik, su ve ev yoktu. Dahası,  mevcut birçok ev depremde yıkıldı. Suriye’ye dönenlerden bazılarının kuzeyde hiç kimsesi yok; bazılarının akrabası var, ama evleri zaten kalabalık olduğundan sığamıyorlar. Dolayısıyla İdlib’e gidenlerin kahir ekseriyeti çadırlara yerleşmek zorunda kaldı.

Suriye’ye giden aileler, şu an sırf çocuklarının eğitimi için Türkiye’ye geri dönebilmek istiyorlar, kendileri için değil. Çünkü Suriye’de doğru düzgün bir eğitim imkânı yok. Dahası, çocukları yıllardır buradaki okullarda Türkçe okumuşlardı; Arapça yerel ağzı bileseler de eğitim dili olan fasih Arapçayı bilmiyorlardı. Şimdi Suriye’de yeniden dil öğrenmek ve Arapça eğitime adapte olmak zorundalar ki bu çocuklar için hiç kolay değil. Ama evi yıkılanlar ve her şeyini enkazda yitirenler nereye döneceklerini bilmiyorlar.

Depremde evi yıkılmayanlar parasını ve değerli eşyalarını alabildiler; ama yıkılanların bütün birikimleri gitti, Suriye’ye eli boş döndüler. Suriye’de zaten iş imkânı son derece kısıtlı. Türkiye’den beş parasız gidenler iş bulduklarında çalışıp çocuklarının karnını doyurabiliyorlar; ama iş yoksa yapacak bir şey yok, aç aç bekliyorlar. Bu arada Suriye’nin kuzeyindeki insanlar zaten yıllardır açlık sınırının altında, yardımlarla yaşıyorlar; elektriksiz, susuz, eğitimsiz yaşamaya mahkûmlar. Bu durumda Suriye’ye beş parasız dönenler orada hayata sıfırdan değil, sıfırın da altından başladılar.

Burada üniversite okurken deprem yüzünden -henüz izin çıkmadan kimliğini kırdırma pahasına- Suriye’ye dönenler geleceklerini yitirdiler. Türkiye’ye geri dönme imkânları olmadığından eğitimleri yarım kaldı. İzin çıktıktan sonra gidenler üç ay dolunca Türkiye’ye dönmeye başlayacaklar; ama burada işsiz ve evsiz nasıl yaşayacaklarını bilmiyorlar.

- Depremlerde Türkiye’de ve Suriye’de toplamda 15.000’e yakın Suriyeli hayatını kaybetti, on binlercesi de yaralandı. Türkiye’de vefat edenlerin toprağa verilmesi ve yaralıların tedavisi noktasında sıkıntı yaşandı mı?

Hayır, benim bildiğim herhangi bir sıkıntı yaşanmadı. Bazıları vefat eden yakınlarının Suriye’de kendi köyünde, ilçesinde gömülmesini istediler ve cenazeleri Suriye içindeki akrabalarına yolladılar. Bu noktada Türk devleti bize anlayış gösterdi; isteyen burada, isteyen Suriye’de yakınlarını defnedebildi. Tedavi noktasında da bir ayrımcılıkla karşılaşmadık, en azından ben duymadım. Depremde yaralanan, kırıkları olan birçok tanıdığımız gerekli tedavileri gördüler.

Suriye’de ise ilaç temini zor, tedavi imkânları çok kısıtlı. Şeker hastası olan bir akrabam, Türkiye’den bütün ilaçlarını alıp izinli olarak, yasal yoldan Suriye’ye gitti. Deneyecek; eğer ilaçlarını temin edebilirse Suriye’de kalacak, ama böyle imkânı yoksa geri dönecek. Mesela kardeşim gibi engellilerin ve epilepsi hastalarının veya kalp, beyin gibi daha birçok hastalıkların ilacı Suriye’de ya yok ya da çok pahalı. Kronik hastalığı olanlar Suriye’de çok zor durumda. Depremde yaralananların tedavisinde de muhtemelen çok sıkıntılar yaşanmıştır.

- Peki depremden sonra ayrımcılığı ve dışlanmayı yaşayan Suriyeliler ne hissediyorlar?

İnsanlar psikolojik olarak o kadar kötü durumda ki. Savaştan kaçıp buraya sığındığımızda bayağı ırkçılık oldu. Ama Suriyeliler hep sustu, sineye çekti. Ne kimlikleri vardı, ne işleri, ne de herhangi bir şeyleri. Canları pahasına, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak Türkiye’ye sığınmışlardı. Çalışıp didinerek bütün bu sıkıntıları aşıp hayatlarını sıfırdan yeniden kurdular ve geçici de olsa bir kimliğe, kayıtdışı da olsa bir işe, kira da olsa başlarını sokacakları bir eve kavuştular. Ama depremle birlikte -özellikle evleri yıkılanlar- Türkiye’de kazandıkları her şeyi bir kez daha yitirip sıfıra, yani yıllar evvel Türkiye’ye geldiklerindeki konuma düştüler. Dahası, kimisinin ailesi enkaz altında can verdi; sevdiklerini, bu hayatta tutundukları dalları da kaybettiler. Yani sıfırın da altına indiler. Üstüne bir de yükselen bir ırkçı dalga var; insanlar ‘Sizi ülkemizde istemiyoruz’ diyorlar. Bu, o kadar kötü bir his ki. Konuşamıyoruz; çünkü ağzımızı açıp konuşmaya, kendimizi savunmaya çalıştığımızda söylediklerimiz yanlış anlaşılıyor, daha da kötü oluyor. Sabrediyoruz. Seçimleri bekliyoruz; sonrasında başımıza ne gelecek hiç bilmiyoruz.

Hem Suriye’deyken hem de Suriye’den geldiğimizden beri çok zor süreçler geçirdik; burada çalışıp didindik, tam her şeye alıştık ve hayatımızı bir düzene soktuk, bu sefer de deprem vurdu. 2012’de Suriye’den gelmeden evvel bombardımanda evimiz yıkılmıştı, çok uzun süre çadırda kalmıştık. İnsanın evini, memleketini yitirmesi tahammülü çok zor bir şeydir. Türkler evlerin yıkılmasını, her şeyi yitirip yerinden yurdundan olmayı ilk kez yaşıyorlar. Biz hayata sıfırdan başlamayı ikinci defa yaşıyoruz; bazılarımız ise belki üçüncü, dördüncü, beşinci defa yaşadılar. Bu, o kadar kötü bir his ki. Herkeste büyük bir hüsran hissi var.

- Gelelim seninle röportaj yapmak istememin ana sebebi olan konuya. Kırkhan’da ziyaret ettiğimiz kamp yeni kurulmuştu. İçinde 100-150 kadar Suriyeli aile vardı. Bu kamp ne zaman ve niçin kuruldu? Neden Suriyelilere ayrı bir kamp kurulma ihtiyacı hissedildi?

Kurulalı yaklaşık 1,5 ay oldu. Kırkhan’da bir yere yardım geldiğinde yerli halk Suriyelileri yaklaştırmamaya çalışıyor, ‘Bu bizim hakkımız’ diyordu. Sıkıntılar oldu, bazı kavgalar çıktı. O yüzden belki kampları ayrıştırırsak daha iyi olur diye düşünüldü. Suriyeliler için ayrı bir kamp alanı oluşturuldu. İlçeye bir yardım geldiğinde önce Türklere dağıtılıyor, sonra kalanlar Suriyelilere veriliyor; adil bir dağıtımla sıkıntılar azaltılıyor. Kısaca sıkıntı çıkmasını engellemek için sadece Kırkhan’da değil Reyhanlı, Antakya ve başka yerlerde de ayrı kamplar kurma yoluna gidildi.

(Suriyeliler gettolaşıyor, belli bölgelerde öbekleşiyor diye yıllardır çeşitli endişeler dile getiriliyordu. Gettolaşmak, Türk toplumundan ayrışmak Suriyelilerin kendi tercihi miydi, yoksa buna mecbur mu kaldılar sorusunun cevabı, deprem sonrasındaki işte bu tecrübede yatıyor.)

- Peki, şu an yaşadığınız Reyhanlı’da durum nasıl? Orada yıkım çok az diye biliyorum.

Evet, Reyhanlı’da evler yıkılmadı ama Suriyeliler fahiş kira artışlarıyla evlerinde çıkarılıyor. Reyhanlı’daki kampı gidip gezdim. ‘Neredensiniz?’ diye sorduğumda ‘Reyhanlı’danız’ dediler. ‘Sizin evleriniz yıkılmadı ki!’ dediğimde ‘Ev sahibi bizi çıkardı, sokakta kaldık, mecburen bu kampa taşınmak zorunda kaldık’ dediler. Kırkhan’da da böyle şeyler oldu. Hasarsız binalardakiler ya evden çıkarılıyor ya da evde tek bir odada yaşamaya zorlanıp diğer odalar başkalarına kiraya veriliyor.

- Acaba ev sahipleri, sokakta kalan depremzede Türklere evlerini açmak için, iyi niyetle bunu yapmış olabilir mi?

Zannetmiyorum. Bazıları kim daha fazla kira ödemeyi kabul ederse evini ona veriyor, sadece depremzede Türklere değil.

- Peki, bu bahsettiğin kiraları fahiş artırma veya evden çıkartma depremden önce de yok muydu? İstanbul’da da benzer şeyler yaşanıyor. Türk kiracılar da bunun mağduru.

Depremden evvel Hatay’da bu kadar yoktu, şimdi çok fazla. Hatta devletten depremzedelere 10.000 TL maddi yardım, 15.000 TL de taşınma yardımı geldi, biliyorsunuz. Bazı ev sahipleri bu parayı Suriyeli kiracıları almasın diye uğraştı. Kiracı bu yardımı almak için e-devletten başvurduğunda ev sahibi başvuruyu iptal ettirmek için baskı yaptı. ‘Evi tamir ettirebilmem için bana para lazım’ diyerek adrese kayıtlı olan Suriyeli kiracının ismini kaldırttı, kendi adını yazdırıp devlet yardımını aldı. Suriyeliler de Türklerle birlikte aynı depremi yaşadı, onlar da çok zarar gördüler.

- Ev sahibi depremzedeyse ona da devlet desteği gelmiyor mu?

Geliyor.

- O zaman hem kendi oturduğu ev hem de kiraya verdiği ev için öngörülen yardımı aldılar, öyle mi?

Evet, öyle. Adrese kayıtlı olana yardım gidiyor. Ev sahibi kiracısının ismini sildirtip kendi adına kaydediyor ve yardımı alıyor.

Tabii her ev sahibi böyle değil. Mesela Almanya’ya giden Türk komşumuz bizi aradı, ‘Devlet depremzedelere yardım veriyor; talepte bulunup yardımı alın, ben hiçbir şey istemiyorum’ dedi. Kiracısını yardım için başvurmaya teşvik eden ev sahipleri oldu.

- Yani iyi ev sahipleri de var…

Tabii ki var. Hem de çok.

- Depremde birçok işyeri ve fabrika yıkıldı, tarım ve hayvancılık darbe aldı, iş piyasası daraldı. Hal böyleyken deprem bölgesinde Suriyelilere iş imkânları epeyce azalmış olmalı.

Evet, öyle oldu. İş için başvurduğumda diplomam ve gerekli her türlü becerim ve belgem olduğu halde iş sahipleri ‘Suriyelileri artık almak istemiyoruz; bundan sonra Türkleri alacağız’ dediler. Depremden sonra Suriyeli elemanları işten çıkartmaya da başladılar.

- İş imkânınız azaldığına göre Suriyeliler olarak nasıl yaşıyorsunuz?

Kendi işi olanlar sürdürüyorlar. Onun dışında iş imkânı hakikaten çok az. İnsanlar ya Suriye’ye gidiyor ya da yardım bekliyor. Seçimlerden sonra akıbetimiz ne olacak, başımıza ne gelecek onu da bilmiyoruz. Endişe içinde bekliyoruz.

- Geçen hafta Türk depremzedelerle görüşürken yağmanın çok ileri boyutta yaşandığını öğrendim; bu derece olduğunun farkında değildim. Depremin akabinde sosyal medyada yağmaların suçu hep Suriyelilere atılmış, hatta yağmacı zannedilip dövülenler olmuştu. Ama ben Türk depremzedelere yağmacıların kim olduğunu özellikle sorduğumda, birisi hariç hepsi mahallelinin, hatta tanıdıkları insanların yaptıklarını söyledi. Birisi hariç dediğim kişi de çevre şehirlerden gelenler dedi. Ama yağmacılar arasında Suriyeli de illaki vardır. Yağma konusunda bildiklerini paylaşır mısın?

Biz de çok fazla yağma olayı duyduk. Ama mesela Kırkhan’da yağmacı veya hırsız hiçbir Suriyeli yoktu; bütün yağmacılar ilçenin kendi yerli Türk halkındandı. Yağma için nereden girilip çıkılacağının inceliklerini en iyi mahallenin kendi insanı bilir, yabancı olan değil. Yağma sırasında Arapça konuşanlar olduğunda otomatikman Suriyeli zannettiler; ama daha sonra onların bazılarının Türk vatandaşı, bu ülkenin kendi insanı olduğu ortaya çıktı.

- Yani Hatay’ın kendi yerli Arap kökenli vatandaşlarını mı kastediyorsun?

Evet, öyle. Bu arada Suriyeli yağmacılar da olabilir; ahlaksız ve vicdansızlar arasından yağmaya kalkışanlar illaki vardır. 

- Peki, Kırkhan’da çok fazla yağma oldu mu?

Çok fazla değil. Çünkü dördüncü günden sonra asker sokağa çıktı.

- Ama ilk üç gün yağma oldu diyorsun.

Evet.

- Yağma yapıldığını hiç gördün mü?

BİM’de, A101’de, Şok’ta bir anda hiçbir şey kalmadı. Eczanelerde ilaç yoktu. İlçede yıkılan evler ve ölenler çok olduğundan herkes şoktaydı. Hiçbir şey düşünebilecek durumda bile değildik. Ama bu şartlar altında birileri de tutup yağma yaptı. Akıl alır gibi değildi.

- Evinizden kurtarabildiğiniz eşyalar oldu mu?

Çok az eşya kurtarabildik. Sadece sağlam olanları aldık. Çoğu eşyamız kullanılamaz durumdaydı. Ama elhamdülillah sağ salim ailecek çıktık ya, gerisi önemli değil.

- Tanıdıklarının başına gelenleri de paylaşır mısın?

beş çocuklu bir komşumuz vardı. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Sonra İstanbul’a yola çıktı. Vardığında bizi aradı. Bir Türk aile boş evini onlara vermiş ve bütün gün uğraşıp evi düzmüş, hatta bulaşık makinesine kadar her şeyi getirip yerleştirmiş. Ve demiş ki ‘Siz bu evde oturun, bir yıl boyunca hiç kira istemiyoruz, sizden tek istediğimiz bize dua edin.’ Bu, beni çok duygulandırdı. Bu memlekette çok iyi insanlar var.

Başka bir tanıdığım yol izni çıktıktan sonra başka bir şehre gitti. Bu arada biz kafamıza göre hiçbir yere gidip yerleşemiyoruz. Göç İdaresi’ne bildirmek zorundayız. Ancak bu şartla bize deprem sonrası herhangi bir şehirde iki ay oturma izni verildi. Göç İdaresi’ne gittiğinde ‘Siz niye buraya geldiniz? O kadar paranız mı var da bu kadar uzak mesafeyi kat ettiniz? Burada ne işiniz var, Suriye’ye dönün’ diye terslenmiş. Hatta Arapça azarlanmış. Zaten depremden çıkmışız, psikolojimiz altüst olmuş, bir de böyle bir muameleyle karşılaşmak çok incitici. Hanım ağlamaya başlamış. ‘Yok, sizden hiçbir şey istemiyorum’ deyip çıkmış. Kırkhan’a geri döndü ve şu an çadırda yaşıyor.

- Peki, siz ne zaman ve niçin Suriye’den Türkiye’ye geldiniz?

İdlib’de yaşıyorduk. Orada sıkıntı çoktu. Sadece bombardıman değil, mezhepçilik de vardı. Bomba atıldığında çok korkuyor, dayanamıyorduk. Zaten babamız yoktu, savaş başlamadan evvel kalp krizi geçirip vefat etmişti. Bir de engelli kardeşim vardı. İlacını alamıyorduk. O yüzden 2012 Haziran’ında ayrılmaya mecbur kaldık.

Ailemde herkes okudu veya okuyor. Ben dört yıllık İlahiyat ile iki yıllık Halkla İlişkiler okudum. 10 yıl mültecilerle ilgilenen çeşitli derneklerde ve yetimhanelerde çalıştım; tercümanlık, sekreterlik ve idari işler yaptım. Ama depremden sonra işten çıkartıldım. Şu an iş arıyorum. Evli ablam İlahiyat okudu. Kırkhan’daki kampa sizi götüren erkek kardeşim Sosyal Hizmetler okuyor ve bir yardım derneğinde çalışıyor. Aile geçimini şu an o sağlıyor. Bir kız kardeşim Samsun’da Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik okuyor. Diğer kardeşim lise sonda olup üniversite imtihanına girecek. En küçüğümüz lise 2’de. 24 yaşındaki engelli kız kardeşim ise okumuyor; çünkü ne konuşabiliyor ne yürüyebiliyor ne de herhangi bir şeyi anlayabiliyor.

- Suriye’deki savaşla ilgili neler hatırlıyorsun?

Hiçbir şeyi unutmadım ki. Yeni üniversiteye girmiştim; İdlib’de Halep Üniversitesi’ne bağlı Sınıf Öğretmenliği bölümünü okuyordum. Ama eğitimim yarım kaldı. Tepemizde zaten hep uçaklar vardı. Kontrol noktalarında jandarma durdurup ‘Sen Esed’le misin, karşı mısın?’ diye sorguluyordu. Biz yola devam edebilmek için ‘Esed’leyiz’ cevabını veriyorduk, gerçekte öyle olmasak bile. Ama anne-babamızın, amcalarımızın ve dayılarımızın kim olduğunu soruyorlardı. Onlar zaten biz ne dersek diyelim ailemizin neci olduğunu biliyorlardı. O yüzden rejimin kontrolü altındaki hiçbir yere gidemiyor, hatta evden çıkamıyorduk.

Uçakların bombardımanını, yıkılan binaları gördüm. Elektriksiz, susuz, insanca yaşanması mümkün olmayan bir hayattı. Kendi halkımız birbirine kırdırılıyordu. Bu çok acı bir durumdu.

- Deprem ile savaşı mukayese etmeni istesem ne dersin?

Aslında aynısı; ama biri insan kaynaklı, diğeri Allah’tan geliyor. Allah’tan gelen, kader olan daha hafif, kabullenilmesi daha kolay. Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın.

- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Dünyanın ayrımcılığın son bulduğu bir yer olmasını isterim. Adil bir şekilde insanlar birbirine muamele etmeli. Adil olmak en önemli şeydir.

 

***

 

Kahramanmaraş merkezli depremlerden en büyük zararı gören şehirlerden biri de Hatay'ın hemen doğusundaki sınır komşusu İdlib'di. İdlib'deki yıkımdan bir görüntü.


Suriye/Azez’deki kültür merkezlerinin idarecisi Suriyeli bir entelektüel olan Ahmed Kebsu ile kitabımda yayınlamak üzere 28 Ocak ve 2 Mart 2023’te uzun ve önemli bir röportaj yapmıştım. Türkiye’deki depremlerin Suriye’nin kuzeyini nasıl etkilediği, Suriyelilerin neler yaşayıp neler hissettiği ve Türkiye’deki on binlerce Suriyelinin neden ülkelerine geri dönme kararı aldığına dair kısımları aşağıda sizinle paylaşıyorum. Sınırımızın güneyindeki durumu anlamak bakımından çok önemli. 

Afrin Cinderes'teki yıkımdan

- Suriye’nin kuzeyindeki halk Kahramanmaraş merkezli depremlerle birlikte neler düşündü ve hissetti?

İlk günü bu korkunç deprem, bütün insanları –mensubiyeti, vatandaşlığı ve partisinden bağımsız olarak– bir esas üzere yaratıldıkları fıtrata dönmeye mecbur bıraktı. O anlarda savaşa yol açan bütün sebepler ve ihtilaflar anlamını yitirdi. İnsanların tek derdi, nasıl kurtulup hayatta kalabiliriz ve çevremizdekilere yardım edebiliriz idi. İlk gün burada olup röportaj yapsaydınız ve bu hayattan ne istediklerini sorsaydınız herkes size tek ses olarak ‘Artık yeter, bu savaşı durdurmamız lazım’ diyecekti. Ancak zamanla siyaset ve siyasi hareketler bu krizi istismar etti ve ilk anlarda gelişen bu fikir gerçekleşmekten çok uzak bir hal aldı.

Suriyeliler ölümün her türlüsünü yıllardır tattı ve alıştı. Geriye bir tek deprem kalmıştı. Bu, peşimizi bırakmayan ölümün yepyeni bir şekli oldu. Ne yaparsak yapalım, –uzaya çıkmak da dahil– nereye gidersek gidelim, ölümden kaçıp kurtulabileceğimiz bir yer yok. En büyük yıkımın meydana geldiği Afrin’in Cinderes bölgesinde Suriye’nin doğusu, güneyi ve ortasından iç göçle gelmiş çok fazla aile vardı. Suriye-Türkiye sınırına yakın bu bölgenin kendilerine güvenli bir mekân olacağını sanmışlardı. Ama maalesef ölümle burada buluştular.

Bu büyük felaketle Suriye’nin kuzeyindeki durumun aslında ne kadar kırılgan olduğu keşfedildi. İmkânları çok sınırlı olan buradaki kurumların acziyeti ortaya çıktı. İç göçe maruz kalanların ve buradaki evlerde meskûn olanların kırılganlığı da görüldü. Çadır temini iyice zorlaştı. Gıda dahil her şeyin fiyatı bir anda fırladı. Maalesef ki insanların bu acıları ve ızdırapları uluslararası kuruluşlarca ve Şam hükümetince siyasi kazanım için kullanıldı. Suriyeliler, geçtiğimiz on yıl boyunca nasıl ki tepelerine yağan füzelere, varil bombalarına ve kimyasal silahlara alıştılarsa şimdi de kendi yaralarını sarıp kalan ömürlerini sürdürmeye çalışacaklar. Yaşayabilirsek yaşayacağız, yoksa ölüp gideceğiz.

İdlib'deki yıkımlardan

- On binlerce Suriyeli depremin ardından Türkiye’den Suriye’ye döndü. Onlarla görüştünüz mü, neden dönme kararı almışlar?

Bazıları, ‘Biz ailemiz ve çocuklarımız için Türkiye’ye gitmiştik; ama hepsini ve her şeyimizi enkaz altında yitirdik. Artık gurbette yaşamak için bir sebebimiz yok. Türkiye’ye giderkenki hedeflerimize ulaşamadık’ diyorlar. Bazıları, sadece o dehşet verici korkuyu ve paniği yaşadıkları yerden uzaklaşmak istiyorlar, o kadar; tek istedikleri şey, imkân buldukları her neresi varsa oraya gidip hissettikleri korku ve panikten kurtulabilmek. Bazıları, bu depremi, nereye gidersek gidelim ölümün biz Suriyelilerin peşini bırakmayacağının bir işareti olarak görüp en azından vatanımızda ölelim diye düşünüyorlar. Çok az bir kısmı, –ki ben bunlarla karşılaşmadım ama duydum– Suriyelilere yönelik Türkiye’deki nefretten dolayı döndüler.

- Deprem Suriye’nin ve Suriyelilerin geleceğini nasıl etkileyebilir?

Siyasi, iktisadi, toplumsal ve dinî yansımaları daha sonra ortaya çıkacaktır. Beni şu an en çok ilgilendiren şey, depremin Suriye’de ve Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin ruh sağlığına etkileri… Görüldüğü kadarıyla Suriyeliler ile Türkleri birleştiren bir kader var; tabiat bile bizi birbirimize bağlıyor. Nihayetinde coğrafya kaderdir. Suriyeliler ile Türklerin başına gelen o büyük korku ve paniğin etkileri belki de yıllarca insanların ruhları ve bedenlerinde devam edecek.

Suriye’de şu an insanların tamamı tükenmiş durumda, herkes son derece yorgun, hâlâ şok ve travma içinde. Bazıları bana diyor ki ‘Her dakika deprem oluyormuş gibi hissediyorum’. Bu korku ve panik hissini geçmişte yaşadığımız diğer hiçbir şeyle kıyaslayamayız. Mermileri, füzeleri ve varil bombalarını yaşadık. Ama bunları savaş uçağının veya bombanın çıkardığı sesten hissediyorduk, başımıza gelecek felaketin işaretini önceden alıyorduk; ‘Birazdan buraya veya yakınlara füze veya bomba düşecek’ diyebiliyorduk. Dolayısıyla bunlardan yaşadığımız korkunun bir sınırı vardı. Ama deprem korkunç bir şey; ne zaman, nerede, hangi şiddette yaşanacağını kimse bilmiyor. Psikolojik etki depremin diğer her türlü etkisinden çok daha kritik önemde.

- Depremin ardından Suriyeliler, kendilerini yönetme iddiasındaki Esed rejimi, İdlib’deki HTŞ ve muhaliflerin bölgesindeki Geçici Hükümet hakkında ne düşünüyorlar?

Bu deprem, –ister Suriye içinde yaşasın isterse dünyanın diğer ülkelerinde– Suriyelilerin tamamının coğrafyayı aşıp kenetlenmesini sağladı. Herkes ailesine ve Suriyeli kardeşlerine olabildiğince yakınlaştı, destek çıktı. Halk düzeyinde durum böyle. Ama maalesef ülkenin her bölgesindeki mevcut siyasi akımlar ve örgütlenmeler kendilerinden beklediğimiz davranışları sergilemedi. Yaşanan felaket karşısında daha iyi bir tepki verildiğini veya çare üretildiğini görmeyi ümit ederdik. Ama bundan çok uzağız maalesef.

- Depremin ilk haftası Türkiye’de elektriğin, suyun, gazın kesilmesi Suriye’nin kuzeyini de vurdu herhalde.

Cinderes ve İdlib’e elektrik zaten son bir senede gelmişti. Elektriğin varlığı yeni bir şeydi; geçmiş yıllar elektriksiz geçmişti. Su da öyle. İnsanlar suyu satın alıp içiyordu. Veya bazı yardım kuruluşları kamplardaki insanlara su sağlıyordu. Ama bu depremle ne denli kırılgan ve zayıf olduğumuzu keşfettik.

- Siz Türkiye ile Suriye arasında sürekli gidip gelseniz de aileniz Kilis’te ikamet ediyor. Şu an ne durumdalar?

İkamet ettiğimiz bina depremde zarar gördü ve yeni bir daire arıyorum; ama maalesef şehirde yaşayabileceğimiz bir yer yok. Bir haftadır çocuklarımla konuşuyorum, ne yapalım diye. Önümüzde iki seçenek var: Ya evi zarar görenlere verilen başka bir şehre gitme hakkından faydalanacağız ya da Suriye’ye döneceğiz. Hangisini tercih edersek edelim hayata yeniden sıfırdan başlayacağımız için bize çok zor olacak. 7 senemizi Kilis’te geçirdik; buraya ve insanlarına iyice alıştık, ailem topluma tamamen entegre oldu. Çocuklarım diyor ki ‘Bu evde kalmak en iyisi; kaderimizde ölüm varsa burada ölelim.’ Suriyeliler, yıllardır yaşadıkları yersiz yurtsuzlaşmadan sonra, genel olarak bir aidiyet hissetme arayışındalar ve kendilerini bir parçası olarak gördükleri bir şeye tutunma ihtiyacındalar. Çocuklarım Suriye’ye dönmek istemiyor, şimdilik hasarlı binada yaşıyoruz. Önümüzdeki günler ne getirecek bilmiyoruz.

 

Röportajın sonunda 9. sınıfa giden kızıyla da konuştum; şunları söyledi:

Deprem olunca birçok Türk, sanki depremi Suriyeliler yapmış gibi konuştular; sosyal medyada ‘Yeter artık, gidin memleketinize’ diye yazdılar. Kendi sınıfımdaki bir arkadaşım da ‘Biz enayi değiliz, bu misafirlik fazla uzadı’ dedi. Bu çok yanlış bir düşünce. Deprem insanların yaptığı bir şey değil ki. Biz de sizinle birlikte aynı depremi yaşadık, aynı korkuları ve sıkıntıları çekiyoruz. Bizi memleketinize misafir olarak kabul ettiğiniz için siz Türklere çok teşekkür ederiz. Size hep minnetimizi ve teşekkürümüzü ifade etmek istiyoruz. Ama sanki depremi biz yapmışız gibi şeyler söylenmesi çok gücümüze gidiyor. Deprem felaketini yaşadıktan sonra arkadaşlarımın bizi daha iyi anlamasını, geçmişte neler yaşayıp da buraya gelmek zorunda kaldığımızı fark etmesini beklerdim; ama daha da kötü oldu. Türkiye’de nasıl iyi insanlar da, kötü insanlar da varsa Suriye’de de öyle. Birkaç kötüyü görüp de genelleştirmek doğru değil diyorum, ama anlatamıyorum.