21 Ağustos 2021 Cumartesi

Z.T.KOR: GEÇMİŞİ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİYLE EZBERLERİ BOZAN AFGANİSTAN


GEÇMİŞİ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİYLE EZBERLERİ BOZAN AFGANİSTAN

Zahide Tuba Kor

Taliban’ın Afganistan’ın başkenti Kabil’i ele geçirmesi üzerine 15-20 Ağustos tarihlerinde Twitter hesabımdan yaptığım paylaşımları bir araya getirip yeniden düzenleyerek ve açıklayıcı eklemeler yaparak blogumda istifadenize sunuyorum. Yeni tvitler attıkça metnin sonuna eklemeye devam edeceğim. Kaynak göstermeden metni kullanmamanızı rica ederim. Toplamda 15 sayfa tutan tvitlerimi bir araya getiren Seyit Muhammet Subaşı’na teşekkür ederim. 

NOT: Blogumda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

 

11 Ağustos 2021

ABD yirmi yıl sonra Afganistan’dan çekilirken devirdiği Taliban hızla ülkede kontrolü geri alıyor. Son durumun haritasını paylaşıyorum: Griler Taliban’ın, sarılar Afgan hükümetinin kontrolünde; turuncular üzerinde mücadele sürüyor. 11 Eylül’e kadar ülkenin kahir ekseriyeti grileşecek gibi görünüyor.


15 Ağustos 2021

Dört gün aradan sonra sizinle yeni Afganistan haritasını paylaşıyorum. Çeperlerden başlayıp hızla merkeze doğru ilerleyerek ülkeyi kontrolü altına alan Taliban’ın eline bugün başkent Kabil de kansız bir şekilde düştü. Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin Tacikistan’a kaçtığı haberleri var. (Daha sonra Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e gittiği öğrenilecek, ardından Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidecekti). Sivil ve askeri yetkililer arasından yurtdışına kaçan kaçana. Kabil Havalimanı şu an tam bir ana baba günü. 

Amerikan askerleri yirmi yıl sonra ülkeden tamamen çekilme sürecindeyken Afgan hükümetinin ve ordusunun Taliban karşısında bu kadar hızlı çöküşüne hayret edenler çok. Evet, belki sadece on günde ülkeyi kontrol altına almaları sürpriz olabilir; ama aslında buna şaşılacak pek bir şey de yok. Mevcut hükümet zaten yıllardır NATO ve ABD sayesinde başta duruyordu. 2001’de Taliban düşse de birkaç yıl içinde toparlanmış ve ülkenin geniş kırsalını kontrol altına almıştı. Gündüz hükümetin veya NATO’nun kontrol ediyor göründüğü yerlerde geceleri kontrol Taliban’ın elindeydi. Kabil hükümeti genelde şehir merkezlerini kontrol ediyordu. Yani Taliban işgalin ilk birkaç yılı hariç zaten Afganistan oyununda hep baş aktörlerden biriydi.

Taliban’ın bu kadar hızlı ilerlemesinin başka önemli sebepleri de var. Bunlardan kanaatimce en önemlisi, sıradan Afganlıların mevcut yozlaşmış siyasilerden ve siyasi sistemden nefret etmesi, tıpkı Ortadoğu’nun kahir ekseriyetinde olduğu gibi. İşgalden sonra rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, sahtekarlık ve her türlü suçların zirveye çıktığı bir ülkeye dönüştü. Savaş ağalığından dönme siyasilerin birçoğu aynı zamanda birer çete lideri gibi. Vatandaşların emniyet hali yok, güvenlik problemleri çok. Bu şartlar altında -şehirlilerin değil- ama kırsal kesimin Taliban dönemini hasretle aradığı, İslami had cezaları geri gelsin ve suç işlemek caydırıcı olsun da suçlulardan kurtulalım diye düşündüğü söyleniyor. Şehirli nüfusun sadece %25 olduğunu da hatırlatayım.

Bugün BBC’ye çıkan Afganistan’ın son Eğitim Bakanı Rangina Hamidi, bir kadın olarak çok endişe duyduğunu, tam bir belirsizlik içinde olduklarını, sabaha hayatta kalıp kalmayacağını bile bilmediğini söyledi. On sekiz sene önce ABD’den Afganistan’a dönen bakanın ülkesini terk etmeden evvelki çarpıcı sözleri şöyleydi: “Tam bir şoktayım. Cumhurbaşkanı ve yakın ekibinin bize ve halkına haber vermeden kaçıp gitmesi çok büyük bir ihanet. Artık güveneceğimiz hiç kimse yok. (…) ABD çekip gidiyor, geride kalan biz Afganlar kaybedenleriz. (…) Yozlaşmış hükümet yetkilileri işte böyle bozuk kararlar alıyor.”

Röportajın sonunda Bakan Hamidi, bütün bunların müsebbibi olarak ülkenin yolsuz ve yozlaşmış sistemini gösterip eğitim bakanı olarak Afgan gençlere son bir tavsiyede bulundu: “Eğer ahlaklı, faziletli ve dürüst bir hayat yaşamak istiyorsanız asla ve kata siyasete bulaşmayın.”

Kim olduğunu kaçırdığım bir başka Afgan hanım BBC’ye dedi ki “Asla ABD’ye güvenmeyin, başkalarının ülkenizi kurtaracağına kanmayın. Siyasetçilerinize de güvenmeyin. Onlara inanların hepsi şu an işsiz güçsüz, akıbetleri belirsiz ortada kalakaldılar.”

Yani şu an ülkede büyük bir korku ve belirsizlik var. Tam da bu yüzden imkanını bulan herkes yurtdışına kaçıyor. Biz sanıyoruz ki Afganlar sadece Türkiye’ye geliyor. Hayır. Orta Asya ülkeleri, İran, Pakistan, hatta vizesi olanlar Batı ülkelerine kaçıyor. Ama biz her zamanki gibi sadece kendimize odaklandığımızdan dış güçler bize karşı kasıtlı bir oyun oynuyor, Afganları sistematik biçimde bize salıyor sanıyoruz.

Öte yandan şok yaşayan sadece Afganlar değil, karizması çizilen Batı da şokta. Kanada’nın eski Afganistan büyükelçisi ağlamaklı bir sesle “Biz Afganlara ihanet ettik” dedi. İhanet itirafında bulunan Batılı yetkililerin sayısı az değil. 

Bush dönemi yetkililerinden biri de Afgan ordusunun bu kadar çabuk çökmesinin şokundaydı. “Afganlara o kadar çok askeri eğitim ve silah verdik ki döktüğümüz paraların haddi hesabı yok; ama Taliban karşısında hiç direnmeden çekildiler. Bizim onlara veremediğimiz ve veremeyeceğimiz şey cesaretti” dedi.

Bu, ABD’nin başına ilk kez gelmiyor. Daha evvel Suriye, Irak ve başka yerlerde de aynısı oldu; eğitip donattığı gruplar “düşman”la daha ilk ciddi karşılaşmada silahlarını bırakıp kaçıp gittiler. (Bu arada eğitilip donatılanların ABD’yle aynı düşman algısına ne ölçüde sahip olduğu da ayrı bir soru işareti.) Çünkü -tıpkı Taliban gibi- davası uğruna ölmeye hazır ve razı olanlar karşısında parayla askerlik yapanlar kaybetme ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalınca kolay kolay tutunamazlar. Onlar yaşamak ve karnını doyurmak için asker olurlar. Afganistan’da eğitilmiş askerler ve polisler de böyle. Üstelik Afganistan özelinde eğitilip donatıldığı söylenin 330 bin askerin en az üçte biri kağıt üzerinde varlar, yani hayali askerler. Düzenli maaş alıyorlar, o kadar. Bu da biraz evvel bahsettiğim yolsuzluk ve yozlaşmanın kurumsal boyutuna çok iyi bir örnek. Dahası üstteki komutanlarının geri çekildiği bir ortamda alttaki erler kaçmayıp da ne yapsınlar?

1990’lar ve 2000’lerin başında emperyal kibrin zirvesini yaşayan ABD’ye, Ortadoğu maceralarından sonra Vietnam Sendromu yeniden nüksetmiş durumda. ABD’nin artık rejimleri devirme ve devlet inşa etme hedefli dış müdahalecilik çağı kapandı diyebiliriz. Ama tabii güvenlik tehditleri karşısında kısa ve kısmi hava operasyonlarını sürecektir.

 

Gelelim Afganistan’da bundan sonra ne olur sorusuna.

Dünya, Taliban’ın da içinde olduğu bir geçiş hükümeti istese de ve Katar’da müzakereler sürse de örgütün böyle bir iktidar paylaşımına girme ihtimali kanaatimce yok. Çöken mevcut yönetimin temsilcileri yurtdışına kaçarken tekrar oyuna nasıl sokulabilir? Ama farklı formülasyonlar gündeme gelebilir.

Taliban’ın bu ikinci iktidar tecrübesinde daha akıllı ve yumuşak gitme ihtimali ise yüksek. Bu da başta bir direnç olsa da kısa bir süre sonra bazı ülkeler nezdinde terör örgütü olmaktan çıkıp meşru bir hükümet vasfı kazanmasını sağlayabilir. İlk dönemde (1996-2001) Taliban yönetimini sadece üç ülke tanımıştı: Pakistan, Suudi Arabistan ve BAE. Yeni dönemde Taliban yönetimini tanıyacak ülke sayısı çok daha fazla olacaktır. Yani bir bakıma ABD, Afganistan coğrafyasına batarak rakipsiz süper güç olma vasfını yitirirken, Taliban yirmi yıl sonra daha fazla meşrulaşmış bir aktör olarak oyuna geri dönüyor diyebiliriz.

Afganistan’ı büyük bir belirsizliğin ve sıkıntıların beklediği ortada; nüfusun azımsanmayacak bir kısmı ülkeden kaçışı sürdürecektir. Bu kaçanlar kervanında sadece son yirmi yılın asker-sivil bürokrasisi, okumuş-yazmış eliti ve işgalciler safında çeşitli görevlerde bulunmuş ve Taliban’la savaşmış kesimi değil, aynı zamanda Peştunlardan nefret duyan farklı etnik kimliklere mensup Afganlar da olacaktır. 

(Bu arada önemli bir bilgiyi de paylaşmak isterim. Amerikan yönetiminin ülkeden kurtarma derdine düştüğü Afgan mütercimleri duymuşsunuzdur. BBC'ye konuşan bir Amerikalı gazeteci, "Bunlar sandığınız gibi basit tercüme yapan kişiler değildi, bize Afganistan hakkında yıllardır her türlü bilgiyi ve istihbaratı veren kişilerdi; onlar olmasaydı ne Afganistan'ı işgal edebilir ne de yirmi yıl orada kalabilirdik" dedi.)

Kısaca 1978’den beri ya dış işgal ya iç savaş ya da uluslararası ambargo ve tecritle boğuşan ve sürekli fakirleşen bu ülkede sıkıntılar sürecektir. Halkın Taliban’ı destekleyen kısmı güven ve emniyete kavuşabilir belki ama özellikle her şeyini bırakıp yurtdışına kaçanları çok zor günlerin beklediği aşikar.

Tabii Afganistan içinde şehirli kadınları da çok büyük bir korku sarmış durumda. Eski acı tecrübelerden sonra Taliban’ın kadınlara yönelik bu defa nasıl bir politika benimseyeceği en büyük merak konularından. Göçün boyutlarını da etkileyecek bir mesele bu… Bu arada kırsalın, nüfusunun %75’ini oluşturduğunu ve kırsal kadınlarının bu tür bir endişe taşımadığını, böyle bir gündemi bile olmadığını belirteyim. Afganistan’da şehirliler ile kırsal kökenlilerin beklentileri ve hassasiyetleri arasında dağlar kadar fark olduğunu bilmek gerekir. Ama bu demek değil ki kırsalın tamamı Taliban’dan memnun.

Bir kere Afganistan etnik olarak çok karmaşık bir ülke. Taliban, aslen Pakistan kaynaklı, Peştun etnik kimliğine bağlı bir örgüt. Pakistan’ın da önemli etnik gruplarından olan Peştunlar Afganistan’da %42’lik nüfuslarıyla ülkenin en büyük etnik grubu ama çoğunluk değiller. 

Zaten bir önceki iktidarında genelde Tacik (%27), Özbek (%9) ve Türkmenlerin (%4) yaşadığı kuzeyde etkinlik kuramamıştı. Bu defa önce kuzeyi alıp öyle başkente indi; ama bölgeyi ne ölçüde kontrol edebilecek koca bir soru işareti. Bekleyip göreceğiz. Kanaatimce Taliban’ın ilerleyişi karşısında direnemeyip kaçan kuzeyli gruplar bir müddet sonra toparlanıp silahlı mücadeleye başlayacak ve örgütü kuzeyden püskürtmeye çalışacaklardır. Bir de ülkenin orta kesiminde Şii Hazaralar (%9) var ki bunlarla Taliban’ın arası hiçbir zaman iyi olmadı. Bunların da kaçmaya çalışanlara arasında olduğu aşikar. Geçmişte Peştun milliyetçisi Talibancıları dermiş ki “Özbekler Özbekistan’a, Tacikler Tacikistan’a, Hazarlar da kabristana gidecek.” 

(Nüfus verilerini aldığım Esedullah Oğuz’un henüz Taliban başkenti ele geçirmeden 9 Ağustos’ta Fikir Turu’nda yayınlanan “Afganistan’ı Anlama Rehberi” başlıklı yazısını da okumanızı tavsiye ederim.)

Üç önceki Peştunların yaşadığı coğrafyayı gösteren harita, Pakistan ile Afganistan arasındaki nüfus sürekliliğini anlamak bakımından önemli. Üstteki iki harita ise Afganistan'ın Hint Alt-Kıtası ile Orta Asya arasında bölünmüşlüğünü ve kimlik çatışmasını, dolayısıyla bu ülkenin hem suniliğini hem de mozaikliğini görmek bakımından önemli. Peştunlar ve bu etnik grup içinden çıkan Taliban, Pakistan'ın arka bahçesi olarak gördüğü Afganistan'daki baş müttefiki. Kuzeyli grupların Taliban nefretini sadece ve sadece onun aşırı İslami yönetim anlayışına bir tepki üzerinden okumak da yanlış. İşin içinde ayrıca hem Afganistan'ın bir devlet olarak kimliği ve aidiyeti meselesi hem kabilecilik kültürü hem de daha büyük bölgesel jeopolitik oyundaki konumu var. Çok zorlu geçen bu oyunu yirmi yıl aradan sonra bir kez daha Pakistan kazanmış görünüyor. 

El-Cezire, Kabil Havalimanından canlı görüntüleri yayınlıyor. Şu an orada gece yarısı olduğu halde kadın erkek, çoluk çocuk Afganlar koşa koşa havalimanına akıyor. Korkunç bir kalabalık ve kaos var. Görüntüler ülkedeki korkuyu ve kaçışı çok iyi özetliyor.

Afganistan Cumhurbaşkanlığı Sarayından son görüntüyü paylaşıyorum. Az evvel makam koltuğunun arkasındaki Afganistan bayrağını indirip, sarıp kaldırdılar; yeni bir bayrak tasarladıkları aşikar. Şu an Kabil caddelerinde Taliban yanlıları kutlamalar yaparken, karşıtları havalimanına kaçıyor veya evlerine kapanmış durumdalar. 


16 Ağustos 2021

Dün paylaştığım BBC haritası tam doğru değil gibi hissetmiştim. El-Cezire’de daha iyisini buldum. On günde Taliban’ın nereden nereye vardığını interaktif haritayla gösteriyor. 

Bu link de on ayrı haritada Afganistan’ın ticaret rotalarını, fiziki yapısını, fakirlik ve okuma-yazma oranlarını, iç göç ve dış göçü, afyon ekim yoğunluğunu vs. gösteriyor. İncelenmeye değer. 

Afganistan nasıl bir coğrafya? Neden “imparatorluklar mezarlığı” diye anılır? Bu sorulara cevaben dünyanın, Avrasya’nın ve Hint Alt-Kıtası’nın kabartma haritalarını paylaşıyorum. Eğer harita okumayı biliyorsanız ABD’nin onca teknolojisine rağmen neden daha baştan başarısızlığa mahkum olduğunu anlarsınız. 




Bu siyasi harita da bir zamanlar 21. yüzyılı “Amerikan Yüzyılı” yapma ve pax-Americana’yı kurma hayalindeki ABD’nin neden Afganistan’ı işgal ettiğini gösteriyor. Doğusunda Çin, kuzeyinde Rusya, batısında İran ve güneyinde Pakistan ve Hindistan. Hepsi de nükleer ve ayrıca -Pakistan dışında diğerleri- yükselen güçler. Yani Afganistan bir nevi Avrasya dengelerinin de anahtarı. 

Bir de 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Orta Asya ve Ortadoğu’da kurduğu yeni askeri üslerle dünya çapında ne kadar fazla yayıldığının haritasını paylaşmak istiyorum. Aşırı yayılma ve emperyal kibir her büyük imparatorluğun sonunu getirmiştir. İşgallerin ve diğer müdahalelerin 7 trilyon doları bulan maliyeti ve 2008 ekonomik krizi Amerikan hegemonyası için sonun başlangıcıydı.


11 Eylül’ün ardından Afganistan (ve sonra Irak) işgal edildiğinde TV’lerimizdeki yorumlar dün gibi aklımda. ABD nasıl dünya enerji hatlarını kontrol altına alacaktı; diğer güçleri dize getirecekti; dünyanın hakimi olacaktı vs. Evet, ABD’nin hayali böyleydi; ama işler nasıl da ters gitti...

Dünyayı salt büyük güç ilişkileri, enerji (ekonomi politik), teknolojik kapasite ve tabii ki üst akıllar üzerinden okumanın ne denli yanlış olduğunu idrak etmenin tam zamanı. Tarih, coğrafya ve sosyoloji de hesaba katılsaydı ABD’nin daha baştan başarısızlığa mahkum olduğu çok net görülürdü.

Perspektifimiz bozuk olduğundan yıllarca Allah’ın esmasını ve sıfatlarını yükleyerek tanrılaştırdığımız, kadir-i mutlak yaptığımız bir ABD var ortada. Bu aynı zamanda itikadi de bir problem. Ezberleri bozucu Afganistan deneyimini gördükten sonra artık analizlerimizi ve zihinlerimizi değiştirmenin zamanı gelmiş durumda.

Tam da bu konuyu anlattığım, komplocu bakışları ele aldığım bir konuşmamın linkini sizinle paylaşmak istiyorum. İzlerseniz ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsınız. 

Peki sağlıklı bir bölge ve ülke analizi nasıl yapılır? Geçen sene Bilim ve Sanat Vakfı’nda verdiğim 4 oturumluk (toplamda 3,5 saatlik) “Ortadoğu’ya Yaklaşımımızda Temel Problemler” seminerimi dinlemenizi tavsiye ederim. Konuyu Ortadoğu üzerinden ele alsam da anlattıklarım da tüm bölgelerin ve ülkelerin analizi için yol gösterici mahiyette. 

11 Eylül saldırılarının akabinde ABD’nin Ortadoğu politikalarını, işgallerini ve bunların bölgeye yansımalarını anlattığım, 2017’de Bilim ve Sanat Vakfı’nda verdiğim “Modern Ortadoğu’nun Siyasi Dönüşümü” seminerimin 6. oturumunu linkten izleyebilirsiniz. Afganistan işgaline kısmen giriyorum. 


Brown Üniversitesi raporuna göre, Afganistan savaşının ABD’ye maliyeti en az 2,2 trilyon dolar. Yani her ABD vergi mükellefinin cebinden çıkan para en az 16 bin dolar. 2442 Amerikan askeri ve 4000 özel güvenlik şirketi mensubu bu savaşta hayatını kaybetti, intihar eden askerlerin sayısı ise kat kat fazla. Yaralı Amerikan askeri de 40 bin kadar. Çeşitli NATO ülkelerinden hayatını kaybeden askerlerin sayısı ise 1150. Buna mukabil 43 bini Taliban mensubu, 60 bini asker ve polis, 38 bini sivil olmak üzere toplamda 141 bin Afgan hayatını kaybetti; ama istatistiklerin Afganistan'la ilgili boyutunun ne derece doğru tutulduğu bir soru işareti olduğu gibi, savaşın yol açtığı açlık, susuzluk, hastalık gibi dolaylı sebeplerden ölenlerin sayısı bu rakama dahil değil. Bunlar da katıldığında çok çok daha yüksek bir rakam ortaya çıkacağı aşikar.

Raporda kalem kalem hangi alana ABD’nin kaç para sarf ettiği yazılmış. Pentagon’a ayrılan bütçe 739 milyar dolar, Afgan asker ve polisinin eğitimine ayrılan bütçe 88 milyar dolar, yeniden inşa ve altyapının tesisine ayrılan 593 milyar dolar... Liste böyle uzayıp gidiyor.

Bu arada askerin, polisin eğitimi demişken önemli bir bilgiyi de paylaşayım. Afgan polisinin %60'tan fazlası okuma-yazma bilmiyor. Asker de benzer durumda. Dolayısıyla mesela yolda trafik ihlali yapan bir sürücüye polisin ceza yazma imkanı yok; başka suçlar için de aynısı geçerli. Afgan ordusu ve polisi görece modern bir anlayışla eğitilip donatılmaya ve bir kurumsal yapı oluşturulmaya çalışılsa da bunun o toplumun sosyolojik gerçekleriyle ne derece örtüştüğü bir soru işareti. Geleneksel hayat şartlarının hakim olduğu bir topluma yukarıdan modern, Batılı kurumları dayatmanın anlamsızlığı ve işlevsizliğine Afganistan iyi bir örnek.

New York Times’a göre Afganistan’da yirmi yılda savaşmış toplam Amerikan askeri sayısı 600 bin. Mart ayında Biden 11 Eylül’e kadar Afganistan’dan tamamen çekilme kararı aldığında şu söylenmişti: “Afganistan’a girdiğimizde yeni doğanlar şu an yirmi yaşında.”

Trilyon dolarların saçıldığı, Amerikan tarihinin bu en uzun savaşından geriye hafızalarda kalacak fotoğraf işte bu. ABD elçiliği ile Kabil havalimanı arası sadece 2 km olduğu halde dün personel apar topar havadan taşınmak zorunda kalındı. 

1980’lerde sıcak denizlere inmek için kuzeyden işgale kalkan Ruslar ile 2000’lerde el-Kaide’ye yardım ve yataklık bahanesiyle Taliban’ı devirmek üzere güneyden giren ABD’lilerin kaderi ortak oldu. Tarihi İpekyolu üzerindeki Afganistan’a Çin’in Yol-Kuşak Girişimi bağlamında yatırımlarını daha da artırarak girmesi yakındır. (İpekyolu demişken aşağıda tarihi ticaret güzergahlarının bir haritasını paylaşmak istiyorum; yeşil renkli alan günümüz Afganistan'ının sınırları.)

Afganistan’ın dünyanın ikinci büyük bakır rezervine sahip olduğunu, daha önemlisi elektrikli arabalar için hayati olan dünya lityum rezervinin çok büyük kısmının bu ülkede bulunduğunu hatırlatayım. Bunlar dışında daha birçok el değmemiş, 21. yüzyılın ihtiyacı yeraltı kaynağına sahip. Kısaca hem jeopolitik olarak hem de jeoekonomik olarak kendi haline bırakılmaması gereken bir ülke. Zaten 200 küsur yıldır Avrasya’daki Büyük Oyun’un ana duraklarından.

Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesi sonrası Afganlıların kaçış çabasını, havalimanında uçaklara binebilmek için verdikleri mücadeleyi, havalanan uçaklara tutunanların düşme anlarını linkteki videolardan izleyebilirsiniz. 

Bu fotoğraf da Pakistan sınırına kaçanlar. Yani Afganlar sadece bize gelmiyorlar. 

Afganistan coğrafyasının önemine dair bugün yazdıklarımı daha iyi anlamanız için Robert Kaplan’dan yeni çevirdiğim şu cümleyi paylaşmak istiyorum: “Güncel olaylarla ne kadar meşgul olup kalırsak, ilgili bireyler ve onların tercihleri o kadar önemli sayılır; ama yüzyılların perspektifiyle ne kadar bakarsak, coğrafyanın rolü de o kadar artar.”

Yine Robert Kaplan’dan çevirdiğim önemli bir cümle daha: “Güneş sisteminin dışına uydular gönderebilsek de -ve hatta mali piyasalar ve siber alem sınır tanımasa da- Hindukuş Dağları hala daha aşılması zor bir engel teşkil ediyor.” (Hindikuş’un önemli bir kısmı Afganistan sınırları içindedir.)

 

Yirmi yıl sonra dün Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesi ve Afgan hükümetinin çöküşü, ABD için sadece işgal ve emperyal yayılma politikasının nihai başarısızlığının bir göstergesi değildi; aynı zamanda 11 Eylül sonrası benimsediği terörle mücadele politikasının da ciddi bir darbe almasıydı. Henüz pek farkında değiliz ama Taliban’ın bu başarısı, dünyanın dört bir yanında benzer silahlı örgütler için çok büyük bir moral ve direnç kaynağı olacak. Batı’nın terörle mücadelede elde ettiği kısmi başarılar da bundan sonra tehlikeye girebilir. Taliban tecrübesi el-Kaide başta olmak üzere benzer örgütler için önemli bir rol modeldi. Hatta Ebubekir en-Naci’nin 2004’te yayınlanan İdarat et-Tevahhuş / Managing of Savagery / Vahşetin İdaresi kitabı, Taliban’ın 1990’larda iktidara geliş tecrübesi üzerinden silahlı örgütlere devletleşmenin yol haritasını sunuyordu.

Taliban yakında Rusya ve Çin tarafından meşru hükümet olarak tanınırsa -ki bu ihtimal çok yüksek- şimdiye kadar bastırılmış/zayıflatılmış terör örgütleri de daha özgüvenle yeniden harekete geçebilir. Yani yirmi yıllık küresel terörle mücadelede yeni bir aşamaya girildiğini iddia edebiliriz. Silahlı grupların yeniden canlanması Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere dünyadaki birçok rejimi yeniden sarsabilir, yeni yeni istikrarsızlıkları tetikleyebilir. Ortadoğu'da önümüzdeki süreçte yeni sürprizleri beklemek gerekir. 

Bu arada Rus yorumcular, yabancı kanallarda Taliban’a ve Afganistan’daki yeni döneme ilişkin gayet olumlu yorumlar yapıyor; hatta “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Taliban’la sorunu yok” bile diyen oldu. Dün Kabil’de Afgan güvenlik güçlerinin çöküşü üzerine Rus Büyükelçiliğini hemen Taliban milisleri korumaya başladı. Bu da aralarında yıllardır devam eden diyalogun bir ürünü.

Yeri gelmişken son yıllarda ABD, Rusya, Çin, İran, Hindistan vd.nin Taliban yetkilileriyle defalarca görüştüğünü de hatırlatayım. Özellikle IŞİD'in Afganistan'da alan hakimiyetine geçme çabası sonrası küresel değil, yerel iddiası olan Taliban kapalı kapılar ardında daha fazla muhatap alınan bir aktöre dönüştü. ABD bu savaşı kazanma imkanı olmadığını bildiğinden ve ülkede Taliban'ın dışlandığı bir düzen kurulamayacağından zaten birkaç yıldır Katar üzerinden örgütle doğrudan müzakere masasındaydı... Dün de yazdığım gibi, Taliban zaten yıllardır sahada önemli aktörlerden biriydi. Eğer ki meşru hükümet olarak tanınırsa gerçek bir dönüm noktası olacak.

20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçerken 11 Eylül’le birlikte sadece Batı’nın değil, Rusya, Çin ve Hindistan da dahil tüm dünyanın ana politikası haline gelen terör ve radikal İslam’la mücadele politikasının ulusal çıkarlar ve büyük güç mücadelesi çerçevesinde nasıl de değişiverdiğini ibretle göreceğiz. Daha doğrusu radikal İslam, ılımlı İslam, terör gibi kavramların aslında nasıl da keyfi ve muğlak olduğunu keşfedeceğiz. Bu arada 11 Eylül saldırılarından Çin, Rusya, Hindistan’ın da bolca istifade edip kendi içindeki Müslümanlarla mücadelesini “terörizmle savaş” zeminine oturtarak “meşruiyet” sağladıklarını ve vahşi politikalarında ellerinin serbestleştiğini hatırlatayım.

Ve buradan ezberlerimizi bozmamız gereken bir başka konuya gelelim. Zannettiğimiz gibi Batı veya Doğu İslam’ı yok etmeye çalışmıyor, çalışsa bile bunu başaramaz; ama İslam’a boyun eğdirerek “uslu çocuk” yapmayı ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmayı hedefliyor. Biz ikisi arasındaki farkı kaçırıyoruz. Bu konuya, daha evvel linkini paylaştığım “Ortadoğu’ya Yaklaşımımızda Temel Problemler” seminerinde iki defa girip uzun uzun anlatmıştım. Burada tekrar yazmayayım. Taliban büyük güçlerin çıkarlarına dokunmadığında birlikte iş tutmaktan hiç de çekinmeyeceklerdir. Tıpkı İslam'ın en radikal yorumu olan Vehhabi anlayışın on yıllardır taşıyıcısı ve yayıcısı Suudi Arabistan'ın Ortadoğu'da Batı'nın baş müttefiki olması gibi... 

Afganistan’da defalarca bulunmuş the New Yorker dergisinin en iyi kalemlerinden Robin Wright da dün yazdığım tvitlerle örtüşen bir yazı kaleme almış: AFGANİSTAN’DAN BÜYÜK GERİ ÇEKİLİŞ AMERİKAN ÇAĞININ SONUNA MI İŞARET EDİYOR? Bu önemli yazıyla bu akşamki tvitlerimi tamamlayayım. 


 17 Ağustos 2021

Afganistan’ın birçok bakımdan klişelerimizi, ezberlerimizi bozduğunu dün yazmıştım. Afganistan, Türkiye olarak hiç tanımadığımız ve gündeme geldiğinde de hep tepeden baktığımız bir ülke maalesef.

Ezber bozucu demiştim, bunlardan biri de “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” hamaseti. Afganistan, dünyadaki en Türk dostu ülkelerdendir. Bizi bizden daha fazla seven iki ülke varsa biri Afganistan, diğeri Pakistan’dır. Yüz yıl evvel Ankara hükümetini ilk tanıyanlardadır ve yine ilk büyükelçi yollayandır. 1930’larda Afgan ordusunu Türkiye eğitmiştir. II. Abdülhamid döneminde Osmanlı’nın İngilizlere karşı Afganlara büyük destekleri olmuştur. Bunun gibi iki ülke ilişkilerindeki yakınlığın uzun bir listesini çıkartmak mümkün.

2003-2006 yılları arasında NATO’nun Afganistan’daki kıdemli sivil temsilciliğini yürüten eski Dışişleri Bakanımız ve TBMM Başkanımız Hikmet Çetin’i 2012’de Bilim ve Sanat Vakfı’na konuşmacı olarak davet etmiştim. Afganlar kendisini çok severler, hatta hep “Hikmet Abi” diye hitap ederlerdi. Hikmet Çetin demişti ki “Afgan halkı kadar dünyada Türkleri seven bir halk daha yoktur; görevimdeki başarımın sırrı da Türkiye’den gelmiş olmamdı.”

NATO çerçevesinde Afganistan’a giden Türk askerleri muharip değildi; ABD Ankara’ya muharip asker yollaması için defalarca büyük baskılar yaptığı halde böyle bir birlik yollanmadı. Askerlerimiz Afgan halkı tarafından o kadar sevildi ki diğer NATO ülkelerinin askeri araçları saldırıya uğramamak için zaman zaman Türk bayrağı asmak zorunda bile kaldı. Bunu da bir not olarak düşeyim.

Hikmet Çetin, NATO’daki görev süresi dolduktan sonra Türkiye’ye dönmeden evvel Afganistan meclisindeki veda konuşmasında “Kalbimin yarısını Afganistan’da bırakıp Türkiye’ye dönüyorum” sözlerine, Meclis Başkanı’nın “Siz kalbinizin sadece yarısını burada bırakıyorsunuz ama 30 milyon Afgan halkının kalbini alıp götürüyorsunuz” dediğini biliyor musunuz? Bu vedalaşmanın birçok milletvekilini ağlattığından haberdar mısınız?

Maalesef gerek akademik gerekse popüler alanda ülkemizde Afganistan’a hiç ilgi duyulmadığından bu ülke hakkında ahkam kesenlerin kahir ekseriyeti kibirle ve cehaletle bolca atıp tutuyor. Türk medyası neden orada yıllarca görev yapmış ve Afganistan’ın bütün kesimleriyle diyalog kurmuş Hikmet Çetin’i konuşturmuyor mesela?

Maalesef ki Afgan halkına geri kalmış, cahil sürüsü diye bakıyoruz. Peki 1979’dan beri bu talihsiz halkın hep işgal, savaş ve tecrit gördüğünü biliyor muyuz? “Vatanlarını neden savunmuyorlar” diye saçma sapan konuşuyoruz. Peki savunmadılarsa Ruslar ve Amerikalılar canları sıkıldığı için mi geri çekildiler? Tam da savaş yüzünden okuma-yazma bilmez, eğitimsiz hale geldiklerini; tam da savaş yüzünden ülkede doğru düzgün iş imkanı olmadığını ve aile geçimi için gençlerin yurtdışında çalışmak zorunda kaldığını; tam da savaş yüzünden ahlakın ve merhametin yitirildiğini biliyor muyuz?

Biz Türklerin zihninde savaş algısı da çok çarpık. Hamasi cengaverliğimiz hep zirvede. On yıllar süren savaşların siyasi, iktisadi, toplumsal, ahlaki, fikri her bakımdan çürüme ve çöküş getirdiğinin farkında mıyız? 1979’da doğanlar sadece savaş ve yokluk gördüler, o kadar. Bu savaşlar kaç nesli yuttu gitti.

Ortalama insan ömrü şu an bizde 75, dünyada 70 iken Afganistan’da sadece 50’dir (daha evvel sadece ve sadece ise 45’ti). Yani ömürleri bizden ve dünya genelinden çok çok daha kısa ve o yaşanan ömür de savaş, çatışma ve yoklukla doludur. Kadınların ise hayatı çok daha çilelidir. Afgan gençler işte bu kısır döngüden kurtulmak ve dışarıda çalışıp ailelerine para yollamak için yıllardır yurtdışına kaçıyor.

Dönemin işgalci süper güçlerini bir bir imparatorluk mezarlığına gömdüler; ama o süreçte kendi ülkeleri bir mezarlığa dönüştü. 1979’da Afganistan nüfusu 13 milyondu; 10 yıllık Sovyet işgalinin bilançosu 1,5 milyon can kaybı, 3 milyon yaralanma veya sakat kalma, 5 milyon dış göçme, 2 milyon içeride yer değiştirme oldu. Nasıl korkunç bir bilanço görüyor musunuz? Süper güçlerin en uzun işgallerini ve savaşlarını verdikleri Afganistan topraklarının muazzam bedeller ödediğinin farkında mıyız?

Bu arada hep Batı işgallerine odaklandığımız için Sovyet işgallerinin dehşet verici boyutundan ekseriyetle habersiziz. Ruslar yüzyıllardır işgal ettikleri devasa coğrafyalarda, bilhassa Kafkaslarda dehşet verici kıyımlar yapmıştır. En son Çeçenistan’a yaptıkları da hala hafızalardadır.

Başa dönelim. Türk’ün Türk’ten başka dostları var; ama biz dostlarımızı göremeyecek kadar kibirliyiz ve bilgisiziz, dolayısıyla hep dışlayıcıyız. 1979’dan beri uzun yıllar dünya gündemine oturmuş Afganistan gibi bir ülke hakkında hala yetkin uzmanlarımız yoksa bu bizim büyük bir ayıbımızdır. Taliban’ın Kabil’e girmek üzere olduğu gün gibi ortadayken medyamız olayları yerinde takip için muhabir yollamadıysa “Yazıklar olsun!”dan başka ne denebilir ki?

Neden bolca hamasete ve komplo teorilerine mahkum olduğumuzu, dış güçleri hep tanrılaştırdığımızı, önyargılarla bize benzemeyeni küçümsediğimizi anlıyor muyuz? Gerek sosyal medyamızdaki gerekse geleneksel medyamızdaki Afganistan ve Afganlar hakkındaki yorumlar ne kadar da utanç verici, gerçeklikten uzak ve manipülatif... Özellikle sosyal medyada gezen bilgilerin çoğu yalan yanlış. Mesela bugün, Taliban yönetimi ele geçirir geçirmez bakın ne kararlar aldı diye gezen bir liste var ki akıllara ziyan, hepsi yalan. 

Bu da bizi ciddi bir başka problemimize götürüyor. Biz fikri tartışma yürütme adabını bilmiyoruz, sahayı bilmenin öneminin farkında değiliz ve tabii ki her şeyi Türkiye’ye bağlıyoruz. Taliban’ı bile Afgan coğrafyasının dinamikleri değil, kendi korkularımız ve iç kavgamız üzerinden konuşuyoruz. Çok komik bu… Tam da her şeyi Türkiye üzerinden okuma ve anlama takıntımız dünyada yaşanan her şeyi anlamamızın önündeki en büyük engel.

Taliban’ın ortaya çıkış zeminini, fikri yapısını vs. objektif ve akademik bir şekilde anlatmaya çalışanları Taliban propagandacısı sanıyoruz. Yarın öbür gün Rusya, Çin vs. Taliban yönetimini tanıma yarışına girdiğinde yine neler olduğunu anlamayıp büyük komplolara bağlayacağız.

Afgan göçmenler Türkiye’yi çökertmek için salındı diye kuruyoruz. Oysa Afganlar önümüzdeki belirsizlik sürecinden duydukları haklı korkuyla ve can havliyle (tabii bir kısmı da geçmişteki işbirlikçilikleri veyahut Taliban’la olan haklı husumetleri nedeniyle) dört bir koldan karadan, havadan ülkelerinden kaçmaya çalışıyor. Bu insanlar yaşamak istiyor, her insan gibi.

Kafalarımızı 783 bin kilometrekarelik Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından dışarı çıkarabildiğimizde ancak Afganistan vd. yerlerde gerçekte neler olduğunu, mülteci meselesini vs. anlayabiliriz. Tabii bu da yetmez; yargılamak değil anlamak/anlamlandırmak için bakmayı öğrenmeliyiz.

 

Az evvel BBC’de Afganistan’ın yurtdışına kaçan ve şu an saklanan Merkez Bankası başkanı Ajmal Ahmady ile röportaj vardı. Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Eşref Gani ile uygulanacak makroekonomik politikalar konusunda bir toplantı yaptığını, ertesi gün Kabil’in düşeceğini hiç beklemediklerini, böyle bir konunun dahi geçmediğini anlattı. “Çünkü iyi eğitim almış 300.000 güvenlik gücümüz vardı. Onlara güvenmiştik. Hiç direniş göstermeden geri çekileceklerini zannetmiyordum... Her şeye rağmen pazar günü bir uçak bulup ailemle binebildiğim için çok şanslıydım” dedi. Taliban af ilan etti, geri döner misiniz diye sorulduğunda “Hayır, ekonomik reform programımız birçoklarını rahatsız ettiği için çok düşman kazandım, hayatım güvende değil” diye devam etti.

Söyledikleri ne kadar doğru ve samimi bir soru işareti olmakla birlikte bundan sonra Afganistan’da neler olacağını bekliyorsunuz sorusuna Ahmady’nin verdiği cevap önemliydi: “Afganistan’ın çok büyük borçları var, dış yardımlarla bugüne kadar hep ayakta kaldı. Şimdi bu yardımlar kesileceği için ülke çok ciddi bir ekonomik krize girecek. Hayat pahalılığı yaşanacak. Eğitimli kesim yurtdışına kaçmakta olduğu için ekonomiyi ayağa kaldıracak kadro da kalmayacak” dedi.

Eski Merkez Bankası Başkanı’nın tam da bu beklentisi nedeniyle Taliban’ın ikinci döneminin ilki gibi olmayacağı kanaatindeyim. Batı’nın kesilen yardımları yerine Çin, Rusya gibi aktörlerden yardım ve yatırım alması gerekli. Daha dışa dönük, içeride daha az baskıcı olmak zorunda… Gerçi kendisi de baskıcı olan Çin ve Rusya’nın Taliban yönetimine bu konuda herhangi bir önşart ileri sürmeyeceği aşikar; onlar daha ziyade İslami baskının azalmasını ve kendi “teröristler”ine yardım ve yataklığın kesilmesini yeterli sayacaklardır.

Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahid’in bugün düzenlediği ilk basın toplantısında verdiği yumuşamış, değişmiş Taliban imajı endişeli Afganları hiç ikna etmiş değil. Pakistan medreselerinden çıkmış bu ekolün yumuşaması ve değişmesinin imkansız olduğu kanaatindeler. Ama el-Cezire’ye çıkan 1990’larda muhabirlik yapmış bir gazeteci “Basın toplantısını izlerken yaşadığım şaşkınlığı anlatamam; Taliban’ın ilk yönetiminde kamera ve fotoğraf makinemizi nasıl saklayacağımız bilemezdik. Fotoğraf tamamen yasaktı, çekmek de evde herhangi bir fotoğraf bulunması da. O dönem çok zor gazetecilik yapmıştık. Şimdi onca kameranın ve fotoğraf makinesinin karşısına geçip kadın gazetecilerin bile sorularına cevap verdiler. İnanılır gibi değildi” dedi. “Ilımlılıkları nereye kadar olacak şüpheliyim ama değiştikleri kesin. Basın toplantısında kullandıkları kelimeler bile 20 yıl öncesine göre çok farklıydı” diye devam etti. Aynı gazeteci bir başka programda Katar’daki müzakereler sırasında muhatap olduğu Taliban yetkililerinin sözlerindeki ciddi farka bizzat şahit olduğunu da belirtti.

Taliban ilk iktidar tecrübesinde gerçekten çok katı bir dini anlayışla siyasetinin rotasını çizmişti. 1990'ların Sovyetlerle savaştan çıkmış ve iç savaş içindeki Afganistan'ında halk buna boyun eğmişti, başka bir imkanı yoktu. Ancak bu defa durum çok farklı. Öncelikle insanlar, özellikle de şehir ahalisi, yirmi yıldır işgal şartları ve çatışmalar olmakla birlikte, günlük hayatlarında serbest bir ortamda yaşadılar ve bu hayat tarzına da alıştılar. İnsanları tekrar bir cendereye sokabilmek artık çok zor. Dahası ismini şu an hatırlayamadığım BBC Arapça kanalında görüşlerini açıklayan bir Afganistan uzmanının da belirttiği gibi, "Artık her Afgan'ın evinde dört haberci/muhabir var: Facebook, Instagram, vd. Dolayısıyla artık Taliban kafasına göre halka aşırı muamelelerde bulunamaz, bulunduğu takdirde anında sosyal medyada yayılır ve halk sokağa dökülür." Bu öngörü çok da yanlış sayılmaz.

Taliban konusunda ne okuyalım sorusu geliyor. İslami hareketlerle ilgili ülkemizde en yetkin hocalarımızdan Prof. Mehmet Ali Büyükkara’nın Klasik Yayınları’ndan çıkan Çağdaş İslami Akımlar kitabını hararetle tavsiye ederim. İçinde sadece Taliban yok, bütün İslami akımlar var. Büyükkara’nın Taliban üzerine makaleleri de var; kendisi bu hareket üzerine ülkemizde ilk akademik çalışmaları yapan kişidir.

Ayrıca bu ülkeyi genel olarak tanımak için TDV İslam Ansiklopedisi’nin “Afganistan” maddesini okuyabilirsiniz. Bu ansiklopedi her konuda ilk başvuru kaynağınız olabilir. 


19 Ağustos 2021

Geçmişte El-Cezire’nin Afganistan ve Pakistan bölge şefi olan, Taliban’ı çok yakından tanıyan Ahmed Muvaffak Zeydan’ın Mana Yayınları’ndan çıkan Taliban’ın Yükselişi: Afganistan’da Yeni Dönem kitabı da önemli. Maalesef sadece girişini okuyabildim, vaktim olmadığından. Ama okuduğum kısmında bile on sene önceden bugün yaşanacakları bir bir anlatmış.

Taliban nedir, ne değildir diye soran çok. Vakit bulup da yazamamıştım. Muttalip Tütüncü, Twitter hesabında Taliban ile el-Kaide farkını derli toplu açıklanmış. Okumanızı tavsiye ederim.

Ben de buna, 2012’de daha evvel bahsettiğim toplantı sırasında, Hikmet Çetin’in anlattığı bir bilgiyi ekleyeyim. Sayın Çetin, Afganistan’da görev yaparken görüştüğü Taliban’ın son dışişleri bakanına “11 Eylül’den sonra ülkenin işgali pahasına Usame bin Ladin’i ABD’ye neden teslim etmediniz?” diye sormuş. Cevabı şöyleymiş: “Çoğumuz bin Ladin’in ve el-Kaide’nin varlığından memnun değildik, ama SSCB’ye karşı Afgan cihadındaki katkılarından dolayı vefa borcumuz vardı. Başımıza sorunlar açacağını bilsek de kabul ettik.”

Bu belki bizim pek anlamayacağımız bir cevap. Kabile kültüründe ahde vefa ve kendine sığınanı teslim etmemek en temel ilkedir. 1990’larda Sudan’dan çıkmak zorunda kaldığında Taliban yönetimi Usame bin Ladin’e kucak açacaktı bir vefa borcu olarak. ABD teslim edin ültimatomu verdiğinde de kabile kültürünün ilkeleri devreye girecekti.

Eski dışişleri bakanı şunu da eklemiş: “Başımıza ne geldiyse hepsi dışarıdan geldi. El-Kaide ülkemize Arap kültürünü de taşıdı.” Bu cümle de aslında Taliban’ın Afganistan-Pakistan coğrafyasının kendi iç dinamiklerinden kaynaklı yerel ve yerli bir örgüt olduğunu, ülkeye gelen “Arap Afganlar” da denilen yabancı savaşçılardan pek de hoşlanılmadığını ortaya koyuyor... Ama yine de Taliban döneminde dağlık coğrafyasıyla Afganistan'ın el-Kaide başta olmak üzere Avrasya'daki birçok silahlı örgütün sığınağı olduğu, gelecekte de böyle olma potansiyeli taşıdığı bir gerçek.

Sovyetler çekildikten sonra patlak veren iç savaş ortamında Pakistan medreselerinden çıkan bu Peştun kökenli hareket Afganistan’da kontrolü ele geçirecekti. Her yerin suç çeteleriyle ve savaş ağalarıyla dolduğu, devlet diye bir şey olmadığı kaos ortamında uyguladığı çok katı politikalarla çeteleri etkisizleştirecek, ülkede can güvenliğini ve istikrarı sağlayacak, bu sayede halkın bir kesiminin desteğini elde edecekti. Ama tabii yönetiminden pek memnun olmayacak diğer azınlıkları (Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Hazaralar vs.) korku salarak sindirmeye çalışacaktı.

Yeni bir iç savaşı tetiklememek için bu defa diğer gruplara karşı daha yumuşak davranmak ve hatta yönetime katmak zorunda gibi görünüyor. Ama bunu başarabilir mi, başarsa bile böyle bir yönetimin ömrü ne kadar olur, daha akil üst kadro tabanının taşkınlıklarını önleyebilir mi hepsi birer soru işareti. Çünkü üst kadro geçmişten ders almış olsa bile alt kadrodan ve sıradan savaşçılardan aynı olgunluğu ve dönüşümü beklemek, -hele de tarafların yakın geçmişte birbirlerine karşı işlediği suçlar ve yaptığı katliamlarla bileylenen intikam arzusu düşünüldüğünde- biraz safça olur. Buna bir de sıradan Taliban mensuplarının aldıkları katı ve dışlayıcı dini eğitimi de ekleyebiliriz.

Bu arada Afganistan’da yaygın olan “Başımıza ne geldiyse hep dış güçlerden geldi” sözü çok doğrudur. Coğrafi konumu itibarıyla son 200 yıldır hep dönemin süper güçleri arasında bir tampon bölge rolü oynamış ve sık sık işgale uğramıştır.

 

Her zaman yazılarını ilgiyle okuduğum Middle East Eye genel yayın yönetmeni David Hearst, her satırı önemli bir yazı kaleme almış: TALİBAN’IN ZAFERİ BATI İMPARATORLUĞUNUN SONUNUN BAŞLANGICI MI OLACAK? Mutlaka okuyun derim. 

Afganistan’ın dünya üzerinde Türkiye’yi en çok seven ülkelerden olduğunu yazmıştım. Robert Kaplan’dan son çevirdiğim cümleyi sizinle paylaşayım: “Doğu Afganistan’ı karargahı kılan Türk savaşçı Gazneli Mahmud, 11. yüzyılın başlarındaki imparatorluğu altında bugünkü Irak Kürdistanı, İran, Afganistan, Pakistan ve Delhi’ye kadar kuzeybatı Hindistan’ı birleştirdi.”
Afganistan-Pakistan-Hindistan coğrafyasını uzun yüzyıllar Türklerin yönettiğini; bugün hala Afganistan nüfusunun büyük kısmının Türk, kuzeyinin de Orta Asya’nın bir devamı olduğunu söylemeye gerek var mı? Sınır dışı edelim, neslimizi bozacaklar diye kükrediğimiz ülkemizdeki Afganların bir kısmının Türk kökenli olduğunu biliyor muyuz?

“Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” sloganlarını atanlar, -komşumuz Azerbaycan dışında- Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nden de, onların uzantısı Afganistan’dan da habersizler maalesef. Türklüğü sadece kendimiz üzerinden okumamız ise ayrı bir garabetimiz. Sizinle Türkçe ve lehçelerini konuşan coğrafyanın haritasını paylaşayım ki ufkumuzu ne denli genişletmemiz gerektiğini anlayabilelim. 

Bu arada Ortadoğu çalıştığım için bazen Türk milliyetçileri burun kıvırıp “Arap dünyası geri, baskıcı, ne varsa Türklerde var” vs. diyorlar. Ben de onlara biraz Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin mevcut durumunu anlatıyorum, şok oluyorlar. Bakın size bir Türkmenistan gerçeği

Bu son videodan hareketle üç hususu vurgulamak isterim:

1. Ülkemde Türkçü Türk dünyasını, İslamcı İslam dünyasını, komünist (Soğuk Savaş yıllarında) Çin ve SSCB’yi, Batıcı Batı’yı bilmez; ama kurduğu hayal alemleri içinde “en iyi ve en doğru bizimki, ne varsa bizde var” diye şişer.

2. Ortadoğu siyasetindeki hastalıkların çok benzerleri, hatta bazen daha bile ileri boyutlusu Orta Asya ülkelerinde de mevcuttur. Arapların diktatörlükleri ile Türk Cumhuriyetlerinin diktatörlükleri birbiriyle yarışır; toplumsal alanda yol açtığı tahribatlar da benzeşir. Ama Ortadoğu dünyanın odak noktası olduğundan dikkat çekerken Orta Asya’daki pek kimsenin umuru değildir, gündeme bile gelmez.

3. İslamcılar antidemokratik olmakla, baskıcılıkla, geri kalmışlıkla ve vahşetle suçlanır; ama laiklerin antidemokratikliği, baskıcılığı ve vahşeti karşısında neredeyse suspus olunur, (Beşşar Esed gibi) traşlı ve kravatlıların vahşeti sakallılarınkine kıyasla ehven-i şer sayılır, çoğu zaman ise sahada neler yaşandığı hiç bilinmez bile.

Bilmemek bir konfordur; kişiyi Alice Harikalar Diyarında kibriyle yaşatır. Ve işte o bilmemek ve kibir hali, yakın geçmişin koskoca süper gücü ve tek hegemonu ABD’yi bile Afganistan’ın dağlarında ve Irak’ın çöllerinde utanç verici bir yenilgiye uğratır.

David Hearst, bugün paylaştığım yazısında tam da bu konuyu vurguluyordu: “Bu düzen güçlü düşmanlarla karşı karşıya kaldığı için çökmedi. Kibirden, küstahlıktan, topraklarını işgal ettiği halkı analiz edememek ve anlayamamaktan çöktü. Tam da başka hiçbir gücün kendisine meydan okumadığı ve uluslararası güç kullanma tekeline sahip olduğu bir anda çöktü.”

Söz kibre gelmişken geçen Ramazan baştan sona Kur’an-ı Kerim meali okuyup kendi alanımla ilgili ayetleri çıkarırken dikkatimi çeken bir hususu yazmadan geçmeyeyim. İnkarcılıktan sonra Allah’ın sakınılması için en çok uyardığı insan özelliği kibirdir; kibri çok geniş çerçevede ele alır ve her vesileyle kibirliyi kınar. Allah, tarih boyunca insanları, kavimleri ve devletleri en kibirli oldukları, kendilerini en güçlü hissettikleri bir anda apansızın yakalayıp helak etmiştir. Keza kibirden inkara sapış arasında da ince bir çizgi vardır; ilmiyle temayüz eden İblis’i şeytana dönüştüren şey tam da kibridir. Bilmemekte ısrar etmek de kibrin bir başka formudur.

Kur’an-ı Kerim’i incelediğinizde bu liste daha çok uzayıp gider. Konuyu kapatmadan şunu da paylaşayım: Geçtiğimiz yıllarda İsrail’in üst aklı diyebileceğimiz, güvenlik ve savunma politikalarını şekillendiren kilit isimlerden Tümgeneral Amos Gilad, emekli olduktan sonra verdiği bir röportajda İsrail’in geleceğiyle ilgili en büyük endişeniz nedir diye sorulduğunda “Kibir, güç zehirlenmesi” demişti.

 

Şimdi de sizinle Middle East Eye’ın yaptığı çok önemli bir ifşaatı paylaşayım: Kasım Süleymani 2015’te Taliban’la bir anlaşmaya varmış. İran Devrim Muhafızları Taliban’a eğitim verip para akıtmış; (Suriye’de savaştırılan) Afgan Fatimiyyun Tugaylarının Afganistan’a geri dönmesini durdurma sözü vermiş. Karşılığında Taliban’dan Afgan Şii azınlık olan Hazaraların korunacağına dair güvence almış. İran-Taliban ilişkisinin geçmişini ve bugününü de anlatan bu yazıda daha birçok bilgi var. Kaçırmayın derim. Bu arada katı Sünni yoruma sahip Taliban ile Şiilerin ve tabii ki İran’ın geçmişte en baş düşmanlar olduğunu, 1998’de savaşın eşiğine bile geldiklerini hatırlatayım. 

Taliban’ın Çin, Rusya ve ABD ile benzer anlaşmaları üzerine de yakında bir dizi ifşaatlar çıkacaktır, belki de çıkmıştır benim henüz haberim yoktur. Bu vesileyle uluslararası ilişkileri salt din, mezhep ve kimlik üzerinden okumanın yanlışlığını da hatırlatayım. Din-mezhep-kimlik, 1980’lerden bu yana ama özellikle son yirmi yıldır uluslararası ilişkilerde devletlerin politikalarına meşruiyet sağlayıcı bir kılıf olarak bolca kullanılageldi. Ama aslolan hep menfaatlerdi. Artık kitleleri seferber etmek için kullanılan bu kılıf kalkıyor. U dönüşleri çağındayız. Afganistan’ın ezber bozucu diğer bir boyutu da işte bu.

Taliban’ın Afganistan’ı kontrolü kritik bir oyun değiştiricidir. Şu an dünya siyasetinde kartlar tamamen yeniden karılıyor. Taliban’ın iktidara geri dönüşü sadece Afganistan’ı etkilemekle kalmayacak, hem küresel hem de bölgesel bolca sonuçları olacaktır. Sürpriz üzerine sürprizleri bekleyin derim. Hatta Türkiye-BAE temasları da bu yeni süreçten bağımsız değildir.

 

Bayrak, bir ülkenin istikrarının ve ne denli süreklilik arz ettiğinin de bir ölçüsüdür. Bu noktada ilginç bir infografiği paylaşmak istiyorum. Son 120 yılda Afganistan bayrağı en az 18 defa değişikliğe uğramış. El-Cezire haberi