DÜNYA SORUNLARLA BAŞ EDEMEYECEK KADAR
KALABALIKLAŞIYOR MU?
Robert Kaplan (Amerikalı
stratejist ve jeopolitikçi, Avrasya Grubu direktörü ve Yeni Amerikan
Güvenliği Merkezi kıdemli araştırmacısı)
National Interest, 28.2.2020
Tercüme
ve editoryal katkı: Zahide Tuba Kor
NOT: Bu özet tercüme Fikir
Turu web sitesinde 5.3.2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İngilizcesi
“The Neo-Malthusian World of the Coronavirus” başlığıyla yayınlanan yazının
tamamını okumak için TIKLAYINIZ.
NOT:
Blogda yer alan 800 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
göstermeden blogdaki
yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.
Özet: Coronavirüs neden en önemli jeopolitik olaylardan
biri? Salgın hastalıklar dünya siyasetini nasıl etkileyecek? Dünyanın geleceği
üzerine düşünürken niçin artık süper güçler arasındaki rekabetten çok doğa
olaylarını dikkate almalıyız?
Dünya ekonomisini etkilemeye başlayan
coronavirüsün ileriki aşamalarda siyasal ve toplumsal alanlara da yansımaları
olacağını düşünen uzmanların sayısı hiç de az değil.
Bu uzmanlardan biri de ünlü Amerikalı
stratejist Robert Kaplan. Bundan çeyrek yüzyıl evvel The Atlantic dergisinde yayınlanan “The Coming Anarchy” başlıklı uzun makalesinde,
salgın hastalıkların diğer faktörlerle etkileşim içinde gezegenimizin toplumsal
dokusunu tahrip edeceği uyarısında bulunmuştu.
Hâlihazırda Avrasya Grubu direktörlüğünü
yürüten, jeopolitik ve dış politika alanında çok önemli eserlere imza atan
Kaplan uyarısını coronavirüs üzerinden 28 Şubat’ta National Interest dergisi için kaleme aldığı bir
yazıda yineledi.
Kaplan’ın yazısı “Coronavirüsün
Yeni-Malthusçu Dünyası” başlığını taşıyor. Bu yazıya referans olan İngiliz
iktisatçı Thomas Robert Malthus (1766-1834) nüfusun geometrik, gıda arzının ise
aritmetik bir şekilde arttığını söylemişti. Yani gıda arzı 2, 4, 6, 8… kat
artarken, nüfus 2, 4,16, 256…oranında yükseliyordu. Malthus’a göre, bu durum önünde
sonunda kitlesel açlığa ve ölümlere yol açacaktı. Zaman içinde gıda arzının da
katlanarak artması sayesinde bu öngörü tutmadı fakat Kaplan, Malthus’un siyaset
felsefesine ekosistem meselesini katmasını önemsiyor ve oradan devam ediyor.
Zira Malthus, Kaplan’a göre, insanoğlunun
doğal şartlardan ve nüfus yoğunluğundan etkileneceğini, özellikle de
hastalığın, açlığın ve doğru düzgün şehirleşememiş fakir kesimin içler acısı
hayat şartlarının siyasal sonuçlar doğuracağını hesaba katmıştı.
Kaplan da Malthus’tan ilhamla daha
kalabalık bir dünyanın farklı -ve belki de tehlikeli- jeopolitik dinamikleri
beraberinde getireceği görüşünde. Belli noktalarda yanlışlığına rağmen
Malthus’un nüfus ve kaynak kıtlığı ilişkisine dair görüşlerinin çağımızı
tanımlamaya yardımcı olduğu kanaatinde.
Bir ulusal güvenlik meselesi olarak doğal
çevre
1994’teki makalesinde doğal çevrenin 21.
yüzyılın “ulusal güvenlik meselesi” olacağını yazan Robert Kaplan, son
yazısında da insanoğlunun dehasının, eninde sonunda her türlü kaynak problemini
çözebileceğini ancak büyük siyasi ayaklanmaları vaktinde önleyemeyeceğini iddia
ediyor. Bu düşüncesini desteklemek için de Arap Baharı’nın ve Yemen Savaşı’nın
çevresel arka planında su kıtlığı ve çölleşmenin olduğunu anımsatıyor ve şöyle
devam ediyor:
“Yeni-Malthusçu dünyada ABD-Çin ve
ABD-Rusya arasındaki büyük güç rekabetleri, dünya istikrarsızlığının ana
kışkırtıcısı olmayacak; istikrarsızlık içinde karşılıklı olarak birbirini
etkileyen bir faktöre dönüşecektir. Çünkü Soğuk Savaş yıllarının aksine,
şimdilerde doğa bir faktöre dönüşmüş durumda.”
Kaplan “2008-2009 Büyük Resesyon’dan bu
yana en önemli jeopolitik olay” olarak gördüğü ve bazı rejimlerin itibarını ve
belki de hayatta kalmasını tehdit edeceğini öngördüğü coronavirüs üzerinden salgın hastalıklar meselesine
dikkat çekiyor:
“2100 yılına doğru dünya nüfusu 7,7
milyardan 11 milyara yükselirken, gelişmekte olan ülkelerdeki insanlar yaban
hayatıyla yakın temasta bulunurken ve Soğuk Savaş’tan bu yana kıtalararası hava
yolculuğu şaşırtıcı bir hızla artarken, salgın hastalıklar da yeni-Malthusçu
bir dünyanın doğal refakatçileri olmaya devam edecek.”
Kaplan buradan nüfus artışı ve doğal
afetler konusuna da giriyor:
“Kasırgalar, depremler, kuraklıklar,
seller ve orman yangınları dünya tarihinde yaygındır. Ancak daha önce hiç bu
kadar geniş ve kalabalık kent öbeklerinde meydana gelmemişti. Dünya nüfusu 1900
yılından bu yana beş kat arttığından, bırakın iklim değişikliğini, normal
iklimsel ve sismik değişimler bile -nüfus 11 milyara doğru tırmanırken- daha
evvel görülmemiş miktarda can ve mal kayıplarına yol açacaktır.”
Kaplan, tarihî nüfus artışıyla etkileşim
içindeki doğal olaylar yığınına birkaç örnek de veriyor: ABD’de toplamda çeyrek
trilyon dolarlık zarara mâl olan 2005’te New Orleans’taki Katrina ve 2017’de
Houston’daki Harvey Kasırgaları; Mozambik’te yıllarca ardı ardına yaşanan
sellerden ve 2011’de Japonya’da Fukuşima nükleer felaketine yol açan depremden
kaynaklı muazzam acılar…
Ayrıca nüfusun %40’ının kıyı şeridinden
itibaren 100 km’lik bir mesafe içinde yaşadığı düşünüldüğünde deniz seviyelerindeki
artışın bir felakete dönüşeceğine de dikkat çekiyor:
“Tahminen 225 bin insanın canını alan,
2004’te Hint Okyanusu’ndaki tsunami, nispeten kısa bir sürede muazzam nüfus
artışıyla birleşen doğal bir olayın örneğiydi. Deniz seviyesinde bulunan Akdeniz’deki
Nil Deltası ve Bengal Körfezi’ndeki Bangladeş’te yaşayan on milyonlarca insan
yüzyıl içinde kutuplardaki buz tabakalarının erimesi tehdidiyle karşı karşıya
kalabilir.”
Kaplan, gezegen ısındıkça jeopolitiğin
daha çalkantılı hale geleceğini savunuyor. Son dönemde kitlesel halde
Avustralyalıların kıtanın güneydoğusunda orman yangınlarının sıcaklığından
denize doğru kaçışını bunun bir sembolü olarak görüyor.
Çevre meselesiyle tetiklenen rejim
değişikliği
Yazara göre, jeopolitik açıdan kilit bir
ülkede çevreyle tetiklenen bir rejim değişikliğiyle karşı karşıya kalmamız bir
an meselesi olabilir. Bu bağlamda 1979’da Nikaragua’da sağcı Anastasio Somoza
askeri cuntasının iktidardan düşmesini 1972’deki depremle başlayan olaylar
zincirine bağlıyor. Keza 1992’deki Kahire depreminde Müslüman Kardeşler’in son
derece etkili yardım faaliyetlerinin Hüsnü Mübarek rejimini sarstığına dikkat
çekip nüfus artışı, çevre kirliliği, fakirlik ve baskıcılık bakımından çok daha
vahim şartlardaki mevcut Sisi rejiminin anarşi riski olmadan düzeni koruma
ikilemine bir cevabı olmadığını vurguluyor.
Kaplan, İslamî radikalliği de bu
yeni-Malthusçu eğilimlere bağlıyor:
“Arap dünyası ve İran’daki nüfus on yıllar
içinde çok hızla yükselip şehirlere ve gecekondu bölgelerine eşi benzeri
görülmemiş bir göçe yol açarken, artık din geleneksel köy yaşamının eski
modelinin bir parçası değil. Kötü şehirleşmiş ortamların acımasız belirsizliği
içinde dinin de daha katı ve soyut bir ideolojik biçimde yeniden icat edilmesi
gerekiyordu.”
Yazara göre “Şehirleşme, iklim
değişikliği, besleyici değeri giderek düşen topraklar -ve bazı durumlarda yeni
orta sınıfların oluşumu- bir araya geldiğinde, 21. yüzyılda Sahra Altı Afrika
göçünü yavaş yavaş Akdeniz’in kuzeyine doğru yönlendirerek Avrupa’da popülizmi
sürekli olarak canlı tutacak. Yükselen sıcaklıkların ve artan nüfusların
karşılıklı etkileşimi yüzünden koşullar zorlaştıkça, birçok Afrikalı, -modern
tarihte ilk kez kazandıkları orta sınıf statüsü sayesinde- Akdeniz’den
Avrupa’ya geçmek için gerekli iktisadi kaynaklara sahip olacak. Kısmen çevresel
ve demografik arka plandan kaynaklı Afrika ve Ortadoğu savaşlarından kaçan
mülteciler de cabası.”
Yazar, “İklim değişikliği ve artan nüfus,
başlı başına savaşlara ve ayaklanmalara neden olmaz; ama siyasi, etnik ve
mezhepsel saiklerle etkileşime girerek onları daha da kötüleştirir” vurgusunu
yapıyor.
Kalabalıkları biçimlendirme yüzyılı
Kaplan içinde bulunduğumuz yüzyılın kitle
psikolojisi üzerindeki dolaylı etkisine de dikkat çekiyor:
“Sosyal medya, nüfus artışı ve şehirleşme
ile doğrudan ilişkili değil; ancak sürü psikolojisini kışkırtarak etkilerini
yoğunlaştırıyor. Daha fazla şehirleştikçe, taşra sakinlerine kıyasla daha ince
ve sofistike hale geldikçe, -herkes aksini beyan etse de- modadan siyasete
kadar her alanda daha uyumlu ve sürü içgüdüsüyle hareket eder hale geliyoruz…
Yeni-Malthusçu 21. yüzyıl, -muhtemelen siyaseti aşırı uçlara sürükleyerek ve siyasal
merkezi tehdit altına sokarak- kalabalıkları biçimlendirme yüzyılı olacak ve bu
niteliği giderek de artacaktır.”
Yazar dünya nüfusu yükseldikçe enerji
ihtiyacının artışına da değiniyor. Temiz enerjideki gelişmelerin Ortadoğu’daki
güç ilişkilerini değiştirdiğine dikkat çekiyor:
“Kısmen ABD’de doğalgazda yaşanan hidrolik
kırılma devrimi nedeniyle Suudi Arabistan artık eskisi gibi Amerikan askerî
desteğine güvenemez halde. Bu devrim, giderek artan Amerikan nüfusunun daha
ucuz ve daha temiz yakıta ihtiyacından doğmuştu.”
Nüfus arttıkça değişen jeopolitik
Dünya nüfusu 11 milyara doğru çıktıkça
-tıpkı enerji alanında olduğu gibi- jeopolitiğin doğrudan, dolaylı ve belirsiz
şekillerde değişmeye devam edeceğini vurguluyor.
Yazar, Soğuk Savaş’ın Avrupa’da başlayıp
biten ideolojik ve statik bir çatışma olduğunu hatırlatıyor. Soğuk Savaş
döneminde yeni-Malthusçu değişimlerinden geçen ve zaman zaman şiddetli
savaşlara sahne olan gelişmekte olan ülkelere, dönemin süper güçlerinin
ikircikli davrandığını da anımsatıyor ancak şimdi süper güçlerin de aynı
problemlerle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor:
“Hastalık ve siyasi istikrarsızlık artık
sadece en fakir bölgelerin meselesi değil. Dolayısıyla bu yeni büyük güç
mücadelelerinin sonucunun, Soğuk Savaş kadar doğrusal olmasını beklemeyin.
Entelektüeller, tarihi sadece fikirlerin ve ideolojilerin bir savaşı olarak
görmeyi tercih ederler; bunlar da doğadan kopuk, kendi oldukça gelişkin kentsel
çevrelerinin birer ürünüdür. Ama bizi bekleyen şey, ideolojilerin ve doğanın bizzat
kendisinin karşılıklı etkileşimi olacaktır.”
Kaplan yazısını şöyle bitiriyor:
“İnsanoğlunun gezegen çapında karşılıklı etkileşimler ağı, tam da karşı karşıya
olduğumuz ortak yeni-Malthusçu problemlerden dolayı yoğunlaşacaktır. Sonu
gelmez bir çatışma olacağı gibi, (…) ortak bir kader bilinci sayesinde
Malthus’un yanlış olduğunu bir kez daha kanıtlayabiliriz; ancak bizi uyardığı
problemlerle boğuştuktan sonra… Şu an için insanlık ağzı ve burnuna maske
takıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder