7 Mayıs 2023 Pazar

Z.T.KOR: DEPREMZEDELERİN HİKÂYELERİ – 2

 

DEPREMZEDELERİN HİKÂYELERİ – 2

Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.

 

27 Nisan’da Gaziantep/İslahiye’de İstanbul’dan getirdiğimiz kıyafetleri dağıtırken ayaküstü hanımların depremde neler yaşadıklarını dinledim. Ardından Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerden en büyük yıkımı alan ve hayalet şehre dönen Antakya’yı gezdim. Önce Antakya örneği üzerinden deprem bölgesi izlenimlerimi, ardından Antakyalıların ve İslahiyelilerin anlattıklarını paylaşacağım.

***

Bina enkazlarının temizlenmesiyle devasa bir boş alana dönüşen şehir merkezinde tek başına ayakta kalmış bir bina

Hatay’ın merkezi Antakya’yı görmeden deprem bölgesinden ayrılmaya gönlümüz el vermedi. İyi ki de gitmişiz. Enkazlar ziyaret ettiğimiz her yerde -şehir merkezindeki tarihî mekânlar hariç- tamamen kaldırılmıştı; sadece hasarlı binalar ayaktaydı. Bunun Antakya’daki manası devasa bomboş alanlar görmekti. Özellikle Asi Nehri çevresinde neredeyse hiç bina kalmamıştı. (Videosu için tıklayınız.) Birkaç sene evvelki ziyaretimde Antakya’nın kalbi olan mekânlar ya bomboş araziye dönmüştü ya da tarihi mekân olduğundan enkaz aynen yerinde duruyor, korunuyordu. Ayakta kalan az sayıda hasarlı bina için de askerler -artık kalmayan şehir merkezinde- 24 saat nöbet bekliyordu. Arabamızı yolun kenarında park edip Asi Nehri etrafında gezmemize müsaade etmediler. Sokakta insan derseniz, çok çok azdı. Gördüklerimle kısa da olsa konuşmaya çalıştım; aşağıda okuyacaksınız. Antakya o kadar ibretlik ki mutlaka ama mutlaka gidip görmelisiniz.

 

Bir zamanlar burası tamamen binalarla doluydu.

***

1,5 gün boyunca gittiğimiz her yerde enkazlar kaldırılmıştı. Ama tarihi sokaklardaki bina enkazları tescilli kültürel mekânlar olduğu için aynen bırakılmış, hiç dokunulmamıştı. (Videosu için tıklayınız.) İleride Kültür Bakanlığınca yeniden inşa edilecek belki.


Her turistin uğrak yeri geçmişin o gürültülü sokaklarında artık öyle bir ölüm sessizliği hâkimdi ki bu sessizliği bozan sadece muhteşem kuş cıvıltılarıydı. Birkaç sene evvel gezdiğim, yemek yediğim, namaz kıldığım mekânların yıkıntılarını ve depremin o ibretlik manzarasını -insan ve trafik gürültüsü altında sağır olduğumuz- tabiatın sesi eşliğinde seyre daldım. Bölge adeta kuşlara ve kedilere, yani insan dışındaki canlılara kalmıştı. Geçmişte sürekli vakit geçirdikleri bu cıvıl cıvıl mekanların halini görüp tekrar o eski günleri yad etmeye gelen sadece birkaç Hataylı ile karşılaştım, o kadar.

Deprem bölgelerini gezerken içimden hep şu geçti: Keşke bütün enkazlar kaldırılmasa, keşke bazı caddeler bir deprem açık hava müzesi olarak korunsa da ibret almak, hayatın unuttuğumuz hakiki manasını kavramak, kendimize çekidüzen vermek, Kur'an-ı Kerim'de geçen ve bir Müslüman'ın hayat rehberi olması gereken ama hiç farkına bile varmadığımız ayetullah ve sünnetullah kavramlarını idrak etmek için zaman zaman gezebilsek.

24 sene evvel bir milat saydığımız halde sonradan unutup gittiğimiz 1999 Büyük Marmara Depremi gibi, bu akıl almaz depremlerin de insanoğlunun nisyan ile malul karakterine kurban gitmemesi için bazı enkazlar mutlaka ayakta kalmalı.

Ve bu açık hava müzesi her kamu görevlisine, belediye personeline, siyasetçiye, mimarlık ve mühendislik fakültesi öğrencisine, müteahhitliğe kalkışana, apartman altında dükkân açacak esnafa, yeni bir bina inşa ettirecek arsa sahibine, evinde büyük tadilat yapma sevdalısına birkaç yılda bir zorunlu olarak gezdirilmeli. 


Gaziantep merkezde yıkım çok az diye duymuştum. Antep Kalesi'nin hemen çevresindeki sokaklarda -enkazı kaldırılmamış- 2 katlı eski tarihî evlerin bir kısmı işte böyle yıkılmış.

 


 

***

 Antakya’nın tarihî merkezinin yıkıntıları arasında gezerken karşılaştığım 2 Hataylının söyledikleri:

“Hatay gerçekten bitti. Özellikle şehir merkezi, hiç abartmıyorum, komple yok oldu. Bakan bey de söyledi, Antakya’da yıkımlar tamamlandıktan sonra %90’ı boş arsa olacak diye. Hakikaten öyle. Asi Nehri ve çevresinde hayat bitti. (Antakya'nın 638 yılında Müslümanların eline geçmesi akabinde inşa edilen en eski) Habib-i Neccar Camii bile yıkıldı. Yeniden aynısını inşa edebilir misiniz? Edemezsiniz. Etseniz bile o eski ruh gitti. (Yeniden inşa edilecektir ama şehir başka yere taşınacağı için canlı bir merkez olmaktan çıkacak, eski ruhu kalmayacaktır.) Depremden daha birkaç gün evvel burada arkadaşlarla oturup çay içmiştik, şaka gibi. Buralar hep sosyalleştiğimiz mekânlardı. (Buralar dediği yerler 28 Nisan’da paylaştığım videoda.) Hepsi yıkıldı. Hatay halkının ekseriyeti, 700.000’den fazlası göç etti. Ben de ailemi başka şehre yolladım, işim gereği ben gidemezdim, burada tek başıma kaldım.”

“Biz tek kelimeyle kıyameti yaşadık. Sözün bittiği yerdi. Deprem öyle bir vurdu ki bir kaldırdı, bir indirdi. İşyerim duruyor ama evim gitti. Ölen akrabalarım var, eniştem, teyzemin oğlu vs. Çadırda yaşıyoruz.”


Harabeye dönmüş tarihî Kurtuluş Caddesi’nde dükkânını açık bulduğum tek esnaf olan Aliye Hanım ile röportajım:

- Geçmiş olsun. Depremde neler yaşadınız?

Kaybımız çok. 60 akrabamdan sadece 2’si sağ kaldı. Benim kızım yoktu; ablamın kızı, kızım gibiydi. Deprem sırasında eşi ve 2 çocuğuyla yatakta birbirlerine sarılmışlar. Ailecek vefat ettiler. 12 daireli aile apartmanıydı, olduğu gibi çöktü gitti. Rabbim en iyisini bilir… Ailede biz kaldık. Rabbime bin şükür ediyoruz, O’ndan gelene boynumuz kıldan ince. 12 sene evvel oğlumu trafik kazasında kaybetmiştim. Rüyalarıma giriyor hep. 4 çocuğumdan geriye 3 tane kalmıştı. Çocuklarımın evleri depremde zarar gördü ama çok şükür hayattalar. Çadırda kalıyoruz. Ama hiçbir zorluk hissetmiyorum; çünkü her acıyı tattım ben. Yıllar evvel kardeşimi de, oğlumu da kaybettim. Şimdi yeğenim gitti; anne-kız gibiydik, hiç üzülmemi istemezdi, her gün telefonda konuşurduk.

Deprem sırasında uyanıktım. O gün oğlumun mezarını ziyaret etmiştim. Ne oldu bilmiyorum, gece bir türlü uyuyamadım. Deprem başlayınca hemen ailemi uyandırdım. Ben ölümden değil, Allah’tan korkarım. Nasılsa bir gün öleceğiz. Ama türlü türlü ölüm var. Bu depremdeki ölümler hakikaten çok acıydı…

Oğlum öğretmen. Her gün telefonla arıyor beni, vedalaşıyor; ‘Anne, oğlum sana emanet; kazıya gidiyorum, yeğenimi bulacağım’ diyor. Yeğenim dediği gelinimin ablasının çocuğu. Oğluma ‘Ne olur benimle vedalaşma. Ben zaten kızımı kaybetmişim, bir de seni kaldıramam, lütfen’ diyorum.  


- Allah sabırlar versin. İstanbul’da tanıdıklarımın sizlere selamları var, depremzedeler için dua ettiklerini söylediler.

Bin kere aleyküm selam. Benim de onlara selamımı ilet. İstanbul’dan gelip bizi ziyaret etmeniz çok büyük bir şeref.

- Deprem çocukları nasıl etkiledi?

3 torunum var. Ev korkusu oluştu. Çocuklar evlerine giremiyorlar artık.

- Dükkânınızı ne zaman açtınız?

Başta açamadık. İnsanları enkazdan çıkarmakla ve cenazelerle uğraştık. AFAD yanlış bilgi edindi; ekipleri hep Kahramanmaraş’a yönlendirildi. Telefonla AFAD’ı aradık yalvardık, ama ilk 3 gün gelmediler. Biz burada cenazelerimizi de, hayattakileri de enkazdan ellerimizle, tırnaklarımızla çıkartmaya çalıştık. Yeğenimin sesleri hiç kulağımdan gitmiyor; onu enkazdan kurtaramadık. Her gün ağlıyorum, içim yanıyor.

Müşterilerim hep beni arayıp ‘Lütfen dükkânını aç, ihtiyacımız var. Çorabımız yok. Çocuklarımız için kıyafet lazım’ dediler. Benim sattıklarıma ihtiyaçları vardı. Kıyafetleri enkaz altında kalmıştı; giyecek bir şeyleri yoktu. Bir ay evvel tek başıma bir kadın olarak açtım dükkânımı. Yan komşum da açtı benim gibi.


- Enkazdan çıkanlar şu an ne durumda? Sağlık sorunları var mı?

Buradan çıkartıp başka şehirlere gönderdik, iyiler şu an. Ölen yeğenimin kaynanasını enkazdan sağ çıkardık, bütün ailesini kaybetti. Kurban olduğum Allah’ım, takdirine karşı gelemeyiz.

- Birkaç sene evvel Antakya’ya gelmiş, buraları hep gezmiştim. Gezdiğim yerlerin yıkıldığını görmek çok sarsıcı.

Biz bir de burada yaşıyoruz. Yaşadığımız, çalıştığımız mekânlar gitti.

- Allah hepinize güç kuvvet versin. Gerçekten tahammülü çok zor. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.

Âmin. Benimle dertleştiniz, sevgilerinizi paylaştınız ya, bu benim için çok değerli.

- Hikâyenizi yazacağım. Depremzedelerin hikâyesini, neler yaşadığını bilmeliyiz ki ibret alabilelim ve boş kavgaları bırakıp hayatımıza bir anlam ve değer katabilelim.

O kadar çok kaybımız var ki. Neydik, ne olduk. Allah’ın işi. Ama üzülüyor insan. Her gün her gün içimden bir şeyler kopuyor. Ama iyi olmak zorundayız, çünkü biz burayı bırakamayız. Kıyafeti olmayanlar için çalışmamız lazım.

- Hayatta kalan depremzedelere hizmet ediyorum, bir faydam dokunuyor diye düşünerek çalışırken kendinizi daha iyi hissedersiniz. Çalışmanın aynı zamanda kayıpları telafi edici bir işlevi vardır.

Evet, iyi ki çalışıyorum. Verimli olmak çok güzel bir şey. Eşim kadın halinle dükkânı nasıl açacaksın dedi. Ben açabilirim dedim. Kadın olarak burada tek başıma çalışmak hakikaten çok zordu. Ama mücadeleyi seviyorum. Sonunda eşim de geldi, birlikte çalışıyoruz. Bu dükkânı açmak bir tür hayır. Yapılan hayırları anlatmamak lazım aslında. Parası olmayanlara, zor durumdakilere bedelsiz veriyorum; her şey para değil ki. Ben bunun bilincindeyim. Babam köyün ağasıydı, çok zengindi. Ama 6 yıl evvel öldüğünde bir tek çorap götüremedi yanında. Ahirete dünyada yaptığımız hayırlardan başka bir şey götüremeyeceğiz ki…

- Öyle. Eşyaya hak ettiğinden çok daha fazla anlam yüklüyoruz maalesef. Depremde insanlar bütün malını mülkünü yitirdi. Eşyanın anlamını ve değerini idrak için bu deprem çok önemli bir fırsat aslında...

İstanbul’dan ziyaretimize gelmeniz beni inanın çok mutlu etti. Biz insan gibi insanları çok severiz.

(O sırada eşiyle tanıştırdı.)


- Adeta hayalet şehre dönen Antakya’nın merkezinde, enkazlar arasında dükkânınızı açık gördüğüme çok mutlu oldum. Varlığınızla bile bir umut teşkil ediyorsunuz burada…

Eşi: 6 Şubat’taki ilk depremlerde Antakya’da %30-40 oranında yıkım yaşandı. İlkinde ayakta kalan binalar da 20 Şubat’taki 6,4’lük depremle birlikte yıkıldı. Çok sarsıcıydı yaşadıklarımız... Biz geçen aydan beri yavaş yavaş dükkânımızı açtık. Ama başta etraf tozdan geçilmiyordu. Bir de yağmacılar vardı.

Aliye Hanım: Komşularımız ‘Aliye Hanım sen hiç merak etme, biz senin kapının önündeyiz, seni koruruz. Yeter ki kalın, gitmeyin’ dediler.

Eşi: 2 hafta burada dükkânın önünde kaldılar, yağmacılara karşı nöbet beklediler.

- Ana caddede hala her sokak başında bir asker silahıyla nöbet bekliyor. Askerlerin buradaki daimi varlığı da sizi korumuştur.

Eşi: Şükür, korudular bizi. Aşağıda ana caddede ve bu köşede hep nöbettelerdi.

- Yağmacıları tanıyor musunuz?

Eşi: Yok. Yağmacı o kadar çok ki. Antakya merkezin insanı bunu yapmaz asla. Dışarıdan geliyor olmalılar. Allah onları ıslah etsin.

- Bir insan depremi yaşayıp da ondan ibret almıyor, hala hırsızlığa ve yağmacılığa tevessül ediyorsa hiç iflah olmaz demektir.

Aliye Hanım: Keşke onlar yağma yerine depremzedelere yardıma koşsalardı, enkaz altında kimse can vermez, sağ kurtarılırdı. 


Gaziantep’in en çok yıkım alan ilçesi İslahiye’de çadırda veya sokakta konuştuğum 9 kadının anlattıkları:

“Depremle kıyamet koptu kızım. Ailemde 7 kişiyi toprağa gömdük. 4 oğlum, 1 kızım vardı. Kızım umreye gitmişti. Bir oğlum altyapı işleriyle uğraşıyordu; 9. katta yaşıyordu, bir kız çocuğu evlat edinmişti. Hep birlikte öldüler. Gelin ile oğlum birbirine sarılarak ölmüş; kızının da üstüne dolap düşmüş… Diğer oğlum biri 13, diğeri 12 yaşındaki 2 çocuğuyla öldü; geriye 1 çocuğu kaldı. Oğlumun yeri yurdu belirsiz; arabası bile yerin altından çıkmadı. Ne kadar aradılarsa da bulamadılar. 3 bina birbirine girmiş, çıkmadı. Bizim evlerimiz de yıkıldı. Kurbanım size, Allah sizden razı olsun, işlerinizi rast getirsin. Devletimiz ihtiyaçlarımızı karşıladı, bizimle ilgilendi, ama yavrularımız gitti. Evlerimizin yıkılması önemli değil, tek yavrularımız ölmeyeydi. Kaynımın kızı da dayısının evine misafirliğe gitmişti; onun da 2 bebeği öldü. Allah bu acıyı bize verdi, başka kimseye vermesin. Depremde polisler, öğretmenler bile öldü kızım. Allah devletimize zeval vermesin. Gündüz çadırdayım; gece oğlumun az hasarlı evinde yatıyorum. Ne yapayım? Bütün Türkiye bize yardıma koştu; hatta yabancı devletler bile. Allah hepsinden razı olsun.”


“Bir ileri bir geri sallandık, sallandık, sallandık. Dışarı gitmeye çalıştık, ama merdivenler yıkılmıştı. Çok kötüydü. Ailemde sadece kaynımın oğlu ile torunu öldü. Ama ne evim ne eşyam kaldı. Elimize çadır geçmedi. Kimse yardımcı olmadı. Ancak yaşayan bilir; dışarıdan dinleyene masal gibi gelir yaşadıklarımız.”

“Sokakta kaldık hep. 2 çocuğum var. 10 yaşındaki kızım tuvaletini kaçırmaya başladı. Korkudan eve girmem diye tutturuyor. Başkalarının evine giriyor; ama kendi evimizden korkuyor. Ne yapacağım bilmiyorum. Çadırda uyuduktan sonra onu kucaklayıp eve götürüyorum; gece uyandığında bağırıyor ve tuvaletini kaçırıyor. Keşke evimiz yıkılsaydı da kızım böyle hasta olmasaydı. Çaresizim. Konteynere başvurduk, evimiz ayakta diye verilmiyor.” (Kendisine kızını psikoloğa götürmesini, bunun tedavi edilebileceğini defalarca anlatmaya çalıştım; ama bir türlü anlayamadı.)

“Depremde yaşadıklarımı inanın hiç hatırlamak bile istemiyorum. Aklıma geldikçe çıldırıyorum. Çok zor atlattık. 10 gün boyunca sürekli ağladım. Ev gitti geldi, üstümüze düştü düşecek diye çok korktuk. Evimiz yıkılmadı ama çatlaklar var.”

“Aç susuz ayazda kaldık. Çoluk çocuk hasta olduk. Çadır da bulamadık. Karda, soğukta, yağmurda ortada kaldık. Görümcemin 2 aylık oğlu vardı, hastalandı, sürekli hırıltısı var, düzelmedi. Benim kızımın da başında yaralar oluştu. Doktorun verdiği kremi kullanıyorum ama geçmiyor. Allah kimseye bir daha yaşatmasın. Deprem geceleri rüyalarımıza giriyor sürekli.”

“Çok korktuk, evimizin duvarları yıkıldı. Gece ilk değil, ikinci depremden sonra evden çıktık. Kar yağıyordu, hava buz gibiydi. Çadır bulamadık, 8-9 gün arabada yattık. Ondan sonra beyim sorumluluk bizden gitti dedi ve evimize dönmeye karar verdi. Evimiz tek katlı, döndük geri. İnsan bir noktadan sonra depreme bile alışıyor. Depremden sonra ayağım kırıldı; hala çekiyorum, düzelmedi. Üzerine zor basıyorum.”

“Vefat eden tanıdığımız çok, yakın arkadaşlarımın hepsi gitti.”

“Biz ne yaşamadık ki. 4 çocuğumla evin içinde kaldık. Deprem bittikten sonra aşağıya inebildik. Ev ciddi hasar aldı. Şimdi çadırda yaşıyoruz. Eşyamız kalmadı. Çocuklarımla sağ çıkabildik ya, buna da şükür. Depremden 5-6 gün sonra çocuklarım hastalandığı için Kırşehir’de akrabalarımızın yanına gittik. 15 gün evvel geldik.”

“Küçük kıyameti yaşadık. Eşim yurtdışındaydı. Bebeğim, küçük kızım ve ben depreme yakalandık. Binanın duvarları patladı; ama temeli ayakta olduğu için yıkılmadı, orta hasarlı. Deprem durunca evden çıkabildik. Zaten deprem insanı savuruyordu, o sırada dışarı çıkamazdık. Bir de her şey dökülüyordu, evdeki bütün eşyalar devrildi.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder