7 Mart 2021 Pazar

S.TABBAA: KADDAFİ’NİN LİBYA’SI HİÇBİR ZAMAN VAR OLMADI

 

KADDAFİ’NİN LİBYA’SI HİÇBİR ZAMAN VAR OLMADI

Sanad Tabbaa (Modern Ortadoğu tarihi konusunda çalışmalar yapan, British Columbia Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi)

Jadaliyya, 4.3.2021

Tercüme: Zahide Tuba Kor

 

NOT: “Gaddafi’s Libya Has Never Existed” başlığıyla yayınlanan yazının İngilizcesini okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.

 

İki Gerçek, Bir Yalan: Libya Versiyonu

(…)

Günümüzün bilgi bolluğu yaşanan dünyasında olguyu kurgudan ayırt etmek çoğu zaman zordur. Tuhaflık, karmaşıklık, rakip anlatılar ya da bilginin anlaşılmazlığı nedeniyle bizatihi tartışmalı olan konuları düşündüğünüzde süreç daha da zorlaşır. Muammer Kaddafi’nin Libya’sı tam da bu türden bir “iki gerçek, bir yalan” ülkesi olageldi. Ama (…) komplo teorilerinin, yanlış bilgilendirmelerin ve salt istihzaların Libya hakkındaki tartışmalarımıza egemen olmasına izin verirsek, bu durumda 2011’de Kaddafi’nin devrilmesiyle Libya’nın içine düştüğü kaostan çıkarabileceğimiz tek ders tam da komplo, yanlış bilgilendirme ve istihzanın birer ürünü olacaktır. Dahası, neden Kaddafi, -Batı karşıtı sayılan diğer liderlerle birlikte- mevkidaşlarından daha tuhaf ve daha gizemli görünüyor?


Peki Kaddafi’nin düşüşünden önce, düşüşü sırasında ve sonrasında Libya’da gerçekte neler olup bitti?

Gerçeği kurgudan ayırmak için Kaddafi öncesi Libya’yı anlamak önemli. Kaddafi nereden geliyor ve neden Libya’yı bu şekilde yönetmeyi tercih etti? Libya’yı daha iyi anlamak için iki şeye bakmak önemli: Libya’da İtalyan işgali ve Libya monarşisi. 1910’larda Libya üç ayrı Osmanlı vilayetinden ibaretti: Fizan, [Bingazi merkezli] Sirenayka ve Trablusgarp. Daha yakın bir geçmişte birliğini sağlamış ve bir sömürge imparatorluğu kurmaya hazır olan İtalya, bu üç vilayeti işgale kalkıştı. Yerli Libyalılar, Osmanlı desteğiyle bir süre İtalyanlara karşı savaştı; ancak sonunda Osmanlılar İtalyanlarla gizli bir anlaşma yaparak onlara “kafana göre takıl” dedi. Dolayısıyla Libya’nın tek bir devlet olarak statüsünün temeli, sömürgeciliğin doğrudan bir yansımasıdır.

İtalya 1911-1922 yılları arasında çeşitli şekillerde Libya’ya gelip girdi; ancak Benito Mussolini’nin gelişiyle birlikte İtalya’nın stratejisi çok daha yayılmacı ve saldırgan bir hale geldi. 1923’ten II. Dünya Savaşı’nın fiilen sonuna kadar Libya’da İtalyan Faşizmi hüküm sürdü. İtalyanlar, Libyalıları kendi ülkelerinde mülksüzleştirerek mevcut tarım arazilerinin çoğunu kendi yerleşimcileri için aldılar. Karşı çıkanlar -tıpkı muhalefetinden şüphelenilenler gibi- vahşice öldürüldü veya toplama kamplarına yollandı. Faşistler darağacını o kadar sistematik ve sürekli kullandılar ki İtalyanlar, asılmış Libyalıların kartpostallarını basıp birbirlerine yolladılar. Nüfusu 1 milyonun altında olan bir ülkede, yalnızca 1930 yılında Sirenayka vilayetinde asılan Libyalıların sayısı 12.000’di. Libyalıların müteakip on yıllarda oluşacak özelde Avrupa’ya, genelde ise Küresel Kuzey’e ilişkin imajını değerlendirirken işte bunun dikkate alınması çok önemli.

İtalya faşizmin devrilmesiyle bölgeden çekildi ve İngiliz ile Amerikan yönetimleri, Sirenayka’da bir kabilenin ve dini tarikatın şeyhi olan İdris es-Senusi yönetiminde bir monarşi kurdu.

Monarşi, kötü planlanması ve yönetilmesi bakımından dikkat çekiciydi. Petrol bulunana kadar sadece dış yardımla ayakta kaldı. Ayrıca başlangıçta monarşi, başkentin her iki yılda bir Trablus’tan Bingazi’ye yer değiştirdiği (aralarında yaklaşık 1000 kilometre çöl olup büyük lojistik sorunlar yaratan) bir federal sistem üzerine kurulmuştu. Kral İdris “iyi niyetli ihmal”, yani hiçbir şey yapmama politikası uyguladı. Tahtı vatanseverlik vecibesi olmaktan çıkardı ve her ne zaman bir engelle karşılaşsa hemen istifa tehdidinde bulundu. İyi niyetli ihmal politikası, halka tam olarak güven vermedi ve sistem içinde herhangi bir siyasi heves de uyandırmadı. Libyalılar siyaseten dışlanmış ve son derece fakir kalmıştı. Bu durum Libya’yı tek bir ülke altında birleştirse de Libyalılar arasında ilgisizliği ve hükümete güvensizliği besleyerek, halkın siyasi duyarsızlığının yanısıra uzun bir hükümete güven duymama tarihini de yarattı.

Muammer Kaddafi devreye girdi. 27 yaşındaki Yüzbaşı Kaddafi, 1969’da kansız bir darbeyle kontrolü ele geçirdi. Kral Türkiye’de tedavi görürken monarşinin tüm önemli oyuncularını tutuklayan bir grup genç subaya önderlik etti. İlginçtir, kimse pek umursamış görünmüyordu. Kraliyet muhafızları müdahale etmedi, ordunun üst düzey kadrosu umursamadı ve büyük direniş veya destek gösterilerine dair de bir kayıt yok.

Gelecek 42 yıl pekâlâ üretilen efsaneler bakımından bir İlyada olabilirdi. Efsaneler üç kategorideydi: Kaddafi, ya son derece zalim ve ahlaksız bir insandı ya da bir kurtarıcı veya trajik bir kahramandı yahut tamamen ve tek kelimeyle akıl hastasıydı… Bunların hiçbiri doğru değildi. Kaddafi bir insandı ve ülkesinin otoriter bir lideriydi, yoksa bir hikâyenin kötü karakteri veya gerçek hayatta bir hiciv kaynağı değildi. Öyleyse doğru tam olarak neydi?

 

Kaddafi: İnanılmayacak Kadar Ahlaksız

Batı medyası, Kaddafi’yi gerçekten son derece kötü biri olarak sunma eğilimindeydi. Ender İngilizce biyografilerinden birinde, (…) “tabiatı itibarıyla acımasız” olarak nitelenmişti. BBC, onun yönetimini “42 yıllık acı ve mahrumiyet” olarak tanımlamıştı. Amerikan Başkanı Ronald Regan’ın ona taktığı isim “Orta Doğu’nun kuduz köpeği” idi.

Hakkındaki iddialardan bazıları Kaddafi’nin bir terörist, cinsel manyak, tecavüzcü, insan hakları ihlalcisi, katil ve her bakımdan iblisin zürriyeti olduğu yönünde.

İlk iddia kısmen doğru. Kaddafi, çoğunlukla terörizm yoluyla yürütülen, anti-emperyalist doğası olduğuna inandığı davaları finanse etti. Filistinli örgütler (…),  IRA gibi (…) destek çıktığı örgütlerin ortak paydası, yurtlarının işgal altında olduğu algılamasıydı (…). Kaddafi’nin ülküsü, rastgele Batı karşıtı bir şevke değil, -bir dünya liderinden bekleneceği üzere- tutarlı bir inançlar bütününe dayanıyordu.

Hakkındaki cinsel manyaklık ve tecavüz hikayelerinin izi iki şeye dayandırılabilir: Birincisi, her zaman yanında olan (…) tamamı kadın korumalardan müteşekkil “Amazon Muhafızları” hakkındaki spekülasyon. İkincisi, Fransız gazeteci Annick Cojean’ın kaleme aldığı Kaddafi’nin Haremi adlı bir kitap olup Kaddafi’nin gençleri kaçırıp onları içki, kokain ve sigara içmeye zorlayarak düzenli olarak cinselliği bir silah olarak kullandığını iddia ediyor.


Kaddafi’nin Haremi
kitabının muteber bir kaynak olduğundan şüphe duymama yol açan bazı hususlar var. Bunların başında, diğer yazılı kaynaklarda da, ağızdan ağza dolaşan dedikodularda da bunun teyit edilememesi geliyor. Batı medyası Saddam Hüseyin’in oğullarının cinsel iğrençliklerini gün yüzüne çıkarmadan evvel, kafelerin fısıltıları Ortadoğu’da çoktandır kulaktan kulağa dolanıyordu: “Saddam’ın oğullarından uzak durun.” Üstelik Kaddafi, 1969’da iktidara geldiğinde alkolü ve yurtdışına seyahati yasaklamıştı ve 1980’lerde Libya’ya uygulanan BM ambargosunun ardından Libya’ya ithalat iyice zorlaşmıştı. Elbette, o dönemde Kaddafi’nin elindeki paranın miktarı göz önüne alındığında bunun bir engel teşkil etmesi pek muhtemel değildi. Bununla birlikte uyuşturucu ve alkol karşıtı sert tavrı, uyuşturucular hakkındaki bariz bilgisizliğiyle birleştiğinde (ki mesela 2011 Arap Baharı sırasında protestocuların Nescafelerinde halüsinasyonu tetikleyici ilaçlar tükettiklerini iddia etmişti), ben bunların ona mahsus kötülüklerden olmasını pek muhtemel görmüyorum. Öte yandan, bunu kesin olarak doğrulayamam veya çürütemem, ama eğer ki doğruysa bu, Kaddafi’nin diğer birçok Arap lider veya üst düzey yetkili ve muhtemelen Prens Andrew kadar kötü olduğu anlamına gelir. Kaddafi, ne kadar korkunç olursa olsun, aslında alışılmadık biçimde korkunç da değildi.

Son olarak insan hakları ihlalleri meselesine gelelim. Bu kategorik olarak doğru, ancak ne yazık ki bölge veya dönemi için norm dışı bir istisna da değil. Libya yönetimi, genellikle siyasi nedenlerle birçok vatandaşını hapse attı veya suikastla öldürdü. Bunu sadece Libya içinde değil, tehdit olarak gördüğü yurtdışında yaşayan Libya vatandaşlarına da yaptı. Arap Baharı sırasında Libya’da halkın hayal kırıklığının dışa taşması bir imalat, kışkırtma veya amaçsızca değildi. Ancak mesele aslında Kaddafi’nin Libya vatandaşlarını suikastla öldürüp öldürmemesi, haksız yere hapse atıp atmaması ya da sadece “ortadan kaybedip etmemesi” değildi; zira Mısırlılar, Amerikalılar, Sovyetler, Suudiler, Iraklılar, Suriyeliler, Ugandalılar, İsrailliler, Doğu Almanlar ve muhtemelen başka herhangi bir hükümet de aynısını yapıyordu. Mesele, Kaddafi’nin diğerlerinden daha kötü ve daha ahlaksız olup olmadığıydı. Cevap, büyük ihtimalle hayır.

 


Kaddafi: Milliyetçi Kurtarıcımız veya Trajik Kahramanımız

Genellikle Libyalılar dışındaki Arapların savunduğu görüşe gelince, Kaddafi itibarı beş paralık edilen ve ülkesine dil uzatılan milliyetçi, anti-emperyalist bir kahramandı. Genellikle efsaneler Libya’nın son derece yüksek bir hayat standardına sahip olduğu, Kaddafi’nin şahsi erdemleri, ülkede kansere çözüm bulunması, Kaddafi’nin tuhaflıklarının iktidara geldikten kısa bir süre sonra bir kara mayını şarapnelinin beynine saplanmasının sonucu olduğu vs. üzerineydi. (…) ancak ilginçtir, o dönem Libya’daki yüksek hayat standardı bir efsane değildi.

Kaddafi yönetimi altındaki Libya’da bilhassa daha fazla serbest piyasa girişimlerinin benimsendiği 21. yüzyılın öncesinde kamu hizmetleri, eğitim ve sağlık hizmetleri tamamen ücretsizdi. Ayrıca Libya kanununda her bir kişinin kendi evine sahip olması gerektiğine dair özel bir hüküm vardı ve dolayısıyla hükümet her Libyalıya bir ev vermişti. Bu, hem bir dizi konut inisiyatifinin hem de 1976’da çıkartılan, hâlihazırda içinde yaşanan evlerin sahiplerine ait olduğunu, oturulmayan evlerin ise hükümete ait olacağını öngören bir kanunun birleşimiydi. Hükümet ayrıca daha sonra yeni evli çiftlere ilk evlerini satın almaları için sübvansiyon sağladı. Dahası, vatandaşlar arasında iddia edildiğine göre çok fazla bir servet uçurumu yoktu. Zira Kaddafi, 1980’de ülkenin para birimini değiştirerek her bir vatandaşın sahip olduğu elindeki tüm parasını sınırlı miktarda yeni Libya dinarı ile değiştirmek zorunda bıraktığında özel serveti de eşitlemiş oldu. Hükümet ayrıca faizsiz krediler de sağladı. Son olarak, Libya’yı gıdada kendi kendine yetebilir hale getirmek için çiftçi olmak isteyen herkese bir çiftlik evi, çiftliği işletmek için toplu bir miktar para ve ücretsiz öküz verildi.

Bu olağanüstü bir politika mıydı? Evet. Peki işlevsel miydi (…)? Hayır. Okuryazarlık ve akademik yeterlilik çarpıcı bir şekilde arttı (okuryazarlık %10’dan %87’ye çıktı). İnsanların ekseriyetinin yiyecek yemeği ve herkesin kendi evi vardı. Kısaca, yaşamak için korkunç bir yer değildi; ancak hem bireysel özgürlükler hem de devlet ekonomisine katılabilme önünde büyük sınırlamalar ve ciddi ihlaller vardı.

Kaddafi, 1980’de özel hukuk uygulamalarını ve diğer tüm özel profesyonel meslekleri yasakladığında ülkedeki özel sektörü de tamamen yok etmiş oldu ve bir orta sınıfın veya büyük bir eğitimli profesyonel tabanın gelişimini engelledi. Kaddafi’nin Libya’sında temelde herkesi istihdam eden ve bu nedenle tamamen boş ve faydasız işlerle dolu olan ya orduda ya da hükümette çalışabilirdiniz. Peki Kaddafi bir kahraman mıydı? Hayır, tabii eğer ki en temel kaygınız işsiz kalmak değilse.

 

Kaddafi: Tuhafların Efendisi

Haber, istihza ve komplo teorilerinin çoğu işte burada yatıyor. (…) Hastalık hastası olduğu, bir Bedevi çadırıyla seyahat ettiği (…) doğruydu. Kesinlikle alışılmadık biriydi; ancak acayiplik ile palyaçovari bir dünya lideri olmak arasındaki fark önemlidir. Batı medyası, Kaddafi’yi yalnızca şeytanlaştıran ya da meşruiyetinin altını oyan şeyleri haber yapmak suretiyle, onun gerçekliğe çok az benzeyen ve böylelikle -Libya’nın 1986’da ABD ve 2011’de NATO tarafından bombalanması da dahil- Batılı hükümetlerin iktidardan düşürmek için attığı her adımı haklı çıkarmaya hizmet edebilecek bir kopyasını yarattı.

Kaddafi tuhaf şeyler yaptı, ama çoğu zaman bunların birer nedeni de vardı. Bir Arap Ligi toplantısında, odadaki diğer Arap liderlerin kana bulanmış ellerine dokunmayı reddettiğinin bir sembolü olarak beyaz eldivenler giymişti. 2009’da İtalya’ya ilk ziyaretinde, Libya’nın ulusal kahramanı Ömer Muhtar’ı darağacına götüren İtalyan faşistlerin fotoğraflarının üzerine iliştirildiği bir üniforma giymişti. Libya’yı gıda bakımından kendi kendine yeterli hale getirmek için çölü sulamaya çalışmış ve bunu yapmak için de devasa bir yeraltı nehri inşa etmişti. Ayrıca gençliğini ve güzelliğini sürdürmek için botoks yaptırdığı iddia edildi. Kaddafi ayrıksıydı, sıradışıydı, acayipti, ama muhtemelen akıl hastası değildi.

 


Peki, Libya Neden İçeriden Patladı?

Ölümünden sonra Kaddafi Libya’sının, ya onun ülkeyi yıkması ya da ülkenin onun idareciliğinden mahrum kalması yüzünden içeriden patladığına dair küçük özlü hikâyenin gerçeklikle bağlantısı, yapay muz aroması ne kadar muz sayılırsa o kadardır.

Kaddafi’nin Libya’sı bir “Cemahirriye” idi [halk cumhuriyeti de denebilir]; bu, o kadar tuhaf ve yeni bir siyasi sistemdi ki Kaddafi’nin türettiği yeni bir kelimeden başka bir terimle kategorize edilemezdi. Temelde herkes her konuda oy veriyordu. Her yerleşimin bir dizi komitesi vardı ve bunlar daha yüksek komitelere rapor veriyor, onlar da karar verici daha yüksek bir komiteye bunları iletiyordu. Başlangıçta yaklaşık 2 milyon nüfuslu bir ülkede yaklaşık 1000 temsilci vardı. (…)

Şişirilmiş hükümetin yanısıra bu sistemle ilgili bazı temel sorunlar bulunuyordu. Sıradan vatandaşların bu kararların doğruluğunu ve faydasını değerlendirme yeterliliğinin bir sınırı vardı; bu yüzden Kaddafi, tavsiyede bulunmaları için komitelere teknokratları soktu. Ancak yine de kimse kimseyle hemfikir değildi. Çok fazla değişken ve fikir mevcuttu. Son olarak Kaddafi, bu komitelerin elinden “hassas” başlıkları -yani dış ilişkiler, ekonomi, ordu ve petrolle ilgili her konuyu- aldı ve kendisi söz sahibi oldu. Dolayısıyla komiteler kendilerini işe yaramaz hissettiler ki gerçekten de öyleydi ve sonuç olarak sıradan Libyalıların yönetime katılma hevesi kırıldı.

Bu durum Libya’daki siyasi ilgisizlik hissiyatını derinleştirdi ve sonuç olarak yolsuzluklar dışında hiçbir şey yapılmaz oldu. Kaddafi ayrıca muazzam bir şahsi servet biriktirdi ve bu Cemahiriyye’yi kendi lehine kullandı. Hükümet teknik olarak halkın elinde olduğu için halk muhalefetini ifade edemezdi, etse tam olarak neye karşı çıkacaktı? Kendi kendine mi? Bu aynı zamanda Kaddafi’ye popüleritesi için istismar ettiği halkın hayal kırıklıklarına kulak tıkamasını sağladı. Bununla birlikte, nihai kararı verecek bir kimse olmaksızın da işleyebilecek bir yönetişim sistemi kurmadı. Dolayısıyla Kaddafi’nin ölümü üzerine Libyalıların kullanabileceği veya reformdan geçirebileceği bütüncül bir siyasi sistem yoktu. Kaddafi yönetiminin daha ilk başlarında siyasi gruplar yasadışı ilan edildiğinden, politikalara desteği harekete geçirecek ortada hiçbir siyasi örgütlenme yoktu. Benzer düşünen isyancılar, önce bir grup veya parti oluşturmayı öğrenmek, ardından bizzat bir grup veya parti oluşturmak ve daha sonra herhangi bir örgütlü siyasal iletişim kanalının yokluğunda, devasa ve çoğunlukla geçit vermez ülkenin geri kalanında kendi sistemlerini uygulamaya koymaya girişmek zorundaydılar.

Kaddafi’nin tuhaflıkları, Libya söz konusu olduğunda, kabul edilebilir ve sorumlu gazetecilik standardını düşürmüş görünüyor. (…)

 

NOT: Yazının en başında çevirmediğim bölümde ilginç bir bilgi vardı, burada paylaşmak istiyorum: “Yaklaşık on yıl boyunca Libya’daki tüm mağazalar yasaklandı ve tüm tüketim malları ‘Halk Pazarları’ olarak bilinen devletin süpermarketleri aracılığıyla satıldı.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder