15 Ocak 2021 Cuma

MEGAN O'TOOLE: ARAP BAHARI 2.0: GÜNÜMÜZ PROTESTOCULARI İÇİN 2011’DEN BEŞ DERS


ARAP BAHARI 2.0: GÜNÜMÜZ PROTESTOCULARI İÇİN 2011’DEN BEŞ DERS

Megan O’Toole (Hukuk, siyaset, küresel çatışmalar ve insan hakları konularına odaklanan gazeteci ve editördür. Irak, İran, İsrail-Filistin, Lübnan ve Suriye-Türkiye sınır bölgesi dahil on küsur ülke hakkında yazılar kaleme almaktadır.)

Middle East Eye, 16 Aralık 2020

Tercüme: Zahide Tuba Kor


NOT: Bu tercüme Perspektif web sitesinde 5.1.2021 tarihinde yayınlanmıştır. https://www.perspektif.online/arap-bahari-2-0-gunumuz-protestoculari-icin-2011den-bes-ders/

İngilizcesi “Arab Spring 2.0: Five lessons from 2011 for today's protesters” başlığıyla yayınlanan yazıyı okumak için TIKLAYINIZ

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Kaynak göstermeden blogdaki yazı, tercüme ve infografikleri kullanmamanız önemle rica olunur.

 

Özet: Cezayir, Irak ve Lübnan’daki değişim çağrısı yapan göstericiler, 2011 yılındaki olaylardan hangi dersleri çıkarabilir?

17 Aralık 2010 tarihinde yıllardır polis zorbalığıyla aşağılanan Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi, Sidi Buzid şehrinde kendisini ateşe verdi; bu, bölge çapında otoriterlik karşıtı isyanlar dalgasının kıvılcımını ateşleyen tekil bir protesto eylemiydi.

Akabinde gelen Arap Baharı, bilindiği gibi, statükoyu tahkim etmek için her şeyi göze almış karşı-devrimci devlet güçleri tarafından büyük ölçüde ezildi. On yıl sonra Sudan’dan Lübnan’a ve Mısır’a kadar bölge çapında insanlar hâlâ protesto için kendilerini ateşe veriyorlar.

Hükümetlerin yolsuzluğu, başarısız ekonomiler ve giderek kötüleşen sosyal hizmetlerin de aralarında olduğu Arap isyanlarını tetikleyen koşullar, birçok ülkede 2020’deki Covid-19 küresel salgınıyla şiddetlenerek sadece ve sadece daha da pekişmiş oldu. Hükümetlerin kökende yatan bu temel problemlerin üstesinden gelmedeki yaygın başarısızlığı, protestocuların daha iyi bir hayat kalitesi talep ettiği yeni bir isyan dalgası olan Arap Baharı 2.0’a yol açtı.

İkinci Arap Uyanışı (The Second Arab Awakening) kitabını yazan eski Ürdünlü diplomat Mervan Muaşir, Middle East Eye’a şunları anlattı:

“Arap yönetimleri eğer ki yeni toplumsal sözleşmelere, daha açık siyasi sistemlere ve kurumsal olarak yolsuzlukla mücadeleye duyulan ihtiyacı anlasalardı, Arap Baharı 1.0 toplumsal barışla sonuçlanabilirdi. Çoğu bunu yapmayı tercih etmedi; aksine kendilerini emniyete aldılar ve derin devlet son derece güçlü bir şekilde geri döndü.”

Protestocular tekrar seslerini yükseltiyorlar, ama bu defa -uzmanların da işaret ettiği üzere- geçmişten kilit dersleri almış olarak…

1. Korku Duvarı Yıkılabilir

Beyrut’taki Carnegie Ortadoğu Merkezi uzmanlarından Dalya Ganem’e göre, 2010-2011 isyanlarının önemli bir özelliği, bölgeye hâkim olan korku duvarının yıkılabileceğini göstermesiydi.

İsyanları takip eden baskıya rağmen bu yeni anlayış, yepyeni siyasi ve sosyoekonomik ihtimalleri açığa çıkardı. Sosyal medyanın artan önemi, bu fikirlerin çevrimiçi forumlarda daha fazla tartışılmasını sağladı.

Ganem “Arap vatandaşlar statükoyu kırdı ve bu, başlı başına bir başarıdır.” diyor ve şöyle devam ediyor: 

“Ondan sonra diktatörler düştü ve insanlar uyanıp daha iyisini hak ettiklerine ve sömürge sonrası toplumsal sözleşmenin artık işlemediğine karar verdiler. Bugün vatandaşlar karar alma süreçlerinde yer almak istiyorlar ve vatandaşlıklarını yeniden müzakere ediyorlar. Bir Arap vatandaşı olmak ne anlama geliyor?”

Tunus, iç savaşa düşmeyen veya diktatörlüğün geri dönüşüne şahit olmayan Arap Baharı’nın sürüklediği tek ülkeydi. Ancak Muaşir diyor ki Arap yöneticiler siyasi değişimin önemi konusunda kendi derslerini öğrenmekte başarısız oldular.

Yakın zamana kadar bölgenin büyük bir kısmı, yüksek petrol fiyatlarından ve onun cezbettiği yabancı yatırımdan istifade etti. Ancak fiyatlar bir anda çakıldığında denizaşırı gelirler de suyunu çekti. Muaşir’e göre toplumsal barışı sürdürmek için yeterli mali kaynakların yokluğunda birçok otokrat, 2011’de Arap isyanlarının ilk dalgasını bastırmalarına imkan veren kılıfı artık yitirmiş durumda. On yıl sonra artık protestocuların bu rejimlerle karşı karşıya gelmekle kaybedecekleri şeyler giderek azalıyor.

İsyan İçindeki Bir Bölge: Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki Son Ayaklanmaların Haritalandırılması (A Region in Revolt: Mapping the Recent Uprisings in North Africa and West Asia) kitabının editörü Jade Saab diyor ki “[Arap isyanlarının ilk dalgası] sokaklardaki insanların deyimiyle ‘korku duvarı’nın bertaraf edilmesine, yani değişimin mümkün olduğu ve temel düzeyde peşinden koşulması gerektiği, tek başına hayat şartlarında değişiklik talebinin yeterli olmadığı fikrinin gelişmesine yardımcı oldu.”

2. Kamusal Alanlara Hakim Olun

Arap Baharı sırasında Kahire’nin Tahrir Meydanı gibi kamusal alanlar göstericilerin ortak sesini sembolize eder hale geldi. Mısırlı protestocular, hükümet yanlısı protestocuların deve ve at sırtında saldırıları da dahil devlet destekli şiddet ortamında meydanı iki haftadan fazla işgal ettiler. Şiddete rağmen göstericiler Hüsnü Mübarek rejiminin sona ermesi talebini sürdürdüler. 11 Şubat 2011’de temennileri yerine getirildi.

Mısır’ın kısa ömürlü demokrasi deneyimi daha sonra Mübarek döneminden daha baskıcı bir diktatörlüğe dönüştü. Ülkenin demokratik yollardan seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, General Abdülfettah es-Sisi tarafından 2013 askeri darbesiyle devrildi ve Sisi yönetimi o zamandan beri muhalefete baskı uyguluyor.

Ancak Saab, toplu kamusal bir araya gelişler ve toplantılar yoluyla nelerin başarılabileceği fikri hâlâ geçerli diyor. İlk protesto dalgasının daha sonra ikinci dalgada benimsenen stratejileri normalleştirdiğini belirtiyor. Bunlardan “En yaygın olanı, tüm ulusun kimliğini yaratma ve gözden geçirme mekânları ile bir sanat ve kültür kaynağı haline gelen kamusal alanların işgali.” diyor.

Mesela geçen sene Iraklılar ülkenin yozlaşmış elitini protesto etmek için sokakları doldururken şehir merkezindeki Tahrir Meydanı’na bakan harap bir yapı olan Bağdat’ın ‘Türk restoranı’ devrimcilerin karargâhı oldu. Bir protestocu, kaderinde “Irak’taki devrimin tarihi” olmak da varmış dedi.

Beyrut’taki Şehitler Meydanı, devrimin sembolü altı metre yüksekliğindeki havaya kaldırılmış yumruk etrafında geçtiğimiz Ekim ayında başlayan isyanın merkez üssü oldu. Protestocular bu alanı hem ülkenin siyasi sorunlarını tartışmak hem de şarkı söylemek, dans etmek ve yeni bir gelecek potansiyelini kutlamak için kullandılar.

3. Toplumsal Güçleri Geliştirin

2010-2011’deki ilk Arap isyanları dalgasını bölge çapında nispeten sessiz bir dönem takip etti. Suriye, Libya ve Yemen’deki isyanların ülkeleri harap eden, yüz binlerce insanı öldüren ve milyonlarcasını yerinden eden iç savaşlara dönüşmesi karşısında birçok insan tekrar protestolara başlamaktan sakınıyordu.

Saab diyor ki bu, “Herhangi bir halk seferberliğini bastırma ve onları ‘kaotik’ olmaktan ibaret diye karalama noktasında bölgedeki gerici rejimler için bir koz işlevi gördü.”

2010-2011’de aktif olan toplumsal protesto hareketleri anlaşılabilir bir şekilde yeterince gelişmiş değildi; nihayetinde on yıllarını otoriter toplumların pençesinde geçirmişlerdi.

Ancak, Saab’a göre, Arap Baharı olayları bu tür grupların gelişmesine ve olgunlaşmasına yardımcı oldu. “Irak, İran ve Lübnan 2010-2019 yılları arasında ülke çapında protestolara şahit oldu, ancak bunlar konu bazlı protestolardı.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Yeni bir aktivistler katmanı yaratmaya yardımcı olan işte bu hareketlerdi. Bu ülkeler 2011’den tamamen bağımsız olarak kendi olgunlaşma süreçlerinden geçmek zorundaydı, ancak yönetici sınıfa karşı genel bir isyanın her zaman eli kulağında olduğunu bilerek.”

Muaşir, son protesto dalgasının daha barışçıl olduğunu söylüyor. Gözlemlerine göre, geçtiğimiz iki yılda Cezayir ve Sudan’daki göstericiler şiddetten kaçınmak suretiyle geniş bir destek elde etmiş durumda.

Sudanlı akademisyen ve Rift Valley Enstitüsü üyesi Mecdi el-Cizuli, ilk Arap Baharı döngüsünün “siyasette yeni bir kitle katılımı türünü, bir eylem modelini ve yeni bir siyasi kelime haznesi ile işleyiş gramerini müjdelediği”ni belirtiyor.

Formun Altı

Cizuli’ye göre protestoların çoğunun ortak paydası, sıklıkla kafa karıştıran toplumsal özgürlükler talebiydi. Ancak sıra uygulamaya geldiğinde bu tür hareketler ne yapılacağı konusunu halledemedi. Liderler görevden el çektirildikten sonra protestocuların taleplerinin siyasal düzlemde nasıl hayata geçirileceğine dair gerçekçi bir plan yoktu.

Cizuli, “[Mısır’da] para babası olan kudretli güçler, devrimin seküler temalarını onaylamakta ve altını oymakta hızlı davrandılar ve gerçekten de isyan anında keşfedilen liberal özgürlükleri kısa sürede ortadan kaldırdılar.” diyor.

Bu da günümüz protestocularını hâlâ kilit bir soruyla boğuşturuyor: Kendi devrimlerinin hedeflerini nasıl güvence altına alacaklar?

4. Yüzeysel Değişimin Ötesine Geçin

On yıl evvelki olaylara bakıldığında 2020’deki protestocular için en büyük ders, hakiki bir değişimin bir gecede gerçekleşemeyeceğidir. Bir göstermelik yöneticinin diğeriyle değiştirilmesi gibi yüzeysel tavizler hakiki bir siyasi reforma yol açmaz. Yeni bir siyasi modele geçiş vakit alır ve bu yolda sürekli baskı uygulamayı gerektirir.

Washington’daki Arap Merkezi kıdemli uzmanı Halil el-Anani, geçen sene Cezayir’deki protestocuların sabık Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın görevden ayrılmasından sonra bile sokaklarda kalmasının dikkate değer olduğunu söylüyor.

“Mübarek’in istifa etmesi üzerine on sekiz gün süren protestoların ardından Tahrir Meydanı’ndan ayrılan Mısırlı emsallerinin hatalarını tekrarlamadılar.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Cezayir’deki sivil-asker ilişkisinin yeniden inşasına yönelik çok önemli bir adım olan, iktidarın askeri bir lidere değil, sivillerin eline geçmesinde ısrarcı oldular.”

Benzer şekilde Muaşir de Cezayir’deki protestocuların “eskisinden çok daha sabırlı oldukları”na dikkat çekiyor.

Keza Sudan’daki protestolar, eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in görevinden alınmasından sonra da sürdü; zira aktivistler demokrasi yanlısı hareketi askerlerin yönetimi ele geçirmesine karşı direnmeye teşvik ettiler. Beşir’in görevden alınıp yerine bir askeri konseyin geçmesinin ardından protestocular “İlki düştü, ikincisi de düşecek!” diye slogan atıyorlardı. En nihayetinde Arap Baharı 2.0 ile boğuşan ülkelerde önceki siyasi düzene dönüş artık mümkün olmayabilir.

Ancak Cizuli farklı bakıyor: Toplumsal talepleri pratik adımlara dönüştürebilecek yeni siyasi yapılar olmadığı takdirde Cezayir, Sudan, Irak ve Lübnan’daki gibi kitlesel protestolar “halka güç/iktidar veremeyip” yalnızca “yenilmiş kahramanlar” doğuracak.

Cizuli, buradaki asıl zorluk, “şehrin -Beyrut, Bağdat veya Hartum- hakkını güvence altına alma amacına uygun bir siyasi örgütü yeni baştan oluşturmak” diyor.

5. Çabanız Uzun Vadeli Olsun

Saab’a göre Lübnan ve Cezayir gibi yerlerdeki son isyanlar tabiatı gereği neoliberalizm karşıtı. 2010-2011’de Tunus’ta yaşananlardan dersler alıyorlar; zira Tunus demokrasiye ulaşmayı başardı ancak eski rejimi deviren iktisadi sorunlarla hâlâ başı dertte.

Keza yönetici sınıflar altta yatan temel problemleri çözemediği sürece bölgenin köklü değişim taleplerine şahit olmaya devam edeceği görüşünde. “Huzursuzluk ve karışıklık toplumsal hareketlere yol açan şeydir, aksi değil.” diyor.

Ayrıca Saab, protestocuların -reform arayışındakilerin tek bir hareket olarak bir araya gelmesi suretiyle- birleşik bir siyasi vizyon geliştirmeleri gerektiği inancında ki bunu şimdiye kadar yalnızca Sudan başarabildi. 

Dünyanın geri kalanı gibi Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesi de geçtiğimiz sene Covid-19 pandemisinden derinden etkilendi. Muaşir’e göre insanların büyük kalabalıklar halinde bir araya gelmesini engelleyen hareket kısıtlamaları, olağanüstü hal emirleri ve koronavirüsün yayılmasıyla ilgili korkular sayesinde bu pandemi, otoriter sistemlere bir armağan oldu. Muaşir “Covid-19 hareketleri yavaşlattı, ancak kanaatimce [onları] öldürmedi.” diyor.

Bununla birlikte virüsün etkisi, birçok reform hareketini tetikleyen iktisadi problemleri derinleştirerek ve daha ileri protestoları kaçınılmaz kılarak hükümetler için iki ucu keskin bir kılıç haline geldi.

Muaşir, her seferinde yeni yeni derslerin öğrenileceğine dikkat çekerek “Kanaatimce insanlar sadece 2.0 değil 3.0, 4.0 gibi daha nicelerini de görecekler.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Eski Arap düzeninin siyasi, iktisadi ve toplumsal bakımdan öldüğü ve yeni düzenin doğmakta muazzam zorluklar çektiği çok tuhaf bir durumdayız.”

Anani’nin tahminine göre, gençler muhtemelen “fırsat bulduklarında Arap sokaklarına bir kez daha akın edecekler ve hürriyet, adalet, onur ve temsil talepleri karşılanıncaya dek isyankâr olarak kalacaklar.”

Son söz Anani’nin: “Değişim kurşunu 2011’de çoktan ateşlendi ve ne zaman hedefi vuracağı sadece bir zaman meselesi.”



1 yorum:

  1. Hocam sizin de sürekli söylediğiniz gibi Ortadoğu insanında bir naiflik var. Zannediyoruz ki baştaki yönetici gidince her şey düzelecek. Arap Baharı 2.0'da gençlerin bunu anlamaya başlamasını okumak sevindirici gerçekten. Lakin bu noktada Kierkegaard'ın insanı insan yapan "Umutsuzluğunu" ya da Munsif Merzuki'nin "Kötüyimserliği"'ni düşünmeden edemiyorum. Muaşir'in dediği gibi "Yeni Siyasal Yapılar"'ın oluşmasında bu düşünce modellerine ihtiyaç elzem. Aksi takdirde bu hareketlenme sadece "yenilmiş kahramanlar" doğuracak malesef..

    YanıtlaSil