11 Haziran 2023 Pazar

Z.T.KOR: 17-22 MAYIS’TAKİ LÜBNAN ZİYARETİMDEN KISA NOTLAR

 

17-22 MAYIS’TAKİ LÜBNAN ZİYARETİMDEN KISA NOTLAR

Zahide Tuba Kor

NOT: Blogda yer alan 850 küsur içeriğe http://ortadogugunlugu.blogspot.com.tr/2018/01/bu-blogda-neler-var.html linkinden toplu olarak ulaşabilirsiniz.

Blogdaki şahsıma ait bütün yazı, tercüme, fotoğraf ve infografikleri kaynak göstermek şartıyla kullanabilirsiniz.


17-22 Mayıs tarihlerindeki Lübnan ziyaretimde beni etkileyen ve üzerinde tefekkür etmeme vesile olan kişileri, olayları ve eserleri kısa kısa sizinle paylaşmak istiyorum.

1. Ziyaretimizin ilk durağı, 2007’de dışarıdan sızan çoğu yabancı birkaç yüz militan yüzünden Lübnan ordusunun düzenlediği operasyonla neredeyse yerle bir ettiği Filistin mülteci kampı Nehru’l-Barid idi. Kampta yaşayan on binlerce Filistinli can havliyle diğer kamplara sığınmış ve her şeylerini yitirmişlerdi. Aradan geçen 16 yılda kampın önemli bir kısmı yeniden inşa edilse de evlerine geri dönen Filistinlilerin çoğu eski maddi düzeyine gelememiş.

Hem kamptaki yardım derneğinin yetkilisi hem de Arsal’da Suriyeli mültecilerle ilgilenen bir başka derneğin başkanı dedi ki “Ramazan’da bile çok az yardım gelmişti. Tam da dünya bizi tamamen unuttu diye düşünürken sizin buraya gelip de yardım dağıtacağınızı duyunca çok şaşırdık. Demek ki Türkiye’deki kritik seçimlere ve yaşanan depreme rağmen Türkler bizi unutmamışlar dedik ve çok duygulandık.”

Bu arada sizlerin yaptığı bağışlarla 550, İHH’nın da kendi hesabından yaptığı ilave katkıyla birlikte toplamda 1500 Filistinli, Suriyeli ve Lübnanlı muhtaç aileye 6 mülteci kampı ve 2 mahallede gıda kolisi dağıttığımızı belirteyim. Katkıda bulunan herkese teşekkür ederim.

 

2. Lübnan kitabımı güncellemek maksadıyla yaptığım bu seyahatte birçok değerli kişiyle de röportajlar yaptım. Ama beni en çok etkileyen, çatışma çözümü ve barış inşası uzmanı arabulucu Dr. Fadi el-Haccar idi. Kendisi bir âmâ olsa da uzun yıllardır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın tüm savaş bölgelerinde çatışan bütün taraflara çözüm için seminerler ve eğitimler veriyor, arabuluculuk yapıyormuş. Suriye ve Lübnan odaklı yönelttiğim sorularda analizleri o kadar isabetli ve sağlamdı ki şunu bir kez daha idrak ettim: Kim demiş görme organı sadece gözlerdir diye; Dr. Fadi analizlerinde hiç görmeyen gözleriyle nice gözleri görenden çok daha başarılıydı. Gözlerimizin ve görme yetimizin varlığı hakikati görebildiğimiz anlamına kesinlikle gelmiyor, hele de ideolojik gözlüklerle ve saplantılarla kendi kendimizi kör ettiysek...

 

3. Lübnanlıların Türkiye sevgisine bir kez daha şahit oldum. Sadece Sünniler değil, görüştüğüm Dürzi’sinden Hristiyan’ına kadar herkes Türkiye’ye sevgisini ve ilgisini dile getirdi, liberal kanattan bir Ermeni milletvekili bile. Burayı ikinci evin say ve her geldiğinde mutlaka uğra diyen önemli bir Dürzi din adamı bile oldu.

Tam iki seçim arası gittiğim için Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinli hemen her görüştüğüm kişinin ilk sorularından biri bizdeki seçimlerdi ve Türkiye’de yaşananları çok yakından takip ediyorlardı. Özellikle Sünniler seçimlerin ilk turda sonuçlanmamasını ciddi dert edinmişlerdi. Lübnan’daki seçimleri Türkiye’deki seçimler kadar büyük bir heyecanla izlemedikleri aşikârdı.

Başta Diriliş Ertuğrul olmak üzere gücümüzü abartan Türk dizilerinin sadece Türkçe öğrenmelerine vesile olmakla kalmayıp bizi ancak Türkiye kurtarır beklentisine girmelerine de yol açtığını tekrar görmüş oldum. Üzerimizdeki sorumluluğun büyüklüğü altında bir kez daha ezildim. İçimden keşke Türkiye’de kendilerine dair bilginin ve ilginin ne kadar düşük olduğunun farkına varsalar da hayal kırıklığına uğrayacak derecede beklenti içinde olmasalar diye geçti, ama tabii ki yüzlerine söyleyemedim.

 

4. Türkiye’deki depremler, yıkım ve can kaybı olmamakla birlikte Lübnan’ı da çok şiddetli vurmuş. Filistinli, Suriyeli, Lübnanlı kime sorsam depremi ne kadar ürkütücü bir şekilde hissettiklerini anlattılar. Beddavi Mülteci Kampı’ndaki kliniğin Filistinli başhekimi, kendisiyle yaptığım röportajda depremlerden sonra psikolojik destek almaya en çok Suriyelilerin ve Filistinli Suriyelilerin geldiğini söyledi.

Biz İstanbul’da Maraş ve Hatay depremlerini hiç hissetmezken Suriye ve Lübnan’ın depremi bütün şiddetiyle yaşaması zihinlerimizde kutsallaştırdığımız ulus-devlet çizgilerinin ilahî düzlemde hiçbir anlam ifade etmediğinin çarpıcı bir kanıtı aslında. Çizilen sınırlara rağmen nasıl ki Suriye’deki savaş ve istikrarsızlık Türkiye’yi, Lübnan’ı ve diğer komşu ülkeleri doğrudan etkilediyse, Türkiye’deki depremler de Mısır’a kadar güneyimizdeki toprakları etkiledi ve hatta güvenli bölge diye düşünerek Suriye’nin kuzeyine sığınanlardan binlercesinin canını aldı.

 

5. Lübnan kitabımı yazarken 14 sene evvel ilk ziyaretimi gerçekleştirip eski bir başbakan da dahil siyasetçiler, akademisyenler ve gazetecilerle röportajlar yapmıştım. Aradan geçen süre zarfında güncel siyasetin sığ sularından kurtulup konulara daha derin ve çok-boyutlu bakabilmem sayesinde mi bilmiyorum ama bu seferki röportajlarda Lübnanlıların entelektüel yüzünü ve özellikle önemli ailelere mensup olanların ne denli iyi eğitimli olduklarını keşfettim. Bir Osmanlı münevveri olan Emir Şekib Arslan’ın Klasik Yayınlarından çıkmış “İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları” kitabını okurken çok yönlü kişiliği, bilgisi ve kültürü karşısında şaşkınlık ve hayranlık duymuştum. Bu Lübnan ziyaretimde onun modern versiyonlarını karşımda buldum.

Dürzilerin en önemli siyasi lideri Kemal ve Velid Cumbulat’ın malikânesini ve devasa kütüphanesini gezerken siyasi yüzünü bildiğim ailenin bu denli entelektüel olduğunu, bilime ve sanata ilgi duyduğunu şaşkınlıkla gördüm. Onların ezeli rakibi Arslan ailesinden aynı zamanda bir insan hakları aktivisti olan Dürzi prenses Hayat Arslan’la müze haline getirdikleri malikânesinde röportaj yaparken karşımda adeta “İstanbul hanımefendisi” denilen tipolojiyi buldum.

 

6. 20. yüzyılda bir Hristiyan şehrine dönüştürülen, geçmişte nüfusu neredeyse tamamen Müslüman olan Cübeyl (Biblos)’in en önemli Müslüman lideri Gassan Lakkis’i ziyaret ettim. Siyaset üstü tarafsız kişiliğiyle Lübnan’daki bütün dini ve siyasi grupların büyük hürmet duyduğu, yürüttüğü ince diplomasiyle iç savaş sırasında Hristiyan milislerin eline düşen nice insanı ölümden ve Müslümanlara ait camiyi de tavernaya dönüşmekten kurtaran, iç savaşı sonlandırmak için yabancı diplomatların arabuluculuk girişimlerini evinde yürüttüğü Lübnan çapında önemli bir Sünni şahsiyetti. Hristiyanlaştırılan Cübeyl şehrinin geçmişte el konmuş Müslümanlara ait tarihî vakıf eserlerini 2000’li yıllarda ihyaya ve yeniden inşaya girişmesi üzerine nasıl bir anda ‘terör destekçisi’, ‘IŞİD’çi’ gibi sıfatlarla itibar katliamına uğradığının hikâyesini dinledim. Terör yaftasının nasıl siyasi ve dinî mücadelelerde ucuz ve etkili bir silah olarak kullanıldığının çarpıcı bir örneğiydi.

 

7. 2009’daki ziyaretimde lüks dükkânları ve kafeleriyle başkent Beyrut’un en canlı mekânı olan, meclis binasının da bulunduğu Necm (Yıldız) Meydanı bu gidişimde askerler ve bizim gibi birkaç turist dışında bomboştu. Önce 2019 Ekim’inde başlayan protestolar, ardından 2020 Ağustos’undaki Beyrut Limanı patlaması yüzünden çok uzun süre insanların girişine tamamen kapatılan bu meydana bütün giriş-çıkışlar güvenlik bariyerleri ve askerlerle doluydu. Meydanı acı içinde gezdim. Sadece iki dükkân açıktı, biri küçük bir bakkaldı. Liman patlamasında içindeki her şeyin devrildiği ve kırıldığı dükkânlardan bazıları tamir edilse de bazıları ilk olay anındaki gibi aynen duruyordu.

Bu arada Lübnan’da şehir şehir gezerken yollarda onlarca güvenlik barikatından ve kontrol noktasından geçtik. Sadece bunlar bile siyasi ve iktisadi krizle birlikte Lübnan’ın içine düştüğü güvenlik zafiyetinin boyutunu gösteriyordu. Lübnan’ın şu an cumhurbaşkanı da, hükümeti de yok. Mahkemeler birkaç yıldır kapalı. Yani yasama, yürütme ve yargı erkleri çalışmıyor. Ekonomi tamamen çökmüş durumda; Lübnanlılar bankalardan paralarının küçük bir kısmını çekebiliyor. 2018’de 1 dolar 1500 Lübnan lirasıyken ben gittiğimde 1 dolar 94.000 liraya tekabül ediyordu. Nisan’da ise dolar rekor kırıp 140.000 liraya kadar çıkmış. Lübnan parasının aşırı değer kaybı ve enflasyon karşısında maaşlar iyice düşmüş durumda. Ulaşım pahalı olduğundan memurlar haftada sadece 1-2 gün işe gidiyor; kalan zamanda başka işler yapıyorlar. Orta sınıfın büyük ölçüde eridiği ülkede halkın %70’i fakirlik sınırında yaşıyor (Filistinli ve Suriyeli mültecilerde bu oran %90’larda). Artık Lübnan’da para birimi olarak büyük ölçüde dolar kullanılıyor. İthalata bağımlı ülkede Merkez Bankası’nın döviz rezervi kalmadığı için yıllardır elektrikten ilaca en temel ihtiyaçlar bile doğru düzgün temin edilemiyor. Maddi durumu iyi olanlar jeneratörle kendi elektriğini üretirken diğerleri karanlıkta yaşıyor. Sağlık sistemi neredeyse çökmüş durumda; tedavi masrafını dolarla ödeyemeyen hastalara bakılamıyor. Ve bu şartlar altında imkân bulan herkes, özellikle de gençler ülkeden ayrılıyor; ciddi bir beyin göçü yaşanıyor.

 

8. Lübnan’ın kuruluşu ve kurgulanışı hep kriz üretme potansiyeli taşıyageldi. 80 yaşındaki bu ülkenin tarihi ve bugünü, hem din ve mezhep temelli siyasi sistemi hem de küresel ve bölgesel güçlerin mücadele sahası olması nedeniyle birçok çatışma, kriz ve istikrarsızlıkla dolu. Entelektüel seviyesi yüksek onca insanına rağmen bugün ülkenin her bakımdan çökmüş olması kuruluşundan itibaren var olan ve bir türlü ıslah edilemeyen sistemsel problemlerinin ve son on yılda Ortadoğu’da yaşanan kutuplaşmaların bir yansıması. Ama aynı zamanda Lübnanlı yöneticilerin kanuna-kurala ve Anayasa’ya riayet etmemesinin bir ürünü. Yine dini-mezhebi temelde bölünmüş ülkede ortak iş yapma kültürünün olmayıp Lübnanlıların hep bireysel başarılara imza atmasının bir neticesi. Bugün Lübnan nüfusunun üç katı Lübnanlı yurtdışında yaşıyor ve birçoğu alanlarında çok başarılılar; ama ülkelerindeki sistem gereği aynı başarıyı ortaya koyamıyorlar.

 

9. Bugün Lübnan nüfusunun %20-25’i Suriyeli ve Filistinli mülteci. Mülteci kamplarında çok büyük bir sefalet yaşanıyor. Bunu ileride ayrı bir post olarak sizinle paylaşacağım.

 

10. Lübnan’dan döndükten bir hafta sonra Tunus’a da gittim. Dikkatimi çeken bir husus, Lübnanlı ve Tunuslu gençler ile Türk gençlerin kıyafet tarzlarının şaşırtıcı benzerliğiydi. Bu da küresel modadan ve tüketim kültüründen nasıl etkilenildiğinin, tektip insanlar türetildiğinin, kendi zevkimizi ve tarzımızı üretemediğimizin çarpıcı bir göstergesi. Kendi kıyafet tarzını ve modasını üretemeyen toplumlar kendi fikirlerini üretebilirler mi? Benim fikrim ve benim tarzım zannettiklerimiz acaba ne kadar bana ait diye sorgulamamızın vakti çoktan geldi de geçiyor. 

11. Lübnan ziyaretimde önemli tarihî eserleri de gezdim. Beni en çok etkileyen, Fenikelilerden Romalılara 5000 yıllık geçmişiyle “dünyanın en görkemli tapınak şehri” kabul edilen Baalbek harabeleriydi. Antik çağın Roma’dan sonraki en önemli dinî merkezi kabul edilen bu şehirde Jüpiter Tapınağı’ndan geriye kalmış 2 metre çapında ve 22 metre yüksekliğinde kim bilir kaç tonluk devasa sütunlar vardı. Hemen karşısındaki 18 metre yüksekliğinde onlarca taş oyma sütunlarıyla Baküs Tapınağı neredeyse tamamen ayaktaydı. Bu sütunların Mısır’dan Baalbek’e denizi, çölü ve dağı aşıp nasıl getirildiği ve bu tapınakların nasıl inşa edildiği bir muamma. Tıpkı tarihteki nice büyük eserin nasıl inşa edilebildiğine hala akıl sır ermediği gibi.

Baalbek’i gezerken teknolojiye bağımlı yaşayan modern insanlar olarak fazlaca kibirli olduğumuzu ve geçmişi çok hafife aldığımızı bir kere daha fark ettim. Öte yandan nice güçlü medeniyetin bile tarih sahnesinden çekildiğini ve muazzam eserlerinin birer harabeye döndüğünü ibretle izledim.

Yine insanoğlunun tarih boyunca inşa ettiği en hayret verici eserlerin çoğunlukla dinî karakter taşıdığını, ya tapınak/ibadetgâh ya da -Mısır Piramitleri gibi- tanrı kralların mezarları olduğunu hatırladım. Dünyevi dinler adeta kendilerini ispat etmek istercesine akıl almaz büyüklükte eserler inşa ederken, ilahî bir din olan İslam’ın en kutsal mekânı Kâbe’nin üzeri siyah örtüyle örtülü küçücük bir küp binadan ibaret olmasının ve Hz. Peygamber’in kabrinin de son derece mütevazı bir mescitte bulunmasının manasını tefekkür ettim. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, sürekli kendi yarattığı yeryüzüne, tabiata, kâinata vurgu yaparak inanmayanlara meydan okuyor; yani Allah’ın yüceliğinin ve kudretinin tecelligâhı, görkemli binalar değil, içinde yaşadığımız dünya ve kâinat. İslam’da bütün yeryüzünün bir mescit sayılması da boşuna değil.

Peki modern Müslümanlar olarak tabiatla ilişkimiz nasıl? Konfor alanımızı genişletmek için çevreye, tabiata verdiğimiz her zararın Allah’ın ayetlerine (varlığının delillerine) açtığımız bir savaş olduğunun farkında mıyız? Tabiat, Allah’ın tecelligâhıdır, biz modern insanlar tepe tepe kullanalım diye sunulmamıştır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder